‘Avrasya, küresel siyasette belirleyici olacak’
“2025 yılı krizlerin dip ve zirve yaptığı bir yıldı. Donald Trump’ın gelişiyle kullanılan ‘Türbülansa giriyoruz, kemerlerinizi takın’ ifadesi gerçekleşti ve türbülansa girdik, bu çok net. 2026 bu bağlamda belirsizliklerin had safhaya ulaştığı, tehdit ve risklerin ön planda olduğu bir dönem olacak. Bunu Meloni de açıkça ‘2026, 2025’ten daha kötü geçecek’ diyerek ifade etti. ABD ve Çin’in merkezde olduğu bir güç mücadelesi çevresinde şekillenen bir jeopolitik ortam söz konusu. Bunu belirleyecek olan Avrasya olacak. Atakule’nin doğusundan itibaren bölge Çin sınırına kadar Çin ağırlıklı gelişmelere gebe. Kafkasya, Orta Asya ve Japonya’ya bakınca karşımıza çok net bir tablo çıkıyor. Kaynakların ve koridorların kontrol altına alınmaya çalışıldığı bir süreç içerisindeyiz.
ABD’nin yayınladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, ‘Monroe Doktrini’ olarak ifade ediliyor ancak bildiğimiz klasik manada bir Monroe Doktrini değil. ABD mevcut haliyle Çin’e dönük operasyon gerçekleştirecek olursa yakın çevresinde sürprizlerle karşı karşıya kalacak. Kanada ve Grönland mevzusu itibarıyla Trump, ‘ABD’nin, gerek yakın çevresi gerek Avrupa ile ilişkilerinde süreçleri tamamlamadığı sürece Çin ile mücadelesinde başarılı olması mümkün değil’ mesajını vermişti. Venezuela üzerinden verilen mesaj ABD’nin daha yoğun bir mücadeleye hazırlandığı ve Çin’i etkisizleştirdikten sonra Çin yakın çevresine operasyonel hamlelerin artırılması yönünde”
‘Rusya’nın cevabı ilişkilerin çerçevesini çizecek’
“ABD açısından Çin ile mücadelesinde Rusya oldukça önemli. Bunu Alaska Zirvesi ile gördük. 2026’ya devreden belirsizliklerden biri Rusya ve ABD arasındaki ilişkilerin nasıl şekil alacağı. Bunu Çin ve Avrupa merak ediyor. Avrupa’nın Rusya ve ABD’nin ilişkilerinden duyduğu rahatsızlık had safhada. Strateji Belgesi’nde Amerika’nın Rusya’ya dönük ifadeleri de Avrupa’yı rahatsız etti. Birleşik Devletler, Avrasya politikaları kapsamında Rusya ile iş birliğine dayalı bir adım atmak istiyor. Rusya’nın cevabı da ABD’nin bundan sonraki dönemde ilişkilerin çerçevelerini belirleyecek. Rusya, ‘Her halukarda ABD’ye kapımı açık tutuyorum’ diyor ama beklediği adımları sıralıyor. Trump bunu görüyor. ABD-Rusya ilişkilerinin geleceği, iki ülke arasındaki ilişkiler bağlamında değil Avrasya merkezli küresel siyasetin gidişatı açısından da önem arz ediyor. Rusya, ‘Mevcut pozisyonumu koruyorum, çok kutuplu dünyadan yanayım, Çin benim dış politikamda önceliğini koruyor. Rusya-Çin ilişkilerini kimse bozamaz’ diyor. Bu, Çin’i rahatlatmaya dönük bir açıklama gibi. Çin, Rusya konusundaki yaklaşımları ve tavırlarında ilişkilerin tam manasıyla güven zeminine oturmadığı yönünde mesajlar veriyor. 2026 bu anlamda mevcut ilişkilerin güven eksenli sorgulanacağı bir yıl olacak. Bu da Rusya-Çin ortak yakın çevresinde meydana gelecek olan olası krizlerde aktörlerin takınacağı tavırla ilgili. Kuzey Kore ve Pakistan da kısmen dahil edilebilir ama Çin-Rusya-İran üçlüsünün tutumunda İran’ın kritik bir pozisyona sahip olduğu görülüyor. Türkiye de dahil olmak üzere Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu’daki sürece İran’ın vereceği tepkiler ve izleyeceği yol Avrasya’daki siyasetle yakından ilgili olacak.
ABD ve İsrail’in saldırılarına karşı ‘Beklediğimiz desteği bulamadık’ açıklaması yapan İran, kendisine bir pozisyon arayışı içinde olacak. İran’dan ABD’ye dönük sert açıklamalar olsa da siyaseten çözüm noktasında ABD’ye kapıyı açık tutuyor. 2026’da ABD’nin İran’a dönük nasıl bir hamle gerçekleştireceği ve buna karşı Rusya ve Çin’in nasıl bir pozisyon takınacağı siyasette belirleyici olacak. İran, önümüzdeki aylarda Avrasya merkezli küresel siyasetin geleceğinde belirleyici olacak. Bir diğer aktör ise Pakistan. İran ve Pakistan Orta Asya ve Güney Asya ülkeleri göz önüne alındığında kritik bir pozisyona sahip. ABD, Çin’i iki temel durum üzerinden hedefliyor. ABD, koridorları ve kaynakları kontrol etmek istiyor. Pakistan CPEC Projesi sebebiyle kritik bir öneme sahip. Pakistan’ın istikrarsızlaştırılmaya çalışılan bir ülke olduğunu görüyoruz. Pakistan’ın vereceği karar, Çin ve ABD açısından güç mücadelesinde belirleyici olacak. 2026’da Rusya ile ABD daha yumuşak, iş birliğine dayalı bir politika izlemeye devam edecek gibi. ABD, hem Rusya hem de Çin karşısında İran ve Pakistan konusunda baskılarını artıracak, onları iş birliğine zorlayacak. Hindistan, gerek BRICS gerek Şangay’a bakıldığında ABD’ye bir adım daha yakın politikasıyla ön plana çıktı. Çok kutuplu dünya arayışında olan Hindistan, kendisinden beklenen performansı ortaya koyamadı.
Hindistan’ın ABD ve İsrail’e yönelik yaklaşımları, ABD’nin Çin’e yönelik politikalarında nasıl bir tercihte bulunacağıyla da ilgili önemli ipuçları veriyor. Çok kutuplu eksende gevşek tutum sergileyen bir Hindistan var. Bu tutum Çin açısından çok da güven telkin etmiyor. Çin’de Şangay ve Japonya’nın işgalinden kurtuluşu ile ilgili iki önemli etkinlik düzenlendi. Orada Putin dahil birçok lider bulunurken Narendra Modi Japonya’ya gitmişti. Bu bile sembolik açıdan mesaj veriyor. Japonya’nın ise sadece Pasifik’te değil Orta Asya’yı da içine alacak geniş bir coğrafyada yol arayışında olduğunu söyleyebiliriz.”
‘İsrail, genişletilmek istenen ABD-Türkiye ilişkilerini bozabilir’
“Amerika’nın yapılanmasında radikal bir değişiklik görmüyorum sadece stratejide değişiklik bekliyorum. Küreselcilerle ulus devletçilerin tartışması ABD’nin kapasitesiyle ilgili bir strateji değişikliğine işaret ediyor. ABD küreselci anlayış üzerinden bir dünya dizaynı gerçekleştiremeyeceğini gördüğü için tekrar milliyetçi politikalara yöneldi. ABD’de bu siyaseti ön plana çıkaran aktörler güçlenecek. Trump zayıflayabilir ama ABD’nin kendi gücünün sınırlarını büyük ölçüde test etti. ABD, kendi içinde toparlanmadan Çin ile mücadele edemeyeceğini anladı. ABD, Orta Doğu dahil olmak üzere birçok bölgede yanlış politikaların sonucu olarak ortaya çıkan zemin kaybını telafi etmeye dönük bir siyaset izledi. 7 Ekim itibarıyla karşımıza çıkan tablo buydu. Amerika 2025’te Orta Doğu’yu tekrar kontrol altına aldı. Bölgede Çin’in nüfuz alanını oluşturmaya dönük politikaları darbe aldı. Rusya-Ukrayna savaşını kullanan bir ABD var. Bugün ABD, Rusya ve Avrupa arasında sorun ekti. Sorun üzerinden tekrar Rusya-Avrupa birliklerini hedef almaları mümkün olmayacak. ABD, Rusya ve Avrupa arasında uyguladığı stratejiyi, Rusya-Çin bağlamında gerçekleştirmek istiyor.
Ne ABD Türkiye ile kriz ister ne de Türkiye. Müşterek noktalarda iş birliğini genişletmeye dönük bir tablo var. 2026’da bu tabloyu bozmaya çalışacak İsrail faktörü olabilir. Bunun mümkün olduğu kanaatinde değilim. ABD’nin bu pragmatik politika anlayışı, Türkiye ile uzlaşı ve iş birliğine dönük politikayı kaçınılmaz kılıyor. Türkiye’yi kaybedecek bir ABD’nin bırakın Çin yakın çevresini bahsedilen bölgelerde bile müdahalede bulunabilmesi mümkün değil. Bu, Türkiye’nin Amerika’ya angaje olacağı anlamına gelmiyor.
Türkiye, mevcut dengeye dayalı çok boyutlu politikasını Amerika ile çatışmaya girmeden gerçekleştirmeye çalışacak. Bölgenin ve ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı söz konusu. Türkiye, paylaşılamayan aktör pozisyonu içerisinde çatışmaya girmeksizin krizlerin derinleşme eğilimi gösterdiği bir noktada bu politikasını 2026’da da devam ettirmeye çalışacak. Türkiye, yapıcı olmaya ve tarafları bir araya getirmeye dönük bir politika izlemeye çalışacak.”