‘Halep’teki çatışmalar güç dengelerindeki sıkışmayı yansıtıyor’
“Halep’in Şeyh Maksud ve Eşrefiye semtinde çatışmalar yaşandı. Buralar geçmişten bu yana Kürt mahalleleri. Esad zamanından bu yana buralara Suriye ordusunun girmemesi yönünde anlaşmalar vardı. Esad’ın devrilmesinden sonra aynı statü devam etti. Geçtiğimiz nisan ayında bu bölgelerle ilgili anlaşma yapılmıştı. Ancak dün akşam bu bölgelerde çatışmalar yaşandı ve iki taraf da birbirini suçladı. Kesin olarak saptanamamış olsa da çatışmanın yaşandığını biliyoruz. Colani tarafının takviyeler yaparak ağır silahlarla saldırılar düzenlediğini, SDG’nin de karşılık verdiğini gördük. Colani’nin birlikleri ‘Biz buralara yönelik ateşin kesilmesi emrini verdik’ açıklamasını yaptı. Açıklamada aynı zamanda ‘Bize ateş açılan yerlere saldırıyoruz’ ayrıntısı vardı. Sonuç itibarıyla dün gece itibarıyla bu çatışmalar bitti.
Rojava ile ilgili yani SDG’nin hakim olduğu bölgelerde gerginlikler bu çatışmaların öncesinde de vardı. 22 Aralık’ta Türk heyetinin oraya gitmesiyle bu çatışmaların yaşanması bazı iddiaları da gündeme getirdi. Dikkat çeken bir diğer nokta da çatışmaların sadece Halep’te yaşanması. ‘Çatışmalar neden ABD’nin SDG ile iş birliğinde olduğu bölgelerde değil de Halep’te yaşandı?’ sorusunun sorulması gerekir. Türkiye’nin bir dahli var mıdır bilinmez ama Türkiye’den üst düzey bir heyetin oraya varması sonrası çatışmanın yaşanması ilginç bir gelişme. Şam’ın bir sıkışmışlık hali yaşadığını düşünüyorum. İlişkilerini en az iki taraflı olarak devam ettirmeye çalışıyor. Bunların en güçlü ikisi ABD ve Türkiye. Türkiye’nin Suriye’deki tezleri birbiriyle çelişiyor. Karşı karşıya gelmiş durumdalar. ABD bir taraftan Colani ile iş birliğinde bir taraftan da Kürtlerin savunduğu tezlere yakın bir çözüm dayatmasında. Bu bir başka taraftan Türkiye’nin tamamen güvenlik tanımlamalarına ters düştüğü için Türkiye bunun olmaması için çaba sarf ediyor. Colani ikisinin arasında kalmış durumda. ABD pozisyon olarak Türkiye’den çok daha güçlü olduğu için bunu gerçekleştirmek istiyor ama Türkiye’nin sahada bir ağırlığı var. Türkiye de Colani’ye bu ağırlığı dayatıyor. Bir anlaşmaya ulaşılabilmiş değil.”
‘Suriye’de anayasa ve güç paylaşımı düğümü çözülemedi’
“8 maddelik bir 10 Mart anlaşması var ancak herkesin bu anlaşmadan kast ettikleri farklı. Kürtler Suriye’nin unsurlarından biri olarak, devlete ortak bir yapı olarak anayasaya girmek istiyor. Colani istemese de ABD’nin dayatmasıyla bunu kısmi olarak kabul etme eğiliminde. Ancak bunu pratiğe dökebilmek çok da mümkün değil. SDG’nin silahlı kanadı olan YPG’nin orduya nasıl katılacağı konusunda Kürt tarafı ‘Kurumsal kimliğimi koruyarak katılmalıyım, kendi bölgemde otorite olmalıyım’ diyor. Türkiye böyle bir şeye karşı olduğu için ve bu konuyu devam eden süreçle birlikte ele aldığı için bunu istemiyor. Colani tarafının anayasa tanımlamasındaki ‘eşit yaklaşım’ tanımlamaları Kürtler açısından havada kalıyor. Onlar bunun böyle olmasını istemiyor. Pratikte bölgeyi kimin yöneteceği sorusu da var. Tom Barrack’ın söylediği ‘ademimerkeziyetçiliğin’ hedefi de bu. Ortada iki taraf açısından çözülmemiş bir tanımlama sorunu var. Aynı zamanda Suriye’nin ismi dahil olmak üzere birtakım sorular var. Kürtler ‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ denilmesine karşı, ‘Suriye Cumhuriyeti’ denilmesini savunuyor. Kürtler, ‘Bütün unsurlar anılsın, demokratik bir ülke olsun. Bizim açımızdan anayasaya girecek maddeler olsun’ istiyorlar. Birtakım kaynakların kullanılmasında da problemler var. Tahıl ve petrol iki önemli unsur. Bunların paylaşımı da söz konusu ve bu konuda da anlaşmazlıklar var. Şam tarafının bütün ülkeye hakim olabilmesi bakımından Kürtlerin bu isteklerini kabul edebilmesi çok mümkün görünmüyor. Ancak ABD bunu kısmen istiyor, Türkiye ise kesinlikle reddediyor. Çünkü Türkiye oradaki tanımlanmış herhangi bir Kürt varlığını kendisi için güvenlik sorunu olarak görüyor. Şam’ın terörle mücadele, kadın birlikleri ve güvenlik gücü tümenlerini oluşturulması iddiası vardı. Bu iddialar Colani’nin güçlerinin hiçbir şekilde diğer bölgelere girmeyeceği yönündeydi. Bu fiili özerlik demektir. Eğer bu iddialar doğruysa Türkiye açısından ayrım yaşanacak. Bu iddialar ne doğrulandı ne de yalanlandı, ortada duruyor. Ancak güçlü bir iddia olduğunu düşünüyorum. Bu iddiaların doğruluğu Ankara’nın savunduğu tezlerin dışına çıkıldığı anlamına gelir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın oraya bir heyetle gitmiş olması bir telaşı da düşündürtüyor. Ani ve acil bir ziyaret yapıldı ancak sonucunu da bilmiyoruz. Suriye’de ne olduğu önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak. ABD, Türkiye’nin pratikteki ağırlığı nedeniyle doğrudan Türkiye’yi rahatsız edecek bir pozisyona girmek istemiyor. İki tarafı uzlaştırarak süreci yönetmek istiyor. Sonucun netleşmesi için beklemek gerekiyor. Öte yandan Arapların bu sürecin dışında kalacağını söyleyemeyiz. ABD’nin Suudi Arabistan ile Suudi Arabistan’ın da ABD ile ilişkilerine bakıldığında Suudilerin Türkiye’ye yakın ya da benzer politikalar yürüteceğini söyleyemeyiz. Türkiye yalnız kalmış gibi gözüküyor. Ancak ne kadar bunu devam ettirebilecekler bunu zamanla göreceğiz. Şu an bir yol ayrımında gibiyiz."