Hastanede ona Rusça bir ninni söylendiğinde gözleriyle tepki verdi. O an anladım ki kökü Rusya’da. Ama bana göre Umut’un ne dini, ne dili, ne ırkı vardı. O benim oğlumdu. Benim için Türk de olabilirdi, Rus da…
Hepsinden önce insandı. Benim için bir çocuktu, bir candı. Biz o yıllar boyunca beraber yaşadık, beraber ağladık, beraber güldük. O bana ‘anne’ dedi, çocuklarıma ‘han’ dedi. O kadar içten söylerdi ki, bu ses hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Vefat edene kadar ‘anne’ demekten hiç vazgeçmedi. Çünkü biliyordu, biz onun gerçek ailesiydik.
Doktorlar önce imkansız dedi. Ben onun kalbine baktım, ‘yaşıyor’ dedim. Her sabah ‘hadi Umut, başaracaksın’ diye fısıldardım. Benim o sesimi duyduğuna inanıyorum. Sekiz ay boyunca hastaneye gidip geldim. Her gün yıkadım, besledim, konuştum. Gün geldi, su içti, gün geldi, elini oynattı. O kıpırdandığında dünya benim oldu. Çünkü her hareketinde yeniden doğuyorduk. Umut, bana sabrın, şefkatin ve emeğin ne kadar kutsal olduğunu öğretti.
Rusya’dan gelen bir kadın, kapıdan girip ninni söylediğinde Umut ağlamaya başladı. O an anladım ki sevgi dil tanımıyor. Merhamet, dünyanın her yerinde aynı dili konuşuyor. Sevgiyle yaklaştığınızda, o sevgi zaten yolunu buluyor. Biz Umut’la bunu yaşadık. Onunla konuşamadık belki ama birbirimizi kalpten duyduk. O yüzden hep derim; Umut bana konuşmayı değil, kalple duymayı öğretti.
‘Beşiği sallayan ana dünyayı sallar’
10 sene bizimle yaşadı. Doktorların dediği iki ay, on yıla dönüştü. Sevgiyle, ilgiyle, emekle…
Umut bana sadece bir evlat değil, bir öğretmendi. Bize sabrı öğretti. Bize insanlığı öğretti. Umut’a bir şey öğretmedik, o bize öğretti. Hani derler ya ‘beşiği sallayan ana dünyayı sallar’, ben buna inanıyorum. Kadının gücü sabırdır, merhamettir, yürektir. Ben asla pes etmedim. O bana baktığında hep ‘anne’ dedi, ben de ona her defasında ‘Umut ol’ dedim. Ve oldu.”
'Rusya’da inanılmaz bir sevgiyle karşılandık'
Rusya’da inanılmaz bir sevgiyle karşılandık. Orada ‘kutsal kadın’ diyorlardı bana ama ben sadece bir Türk annesiyim. Umut, Türkiye ile Rusya arasında bir gönül köprüsü kurdu. O köprü hâlâ ayakta. Savaşlar olmasın, barış olsun. Her yerde iyilik, vicdan, merhamet olsun. Çocuklar ölmesin. Bu filmin adı ‘Bir Umut’ ama anlamı aslında ‘bir insanlık.’
Annem ilk anlattığında en çok ben karşı çıkmıştım. Yoğun bakımdan çıktığında gördüm, ‘Ben insan değilmişim’ dedim. Annemin vicdanı bize geçti. Umut’a hep beraber baktık. Sosyal hizmet ‘Ne düşünüyorsun?’ dediğinde ‘Annem ne derse o’ dedim. Doktorlar ‘Böyle bakmaya devam ederseniz sağ tarafını kullanarak konuşacak’ demişti. yüzde 48 bilinci açıktı, ‘anne’ ve ‘han’ diyebiliyordu. Evdeki düzen tamamen ona göreydi. Gün aşırı yıkanmayı, müzik dinlemeyi çok severdi. Biz de ona normal bir insan gibi davrandık, çünkü doktorlar öyle tavsiye etmişti. Kilisede bile onun için dualar edildi, Rusya’da bakanlar, milletvekilleri sahip çıktı. Biz de herkese açık olduk, Umut bize insanlığı öğretti.
Tıraşını ben yapardım, berberlik okudum. Kişisel bakımını, banyosunu, gezisini üstlendim. Annemi gece üçte Umut’un bezini değiştirirken görünce utandım. ‘O yapıyorsa biz de yapmalıyız’ dedim. Yarışa dönmüştü aramızda, kim daha çok ilgilenecek diye. Harçlığımızı harcamaz, tatlı alıp Umut’a yedirirdik. Yeşilçam filmlerine bayılırdı, bizimle birlikte gülerdi. Kulaklık takıp müzik dinlerdik, sosyalleşsin diye elimizden geleni yaptık.
Sosyal hizmette bana sordular, ‘Annen olmazsa Umut ne olur?’ diye. ‘Annem olmazsa Umut ölür’ dedim. Çünkü Umut’un eli kolu annemdi. O bizim kardeşimizdi. Mahallede taşınırken çocuklar geldi, eşyaları hep birlikte taşıdılar. Umut herkese iyiliği öğretti, büyüklere bile ders verdi.