‘Çin’in çok kutupluluk çağrısı, Küresel Güney’i daha cesur olmaya davet ediyor’
‘Küresel Güney’in önde gelen yapıları hızla büyüyor’
‘Soğuk Savaş ezberleri ve cehalet yüzünden Batı, Hindistan’ı öngöremedi’
“BRICS’in yatırım fonu vardı, Çin’in öncülüğünde kurulan bir Asya Altyapı Yatırım Bankası vardı. Şimdi Şanghay İşbirliği Örgütü de kendi bankasını kuruyor. Yani 1990’ların ortasında, 95’lerde 96’larda Şanghay İşbirliği Örgütü adıyla Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından kurulan; bir 5-6 yıl kadar da Şanghay Beşlisi olarak anılan; 2001’de Özbekistan’ın katılımıyla Şanghay İşbirliği Örgütü olarak başlayan yapı artık anlıyoruz ki savunma, güvenlik odaklı bir yapı olmanın yanına—o alanları ihmal etmeden—ekonomiyi, kalkınmayı, karşılıklı ticaretle eklemlendi ki doğru yaptı. Öbür yandan BRICS’e baktığımızda—ki o da başlangıçta dört ülkeyle anılırdı, yani BRIC olarak anılırdı; ülkelerin İngilizce adlarının baş harfiyle, yani Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin; daha sonra işte Goldman Sachs baş ekonomisti buna Güney Afrika’yı da ekletti.
BRICS 5 ülke, yanına Mısır’ı almış; yanına Etiyopya’yı ki Afrika’da iddialı, hacimli bir ülkedir; ciddi bir devlet geleneği vardır ve pek işgal görmemiş, sömürge olmamış da bir ülkeden bahsederiz biz Etiyopya’yı bahsettiğimizde yanına Endonezya’yı almış, yanına Körfez’in kara prenseslerini almış ve yanına İran’ı almış. Yani BRICS coğrafya olarak da rejim çeşitliliği olarak da, yüzölçüm olarak da çeşitlenmiş ve her iki yapının da bir iddialı tarafı var; o da şu: aralarında çok ciddi politik diplomatik gerilimler olan, hatta bu politik diplomatik gerilimler bazen silahlı çatışmaya bile dönüşebilen ülkeleri alıp ciddi bir şekilde meydan okuyabiliyor. Yani Hindistan’la Pakistan’ın aynı anda Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmaları şu demektir: Arkadaş, ben aralarında çok ciddi husumet olan bu yapıyı alıyorum ve ben bunları bir masada oturtabileceğim; ben aralarındaki çok önemli hatta tarihsel olan husumetleri sulha selamete kavuşturabileceğim. Bu örgütlerin 20-25 yıllık örgütlerden bahsediyoruz; öyle yani bir ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olan NATO gibi 1950’lerin, 49’ların örgütü değil; yani bunlar 75-80 yıllık örgütler değiller ama bu önemli bir iddiadır; ama bu önemli bir özgüvendir gerek BRICS adına ve gerekse Şanghay İşbirliği Örgütü adına. Değiller elbette. Hatta siz her zamanki zarafet ve nezaketinizle daha diplomatik üslup kullandığınızdan bu takip etmeyişi ‘cehalet’, örgütlü cehalet…
Akademideki örgütlü cehaleti, siyaset ve bürokrasideki örgütlü cehaleti ve medyadaki örgütlü cehaleti de eklemek istiyorum. Elbette küresel güneyi takip etmiyorlar. İkincisi, entelektüel ve ideolojik, politik düzlemde özgüven yoksunu bu çevreler. Hala Soğuk Savaş ezberleri o kadar güçlü ki; hâlen ABD, ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olan NATO, ABD emperyalizminin de kurulmasını teşvik ve tahrik ettiği, şu ana kadar da kol kanat gerdiği Avrupa Birliği ezberleri o kadar güçlü ki oralarda neler olduğunun farkında değiller bu cehaletten dolayı. Ve elbette şunu da unutmamak durumundayız: Dünyada uygarlık, güç merkezi, medeniyet tecrübesi ortalama olarak 150 yılda bir eksen değiştirir; böyle bir sarkaç gibi doğudan batıya, batıdan doğuya kayar. Eğer bir parça tarih bilselerdi Attilâ İlhan’ın tanımıyla bir parça iktisat-ı siyasi bilselerdi böyle cahil cahil laflar etmezlerdi bu çevreler. Hindistan evet tarihsel olarak bir İngiliz arka bahçesi olarak görülür; evet İngiliz Uluslar Topluluğu’nun bir parçasıdır, evet dillerden bir tanesi İngilizcedir; evet İngilizler onları uzun yıllar sömürerek yönetmişlerdir; ama aynı Hindistan’ın Sovyetler Birliği ile ve onun ardılı olan Rusya Federasyonu’yla çok kadim, çok güçlü ve çok boyutlu, çok katmanlı ilişkileri vardır.
Aynı Hindistan bugün dünyanın en kalabalık nüfusudur, bir alt kıtadır, nükleer silah sahibidir ve ABD’nin hayaline, hülyasına, rüyasına sığmayacak kadar bugün geldiği düzey itibarıyla onların güdümüne girmeyecek kadar da iddialı, hacimli bir ülkedir. Her ne kadar Hindistan’ı özellikle Çin’i kuşatma, Çin’i yakın çevresinden çevreleme hamlelerinde NATO’ya kardeş örgütler kurarak I2U2 gibi, QUAD dörtlüsü gibi cepheye sürme niyeti varsa da ABD’nin, Hindistan ABD’nin bu projelerine sığmayacak kadar köklü bir medeniyet birikimine sahiptir; güçlü bir devlet geleneğine sahiptir; nüfusa ve nüfuza sahiptir Hindistan. Hindistan’ı ‘ABD kendi yanına alayım, Çin’e karşı seferber edeyim; canım biraz da Rusya ile arasına mesafe koymasını sağlayayım’ derken işte en son ŞİÖ zirvesinde gördük ki Hindistan hiç ABD’nin istediği, umduğu, beklediği şekilde davranmadı; tersine Avrasya güçlerine daha fazla yakınlaştı. Şimdi o anlamda Hindistan önemli bir parantez.”
‘Türkiye, uzun vadeli stratejiden ve ulusal mutabakattan yoksun’
“Gelelim şimdi Avrupa’nın durumuna. Şimdi dünyada emperyalizmin, diplomasinin ve istihbaratın kitabını yazmış olan ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten ve Türk milletinden de okkalı bir tokat, okkalı bir şamar yemiş olan İngilizlerin durumu perperişan. Bakınız önceki başbakanlarından—İşçi Partili, sözüm ona solcu, sözüm ona solcu—Tony Blair’in kurduğu vakıf üzerinden Amerikalılarla ne dümenler çevirdiğini okuyorduk biz geçen hafta; bugün de önceki başbakanlardan—bu da Muhafazakâr Partili—hatta bir taraftan da soyu Osmanlı’ya, Türklere dayanır, değil mi, Boris Johnson’ın gene ofisinden aşırdığı, çaldığı belgelerle bunları nasıl bir kişisel zenginleşme aracı olarak kullandığını, nasıl nüfuz taciri olarak öne çıktığını okuyoruz Boris Johnson’ın. Şimdi böylesi bir çürümenin yaşandığı; İşçi Partilisiyle, Muhafazakâr Partilisiyle başbakanların, genel başkanların nüfuz ticaretiyle, belge hırsızlığıyla anıldığı bir İngiltere var karşımızda. Gelelim Almanlara: O kadar savaş çığırtkanlığı yaptılar ki ve o önceki dışişleri bakanları onun cehaleti sayesinde o kadar Amerika’dan çok Amerikancılık yaptılar ki şimdi o dünyada sanayi kültürü, sanayi disiplini, sanayi toplumu, sanayi bilinci denince Uzak Doğu’daki Japonya’yla beraber adı akla gelen ilk iki üç devletten biri olan ve hâlen de dünyanın beş büyük ekonomisinden biri olan Almanya, Avrupa’nın dünyada ekonomide ilk beşte olan tek mümessilidir. Şimdi Alman sanayisi darboğazda.
Gelelim Fransa’ya; e o zaten eski günlerinin özlemi içerisinde müphem bir mazi hasreti içerisinde bir Paris görüyoruz. Bir anda Akdeniz’de eski günlerini arıyor; bir anda İngiltere’nin Brexit’le ayrılmasından sonra Almanları dengeleyememenin telaşı içerisinde; bir anda Lübnan’a el atıyor, gücü takati yetmiyor; bir anda Afrika’da eski sömürgelerinde kovalanmaktan, kovalanmaktan başını kaldıramıyor ve elbette çok ciddi iktisadi, çok ciddi siyasi sorunları var ki işte önceki gün hükümet zaten güveni alamadı ve düştü. Bütün bunlara baktığımızda, alt alta yazdığımızda Avrupa Birliği’nin kurucularında, yani Almanya ve Fransa’da başlayan bu kimlik bunalımının, bu güç, nüfuz, ölçek kaybının durdurulabilir olmadığını görüyoruz. O yüzden zaten ABD’nin sadece yakasına değil, ABD’nin paçasına da yapışıyorlar: ‘Aman sen bizi bırakma, aman sen bu koruma şemsiyenden, koruma kalkanından bizi mahrum eyleme’ diye. Tarih elbette keşkelerle ya da amanlarla ilerlemiyor; yani bir parça tarih bilseler bu Avrupa’nın önemli liderleri, bir parça 1. Dünya Savaşı’ndan, bir parça 2. Cihan Harbi’nden ders çıkarsalar, ABD’nin son kertede her iki savaşa da kendi istediği zamanda, kendi beklediği koşullarda, kendisinin yönetip yönlendirdiği bir kuvvetle girdiğini ve sonra da en büyük lokmayı, en büyük payı aldığını görürlerdi. Ama bakıyoruz ki Avrupa’yı yöneten liderler de maalesef kendi aydınlanma birikimlerine, kendi burjuva deneyimlerine ihanet edip sırt çevirdikleri için büyük bir tarih cehaleti içindeler.
Bunun endişesi, kaygısı, korkusu içindeler Avrupalılar ama tabii bizim güzel Türkçemizde çok güzel bir laf vardır, değil mi? Hani ‘korkunun ecele faydası yok’. İdeolojik berraklık anlamında; kısa, orta, uzun vadeli stratejik program anlamında bir ulusal uzlaşması, bir milli mutabakatı yok. Yani ister Türk dünyası siyaseti diyelim, ister biraz daha ölçeği büyütüp Avrasya siyaseti diyelim, ister daha geniş ölçekten, daha geniş bir perspektiften, pencereden, zaviyeden bakıp küresel güney diyelim; Türkiye’nin küresel güneyle iktisadi anlamda, siyasi anlamda, diplomatik anlamda, gerektiğinde güvenlik anlamında bir acaba kısa, orta, uzun vadeli programı var mı? Sivil-asker bürokrasinin, Türk hariciyesinin, Türk akademisinin, Türk entelijansiyasının böyle bir isteği ve iradesi, böyle bir hazırlığı var mı diye sorarsanız maalesef yanıtımız olumsuz olacaktır.”