- Sputnik Türkiye, 1920
EKSEN
Ceyda Karan’ın hazırladığı Eksen’de her gün dünyanın farklı bölgelerine dair gelişmeler masaya yatırılıyor.

‘Küresel Güney’in önde gelen yapıları hızla büyüyor’

© SputnikCeyda Karan'la Eksen
Ceyda Karan'la Eksen - Sputnik Türkiye, 1920, 10.09.2025
Abone ol
Prof. Dr. Barış Doster'e göre Şanghay İşbirliği Örgütü'nün 25. Liderler Zirvesi, Küresel Güney'in yükselişini temsil eden önemli bir zirve olarak tarihe geçti. Batı'nın Soğuk Savaş ezberleri ile diplomatik okumasının boşa çıktığının altını çizen Doster, öte yandan Çin'in çağrısının Küresel Güney'i emperyalizme karşı cesaretlendirdiğini vurguladı.
2025 Tianjin Zirvesi, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 25. Devlet Başkanları Konseyi Zirvesi olarak 31 Ağustos–1 Eylül 2025 tarihlerinde Tianjin, Çin’de düzenlendi ve bu zirve, örgütün tarihinde gerçekleştirilen en geniş katılımlı toplantıydı; ev sahibi Çin dışında Rusya, Hindistan, Pakistan, İran, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan dahil olmak üzere 10 üye ülkeyi kapsadı. Ayrıca Türkiye, diyalog ortağı olarak temsil edildi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da toplantıda yer aldı. Zirvede, Şi Çinping ev sahipliğinde, Vladimir Putin, Narendra Modi ve çok sayıda diğer lider bir araya geldi.
Zirvede Şi Çinping, Batılı güçlerin “zorba davranışlarını” ve “Soğuk Savaş zihniyetini” eleştirerek, çok taraflılığa, Birleşmiş Milletler ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar ile merkezli bir küresel yönetime çağrı yaptı; ayrıca ŞİÖ bünyesinde 2025–2035 Kalkınma Stratejisi, Tianjin Deklarasyonu, enerji ve kalkınma işbirliği planları gibi önemli belgeler sunarken ülkelere mali destek taahhüt etti.
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ise, Batı’yı Ukrayna krizinden sorumlu tutarak IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların reformunu savundu ve ŞİÖ’yü daha adil ve eşit bir uluslararası yönetim sistemi kurma platformu olarak öne çıkarmayı teklif etti.
ŞİÖ üyeleri, dünya nüfusunun yaklaşık %42'si ve küresel gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 30’unu temsil etmektedir.
BRICS+ ise dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 46'sını, nominal GSYH açısından $28 trilyon doları yani dünya GSYH’sinin yüzde 27’sini oluşturmaktadır. Satın alma gücü paritesine göre ise BRICS’in payı yüzde 35’i geçmiştir.

‘Çin’in çok kutupluluk çağrısı, Küresel Güney’i daha cesur olmaya davet ediyor’

ABD’nin kullandığı üstten ve küçümseyici dilin emperyalist zihniyetin bir yansıması olduğunu ifade eden Prof. Dr. Barış Doster, günümüzde ittifakların ihtiyaçlara göre değiştiğini ve dinamik bir yapıda olduğunu; BRICS ve Şangha İşbirliği Örgütü zirvelerinde Çin'in gerçekleştirdiği çok kutupluluk çağrısının Küresel Güney'i daha cesur olmaya davet ettiğini söyledi:
“ABD başkanı başta olmak üzere onun A takımının, onun teknokratlarının, bürokratlarının hatta bakanlarının diline yansıyan bu kavramlar gerçekten ABD’nin hem bir telaş içinde olduğunu hem de ABD küstahlığının, ABD nobranlığının, ABD emperyalizminin bu dilden, bu üsttenci, bu kibirli dilden hiç de vazgeçme niyetinde olmadığını ortaya koyuyor. Vampirler demesi, aşağılaması bir dil sürçmesi değil. O tümüyle emperyalist dilin yansıması. Biz bunu böyle kabul etmek durumundayız. İkincisi benim sıklıkla gerek iç siyasette gerekse dış siyasette bu ihtiyaçlar ve ittifaklar söz konusu olduğunda kullandığım bir tümce vardır: İhtiyaçlar değişince ittifaklar da değişir ve her ittifak karşısına bir başka ittifak doğurur. Bu iç siyasette geçerli bir Tunç yasası olduğu kadar dış siyasette de geçerlidir. Hem ittifak içerisindeki çatlaklar büyür, derinleşir hatta kopuşlara sebep olur hem de bir ittifak çok gürbüzleşti mi karşıda başka ittifaklar oluşur. Şimdi ister küresel güney diyelim ister daha bir ideolojik tanımla üçüncü dünya diyelim ki ben kendimi akademik ve ideolojik olarak bir üçüncü dünyacı da olarak tanımlarım; bir kuvvayi milliyeci, bir cumhuriyetçi, bir sol Kemalist olarak tanımladığım gibi. İster büyük kurtarıcı önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tanımıyla “müellifi Atatürk’tür” mazlum milletler diyelim. Dünyada ezen ezilen çelişkisi varsa, yani dünyada sömüren sömürülen çelişkisi varsa, yani dünyada zalim mazlum çelişkisi varsa bu ister doğu olsun ister güney olsun ittifaklarına kaçınılmazdır. O bağlamda hem BRICS’in liderlerinin çevrim içi ortamda, Brezilya lideri Lula da Silva’nın çağrısıyla çevrim içi ortamda bir araya gelmeleri hem de bir hafta evvel 31 Ağustos–1 Eylül tarihlerinde Çin’in Tianjin kentinde Şanghay İşbirliği Örgütü’nün tarihinin en geniş kapsamlı zirvesini, 25. zirvesini ve Çin’in ev sahipliğini de 5. zirvesini yaparak meydan okuması önemliydi. Çin gerek ev sahipliği yaptığı zirvede gerekse Lula da Silva’nın çevrim içi çağrısıyla katıldığı zirvede Şi Cinping çok taraflılık vurgusu yaptı, çok kutupluluk vurgusu yaptı ve bütün küresel güney ülkelerini ister BRICS’e üye olsunlar olmasınlar, ister Şanghay İşbirliği Örgütü’nün parçası olsalar olmasınlar bunları çok taraflılık, çok kutupluluk, açık küresel ticaret, serbest ticaret konusunda daha cesur olmaya çağırdı; kendince çok haklı sebeplerle.”

‘Küresel Güney’in önde gelen yapıları hızla büyüyor’

BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü’nün farklı önceliklere sahip olsalar da küresel güneyin önde gelen yapıları olarak hızla büyüdüğünü vurgulayan Prof. Dr. Barış Doster, nüfus, askeri güç, üretim gücü ve tedarik zincirindeki konumları sebebiyle bu platformların dikkate alınması gerektiğini ifade etti:
“Şimdi iki zirvenin zamanlaması önemli çünkü biri birinden bir hafta sonra gerçekleşti. Şanghay İşbirliği Örgütü, ki daha bir kurumsal öteki BRICS, dünyada daha geniş bir coğrafyayı kapsıyor; sadece Asya yok, Afrika da var, Orta Doğu da var, Latin Amerika da var Brezilya örneğinde olduğu gibi ve henüz bir platform niteliğinde; yani kurumsallaşmış, bizim anladığımız anlamda bir merkezi, bir sekretaryası, bir bürokrasisi yok. Ama ikisi de küresel güneyin örgütleri denince öne çıkan iki örgüt. Evet, Çin’in Şanghay İşbirliği Örgütü’ne olan yaklaşımı biraz ticareti, maliyeyi daha fazla önceliyor. Evet, Rusya’nın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne olan yaklaşımı daha fazla bir sınır güvenliği, ulusal güvenlik, ayrılıkçılık, aşırılıkçılık odaklı ama gelinen noktada bakıyoruz ki her ikisinin de bugün onar üyesi var; çok sayıda ortağı, diyalog ortağı vesaire vesaire var ve gerek birleşenleri, gerek yüzölçümleri, gerek bir kısmı da nükleer silah sahibi olan üyeleri, gerek toplam nüfusları ve gerekse dünya ticaretinde edindikleri yer, edindikleri pay itibarıyla her iki örgütü bile önemsemek gerekir.”

‘Soğuk Savaş ezberleri ve cehalet yüzünden Batı, Hindistan’ı öngöremedi’

BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü'nün artık sadece ekonomik bir güç olmadığını, aynı zamanda siyasi ve diplomatik bir güce de dönüşmeye başladığını dile getiren Prof. Dr. Barış Doster, Batı dünyasının adeta cehalet içinde olduğunu, gelişmeleri Soğuk Savaş ezberleri üzerinden ele aldığını, bu sebeple de ABD'nin Hindistan ve Çin arasındaki yakınlaşmayı öngöremediğini kaydetti:

“BRICS’in yatırım fonu vardı, Çin’in öncülüğünde kurulan bir Asya Altyapı Yatırım Bankası vardı. Şimdi Şanghay İşbirliği Örgütü de kendi bankasını kuruyor. Yani 1990’ların ortasında, 95’lerde 96’larda Şanghay İşbirliği Örgütü adıyla Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından kurulan; bir 5-6 yıl kadar da Şanghay Beşlisi olarak anılan; 2001’de Özbekistan’ın katılımıyla Şanghay İşbirliği Örgütü olarak başlayan yapı artık anlıyoruz ki savunma, güvenlik odaklı bir yapı olmanın yanına—o alanları ihmal etmeden—ekonomiyi, kalkınmayı, karşılıklı ticaretle eklemlendi ki doğru yaptı. Öbür yandan BRICS’e baktığımızda—ki o da başlangıçta dört ülkeyle anılırdı, yani BRIC olarak anılırdı; ülkelerin İngilizce adlarının baş harfiyle, yani Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin; daha sonra işte Goldman Sachs baş ekonomisti buna Güney Afrika’yı da ekletti.

BRICS 5 ülke, yanına Mısır’ı almış; yanına Etiyopya’yı ki Afrika’da iddialı, hacimli bir ülkedir; ciddi bir devlet geleneği vardır ve pek işgal görmemiş, sömürge olmamış da bir ülkeden bahsederiz biz Etiyopya’yı bahsettiğimizde yanına Endonezya’yı almış, yanına Körfez’in kara prenseslerini almış ve yanına İran’ı almış. Yani BRICS coğrafya olarak da rejim çeşitliliği olarak da, yüzölçüm olarak da çeşitlenmiş ve her iki yapının da bir iddialı tarafı var; o da şu: aralarında çok ciddi politik diplomatik gerilimler olan, hatta bu politik diplomatik gerilimler bazen silahlı çatışmaya bile dönüşebilen ülkeleri alıp ciddi bir şekilde meydan okuyabiliyor. Yani Hindistan’la Pakistan’ın aynı anda Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmaları şu demektir: Arkadaş, ben aralarında çok ciddi husumet olan bu yapıyı alıyorum ve ben bunları bir masada oturtabileceğim; ben aralarındaki çok önemli hatta tarihsel olan husumetleri sulha selamete kavuşturabileceğim. Bu örgütlerin 20-25 yıllık örgütlerden bahsediyoruz; öyle yani bir ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olan NATO gibi 1950’lerin, 49’ların örgütü değil; yani bunlar 75-80 yıllık örgütler değiller ama bu önemli bir iddiadır; ama bu önemli bir özgüvendir gerek BRICS adına ve gerekse Şanghay İşbirliği Örgütü adına. Değiller elbette. Hatta siz her zamanki zarafet ve nezaketinizle daha diplomatik üslup kullandığınızdan bu takip etmeyişi ‘cehalet’, örgütlü cehalet…

Akademideki örgütlü cehaleti, siyaset ve bürokrasideki örgütlü cehaleti ve medyadaki örgütlü cehaleti de eklemek istiyorum. Elbette küresel güneyi takip etmiyorlar. İkincisi, entelektüel ve ideolojik, politik düzlemde özgüven yoksunu bu çevreler. Hala Soğuk Savaş ezberleri o kadar güçlü ki; hâlen ABD, ABD emperyalizminin saldırı ve işgal aygıtı olan NATO, ABD emperyalizminin de kurulmasını teşvik ve tahrik ettiği, şu ana kadar da kol kanat gerdiği Avrupa Birliği ezberleri o kadar güçlü ki oralarda neler olduğunun farkında değiller bu cehaletten dolayı. Ve elbette şunu da unutmamak durumundayız: Dünyada uygarlık, güç merkezi, medeniyet tecrübesi ortalama olarak 150 yılda bir eksen değiştirir; böyle bir sarkaç gibi doğudan batıya, batıdan doğuya kayar. Eğer bir parça tarih bilselerdi Attilâ İlhan’ın tanımıyla bir parça iktisat-ı siyasi bilselerdi böyle cahil cahil laflar etmezlerdi bu çevreler. Hindistan evet tarihsel olarak bir İngiliz arka bahçesi olarak görülür; evet İngiliz Uluslar Topluluğu’nun bir parçasıdır, evet dillerden bir tanesi İngilizcedir; evet İngilizler onları uzun yıllar sömürerek yönetmişlerdir; ama aynı Hindistan’ın Sovyetler Birliği ile ve onun ardılı olan Rusya Federasyonu’yla çok kadim, çok güçlü ve çok boyutlu, çok katmanlı ilişkileri vardır.

Aynı Hindistan bugün dünyanın en kalabalık nüfusudur, bir alt kıtadır, nükleer silah sahibidir ve ABD’nin hayaline, hülyasına, rüyasına sığmayacak kadar bugün geldiği düzey itibarıyla onların güdümüne girmeyecek kadar da iddialı, hacimli bir ülkedir. Her ne kadar Hindistan’ı özellikle Çin’i kuşatma, Çin’i yakın çevresinden çevreleme hamlelerinde NATO’ya kardeş örgütler kurarak I2U2 gibi, QUAD dörtlüsü gibi cepheye sürme niyeti varsa da ABD’nin, Hindistan ABD’nin bu projelerine sığmayacak kadar köklü bir medeniyet birikimine sahiptir; güçlü bir devlet geleneğine sahiptir; nüfusa ve nüfuza sahiptir Hindistan. Hindistan’ı ‘ABD kendi yanına alayım, Çin’e karşı seferber edeyim; canım biraz da Rusya ile arasına mesafe koymasını sağlayayım’ derken işte en son ŞİÖ zirvesinde gördük ki Hindistan hiç ABD’nin istediği, umduğu, beklediği şekilde davranmadı; tersine Avrasya güçlerine daha fazla yakınlaştı. Şimdi o anlamda Hindistan önemli bir parantez.”

‘Türkiye, uzun vadeli stratejiden ve ulusal mutabakattan yoksun’

Avrupa'da başta İngiltere, Almanya ve hükümeti düşen Fransa'da siyasi, ekonomik ve diplomatik krizler yaşandığını ifade eden Prof. Dr. Barış Doster, Avrupa'nın artık tamamen ABD'ye bağımlı hale geldiğini vurguladı. Doster'e göre Avrupa liderleri, tarihten ders çıkarmıyor. Diğer yandan Prof. Dr. Doster, Türkiye'nin de uzun vadeli ve net bir stratejik programdan ve ulusal mutabakattan yoksun olduğunu belirterek şunları söyledi:

“Gelelim şimdi Avrupa’nın durumuna. Şimdi dünyada emperyalizmin, diplomasinin ve istihbaratın kitabını yazmış olan ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten ve Türk milletinden de okkalı bir tokat, okkalı bir şamar yemiş olan İngilizlerin durumu perperişan. Bakınız önceki başbakanlarından—İşçi Partili, sözüm ona solcu, sözüm ona solcu—Tony Blair’in kurduğu vakıf üzerinden Amerikalılarla ne dümenler çevirdiğini okuyorduk biz geçen hafta; bugün de önceki başbakanlardan—bu da Muhafazakâr Partili—hatta bir taraftan da soyu Osmanlı’ya, Türklere dayanır, değil mi, Boris Johnson’ın gene ofisinden aşırdığı, çaldığı belgelerle bunları nasıl bir kişisel zenginleşme aracı olarak kullandığını, nasıl nüfuz taciri olarak öne çıktığını okuyoruz Boris Johnson’ın. Şimdi böylesi bir çürümenin yaşandığı; İşçi Partilisiyle, Muhafazakâr Partilisiyle başbakanların, genel başkanların nüfuz ticaretiyle, belge hırsızlığıyla anıldığı bir İngiltere var karşımızda. Gelelim Almanlara: O kadar savaş çığırtkanlığı yaptılar ki ve o önceki dışişleri bakanları onun cehaleti sayesinde o kadar Amerika’dan çok Amerikancılık yaptılar ki şimdi o dünyada sanayi kültürü, sanayi disiplini, sanayi toplumu, sanayi bilinci denince Uzak Doğu’daki Japonya’yla beraber adı akla gelen ilk iki üç devletten biri olan ve hâlen de dünyanın beş büyük ekonomisinden biri olan Almanya, Avrupa’nın dünyada ekonomide ilk beşte olan tek mümessilidir. Şimdi Alman sanayisi darboğazda.

Gelelim Fransa’ya; e o zaten eski günlerinin özlemi içerisinde müphem bir mazi hasreti içerisinde bir Paris görüyoruz. Bir anda Akdeniz’de eski günlerini arıyor; bir anda İngiltere’nin Brexit’le ayrılmasından sonra Almanları dengeleyememenin telaşı içerisinde; bir anda Lübnan’a el atıyor, gücü takati yetmiyor; bir anda Afrika’da eski sömürgelerinde kovalanmaktan, kovalanmaktan başını kaldıramıyor ve elbette çok ciddi iktisadi, çok ciddi siyasi sorunları var ki işte önceki gün hükümet zaten güveni alamadı ve düştü. Bütün bunlara baktığımızda, alt alta yazdığımızda Avrupa Birliği’nin kurucularında, yani Almanya ve Fransa’da başlayan bu kimlik bunalımının, bu güç, nüfuz, ölçek kaybının durdurulabilir olmadığını görüyoruz. O yüzden zaten ABD’nin sadece yakasına değil, ABD’nin paçasına da yapışıyorlar: ‘Aman sen bizi bırakma, aman sen bu koruma şemsiyenden, koruma kalkanından bizi mahrum eyleme’ diye. Tarih elbette keşkelerle ya da amanlarla ilerlemiyor; yani bir parça tarih bilseler bu Avrupa’nın önemli liderleri, bir parça 1. Dünya Savaşı’ndan, bir parça 2. Cihan Harbi’nden ders çıkarsalar, ABD’nin son kertede her iki savaşa da kendi istediği zamanda, kendi beklediği koşullarda, kendisinin yönetip yönlendirdiği bir kuvvetle girdiğini ve sonra da en büyük lokmayı, en büyük payı aldığını görürlerdi. Ama bakıyoruz ki Avrupa’yı yöneten liderler de maalesef kendi aydınlanma birikimlerine, kendi burjuva deneyimlerine ihanet edip sırt çevirdikleri için büyük bir tarih cehaleti içindeler.

Bunun endişesi, kaygısı, korkusu içindeler Avrupalılar ama tabii bizim güzel Türkçemizde çok güzel bir laf vardır, değil mi? Hani ‘korkunun ecele faydası yok’. İdeolojik berraklık anlamında; kısa, orta, uzun vadeli stratejik program anlamında bir ulusal uzlaşması, bir milli mutabakatı yok. Yani ister Türk dünyası siyaseti diyelim, ister biraz daha ölçeği büyütüp Avrasya siyaseti diyelim, ister daha geniş ölçekten, daha geniş bir perspektiften, pencereden, zaviyeden bakıp küresel güney diyelim; Türkiye’nin küresel güneyle iktisadi anlamda, siyasi anlamda, diplomatik anlamda, gerektiğinde güvenlik anlamında bir acaba kısa, orta, uzun vadeli programı var mı? Sivil-asker bürokrasinin, Türk hariciyesinin, Türk akademisinin, Türk entelijansiyasının böyle bir isteği ve iradesi, böyle bir hazırlığı var mı diye sorarsanız maalesef yanıtımız olumsuz olacaktır.”

Haber akışı
0
Tartışmaya katılmak için
giriş yapın ya da kayıt olun
loader
Sohbetler
Заголовок открываемого материала