OKAN ASLAN İLE GÜN ORTASI

Malazgirt tartışmaları: Zaferde kimler vardı? Alanında uzman tarihçiler anlattı

Malazgirt Zaferi'nin 954. yıldönümünde, siyasetçilerin açıklamalarının ardından basında ve sosyal medyada, Malazgirt'te kimlerin savaştığına dair tartışmalar başladı. Alanında uzman tarihçiler Prof. Dr. Tülay Metin, Doç. Dr. Meryem Gürbüz ve Prof. Dr. Cihan Piyadeoğlu, Okan Aslan'la Gün Ortası Özel bölümü için Radyo Sputnik'in sorularını yanıtladı.
Sitede oku
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen yıl 26 Ağustos'ta Malazgirt Zaferi'nin 953. yıl dönümünde, “Malazgirt, Türklerle birlikte tüm Müslümanların zaferidir. Alparslan'ın ordusunda Kürtler, Araplar ve diğer Müslümanlar vardır.” demişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yıl da zaferin 954. yıl dönümü için düzenlenen etkinlikte, 25 Ağustos Pazartesi Ahlat’ta yaptığı konuşmada da yine benzer vurgulara yer verdi.
Bu sene 20 Mart'ta Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli de "PKK bir an evvel kongresini toplayarak fesih kararı almalı. Bizim tasavvur ve teklifimiz Hıdırellez'in arifesinde, mesela 4 Mayıs 2025 Pazar günü Muş'un Malazgirt ilçesinde DEM Partili belediye başkanının destek, katkı ve yardımıyla PKK'nın kongresini toplayarak fesih tartışmalarına son noktayı koyması ve bu işi bitirmesidir." açıklamasını yapmıştı. Ancak terör örgütü PKK, 4 Mayıs Pazar günü Malazgirt’te değil, 5-7 Mayıs tarihleri arasında Kuzey Irak’ta toplanarak fesih ve silah bırakma kararı aldığını duyurdu.
26 Ağustos 1071’de Malazgirt Ovası’nda gerçekleşen Malazgirt Meydan Muharebesi’nde, Sultan Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusu, Romanos Diyojen komutasındaki Doğu Roma ordusunu mağlup etti.
Türk tarihinin en önemli anlarından birisi olan Malazgirt zaferi, aynı zamanda bir Roma imparatorunun savaş alanında ikinci defa esir düştüğü nadir olaylardan birisi olarak tarihe geçti. Malazgirt zaferinden sonra Ahlat-Van hattı ve Halep-Menbiç dolaylarından Türklerin Anadolu’yu fetih ve Türkleştirme süreci hız kazandı.
Öte yandan siyasilerin açıklamaları sebebiyle Malazgirt’te “kimlerin yer aldığı” ve Malazgirt’in “kimin savaşı olduğu” basında ve halk nezdinde, özellikle sosyal medyada tartışma konusu oldu.
Peki, Malazgirt’te kimler savaştı? O dönemin kaynaklarında Malazgirt savaşı nasıl yer aldı? Radyo Sputnik, alanında önde gelen akademisyenlere sordu.

'Mervaniler, 1049 tarihinden itibaren Tuğrul Bey adına hutbe okutmaya başlamıştır. Bunun anlamı tâbi olunan devlet istediğinde, tâbi olan devletin asker göndermekle yükümlü olduğudur'

İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cihan Piyadeoğlu, Radyo Sputnik'in sorularını yanıtladı. Malazgirt'te kimlerin savaştığı, zaferin kimlere ait olduğu gibi sorulara dönemin kaynaklarıyla yanıt veren Prof. Dr. Piyadeoğlu, şunları söyledi:
“Son zamanlarda sıkça tartışılan meselelerden biri de bu. Araplar, Farslar ve Kürtler, Malazgirt savaşına katılmış mıdır? Bu soruya tarih ilmi çerçevesinde açıklama yapmak gerekir. Bir bilginin kaynakta geçiyor olması yorumlanmadan kabul edilebileceği anlamına gelmez. Bu mesele de yoruma ihtiyaç duyanların en önemlilerinden biridir. Malazgirt Savaşı hakkında en geniş bilgiyi veren iki kaynaktan biri olan Sıbt İbnü’l-Cevzi, Ahlat’a gelen Sultan Alp Arslan’ın ordusuna 10 bin Kürt askerinin katıldığını kaydeder. Muhtemelen bu bilgiyi Sıbt İbnü’l-Cevzi’den alan Memlük tarihçisi İbnü’d-Devadari’nin ,Kenzü’d-dürer ve gamiü’l-gurer adlı eserinin Türkçe çevirisinde ise bu ifade “Kürt ve diğer kavimlerden 10 bin kadar asker” şeklindedir. Kürtlerle ilgili kaynaklarda yer alan bilgiler bu şekildedir. Bu bilgiye göre Kürtler savaşta muhariptir. Ancak bilgi bu şekildeyse de bu bilgi çerçevesinde yapılan değerlendirmeler yanlıştır.”
Mervanilerin Sultan Alparslan’ın ordusuna gönderdiği askerlerin, Selçuklu’ya tabi olunması sebebiyle gerçekleştiğini aktaran Prof. Dr. Piyadeoğlu, “Elbette asker istendiği zaman göndermeleri gerekir, aksi halde bunun anlamı isyan olur” dedi ve şu ifadeleri kullandı:
“Bir tarihçi bu bilginin geçtiği dönem şartlarında değerlendirmediğini hemen görecektir. Her şeyden önce dönem şartlarında birleştirici unsur, etnisiteden ziyade dindir. Kürt askerleri savaşa gönderdiği kabul edilen Mervaniler de Selçuklular gibi Müslümandır. Olayın bir diğer boyutu da tabi-metbu, çatı devlet ve ona bağlılık bildiren devletlerin var olmasıdır. Mervaniler, 1049 tarihinden itibaren Tuğrul Bey adına hutbe okutmaya başlamıştır. Bunun anlamı tâbi olunan devlet istediğinde, tâbi olan devletin asker göndermekle yükümlü olduğudur. Burada bu gerçekleşmiştir. Asker göndermesi istendiğinde Mervanilerin bunu yapmaması Selçuklulara isyandır; bunun da mutlaka sonuçları olacaktır. Aynı zamanda Romanos’un harekâtı ve aldığı kararlara bakıldığında sadece Selçuklu ülkesi değil, tüm İslâm coğrafyasının tehlike altında olduğu görülür. Yardım göndermediği takdirde isyankâr duruma düşecek olan Mervaniler, Selçukluların tabiiyetinden çıkıp Bizans tabiiyetine mi gireceklerdir?”
Öte yandan Arap veya Fars unsurlarının Malazgirt Savaşı’nda yer alıp almadığına dair kaynaklarda doğrudan bir bilgi olmadığına da değinen Prof. Dr. Piyadeoğlu, “Tüm kaynaklar savaşı kazananın Selçuklular olduğunu yazmaktadır” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Arap ve Fars unsurların savaşa katılıp katılmadığı hususunda kaynaklarda doğrudan bir bilgi yoksa da hem İran hem de Irak’ta Selçuklulara tâbi Arap ve Fars kökenli hanedanlar bulunduğu bilinen bir gerçektir. İbnü’d-Devadari’nin kaydettiği “diğer kavimlerden” ifadesi de buraya işaret etmektedir. Dolayısıyla onların da savaşa asker göndermiş olduklarını kabul etmek mümkün görünmektedir. Yukarıda birleştirici unsurun din olduğunu belirtmiştik. Sultan Alp Arslan’ın 1064 ve 1067 seferlerinden sonra Kafkaslarda kendisine tâbi kıldığı Hristiyan unsurların savaşa katıldığına dair bir bilgi olmaması da ancak farklı din üzerinden izah edilebilir. Kısaca üst çatı olan Selçuklular, yani tâbi olunan devlet önem taşır. Tarihte tâbi olunan ve tâbi olan devletler vardır. Tâbi olanla tâbi olunanı eşit kabul etmenin uygulamada herhangi bir karşılığı yoktur. Sorunuzda da belirtildiği gibi tüm kaynaklar kazananın Alp Arslan, dolayısıyla da Selçuklular olduğunu yazmaktadır. Bunun dışındaki yorumlar, tarih ilmi dışındadır.”
Öte yandan tarihte bir Roma İmparatoru’nun canlı olarak ele geçirildiği nadir savaşlardan birisi olan Malazgirt zaferinin siyasi ve Ortaçağ’daki jeopolitik yansımalarını da anlatan Prof. Dr. Cihan Piyadeoğlu, Doğu Roma İmparatoru Romanos Diyojenes’in esir alınmasının bir prestij olduğunu ancak dönemin en büyük Türk imparatorluğu olan Selçuklular açısından ciddi bir siyasi kazanım sağlamadığını belirtti:
“Çoğunlukla Bizans olarak isimlendirdiğimiz devletin gerçek adı Doğu Roma İmparatorluğu’dur. Dolayısıyla Romanos Diyojenes de Doğu Roma İmparatoru’dur. Bu sebeple ele geçirilmesi haliyle önemlidir. Ancak bu durum Alp Arslan’a kazandırdığı prestijden çok da öteye geçemedi. Nitekim Romanos’un ele geçirilmesinin Selçuklulara kazandırdığı bir şey olmadı. Çünkü onun esir düştüğü öğrenilir öğrenilmez yerine Yedinci Mikhael Doukas geçirilince Romanos Diyojenes’in hiçbir hükmü kalmadı. Oysa Sultan Alp Arslan ile Romanos arasında imzalanan anlaşma sayesinde, Doğu Roma İmparatorluğu, Büyük Selçuklulara tâbi bir devlet haline getirilmişti. Ancak Romanos Diyojenes tahtına dönmeyi başaramadığı için bu anlaşma yürürlüğe giremedi. Diğer bir ifadeyle Romanos’un esareti, Selçuklulara bir kazanç sağlamadı. Ancak zaferin gerçek anlamda kazanca dönüşmesi, Ağustos 1072’de Romanos’un dolaylı şekilde öldürülmesi sonrasında oldu. Nitekim antlaşmaya kadar Anadolu’da keşif, yağma ve yıpratma politikası güden Selçuklular, her şeye rağmen Bizans’ın güçlü olması sebebiyle yerleşmeye yönelik bir adım atamamıştı. Malazgirt Savaşı, Bizans’a çok büyük bir darbe indirince zaten zor durumda olan ordu savaşla birlikte iyice zayıfladı. Bizans, Anadolu’daki nüfusunu koruyamama endişesiyle sistemli bir şekilde geri çekmeye başladı. Romanos’un ölümüne kadar yaklaşık bir yıl Anadolu’da yaşananlarını iyi gözlemleyen Sultan Alp Arslan, Anadolu politikasında ikinci aşamaya, yani yerleşmeye yönelik adımların atılması için emirlerine ve komutanlarına talimat verdi. Fethettikleri yerler onların, çocuklarının ve torunlarının mülkü olacak, buralara hiç kimse hiçbir şekilde karışmayacaktı. Böylece Saltuk, Artuk, Danişmend, Çavuldur ve Mengücük Gazi, İlk Anadolu Beylikleri olarak ifade edilen Türk devletlerini kurarak Anadolu’nun Türkleşme sürecini başlattı. Anadolu’nun batısı ise Selçuklu ailesi içindeki bir mücadele neticesinde Bizans sınırına gelen ve Türkiye Selçuklularını kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah sayesinde Türkleşecekti.”

'Sultan Alparslan'ın ordusundaki Kürtler, Selçuklu'ya tabidir. Sultanın asker gönderme emriniyerine getirmek zorundaydılar'

Diğer yandan Radyo Sputnik’in sorularını yanıtlayan Kocaeli Üniversitesi Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Meryem Gürbüz, tarihi bilgilerin ve kaynakların o dönemin gerçekleri ile bağdaştırılarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtti ve şunları kaydetti:
“Tarihteki olayları anlamak ve yorumlamak için asgari düzeyde bilginiz olması yeterli değildir. İlgilendiğiniz konu ve dönemle ilgili kavramları tanımak, bağlama oturtmak, eleştirel sorgulayabilmek, süreklilik içinde takip etmek, çözümlemek, analitik bir süzgeçten geçirmek, tarihsel yapılarla ilişkisini anlamak ve anlamlandırmak, en önemlisi de geçmişi kendi bütünlüğü içinde konumlandırmayı amaç edinmek gereklidir. Sıradan bir tarih meraklısı bu hasletleri kazanmaya ancak okuyarak, okuduğunu anlayarak ve düşünerek ulaşabilir.”
Ortaçağ’da devletlerin kendilerine tabi olan toplumlardan yahut bölgelerden asker topladığını ve Malazgirt Savaşı’nda da bu durumun farklı olmadığını ifade eden Doç. Dr. Gürbüz, şunları söyledi:
“Malazgirt’te Doğu Roma veya Bizans ordusu ile Selçuklu ordusu karşı karşıya geldi. Bu savaşı anlamak ve son zamanlarda ortaya atılan iddialara bilimsel bir cevap verebilmek için, Ortaçağ ordularının yapı ve karakterlerini kavramak gerekir. Konumuz Selçuklu ordusunun yapı ve karakteri olduğuna göre, Sultan ve ordusunu birlikte değerlendirelim. Ortaçağ Türk devletlerinin orduları çeşitli unsurlardan oluşurdu. Bunlardan biri de metbu kuvvetlerdi. Bu şu anlama gelir: Hükümdar bir bölgeyi kendine bağladığında, oranın idarecisi ile bir anlaşma yapardı. Sultana tabi olan bu bölge yöneticisinin hükümdara karşı bazı sorumlulukları olur ve bu, antlaşma ile resmileşirdi. Bunlar arasında vergi vermek, merkezden emir geldiğinde istenilen sayıda asker göndermek, sefer lojistiklerine katkı sağlamak gibi maddeler bulunabilirdi. Bu yöntem sayesinde bölge yöneticisi iktidarını korurken, Sultan da giderlerini doğrudan hazinesinden karşılamadığı bir askeri kuvvet elde etmiş olurdu.”
Selçuklu ordusunda farklı etnik unsurlardan askerlerin bulunmasının, Malazgirt’in bir Türk zaferi olduğu gerçeğini değiştirmediğini vurgulayan Doç. Dr. Meryem Gürbüz, verdiği örneklerle bu durumu şu ifadelerle açıkladı:
“Tartışmalara konu olan Alparslan’ın ordusundaki Kürtlere gelince, bu tamamen yukarıda açıklanan idari sistemin bir parçasıdır. Sultan Tuğrul Bey zamanında Mervaniler, Selçuklu hâkimiyetine girmiş ve tabi olmuşlardı. Mervani emirleri kendi bölgelerinde Selçuklu adına idari işleri yürütmeye devam ettiler. Bu durum Sultan Alparslan döneminde de sürdü. Tarihi kaynakların Malazgirt Savaşı’ndan bahsederken ordudaki Kürt unsurlara temas etmeleri, bu ilişkinin sonucudur. Mervaniler, Alparslan’a tabi olmaları sebebiyle, Sultanın asker göndermelerine dair emrini yerine getirmek zorundaydılar. Aksi halde tabiyet anlaşmasını bozmuş olacak, bu durumda Sultanın hiddetini üzerlerine çekecek ve sonuçlarına katlanacaklardı. Sultan Melikşah zamanında ise yani 1085 yılında bölgede Mervani ailesinin idaresine son verildi. Hatta bu olayda Melikşah’ın bölgeye gönderdiği ordu içinde Kürtler de bulunuyordu. Ortaçağ için bu durum son derece sıradandır. Tabi kuvvetler her etnisiteden olabilir. Malazgirt Savaşını Sultan Alparslan kazanmıştır, zaferin sahibi odur. Başarı Selçuklular’ın hanesine yazılır.”
Malazgirt zaferinin sadece Türk tarihi açısından değil, Anadolu, Roma ve Avrupa tarihi açısından da oldukça kritik bir dönüm noktası olduğunu aktaran Doç. Dr. Gürbüz, Radyo Sputnik’e verdiği röportajı şu ifadelerle sonlandırdı.
“1040 yılında devletlerini resmen kurmuş kabul edilen Selçuklular 1071’de Doğu Roma’yı yeniyor. Batı Roma çoktan yıkılmış olduğuna göre Roma Devleti algısını tamamiyle temsil eden Bizans’ı yani Roma’yı yeniyorlar. Bu, Selçuklular’ın Müslümanların hamisi olma iddiasıyla yürüttükleri siyaseti beslemiştir. Avrupa’da doğu Hristiyanlığının güvenliği Bizans’a emanet edilemez algısının doğmasına sebep olmuştur. Bu da Haçlı Seferlerinin kıvılcımlarından biri olarak yorumlanmalıdır. İngiliz Tarihçi Runciman, Malazgirt’i “Bizans tarihindeki en kesin felaket” olarak görür. Malazgirt, Ortaçağ tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir ve etkisi yalnızca Doğu Anadolu’yla sınırlı kalmamış, çok daha geniş coğrafyalara yayılmıştır. Bizans, bir daha hiçbir zaman tüm Anadolu’yu denetimi altına alamadı ve Türkler hiçbir zaman Anadolu’dan çıkarılamadı. Bu süreç 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından fethi ile sonuçlandı.”

'Ortaçağ Türk devletlerinde zaferler hükümdarın gücünün simgesiydi'

Radyo Sputnik için Malazgirt Zaferi’ni değerlendiren Pamukkale Üniversitesi Tarih Bölümü Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tülay Metin ise, Malazgirt Savaşı’nın Türk tarihine damga vurmuş en önemli olay olduğu değerlendirmesinde bulundu:
“Büyük Selçuklu ve Bizans (Doğu Roma) devletleri arasında 26 Ağustos 1071’de meydana gelen Malazgirt Savaşı, mekânı vatanlaştıran zafer olarak Türk tarihine damgasını vurmuş en önemli olaydır. Malazgirt’ten önce Bizans’ın varlığından dolayı, Anadolu Türkler için emin bir yurt ve vatan olur mu endişesi vardı. İşte bu tereddüt Malazgirt ile ortadan kalktı. Malazgirt Zaferi, Türk tarihinde yeni bir safhaya geçişin başlangıcıdır. Bu zafer ile Selçuklular, Bizans gibi büyük bir gücü kırmışlardır. Böylece Türklerin Anadolu’ya gelerek yerleşmeleri ve beraberinde yaşanan siyasî ve kültürel dönüşüm ile bu coğrafya Türk yurdu haline gelmiştir. Malazgirt, Türk tarihinde bağımsızlık, egemenlik ve askerî gücün simgesi olarak büyük bir öneme sahiptir.”
Ortaçağ devlet algısında zaferlerin hükümdarların simgesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Metin, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ortaçağ Türk devletlerinde zaferler hükümdarın gücünün simgesiydi. O dönemdeki askerlerin aidiyeti, yalnızca bir devlet ya da millete bağlılıkla sınırlı değildi. Askerler, genellikle liderlerine, sultana veya komutanlarına olan sadakatleriyle tanınırlardı. Malazgirt Savaşında ordu Sultan Alp Arslan’ın ve onun otoritesinin bir yansımasıydı. Bu bağlamda Malazgirt Zaferi, Alp Arslan’ın ve onun hükümdarı olduğu Selçuklu Devletinin hem askerî başarısı hem de siyasî zaferi idi.”
Büyük Selçuklu ordusunun ana omurgasını Türk askerlerinin oluşturduğunu aktaran Prof. Dr. Tülay Metin, şu ifadeleri kullandı:

“Büyük Selçuklu ordusunun iki temel unsurunu gulâmlardan oluşan hassa ordusu ve ıktâlı askerler oluşturuyordu. Bunların dışında ordu meliklerin, ileri gelen devlet adamlarının sahip oldukları kuvvetler, tâbi devlet kuvvetleri, şehir bölge kuvvetleri ve gönüllülerden oluşuyordu. Malazgirt’te ordunun ana unsuru Türklerden oluşuyordu. Alp Arslan’ın ordusunda Aytekin, Savtekin, Gevherayin, Sanduk, Afşin, Artuk, Dânişmend, Saltuk, Mengücük, Çavlı, Çavuldur, Porsuk, Dilmaçoğlu Mehmet, Ahmedşah, Duduoğlu, Tarankoğlu gibi önemli Türk beyleri ve komutanları vardı. Bununla birlikte, Malazgirt Savaşından 150 yıl sonra Sıbt İbü’l-Cevzi tarafından kaleme alınan Miratü’z-Zamanadlı eserde belirtildiğine göre Selçuklu ordusuna Kürtler de katılmıştır. Sultan, Selçuklulara tâbi olması nedeniyle Mervânîlerden yardımcı kuvvet göndermelerini emretmiş olmalıdır ya da Mervânî Beyi, siyasi bağlılığını göstermek ve sultanın otoritesini kazanmak amacıyla bir miktar askerî birlik göndermiştir. Kaynaklarda Arap ve Fars unsurların savaşa katılıp katılmadığına dair açık bir bilgi bulunmamakla birlikte, Selçukluların hâkimiyeti altındaki İran ve Irak coğrafyasından Fars ve Arap kökenli askerlerin, hem tâbiiyet ilişkileri hem de dinî motivasyonlarla savaşa katılmış olmaları muhtemeldir.”

Diğer yandan Mervanilerin de Selçuklulara tabi olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Metin, bu tabi olma durumu kapsamında Kürt askerlerin de Selçuklu ordusuna yardımcı kuvvet olarak gönderildiğini kaydetti:
“Ayrıca, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında gerçekleşen savaşlarda Kürtlerin, dinî dayanışma çerçevesinde gönüllü olarak Müslümanların yanında savaştıkları da göz önünde bulundurulmalıdır. Selçuklu ve Bizans ordusu hakkında bilgi veren kaynaklarda asker sayısı ile ilgili verilen bilgilerin abartılı olduğu düşünülmektedir. Dönemin şartları değerlendirildiğinde Alp Arslan’ın ordusundaki asker sayısı 25-30 bin civarındaydı. Bununla birlikte sultanın kendi emri altında bulunan ve çok güvendiği 4 bin hassa kuvveti vardı. Selçuklu ordusu genç ve kudretli bir sultan ile tecrübeli kumandanlara sahipti. Bizans ordusu ise Selçuklu ordusundan sayıca üstündü. Dönemin kaynakları bu ordunun sayısı hakkında da çok abartılı rakamlar vermektedirler. Ortalama 50-60 bin kişilik bir kuvvete sahip olan Bizans ordusu, Rumlar, Slavlar, Franklar, Almanlar, Gürcüler ve Ermenilerin yanı sıra Uz, Kıpçak, Hazar, Bulgar ve Peçenek gibi çeşitli Türk boylarından gelen eyalet askerleri ile ücretli paralı askerlerden oluşan heterojen bir yapıya sahipti. Malazgirt’te çarpışma başlar başlamaz Bizans ordusundaki Peçenek ve Uz Türklerinin bir kısmı Bizans saflarını terk ederek Türkçe konuşan ve Türk kıyafetleri giyen kendi soydaşlarının tarafına geçtiler.”
Malazgirt’te Türk imparatorluğu Selçuklu’ya mağlup olan Bizans kaynaklarının, savaşın Doğu Roma ve Türkler arasında geçtiğini yazdığını ifade eden Prof. Dr. Metin, şunları söyledi:
“Malazgirt Savaşı'nda Bizans ordusunun mağlup olduğu, tarihsel kaynaklarda yer almakta olup, bu yenilginin Türklerin, Bizans ordusundaki Almanlara, Slavlara ya da diğer unsurlara karşı kazandıkları zafer olarak belirtilmemektedir. Bilakis Türklerin, Bizans (Doğu Roma) ordusuna karşı kazandıkları zafer olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, Bizans kaynakları da savaşın Türklerle yapıldığını ve Bizans ordusunun bu çatışmada mağlup olduğunu açıkça ifade etmektedir. Anlaşıldığı gibi bir devletin silahlı kuvvetlerine bağlı unsurlar, tarih boyunca ait oldukları ordunun ismiyle anılmış ve bu uygulama günümüzde de devam etmektedir.”
Sultan Alparslan’ın esir düşen Doğu Roma İmparatoru Romanos Diyojenes’e gösterdiği saygılı tutumun İslam ve Roma kaynaklarında vurgulandığını aktaran Prof. Dr. Tülay Metin, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Malazgirt’te Bizans (Doğu Roma İmparatorluğu) ordusunun mağlup edilip İmparator IV. Romanos Diogenes’in esir alınması, İslâm dünyasında büyük bir sevinçle karşılanırken, Hristiyan dünyasında derin bir şok ve şaşkınlık yarattı. Alp Arslan, esir aldığı Bizans İmparatoru’na karşı sergilediği saygılı ve onurlu tutumuyla, yalnızca sorumluluk sahibi bir devlet adamı değil, aynı zamanda görev bilinci yüksek bir yönetici, merhametli, mütevazı, mert, ahlaklı, erdemli ve adaletli bir lider olduğunu da göstermiştir. Sultan Alp Arslan’ın Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’e gösterdiği hoşgörülü ve mütevazi tavır hem Müslüman müellifler hem de Bizans kaynaklarında sıkça vurgulanmıştır. Alp Arslan’ın zafer kazanmış olmasına rağmen imparatora ve esirlerine gösterdiği bu davranışı örnek olmuştur. O dönemdeki gelenekler düşünüldüğünde Alp Arslan’ın rakiplerine karşı gösterdiği hoşgörü, onun liderlik anlayışının ne kadar farklı ve dikkat çekici olduğunu gösteriyor. Bu olay, Bizanslıların gözünde Alp Arslan’ı daha büyük bir lider olarak değerlendirmelerine yol açmıştır. Sultan, düşman komutanını öldürmek veya aşağılamak yerine, onu saygıyla karşılamış ve hoşgörü göstermiştir.”
Sultan Alparslan’ın Diyojenes’e karşı tutumunun devlet yönetimi anlayışı konusunda da çeşitli ipuçları verdiğini belirten Prof. Dr. Metin, şu ifadeleri kullandı:
“Bu tutum, sadece bir askerî zaferin ötesinde, derin bir insanî ve adil bir liderlik anlayışını simgelemektedir. Zira Malazgirt’ten önce Roma tarihinde imparatorun esir düşmesi hadisesi yaşanmış ve bu olay imparatorluk prestiji açısından büyük bir kayıp olarak kabul edilmiştir. Roma İmparatoru Valerianus’un M.S. 260 yılına tarihlenen Edessa Savaşı’ndaki esareti Roma tarihinde bir ilk olarak kaydedilmiştir. Bu savaşta Sasani İmparatoru I. Şapur, Roma İmparatorunu ve komutanlarını esir alarak onlara köle muamelesi yapmış ve Valerianus ömrünün sonuna kadar esaret altında yaşamıştır. Bu bağlamda, Sultan Alp Arslan’ın Malazgirt Meydan Muharebesi’ndeki tutumu ve yönetim tarzı daha anlamlı hale gelmektedir. Alp Arslan, karşılaştığı Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’e, tarihsel bir dönemeçte ve önemli bir zaferin ardından, yalnızca savaşın galibi olarak değil, aynı zamanda şefkatli ve olgun bir hükümdar olarak yaklaşarak, zaferin ardından imparatora gösterdiği hoşgörü ve yüce gönüllülük ile önemli bir siyasi ve kültürel olgunluk sergilemiştir. Bu tutum, özellikle Valerianus’un yaşadığı esaretin aksine, Alp Arslan’ın hükümdarlığının sadece askerî değil, aynı zamanda insani boyutunu da gözler önüne sermektedir."
Öte yandan Malazgirt Zaferi’nin hem Türk tarihi hem de Doğu Roma tarihi açısından çok kritik bir olay olduğunun altını çizen Prof. Dr. Tülay Metin, Malazgirt’in sonuçlarının tüm Hristiyan ve İslam coğrafyasını etkilediğini kaydetti:
“Malazgirt’te alınan yenilgi, Bizans tarihinin dönüm noktası hatta Bizans’ın çöküşünün başlangıcı olarak değerlendirilir. Türk tarihi açısından bu, Anadolu’nun siyasi ve kültürel dönüşümünün başladığı yeni bir sürecin habercisiydi. Sultan Alp Arslan, bu bağlamda hem kendi devletinin ilerleyişini yeni bir evreye taşımış hem de devleti bambaşka bir döneme sokmuştur. Malazgirt Zaferinden sonra Türk fetihleri hız kazanması ve Bizans’ın güç kaybetmeye başlaması yalnızca Bizans’ı değil, aynı zamanda Batı Hristiyan dünyasını da endişelendirdi. Bizans’ın zayıflayan konumunu ve doğuda Türklerin hızla ilerlemesini tehdit olarak gördüler. Bu durum, Batı dünyasında büyük bir kaygıya neden oldu. Bu kaygı “Kutsal toprakları kurtarmak” sloganıyla başlayan Haçlı Seferlerine zemin hazırladı. Haçlı Seferleri’nin başlangıcı, Türklerin Batı dünyasında oluşturduğu etkiyi ve ona karşı duyulan tepkileri açıkça gösteriyor. Bu durum, Ortaçağda Doğu-Batı ilişkileri açısından önemli bir dönüm noktasıdır.”
Yorum yaz