‘2018’den sonra İran, görece Çin ile yakınlaşmaya başladı’
“Çin meselesi ve Rusya, İsrail-İran savaşı meselesinde konuşuldu. Haksız sorular ve endişeler değil bunlar. Çin, Rusya ve İran’ı buluşturan çeşitli platformlar var. Bunlardan birisi BRICS, diğeri Şanghay İşbirliği Örgütü. Dolayısıyla İran’ı hedef almak aynı zamanda çok kutuplu dünyanın platformlarına da darbe vurmak anlamına geliyor. Burada Çin-İran ilişkisine bakmak ve Çin’in nerede durduğunu anlamak gerekiyor. Bizim Türkiye’den gördüğümüz BRICS ve ŞİÖ, Çin’in gördüğü BRICS ve ŞİÖ ile aynı değil. Bunu defaatle farklı mecralarda da dile getirmeye çalıştım. Ne Çinliler ne de Ruslar, bu platformu Batı’ya rakip olarak kurgulamadılar. Türkiye’de biz genelde BRICS ve ŞİÖ tartışmalarını NATO ve Avrupa Birliği paralelinde yürüttüğümüz için bizde genellikle Batılı kurumlara alternatif gibi görülüyor. Ne zaman BRICS’i konuşsak Türkiye’nin NATO ile veya Avrupa Birliği ile problemi olduğu için konuşuyoruz. Meydada da böyle. Hal böyleyken insanlar bu platformların işbirliği platformundan ziyade Batı’ya yanıt verme ittifakları olduğunu düşünüyor. BRICS ve ŞİÖ bir ittifak değil aslında. Ülkeler bu kurumlara katılırken özellikle üçüncü tarafları hedef almayacaklarının altını çizmekteler. Çin’in zaten bir ittifak politikası yok. Çin tabii ki tüm bu süreci endişeyle izledi. Çin, 2018’de Donald Trump nükleer anlaşmadan çekildiği andan itibaren İran politikasını çeşitlendirmeye çalıştı.
Bunların başında da İran ile yapılan 25 yıllık stratejik mutabakat geliyordu. 2018’den sonra İran, görece Çin ile yakınlaşmaya başladı. Özellikle Küresel Güney’in bileşenlerinden birisi olarak görünür İran. Fakat ABD’nin başını çektiği Batı kampıyla nükleer anlaşma yaptıkları dönemde İran’da Batı ile daha fazla entegre olacakları yönünde bir beklenti vardı. Trump bu anlaşmadan çekilince İran’ın dini lideri Hamaney Doğu’ya yönelme çağrısı yaptı. O tarihten sonra Çin-İran ilişkileri gelişmeye başladı. Uzunca bir süreyi kapsayan bir stratejik mutabakata vardılar. Bir anlayış birliğine girdiler. Daha sonra ŞİÖ’ye girdiklerini gördük. ŞİÖ’ye 2002 yılından beri ilgi gösteriyordu İran ama her nasıl olduysa 2018’den sonra bu süreç gelişti. BRICS’in içine kattılar. Nükleer müzakereler meselesinde de Çin, İran’ın yalnızlaşıp radikal olarak algılanmaması için Pekin’de nükleer müzakere yürüttü. Üç tur görüşme yaptılar. Burada özellikle İran’ın barışçıl amaçla uranyum zenginleştirmesinin önemine dikkat çekildi. Fakat Donald Trump ve Binyamin Netanyahu ikilisinin oyunları ile önce ‘müzakere var’ dediler, ama müzakereden önce İsrail gidip İran’ı vurdu. Daha sonra ABD oyuna dahil oldu.”
‘Çin, ABD gibi silahlı müdahale yapacak niyete ve kapasiteye sahip değil’
“Çin, kendi potansiyeli ve kapasitesi doğrultusunda İran’ı aslında çok kutuplu dünyanın bir bileşeni haline getirmeye çalıştı ve bunda görece başarılı oldu. Biz şimdi ‘Trump’ın Ortadoğu’ya getireceği barışı’ konuşuyoruz. Bunu Türkçeye çevirirsek, Ortadoğu’daki ülkelere ‘Teslim olun. İsrail’in merkezde ve hegemon olduğu, İbrahim Anlaşmaları ile perçinlenmiş güvenlik mimarisini kabul edin’ diyor. Buna da ‘barış’ diyor. Gazze’de ateşkes sağlanacak gibi görünüyor şimdi. 2025’in sonuna doğru Suriye-İsrail normalleşmesi var. Steve Witkoff, İbrahim Anlaşmaları’na başka ülkelerin de dahil olabileceğini bildirdi. Fakat bunun öncesinde Çinliler de bölgede güvenlik mimarisi kurmaya çalışıyorlardı. O mimarinin kalbinde de İran’ın dışlanması değil, bölgeyle entegre bir İran vizyonu vardı. Çin’in ev sahipliğindeki İran-Suudi Arabistan anlaşması da çok önemliydi. Bundan sonra Yemen’de silahlar sustu. Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır yine İran’la diyalog süreci başlattı. Diğer taraftan Çin, ABD’nin aksine Ortadoğu’daki sorunun kalbinde Filitsin meselesi olduğunu bilerek Pekin’de 14 Filistinli örgütü bir araya getirdi.
Trump hep ‘güç yoluyla barış’ diyor. Ukrayna’da da bunu diyor. Yani Filistin meselesini teslim alıp Ortadoğu ülkelerini İsrail hegemonyasına terk etmek isteyen Trump barışının aksine Çin’in de bir barış vizyonu vardı. Çin’in vizyonunda İran bölgede dışlanan değil aksine Körfez’deki komşularıyla birleşen ve kaynaşan bir konumda olacaktı. BRICS’in çatısında da bunu yapmaya çalıştılar. BAE aynı yıl BRICS’e dahil edildi. Suudi Arabistan davet edildi ama onlar imzalamadı nihayetinde. Orada bir sürünceme oldu. Ama genel anlamda bir güvenlik mimarisi kurmak istediler. Fakat ABD’nin olaya silahla girmesinden sonra Çin’in pozisyonu orada süreci yönetmeye dayalı oldu. Çin, niyet ve kapasite itibarıyla bunu yapabilecek bir devlet değil. ABD gibi dünyanın çeşitli noktalarına silahla müdahale eden ve edebilen bir devlet değil. Dünyanın çeşitli noktalarında askeri üsleri de yok zaten. Her zaman şunu söylüyorum: Çin ve Rusya’nın İran’ı yalnız bıraktığı söyleniyor. Peki bu süreçte, İslam İşbirliği Teşkilatı ne yaptı? İsrail dört koldan tüm ülkelere saldırdı. Çin’den neden uçak gemisi göndermesi istendi? Bölge ülkeleri ne yaptı acaba? İsrail zulmü karşısında eline kim silah alıp caydırıcılık gösterdi de Asya’nın bir ucundan bir ülkenin gelmesini istiyorsunuz?
Burada tabii Çin’in kapasitesi ve gücü itibarıyla böyle bir beklenti olmasını anlıyorum. Ama Çin tam anlamıyla ABD’nin izlediği politikayı izlemiyor. Şuna hak veriyorum: Bazen barış güç yoluyla korunur. Caydırıcılık barışı getirir. Çin henüz o pozisyonda değil ve uzunca bir süre de silahlı ihtilaflara dahil olmak isteyeceğini düşünmüyorum. ABD’nin boşluk bıraktığı yerlerde uzun vadeli, stratejik sabırla hareket ederek barış mimarisi tesis etmeye çalışacaklardır diye düşünüyorum. İran böyle bir anlaşma yaptı mı? Çin veya Rusya ile güvenlik garantisi için imza attılar mı? Ortada olmayan bir anlaşmanın sorumluluğu Çin ve Rusya’nın omzuna yüklendi adeta. Endişeleri de samimi eleştirileri de anlıyorum. İnsanlar artık bir zorbanın karşısında set oluşturabilecek silahlı bir kuvvetin oluşmasını istiyor. Ama Çin ve Rusya gibi devletlerde bu ancak anlaşmalarla olabilecek şeyler.”