'Trump 'kolektif Batı'yı ciddiye almıyor'
“Trump’ın dış politikasını ve olup bitenleri birebir Monroe Doktrini ile ilişkilendirmek yerine başka şekilde okumak daha faydalı olacaktır. Tarihi olaylar, birbirlerine tamamen benzemez. Arada benzerlikler bulunabilir. O yüzden Washington Post’un ‘Donroe Doktrini’ demesi şaşırtıcı değil. ABD’nin kendi etrafında hakimiyet kurması, Monroe Doktrini ile benzeşiyor. Fakat Trump burada sadece kendi etrafını hedef almıyor. Mesela Danimarka’nın bir adasını istiyor. Tabii ona da Amerika’nın dibinde olduğu söylenebilir. Ama belki Amerika’ya da biraz uzaktır. ABD’ye giden bazı uçuşlar Grönland’dan geçer zira. Amerika veya aslında Trump, bu ‘Kolektif Batı’ dediğimiz bütünlüğü ciddiye almıyor. Bunu ciddiye almaması, birinci başkanlık döneminde yapmaya çalıştığı veya yaptırılmayan birçok şeyde de görülebiliyor. Trump, ABD’nin ulusal çıkarlarına odaklanmak istiyor ve bu açıdan Avrupalıları pek sevmiyor. Avrupa’nın, Amerika’nın parasını yediğini düşünüyor ve Trump kendi açısından pek de haksız sayılmaz. Trump şimdi Grönland’ı istiyor, Kanada’nın kendisine bağlanmasını talep ediyor. Panama apayrı bir konu. Amerika’yı tekrar büyük yapabilmek için bunlara ihtiyacı olduğu teziyle hareket ediyor.
Dolayısıyla aslında kendisi açısından mantıklı bir şey yapıyor. Ama aynı zamanda dünyanın çok kutuplu olduğunu da kabul etmiş oluyor. Kolektif Batı denilen bütünlüğün olmadığını veya çok da önemli olmadığını ifade etmiş oluyor. Sömürgecilik tarihi açısından düşünürsek, 1500’lerden itibaren sömürgeci ülkeler hiçbir zaman, sömürgecilik amacında ortak paydaları olmakla beraber hiçbir zaman tamamı ortak müttefik halinde hareket etmemişti. Tabii o zaman kendilerine karşı gruplar da yoktu. Yeni kıtalar, yeni deniz yolları keşfediyorlardı ve buralar Batılı ülkelerin sömürgeleri haline getiriliyordu. Bütün bu süreç boyunca Batılı ülkeler birbirlerinin rakibiydi ve şiddetli şekilde savaşıyorlardı. İlk defa 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgecilik şekli değişti. Artık işgal etmiyorlardı; tam tersine eski sömürgeler bağımsız oldu. Bu yeni düzende büyük ölçüde bu ülkelerin kaynaklarına çökme gibi bir çabayla sömürgeciliği sürdürmeyi denediler. 2. Dünya Savaşı sonrası Komünizm yayılmacılığı, Sovyet genişlemeciliği vs. gibi sebeplerle ideolojik bir Batı kampı ortaya çıktı. Hepsi birlikte hareket etti. ‘Hür Dünya’ denilen o kamp, dünya çok kutupluluğa evrilirken ideolojisini de ABD iyice pekiştirdi. Özgürlerin, iyilerin kampı dediler buna. Diğer tarafa da kötülerin ve otokrasilerin kampı dediler. Bu söylem 30-40 yıl kullanıldı. Fakat artık Trump’ın söylemleri ve hamleleri ile bunun sonuna gelindiğini görüyoruz. Yani bu kamptakilerin bütünlüğünün büyük ölçüde kırılacağını ve hatta yarılacağını görebiliriz. Dolayısıyla bence dünya açısından kötü bir şey değil bu.”
'Liberal Avrupa'nın sonu geldi'
“Trump’ın Biden yönetimi gibi Çin ile hibrit veya vekalet savaşına girişme yönünde bir niyeti yok. Çin ile ilişkileri çok hasmane şekilde gerginleştirme niyeti de yok. Sonuçta ABD’yi tekrar büyük yapmak istiyor. Çin de Çin’i büyük yapmak istiyor. Rekabet kaçınılmaz. Bu rekabet akıllı uslu mu olacak, hasmane mi olacak, içinde savaş unsurlarını da içerecek mi? Bunu göreceğiz. Bana öyle geliyor ki Trump’ın tutumu, ticaret savaşından öteye gitmeyecek. Avrupa’ya gelirsek Trump, Avrupalıları çok önemsemiyor. Grönland’ı istiyorken stratejik ayağına da bakmak gerekiyor. Türkiye’nin dört katı bir ada ve dünyanın en büyük adası. Kuzey Deniz Yolu kısa bir süre sonra trafiğe açılacak. ABD, orada Rusya ile komşu olacak deniz yetki alanlarıyla.
Trump çok rahatlıkla dönüp Rusya ile işbirliği yaparak, Rus kaynakları ile ABD’nin teknolojisini birleştirerek Amerika’yı tekrar büyük yapmaya yönelebilir. Avrupalılar’ı Trump adeta ‘lüzumsuz yaratıklar’ olarak görüyor. Bu denklemde Avrupa ne olacak? Bana kalırsa liberal Avrupa’nın sonu geldi. Son 30-40 yılda fena halde bu liberal ezbere kendini kaptırmış olan entelektüel çevreler, onların temsilcisi olan elitler ve yönetimler mevcut şartlarda tutunamaz. Bu liberal grupların ekonomik altyapısı da kalmadı ayrıca. Neoliberal ekonomik yapılar her yerde çöktü. Ukrayna krizinden dolayı kendi ekonomilerini de bozdular. Mesela AFD Almanya’da seçilirse, Le Pen hareketi Fransa’da iktidara gelirse, ki bunlar artık çok uzak ihtimaller değil, o zaman bu partiler rahatlıkla yeni yönlere dönebilir. Ben Avrupa olsam, Amerika’ya atacağım en büyük kazık şu olur: ‘Rusya ile enerji işbirliğini yeniden oluşturacağım’ derdim.”
'Liberaller ve solcular ezberden demokrasi ile Rusya'ya karşı savaşı kışkırtıyor'
“Bu liberallerin, yükselen sistem karşıtı partileri ‘aşırı sağ’ diye adlandırmalarını doğru bulmuyorum ve kabul etmiyorum. Bu hareketlerin neticede hepsi birden, vatansever hareketler. Kendi ülkelerinde aynen Amerika’da Trump gibi, kendileri de istenmeyen göçmenlere ve kitlesel göçe karşı çıkıyor. Birçoğu neoliberal ekonomilere ve savaşlara karşı. Liberaller ve solcular bazen saçma sapan şekilde argümanlar sunuyor. Bunlara bazen kafayı yemişler gibi bakası geliyor insanın. Çünkü kendi ulusal çıkarlarını hiçe sayıyorlar, demokrasi kelimesinin etrafında toplanan bir ezberle Rusya’ya karşı savaşı kışkırtıyorlar. Ama aynı zamanda kendi ekonomilerine zarar veriyorlar. Daha da ilginci bu demokrasi ve insan hakları laflarını, İsrail Gazze’de soykırım yaparken hatırlamak istemiyorlar. Bunların ne solculuğu var ne bilmem nesi var. Bunlardan Türkiye’de de vardı. Kendi ülkelerinin çıkarlarını isteyip istemedikleri meçhuldü. Amerika’da da böyleydi ve muhtemelen Amerika’nın yardımıyla ayakta duruyorlardı. Artık bunları besleyecek bir yapı Avrupa’da kalmadı. Siyasal olarak yeni oluşumlar da bunları desteklemiyor. Avrupa halkları da destek vermiyor. Polonya, Avrupa’nın diğer büyük ülkelerine daha küçük bir balık. Büyük balık değil. Avrupa’da gruplaşma olursa Almanya-Fransa olur. Rusya ile anlaşırsa İtalya olur, Hollanda olur.
İngiltere ne yapar meçhul. Çünkü Trump yönetimi neredeyse onlara 52. Eyalet der gibi şimdiki davranışlarıyla. İngiltere bunu kabul eder mi, etmez mi göreceğiz. Oradaki mevcut başbakana ‘çekil git’ diyorlar adeta. Keir Starmer hem ekonomiyi batırıyor hem de azgın bir savaş kışkırtıcısı. Mesela yakın zamanda iktidar olmasına muhtemel gözüyle bakılan bir Reform UK partisi var. Onun liderine de Elon Musk kafayı takmış durumda. Nigel Farage adı. Farage şeytan tüylü. Britanya halkı çok beğeniyor onu. Şu ana kadar hiç seçim kaybetmedi. Son seçime son birkaç haftada katıldı. Hem kendisi seçildi, hem Muhafazakar Parti’ye yakın oy aldı. Ya onu Muhafazakar Parti’ye aday yapacaklar ya da Muhafazakar Parti ortadan kalkacak. Avrupa tabii ki kalacak ama yeni oluşumlar olacak. Mesela Almanya, Fransa ve İtalya, Rusya ile Amerikasız kendi meselesini konuşabilir. Yanlarına neden zaman zaman Türkiye’yi de almasınlar? Avrupa’dan böyle liderlikler çıkabilir. Ulusal çıkarlar bazen bazı şeylere mecbur eder liderleri. Mesela dikkat edin: Trump’ın Grönland çıkışlarıyla birlikte von der Leyen gibi liberaller bile Çin’e karşı tavırlarını değiştirdiler. Çin ile işbirliği söylemleri yaptılar. Bunlara ‘Guten Tag’ demek lazım.”