Dünya Sağlık Örgütü obeziteye karşı uyarıyor: Az ye, çok yürü devri sona mı erdi?
Obezite, DSÖ'nün en riskli hastalıkları arasında yer alıyor ve Türkiye, Avrupa'da en yüksek oranlara sahip. Peki, dünyada ve Türkiye’de obezite görülme oranları ne durumda? Beden Kütle İndeksi (BKİ), obezite tanı ve tedavisi için yeterli mi? “Az ye, çok yürü” sloganı hala geçerli mi? Sputnik'in özel haberinde.
Sitede okuBesinler ile alınan enerjinin harcanan enerjiden fazla olmasından kaynaklanan ve vücut yağ kitlesinin yağsız vücut kitlesine oranla artması ile açıklanan
obezite harcanamayan enerjinin vücutta yağ olarak depolanmasıyla oluşur.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bu hastalığı en riskli 10 hastalıktan biri olarak kabul ederken birçok hastalığa da zemin hazırladığı ortaya çıkmıştır. Beslenme alışkanlıkları, eğitim düzeyi, cinsiyet, genetik bu hastalığın en önemli risk faktörlerini oluştururken özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hızla yayılmaktadır. Peki Dünyada ve
Türkiye’de obezitenin görülme oranları nelerdir? Obeziteye yol açan nedenler nedir?
Beden Kütle İndeksi (BKİ), obezite tanı ve tedavisi için yeterli mi? ‘Az ye çok yürü’ sloganı hala geçerli mi?
Türkiye Obezite Araştırma Derneği Başkanı Prof. Dr. Volkan Demirhan Yumuk Sputnik’e özel anlattı.
'Obezite yılda yaklaşık 2.8 milyon kişinin ölümüne neden olmakta'
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2020 yılında kaleme aldığı rapor, obezitenin karanlık yüzünü gözler önüne seriyor; her yıl yaklaşık 2.8 milyon kişinin bu hastalık yüzünden hayatını kaybettiğini bildiriyor. Bu rakam, sadece istatistiklerden ibaret değil, aynı zamanda modern toplumların karşı karşıya olduğu büyük bir sağlık krizinin yansımasıdır. Dünya genelindeki obezite oranları, ülkelerin sağlık durumlarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. ABD, erkeklerde 10, kadınlarda ise 36. sırada yer alırken, Hindistan kadınlarda sondan 19, erkeklerde ise sondan 21. sırada konumlanıyor. Bu veriler, her ülkenin sosyal, ekonomik ve kültürel dinamiklerinin obezite ile olan ilişkisini gözler önüne seriyor. Türkiye, bu global tablo içinde dikkat çekici bir yerde duruyor; kadınlarda 42. sırada, erkeklerde ise 60. sırada yer alıyor. Obezite, yalnızca kişisel bir mesele değil, aynı zamanda bir toplumun sağlığının ne denli kırılgan olduğunu gösteren bir ayna. Bu hastalık, tüm dünyada insanların yaşam kalitesini tehdit ederken, acil çözümler ve yeni stratejiler geliştirilmesi gerekliliğini de gözler önüne seriyor. Peki nedir bu obezite? Türkiye Obezite Araştırma Derneği Başkanı Prof. Dr. Volkan Demirhan Yumuk şöyle açıklıyor:
“Obezite multifaktöriyel, yineleyici, ilerleyici kronik bir hastalıktır. Birçok başka kronik hastalığın gelişmesine de katkıda bulunur. Genetik çevresel ve biyolojik faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Obezite ahlaki bir sorun değildir ve insanların iradesizliğinden kaynaklanmaz. Tedavi sonrası kilo kaybeden hastaların tedaviyi bıraktıktan sonra kaybedilen ağırlığın fazlasıyla geri alınmasında da biyolojik faktörler rol oynar, bu hastanın suçu değildir.Son olarak, sağlık politikasını belirleyen otoriteler, kurumlar obeziteyi bulaşıcı olmayan hastalıklar kategorisinde görmeli ve o konumda önlenmesi ve tedavi edilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmalıdırlar.”
Türkiye obezitede Avrupa birincisi
Dünya genelinde obezitenin pençesinde inleyen ülkeler arasında en üst sırayı yüzde 61 ile Nauru alıyor. Onu takip eden Cook Adaları, Palau, Marshall Adaları ve Tuvalu gibi diğer okyanus ülkeleri de sırasıyla dikkat çekiyor; yüzde 55.9, 55.3, 54.9 ve 53.4’lük oranlarla bu dramatik tabloya dahil oluyorlar.
Ancak, diğer tarafta, obezite oranlarının en düşük olduğu Vietnam yer alıyor. Yüzde 2.1 ile bu durum, pek çok insan için hayal gibi görünse de, Bangladeş, Nepal, Japonya ve Kore gibi ülkeler de benzer şekilde düşük oranlar sunuyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre, Türkiye, yüzde 32.1’lik obezite oranıyla dünya sıralamasında 17. sırada konumlanıyor. Özellikle dikkat çekici olan, Türkiye’de kadınların obezite oranının yüzde 40.9 ile erkeklerin yüzde 23.9’unu geride bırakması. Bu durum, toplumun sağlık dinamiklerini sorgulatırken, Türkiye’yi obezitede Avrupa'nın birincisi yapıyor.
Dünya üzerindeki bu tablo, sadece istatistiklerden ibaret değil; aynı zamanda modern yaşamın karmaşası, tüketim alışkanlıkları ve sağlık sorunlarıyla yüzleşmemizin bir yansıması. Amerika Birleşik Devletleri, Meksika, Yeni Zelanda ve Avustralya gibi ülkeler de bu listede yer alıyor. Her biri, bu tehlikeli oyunun bir parçası olarak obeziteyle mücadele ediyor. Ancak arka planda, sağlık politikalarının, bireysel sorumlulukların ve toplumsal bilinçlenmenin daha güçlü birer aktör haline gelmesi gerektiği bir gerçektir. Obezitenin yol açtığı sorunlar, sadece bireyleri değil, tüm toplumu etkileyen bir kriz halini almıştır ve bu soruna karşı atılacak adımlar, geleceğimizin şekillenmesinde belirleyici olacaktır.
Obezite oranlarının yüksek olma nedenleri neler?
Obezite oranlarının dünya genelinde yükselmesinin ardında birçok karmaşık faktör gizleniyor. Bu faktörlerden biri, yüksek kalorili gıdaların tüketimindeki artışla beslenme alışkanlıklarımızın köklü bir şekilde değişmesi. Hızla değişen yaşam tarzlarımız, vücudumuza aşırı kalori alımını ve bunun sonucunda yağ birikimini getiriyor. Pandemi döneminde hayatımıza giren uzaktan çalışma ve eğitim sistemleri, insanları hareketten uzaklaştırarak bu sorunun daha da derinleşmesine yol açtı. Dört duvar arasında geçen zaman, fiziksel aktivitenin azalmasına ve dolayısıyla obezite oranlarının tırmanmasına neden oldu. Bunun yanında, genetik faktörler, hormon dengesizlikleri ve psikolojik etmenler de obeziteyi etkileyen unsurlar arasında yer alıyor.
Türkiye Obezite Araştırma Derneği Başkanı Prof. Dr. Volkan Demirhan Yumuk obezitenin gelişmesinden kişiyi sorumlu tutmadığını, hastanın elinde olmayan biyolojik faktörlerden gerçekleştiğini belirtiyor:
“Obezitede ana sorun beyindeki iştah ve doyma merkezlerindeki bozukluktur. Enerji dengesiyle ilişkili sinyaller iştahı yeteri kadar baskılayamaz, doyma hissini sağlayamaz. Bunun sonucu besin alımındaki artışa bağlı elde kalan enerji fazlası yağ dokusu olarak depolanır. Bu depolanan yağ dokusu hem kütle etkisiyle (kireçlenme; reflü, yemek borusunun alt ucunda tahriş ve buna bağlı adeno kanser riski artar) hem de özellikle karın bölgesindeki ve iç organlardaki yağ dokusu olarak kronik bir enflamasyona yol açar. Bu enflamasyon tip 2 diyabet, karaciğer yağlanması, kalp ve damar hastalıkları riskinin artışına neden olur. Bunların tamamı aşırı yağlanmaya bağlı gelişen kronik hastalık tanımını karşılamaktadır.”
‘Beden Kütle İndeksi (BKİ), obezite tanı ve tedavisi için yeterli değil’
Hastalarda obezite hesaplaması yapmak için vücut kitle indeksi yani Beden Kitle İndeksi (BKİ) kullanılır. Obezite hesaplama yöntemi olarak da bilinen Beden Kitle İndeksi hesaplaması, kilogram olarak vücut ağırlığının m2 olarak boya bölünmesiyle yapılabilmektedir. Türkiye Obezite Araştırma Derneği Başkanı Prof. Dr. Volkan Demirhan Yumuk Beden Kütle İndeksinin obezite tanı ve tedavisi için yeterli olmadığını şöyle anlattı:
“Beden Kütle İndeksi'nin birçok açmazı ve kısıtı var. Kas dokusu artmış (vücut geliştiriciler) kişilerde de BKİ yüksek bulunabilir. Bunun yanı sıra BKİ artmış yağ dokusunun vücuttaki dağılımını göstermez. Karın bölgesindeki yağ artışını antropometrik ölçütlerden en iyi bel çevresi ölçümü verir. BKİ bugün epidemiyolojik çalışmalarda altın standart olsa da bireysel düzeyde tanı ve tedavi kararları için yeterli değildir. Avrupa Obezite Derneği bu yıl "Nature Medicine" isimli prestijli bir tıbbi dergide obezitenin tanımı, teşhisi ve evrelenmesiyle ilgili bir makaleyi yayınlamıştır. Burada sadece BKİ 30.0kg/m2 ve üstünde olanlara değil, BKİ 25.0-29.9kg/m2 olup bel çevresinin boya oranının 0.5 veya üstü olanlara ve beraberinde mekanik, kardiyometabolik ve mental komplikasyonları bulunanlara da obezite tanısı konmaktadır.”
Obezite tedavisinde ‘az ye çok yürü’ sloganı hala geçerli mi?
Prof. Dr. Volkan Demirhan Yumuk obezite tedavisinde sürecin her noktadan çözülmesi gerektiğini söylerken gelişen teknolojiyle birlikte yeni nesil obezite ilaçlarının geleneksel yöntemlerin önüne geçtiğini ve ‘az ye çok yürü’ yönteminin geçerliliğini kaybettiğini belirtti:
“Az ye çok yürü devri artık kapanmıştır. İştahı azaltan, doyma hissini arttıran ve başlangıç ağırlığının yüzde 20'sinin üstünde kilo kaybına yol açan yeni obezite ilaçları bu devri kapatmış, tedavi paradigmasında değişikliğe neden olmuştur. Yeni tedavi şemasında hekim obezite ve varsa komplikasyonlarının tanısını koyacak ve ilaç tedavisini planlayacaktır. Diyetisyen hastanın sağlıklı beslenmesini sağlayacak, kas performansının korunması için diyetteki protein miktarını ayarlayacak ve obezitenin komplikasyonlarının diyet ile tedavisini düzenleyecektir. Egzersiz uzmanı kardiyovasküler iyilik için aerobik egzersiz, kas performansının korunması için direnç egzersizi önerecektir. Psikolog ruhsal durum ve yeme bozukluklarının değerlendirmesini ve tedavisini yapacak, yeme ve egzersiz davranışlarının edinilmesini ve kalıcı olmasını sağlayacaktır. Bariyatrik/metabolik cerrah ise ileri derecede obezitesi olan hastalarını tedavi hedefine ulaştırmak girişimde bulunacaktır.”
‘Obezite ve tedavisi ömür boyu sürecektir’
Özellikle son dönemde hastaların istedikleri kiloya ulaştıktan sonra obezite tedavisini yarıda bıraktıklarını veya sonlandırdıklarını belirten Prof. Dr. Volkan Demirhan Yumuk konuya ilişkin şunları söyledi:
“Tedaviler sonlandırıldığında hasta kaybettiği kiloyu fazlasıyla geri alır. Bu nedenle diğer tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi (tip 2 diyabet, hipertansiyon vb.) tüm tedavilere devam etmek gerekir. Bu dönemde kaybedilen ağırlığın korunması amaçlanmaktadır ki bu dönem devam ettiği sürece kalıcı sağlık kazanımları edinilir. Obezite tedavileri kaybedilen ağırlığın geri alınmasını da önlemektedir. Bilinmelidir ki obezite ve tedavisi ömür boyu sürecektir.”