EKSEN

‘İster kaza ister ihmalkarlık ister sabotaj olsun, biz bunu muhtemelen öğrenemeyeceğiz’

Dr. Bilgehan Alagöz’e göre İran’ın güvenliği verdiği önem düşünüldüğünde Reisi ve Abdullahiyan’ın hayatlarını yitirdikleri kaza kadar sürecin yönetilişi de şaşkınlık yarattı. Reisi’nin İran’da dini liderin belirlediği yapıdaki önemine vurgu yapan Alagöz, Tahran’ın ABD’de Trump’ın kazanacağı öngörüsüyle formül geliştireceği görüşünde.
Sitede oku
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın 19 Mayıs’ta Azerbaycan’daki baraj açılışı sonrası helikopter kazasında hayatlarını yitirmesi bölge ve dünyada yankılandı. Beş günlük yas ilan edilen İran’da başkent Tahran dahil pek çok şehirde Şii geleneklerine uygun biçimde cenaze törenleri düzenlendi. Törenleri Rusya, Çin ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere pek çok ülkeden üst düzeyde katılım dikkat çekti.
Kazayla ilgili soruşturma sürerken, siyasi süreç de İran anayasası uyarınca işliyor. Reisi’nin yerine Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Muhbir vekalet edecek ve 28 Haziran’da seçimler düzenlenecek. Mart başında parlamento seçimleri sürecinde katılımın rekor düzeyde düşük çıkarak yüzde 40’lara düşmesi dikkat çekilirken, yeni süreç merak konusu. Bölgede ve dünyada dikkatle izlenen İran’daki kaza sonrası tartışmalar ve iç ve dış politikadaki gelişmeleri, Dr. Bilgehan Alagöz ile konuştuk.

‘İster kaza ister ihmalkarlık ister sabotaj olsun, biz bunu muhtemelen öğrenemeyeceğiz’

Dr. Bilgehan Alagöz’e göre bölge ve dünyada dikkatlerin üzerinde olduğu İran’ın cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanını kaybettiği kaza tüm dünyayı şaşırttı. İran’ın güvenliği verdiği öneme işaret ederken sürecin yönetilmesindeki sıkıntılara dikkat çeken Alagöz kazanın yahut sabotajın perde arkasının öğrenilmesinin güç olaceğı görüşünde:

“İran uzun süredir dış politikası ve bölgedeki gelişmelere dönük politika davranışları ekseninde gündemdeydi. Dolayısıyla biz 19 Mayıs itibarıyla sürpriz bir durumla karşı karşıya kaldık. Adı üstüne bir helikopter kazası oldu. Öngörmek mümkün değildi. Gerek İran kamuoyunu, gerek bölge ülkelerini gerekse tüm dünyayı şaşırtan bir süreç oldu. Şaşkınlık sadece kaza olması ve kaza sonucu üst düzey devlet yetkililerinin ölmesiyle alakalı değildi. Aynı zamanda sürecin baştan itibaren yönetiliş şekli veya yönetilememesi ile ilgili de şaşkınlık ortaya çıktı. Hepimiz İran’ı, güvenlik endişeleri yüksek bir ülke olarak biliyoruz. Dışarıdan olağan bir gazetecinin haber yapması için bile uzun izinler alınır. Bu kaza haberi çıktıktan sonra enkazın bulunamayışı, bulunduktan sonra alandaki ihmalkarlıkları vs. şok içinde izledik. Türkiye’den gazetecilerin enkaza gitme görüntüleri servis edildi. Bazı kişilerin elinde Reisi’nin yanan yüzüğünü gördüm. Burada nasıl güvenli bir soruşturma yapılabilecek? Bu gerçekten kaza mı yoksa sabotaj mı? Bu soruşturmanın yapılabilmesi için o alana kimsenin girmemesi gerekirdi. Alanda herhangi bir güvenlik görevlisi görmeyişimiz de ciddi bir ihmalkarlıktı. Bunlar da bu olayla ilgili kafamızda birçok soru işaretini devam ettiren gelişmeler oldu.

İster kaza ister ihmalkarlık ister sabotaj olsun, biz bunu muhtemelen öğrenemeyeceğiz. Bunun İran’ın kendisi içinde tutulacak bir bilgi olduğunu düşünüyorum. Nereden bakarsanız bakın, bu kazanın sebebi ihmalkarlık ise bu İran’ı güçsüz gösterir. İçeriden veya dışarıdan bir yapının sabotajı söz konusuysa bu da İran’ı güçsüz gösterecektir. İran da bu güçsüz imajını vermemek için olayı kendi içinde tutacaktır. Süreç zaten çok normalleşti. Cenaze törenini, şehirden şehre giden tabutları görüyoruz. Ama bu zaten Şii kültüründe olan bir durum. Devlet yetkilileri ölünce şehitlik konumlandırması zaten yapılıyor. O yüzden yıpranan İran’ın imajını ‘düzeltilmek’ istendiğini hem de bu çeşit bir görüntü üzerinden yeni bir kamu diplomasisi inşa edilmek istendiğini düşünüyorum. Ama açıkçası İran, büyük zayıflıklar gösterdi bu süreci yönetirken.”

‘İbrahim Reisi, Horasan Eyaleti’nden hiçbir rakibi olmaksızın aday gösterilip seçtirilmişti’

İbrahim Reisi’nin son meclis seçimine paralel olarak Uzmanlar Konseyine rakipsiz seçildiğini anımsatan Alagöz, İran’da devletin karar alıcıları ve bilhassa dini lideri Ali Hamaney nezdinde desteklenen bir kişilik olduğunu vurguladı. Alagöz, Reisi’nin kazada hayatını yitirmemiş olsaydı, bir sonraki dönem için kuvvetli bir aday olarak ortaya çıktığının altını çizdi:
“İbrahim Reisi, halkın genelinde büyük coşku yaratan bir siyasetçi değildi. Aslında özü itibarıyla siyasetçi değildi. Sonradan sisteme entegre edilmiş ve Hamaney tarafından sistematik bir şekilde arkasında durulmuş bir kişiydi. Önündeki dikenli yollar temizlenmişti. Bu da bizi ister istemez Hamaney sonrası rehber adayının Reisi olduğu düşüncesine götürüyordu. Son yapılan meclis seçimleriyle eş zamanlı olarak uzmanlar konseyi seçimi de yapılmıştı. İbrahim Reisi, Horasan Eyaleti’nden hiçbir rakibi olmaksızın aday gösterilip seçtirilmişti. Dolayısıyla Hamaney ile kurduğu yüzde 100 sadakat ilişkisi, Reisi’yi sonraki dönem senaryoları için kuvvetli bir aday olarak karşımıza çıkarıyordu. Dolayısıyla Reisi, halkın coşkuyla sevdiği bir siyasetçi değildi. Daha ziyade ülkedeki ana karar alıcıların desteklediği bir isimdi. Reisi neticede spekülasyonların üzerinde olduğu bir kişiydi. Reformist ve daha liberal-sol dediğimiz kesimler zaten Reisi’yi sevmiyordu. Ama muhafazakar olarak kendisini tanımlayan insanların da Reisi ile ilgili tam desteği söz konusu değildi. Onlar da ülkenin İslam Devrimi ilkelerini yeterince ‘karizmatik eksende’ temsil etmediğini söyleyerek eleştiriyordu. Ama ülkenin ana karar alıcısının Devrim Rehberi Hamaney olduğunu biliyorduk ve o da yüzde 100 arkasındaydı. En azından bugüne kadar gördüğümüz böyleydi.”

‘Türk kökenli isimler İran’da devrimin sürekliliği ve kurumsallaşmasında önemli roller oynadı’

İran’da Farslar’dan sonraki en büyük etnik grup olan Azerbaycan Türkleri’nin helikopter kazasında hayatını kaybeden Tebriz Cuma İmamı’na ve Doğu Azerbaycan Eyaleti Valisi’ne büyük hürmet duyduğunu ifade eden Alagöz’e göre, Türk kökenli isimler, İran’da devrimin sürekliliği ve kurumsallaşması konusunda önemli roller oynadı:
“Bir de helikopter kazasında ölen Tebriz Cuma İmamı ve Doğu Azerbaycan Eyaleti Valisi’ni de anmak isterim. Bunlar da İran’ın Doğu ve Batı Azerbaycan Eyaletleri, Türk nüfusun yoğun yaşadığı yerler. Bu isimler, Türk nüfusun sevdiği ve saygı duyduğu isimlerdi. Hatta Tebriz Cuma İmamı’nın adı da olası rehber adayları arasında geçiyordu. İlk merasim Tebriz’de yapıldı. Oradaki yüksek katılım Reisi’ye gösterilen itibardan ziyade bu iki kişi için diye düşünüyorum. İran’da İslam Devrimi’nin oturmasında da Türkler çok etkili olmuştur. O dönem Humeyni yani kurucu Devrim Rehberi’nin yakını olanlar, Türklerin bağlı olduğu din adamlarıydı. Sistem o destekle kurumsallaşma yaşadı. İran’da gelecekte sistemin devam etmesinde de Türklerin desteği önem arz ediyor. Burada da Tebriz Cuma İmamı kritik konuma sahipti. Halkın büyük bir kesiminin sevdiği bir insan olması, oradaki Türklerin de sistemle arasındaki bağın kuvvetle devam etmesini sağlıyordu.”

‘Abdullahiyan, tahmin edilenden daha iyi bir performans gösterdi’

Helikopter kazasında hayatını kaybeden bir diğer önemli isim olan İran Dışişleri Bakanı Abdüllahiyan’ın dışişleri bürokrasisinden yetişmiş bir kariyer diplomatı olduğunu belirten Alagöz’e göre, yerine gelen Kani de, nükleer müzakereler sürecinde rol oynamış tecrübeli bir diplomat:
“Abdüllahiyan, dışişleri bürokrasisi içinde yetişmiş bir kariyer diplomatıydı. Önemli yükselişler gösterdi. Fakat Cevad Zarif döneminde ciddi sorunlar yaşamıştı. Neden? O zaman İran ve Suudi Arabistan arasında ilişkilerin kopması söz konusu olmuştu. Burada da Abdüllahiyan’ın büyük rolü olduğu dile getirilmişti. En azından Cevad Zarif’in ılımlı reformistleri temsil ettiğini düşünürsek o konadın hoşlanmadığı bir isim olduğunu söyleyebilirim. Tabii nihayetinde İran’ın görünen yüzüydü dışişlerinde. Tahmin edilenden daha iyi bir performans gösterdi. Onun zamanında ikinci adam olan ve şimdi dışişleri bakanlığına atanan Kani’nin daha kritik bir isim olduğunu söyleyebilirim. Nükleer müzakereler her ne kadar kesintiye uğrasa da Reisi iktidara geldikten sonra başlayan ve mesafe kateden süreçte, onun arka kapıda daha aktif bir rol aldığını biliyoruz. Abdüllahiyan da gelecekte siyasette ön plana çıkması ihtimali olan biri olarak değerlendiriliyordu. Bir Cevad Zarif’in yarattığı etkiyi yarattığını söyleyemem.”

‘Dış politika denilince artık fiili olarak Devrim Rehberi ve Devrim Muhafızları Ordusu’nu görüyoruz’

Alagöz, Reisi’nin cenaze törenine birçok devletin ileri gelen yetkililerinin katılmasının İran’ın sistem içinde nasıl göründüğüyle alakalı olduğu görüşünde. Alagöz, İran’ın dış politikasında bir değişiklik beklemezken bölge ülkelerinin de İran’ı ötekileştirmek yerine diplomasiyi canlı tutmak arzularına işaret etti:

“Bu devletlerin Reisi’nin şahsına gösterdikleri hürmetten ziyade, İran’ın şu anda sistem içinde nasıl göründüğüyle alakalı bir tutum sergilendiğini düşünüyorum. Özellikle 7 Ekim sonrası bölgede ortaya bir İran-İsrail gerilimi ortaya çıktı. Burada zaten İsrail’in Filistinlilere uyguladığı vahşeti es geçemeyiz. Fakat İran’ın da bölge ülkelerini rahatsız eden davranışları oluyor. İran, kendisine fırsat devşiriyor algısı oluşuyor. Dolayısıyla bölge ülkeleri de önceki tecrübelerinden hareketle, İran’ı tamamen ötekileştirmek yerine en azından diplomasiyi canlı tutarak İran’ı kendileriyle daha ortak hareket edebilen bir ülke haline dönüştürmek istiyorlar. Körfez ülkelerinin yeni tutumu bu. Şu anda İran ve Suudi Arabistan ilişkilerine bakarsak, Suudilerin güvenlik kaygıları ortadan kalkmış değil. Ama önceki dönemde yüksek gerilimli tansiyonu yaşadı bu iki devlet ve sorunların bu yolla çözülemediğini gördüler. Şimdi diplomasiyi canlı tutarak en azından sorunları konuşarak çözmek yolunu deniyorlar. Cenazeye gitmelerinin de bunun etkili bir yolu olduğunu düşünüyorum.

İran’da Cumhurbaşkanı elbette Devrim Rehberi’den sonra gelen ikinci makam. Ama biliyoruz ki dış politika kararlarının alınmasında çok büyük bir etkisi yok. Dış politika denilince artık fiili olarak Devrim Rehberi ve Devrim Muhafızları Ordusu’nu görüyoruz İran’da. Bu sebeple de İran’ın bölge politikalarında büyük bir değişim beklemiyorum şu an için. Bu cenaze törenine katılan ülkeler de bu beklentinin içinde değiller ama diplomasiyi canlı tutmak her zaman iyidir. Sorunlarınız olan ülkelerle sorunlarınızı konuşabilecek aralıkta ilişkinizin kalması, en azından bu işin teorik çalışmasını yapan insanların da desteklediği süreçlerdi. Bu anlamda aralarındaki ilişkinin tamamen kopmamasını sağlıklı görüyorum. Ama altını çizmek isterim: sorunların tamamen ortadan kalktığını söyleyemeyiz.”

‘İran, sorunlar yaşandığında Türkiye’yi öne çıkarırken, kendini rahat hissettiğinde daha hasmane duruyor’

Dr. Alagöz, İran ile Türkiye arasında Zengezur Koridoru, Güney Kafkasya, PKK, Irak ve Suriye gibi mevzularda sorunlara işaret ederken, inişli çıkışlı ilişkilere karşın iki ülkenin de diplomatik kanalı açık tutmayı tercih ettiklerini vurguladı:

“Türkiye-İran ilişkilerine baktığımızda, iki ülkenin birbirine yaklaşım tarzının asla aynı olmadığını düşünüyorum. Türkiye her zaman için İran’a her türlü krizde destek veren, İran’ın yanında durmaya çalışan bir ülke. İran ise maalesef büyük sorunlar yaşadığında ve gerçekten ihtiyaç duyduğu zaman Türkiye ile ilişkileri öne çıkaran fakat kendini rahat hissederken Türkiye’ye daha hasmane tavırlar sergileyen bir ülkeye dönüşüyor. En azından son 5-6 yıldır bu inişli çıkışlu tutumu görüyoruz İran’da. Şu anda Türkiye’nin dış politikasında güvenlikle diplomasinin iç içe geçtiği alanlar var. Güney Kafkasya, Suriye ve Irak hattını bu perspektifte değerlendirebiliriz. İran ile ayrışan pozisyonlarımız olduğunu ve İran’ın yapıcı bir tavrı olmadığını düşünüyorum.

Özellikle PKK’nın Süleymaniye’ye konuşlanması, İran’ın mesafe koymayışı var. Zengezur Koridoru konusunda da tutumları ortada. İran sanki uzlaşı içine girmiş gibi bir atmosfer yaratılıyor ama buna katılmıyorum. Suriye’de Türkiye’nin PKK ile yürüttüğü mücadeleye sürekli eleştiri getiren bir İran var. Dolayısıyla buralar, Türkiye ve İran arasındaki ayrışma noktaları. Ama her şeye rağmen Türkiye, sorunları konuşarak çözmenin daha doğru bir yol olduğunu düşündüğü için İran’la ilişkilerini, diplomasiyi canlı tutarak yürütmeyi tercih ediyor. Son desteğimizin de şaşırtan bir durum olmadığını düşünüyorum. İran doğrudan talepte bulunmuş. Türkiye ‘hayır’ diyecek bir ülke değil. İnsani de bir tutum. Buna çok anlam yüklenmemesi gerektiğini düşünüyorum.”

‘Halk, seçimlerde kendilerini temsil edecek yeterince aday olmaması sebebiyle pasif direnişe geçiyor’

İran’da seçimlere katılım oranındaki düşük trendin 28 Haziran’daki seçimlerde de kendisini göstereceğini vurgulayan Alagöz, bunun en büyük sebebinin halkın desteğini alan bazı isimlerin adaylığına izin verilmemesi olduğunu aktardı:
“İran’ın önem verdiği konulardan birisi ülkede ‘özgür’ seçimlerin yapılıyor olması. Adaylar ciddi bir eleme prosedüründen geçiyor son yıllarda. Bu da halkın seçimlere itibarını düşük seviyelere çekiyor. Anayasayı Koruyucular Konseyi, gerek milletvekili, gerek cumhurbaşkanı gerek Uzmanlar Konseyi adaylarını bir sisteme tabi tutuyor. Burada kriterin tam olarak ne olduğu belli değil. Geçmiş dönemde cumhurbaşkanlığı yapmış Hasan Ruhani’nin Uzmanlar Konseyi adayı olması engellendi. Aynı şekilde Ahmedinejad’ın tekrar cumhurbaşkanı adayı olması engellendi. Bütün bunların ekseninde halk, seçimlerde kendilerini temsil edecek yeterince aday olmaması sebebiyle pasif direnişe geçiyor ve bireysel olarak seçimleri boykot ediyor. Bu yüzden ben 28 Haziran’da yüksek katılım beklemiyorum. Aynı eleme mantığıyla adaylara yaklaşılacağını düşünüyorum. Daha reformcu veya ılımlı kanattan adayların mevcut konjonktürde pek tercih edilmeyeceğini düşünüyorum. Burada bir dış politika bağlantısı da var.

‘İran ABD’de Trump’ın kazanacağı öngörüsüyle bir formül geliştiriyor’

Dr. Alagöz, İran ile ABD seçimleri arasındaki ‘ritme’ dikkat çekerken, 28 Haziran’da ABD’de Trump’ın olası başkanlığı hesap edilerek daha sert bir sürece hazırlanılacağı görüşünde:
“İran, benim gözlemlediğim kadarıyla, ABD’de kasım ayında gerçekleşecek seçimlerde Donald Trump’ın kazanacağı öngörüsüyle bir formül geliştiriyor. Önceki dönemde Donald Trump başkan olduğunda, İran’da Hasan Ruhani devlet başkanıydı. Çok sıkıntılı bir evre geçti. Kasım Süleymani’nin öldürülmesine İran, çok ciddi bir tepki veremedi. Eğer Trump tekrar başkan seçilecekse, ki İran’ın öngörüsü bu yönde, daha muhafazakar, Devrim Muhafızları ile daha yakın ilişkisi olan, Devrim Rehberi’ne yüzde 100 sadakati olan bir cumhurbaşkanı adayı olsun isterler. Daha sert bir sürece hazırlık olarak görüyorlar bunu. Ben şu anda reformist bir cumhurbaşkanına yol açılmasını pek olası görmüyorum. Benim için çok şaşırtıcı bir tercih olur.”

‘Tahran Belediye Başkanı’nın, kabinedeki Ulaştırma Bakanı’nın adı geçiyor’

28 Haziran’da yapılacak seçimlerde henüz adayların belirlenmediğini kaydeden Dr. Bilgehan Alagöz, adı geçen isimlere değindi:
“Bazı isimlerin adı geçiyor. Tahran Belediye Başkanı’nın, kabinedeki Ulaştırma Bakanı’nın adı geçiyor. Ama henüz netleşen, kesin aday olacağını söyleyebileceğimiz bir veriye rastlamadım. Bu önümüzdeki haftalarda ortaya çıkar diye tahmin ediyorum.”
Yorum yaz