‘Sadece bir yerel seçim olarak değerlendirilemeyecek kadar değişik bir sonuçla karşı karşıyayız’
“Genel seçimlerin üzerinden 10 ay geçti. Onun üzerine yapılan yerel seçim, beklenmedik sonuçlara tanıklık ettiğimiz bir seçim oldu. Bence yerel seçimin en önemli özelliği, istatistiklere bakınca da görüldüğü üzere, ilk defa iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’de ikinci konuma gerilemesi ve ilk defa Cumhuriyet Halk Partisi’nin birinci olması. Son yıllar itibarıyla söylüyorum... Türkiye nüfusunun önemli bir kısmının yaşadığı, Türkiye’de ekonomik faaliyetin önemli bir kısmının olduğu birçok Büyükşehir artık CHP’nin kontrolüne geçmiş durumda. Bu, ister istemez Türkiye’nin genel siyasi tablosu hakkında da fikir verecektir bence.
Sadece bir yerel seçim olarak değerlendirilemeyecek kadar değişik bir sonuçla karşı karşıyayız. Buradaki en önemli unsur, dramatik değişimin 10 ay gibi kısa bir sürede nasıl olduğuyla ilgili. Asıl tartışılması, düşünülmesi gereken bu. Ben burada ekonominin ana belirleyici olduğunu düşünüyorum. İktidar genel seçime kadar farklı bir ekonomi politikası yürütmüştü. Bir nevi seçim ekonomisi uygulanmıştı. Ona yönelik isimler ekonomi yönetiminin başındaydı. Fakat seçimlerden sonra Mehmet Şimşek özelinde daha farklı bir ekonomi ekibi ve politikası oluşturuldu.10 ay sonrasında gördüğümüz ise şu:
Halk, bu yeni ekonomi politikasını ve yönetimini beğenmedi. Buna karşı tepkisini gösterdi. Burada tabii Mehmet Şimşek’in geçmişten beri ayırt edici özelliği, uluslararası sermayeyle barışık, finans-kapital çevreleriyle ilişkili, klasik neoliberal iktisat doktrininin uygulayıcısı olması. Nitekim aynı uygulamalara devam etti. Sert faiz artışları ekonomik faaliyetin aksamasına sebebiyet verdi. Bunun dışında daha önceki yanlış politikaların sonucu oluşan enflasyonun indirilememiş olması ve özellikle halkın geniş kesimlerinin; özellikle dar gelirli kesimlerin, sayıları 16 milyonu bulan ve ekonomik pastadan en az pay alan emeklilerin hükümete önemli bir ders verdiğini, uygulanan ekonomik politikaları beğenmediğini ve bunun faturasını da seçimlerde kestiğini düşünüyorum.”
‘Muhalefetin asıl başarısı lider değişikliğiyle ilgili’
“Öncelikle 2019 yerel seçimlerinde de oy kaybı yaşamıştı AKP. Fakat orada fark şu: O seçimde ikinci olan CHP, il genel meclisi oylarına kıyasla gerideydi. AKP, yüzde 39’a 23 gibi 16 puanlık bir farkla birinciydi ve AKP’nin birinciliği tartışılmıyordu. Bu sefer AKP 34-32 oranıyla ikinci sıraya ilk defa düştü. Bu not edilmeli. İkincisi, 2019’un dünyasında 2008 dünya finansal krizi olmuştu fakat neoliberal politikalar o kadar sorgulanmıyordu. Şu anda 2024’teyiz ve dünya, neoliberal iktisat politikalarını büyük ölçüde terk etmiş durumda. Dünyanın her tarafında bunlar sorgulanırken, eskinin temsilcileri ve taklidiyle yürütülen politikanın ters teptiğini düşünüyorum. Ana etmen bu.
Muhalefet başarılı mı? Elbette. Neden başarılı? Çünkü ilk kez birinci parti oluyor. Büyükşehirleri ve daha önce kazanamadığı birçok ili kazandı. Harita renkleniyor. Rakamlara yansıyan bir başarı var. Bunun ana sebebi ne? Ben muhalefetin asıl başarısının lider değişikliğiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. 13 yıllık başarısız bir genel başkanın kasım ayındaki kurultayla gönderilmesi durumu yaşandı. Her zaman seçmen açısından yeni yüze kredi açılır. Henüz beş ay geçmiş kurultayın üzerinden ama vatandaş her zaman değişime, yeni yüze bir kredi açar. Dolayısıyla CHP bu anlamda başarılıdır.”
‘Batı basını tarafından neden manşetlere çıkarılmadığı bir soru işaretidir’
“Bu seçimin başarılı olan ikinci partisi ve artık muhalefette konumlanan partisi Yeniden Refah Partisi’dir. Türkiye genelinde yüzde 7 ile barajı yakaladı ve üçüncü parti oldu. AKP’den kopan, onu cezalandırmak isteyen seçmenin ya sandığa gitmediğini ya da YRP’ye yöneldiğini görüyoruz. İlerleyen dönemde, YRP’nin hem ekonomiye bakış açısı, hem sosyal politikalara bakış açısı hem de dış politikaya bakış açısı itibarıyla iktidardan ciddi bir farklılık göstereceği, iki parti arasında mücadele olacağı ve Türkiye’de artık 1 Nisan itibarıyla siyasi dengenin altüst olduğu bir döneme giriyoruz.
Her şeyden önce, bilhassa başkent Ankara’da, iktidar partisi adayını ikiye katlayan bir Mansur Yavaş fenomeni var. Yüzde 60 oyla bence seçimlerin en başarılı ismi. İstanbul’da tabii İmamoğlu’nun bir başarısı var. İşte seçimin jeopolitik yansıması ondan sonra başlıyor. Özellikle Batı basınına dikkat ettim AP’den Reuters’a kadar... Seçim sonuçlarını ‘İmamoğlu, Erdoğan’ı yendi’ diye görüyorlar. Bu seçimin bir sonucu olabilir fakat ana sonucu değil. Neden bunu göstermek istedikleri, neden buna odaklandıkları, Mansur Yavaş gibi bir ismin yüzde 60 almasına rağmen Batı basını tarafından neden manşetlere çıkarılmadığı bir soru işaretidir.”
‘Gazze ve dış politikadaki tutarsızlık, YRP’nin yükselişinde bir faktör olabilir’
‘Türkiye’nin borçlu olduğu küresel sermayeye, Batılı finans-kapital merkezlerine güven tazeleme mesajıdır bu’
“Türkiye ekonomisi çok sıkıntılı bir durumda ve bu anlamda iktidar partisi de bir kıskaç içerisinde. Mevcut sürdürülen son 10 aylık politika için ne diyorlar? ‘Rasyonel politika, akılcılığa geri dönüş, ortodoks politikalar’ vs. fakat bunlar neoliberal eksenden yapılıyor. Verilere göz atarsak bambaşka bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Türkiye’nin toplam dış borcu 500 milyar doları aşmış durumda. Bir yıl veya kısa vadeli borçlar 220 milyar doları aşmış durumda. Ve hala TL’nin sert değersizleşmesine rağmen Türkiye, yıllık 40 milyar dolarlık bir cari açık sendromuyla karşı karşıya. Bu durumda rezervleriniz güçlü değilse, üretim ekonomisine sahip değilseniz, cari fazla veremiyorsanız; dışarıdan gelen ucuza mal edebileceğiniz bu borçlanmayı ‘başarı’ gibi sunma yanılsamasına düşüyorsunuz. Neden yanılsama? Çünkü bu vatandaşın somut yaşamını etkilemiyor. Bu makro-ekonomik bir tartışma. Vatandaş neticede kendi alım gücüne, hayat standardına bakıyor. Dolayısıyla bir yandan vatandaşın somut iktisadi taleplerine karşılık vermek bir yandan da bu politikaları yürütmek çelişkili bir durum. Bu anlamda iktidar kıskaç altında.
Tabii hemen sonrasında yapılan ‘Önümüzde seçim yok artık bu ortodoks ekonomi politikalarına devam edeceğiz’ açıklaması da biraz Türkiye’nin borçlu olduğu küresel sermayeye, Batılı finans-kapital merkezlerine ‘Durum çok kötü, biz de sizinle yol almaya belli bir süre daha devam edeceğiz’ şeklinde bir güvence mesajıdır. Fakat bu böyle devam ettikçe iktidar partisinin eriyip gideceği bir gerçek olarak karşımızda. Dolayısıyla soru şu: Bu politikalar ne zaman terk edilecek? Kısa vadede gözükmüyor ama bir yerde bu terk edilmek zorunda kalır.”
‘Bence ABD’de çok ciddi pazarlıklar söz konusu olacaktır’
“10 aylık ekonomide Batı’ya dümen kırılmasıyla birlikte ister istemez dış politikada da ciddi bir yakınlaşma oldu. Bunlar birbirini besleyen dinamiklerdir, ayrı olmaz. Ekonomisi bu kadar Batı’ya bağımlı bir ülkenin Batı’ya rağmen bir politika geliştirmesi kolay değil. Ama öbür yandan da ‘Batı’ya bağımlı ama siz bağımsız kılmak için ne yaptınız’ sorusu gündeme gelecektir. Bu konuda Ankara’nın pek bir politika geliştirmediği, kendini bağımlı kılan unsurlara ekonomi yönetimini terk etmekte olduğu izlenimi doğmuş durumda. Bunun sonuçlarını da yaşıyoruz.
Mayıs ayındaki Biden-Erdoğan zirvesi bence önemli. Biden seçildikten sonra ilk defa davet ediyor. Bence orada çok ciddi pazarlıklar söz konusu olacaktır. Bilhassa Irak’ın kuzeyine bir operasyondan bahsediliyor. Bu konuda ABD ile Türkiye arasında uyum sağlanabilecek mi? Son 10 aya baktığımızda ilişkilerinin yumuşamaya başladığını ve bir yakınlaşma olduğunu görüyoruz. Mayısta çıkacak sonuç ne olursa olsun ben bunun kesin varılacak nokta olacağı kanaatinde değilim. Asıl Amerika seçimleri önemli. Biden iktidarda kalacak mı? Kasım’da Trump mı gelecek? Bence kasımdaki ABD seçimlerine kadar AKP ve Sayın Cumhurbaşkanı, durumu biraz idare etmeye çalışacak. Ben asıl ABD seçimleri sonrası Türkiye’nin belirli bir karara ulaşacağını düşünüyorum. Fakat hükümet dediğim gibi ekonomide ve dış politikada dümeni Batı’ya kırmış gibi gözüküyor. Bunun neticesinde de çeşitli toplumsal kesimlerden gelen tepkiyi ve bunun siyasi sonuçlarını göğüslemek zorunda kalıyor.”
‘Burası Türkiye ve her türlü sürprize açık’
“Somut olarak dümeni Batı’ya kırmaktan neyi kastediyoruz? İsveç’in NATO üyeliğinin kesin bir ödün alınmadan apar topar alınması, F-16 satış sürecine yönelik olarak ilerleme yaşanması örnek olarak gösterilebilir. Bu ikisinin de Rusya ile ilişkilerde doğrudan ilgisi yok. Dolaylı bir etki olabilir. Doğrudan etki ne olacaktır? Türkiye’nin Ukrayna’daki savaşla ilgili iki yıldır izlediği politikayı, yani görece tarafsız politikayı terk edip etmeyeceği etkileyecek. Eğer Türkiye orayı terk edip Batı ile birlikte hareket ederse, bu defa da ekonomisinde Rusya ile ilişkiler neticesinde ciddi sorunlar yaşayacaktır.
Türkiye’yi kim yönetirse yönetsin; aklı başında bir hükümetin Batı için Rusya’dan, Rusya için Batı’dan vazgeçmeyeceğini düşünüyorum. En önemlisi de Rusya bölgede komşumuz ve jeopolitik gerçekler var. Aklı başında bir hükümetin radikal dönüşler yapmayacağını düşünüyorum ama burası Türkiye ve her türlü sürprize açık.”