‘2020’den bu yana seçimlere katılım oranlarında mütemadiyen düşüş görüyoruz’
“Seçimlerin yapılması İranlıların en çok övündüğü konulardan birisidir. Özellikle bölgedeki monarşik Arap rejimlerine karşı övündükleri önemli bir konudur. Ama İran’da özellikle 2020’den bu yana olan seçimlerde katılım oranlarında mütemadiyen düşüş görüyoruz. Bu düşük trend zaten beklenti dahilindeydi. Hatta bunu engellemek ve katılımı yüksek tutabilmek için, Devrim Rehberi Hamaney’in kısa süre önce, ‘Seçimlere muhalefet, İslam’a muhalefettir’ şeklinde vurucu, sert bir beyanı oldu. Çünkü katılım düştükçe ister istemez ülkedeki rejimin meşru bir zeminde olup olmadığı tartışması da alevleniyor. Özellikle Mahsa Amini’nin ölümü sonrası başlayan protesto dalgaları sert bir şekilde bastırılmıştı.
Her ne kadar uluslararası toplumu önemsemiyormuş gibi duran bir İran olsa da, Tahran bir şekilde bu algıyı yönetmeye çalışıyor. Dolayısıyla katılımı yüksek tutmaya çalışmakla birlikte fiili olarak toplumu katılımı yükseltmeye motive eden hiçbir süreç olmadı. Çünkü İran’da hem parlamento hem Uzmanlar Konseyi adaylarını da onaylayan bir ön merci var. Anayasayı Koruyucular Konseyi deniyor. Bizdeki YSK’ya benzetebiliriz. Burası zaten milletvekili için başvuranların yüzde 50’sini veto etti. Dolayısıyla önden halkın iradesine darbe indirildi.”
‘Hamaney 85’inci yaşında, Uzmanlar Konseyi yeni denklemi belirleyecek’
‘Ruhani’nin adaylığı bile reddedildi’
“Burada dikkatimizi çeken husus şu: Uzun yıllar devlet görevlerinde yer almış ve hatta Cumhurbaşkanlığı yapmış Hasan Ruhani’nin adaylığı reddedildi. Uzmanlar Konseyi’nin 1999’dan beri üyesiydi. Hatta Hasan Ruhani’nin de sert bir açıklaması oldu. ‘Allah’ım, sen bu halkı tekelcilerin, dalkavukların, bölücülerin zararlarından koru’ dedi. Tonu ağır bir açıklama oldu. Dolayısıyla uzun yıllar sistemin içinde yer almış kişilerin bile bir engele takılması, zaten halkın seçime katılmak için hiçbir motivasyonunun olmamasını sağladı.
Resmi rakamlara göre yüzde 40 civarı bir katılım var. Hatta bunun daha da düşük olduğu düşünülüyor. Tahran merkezinde katılım oranı yüzde 20’lere kadar inmiş. Bu çok ciddi bir rakam. Özellikle İran basınında şunu çok gördük: ‘Türkiye’de bakın ne kadar çok katılım var’ şeklinde. Türkiye ile çok kıyas yapıldı. Tabii toplum dinamikleri, iki ülke arasında çok farklı işliyor. Birçok merkezde seçimler aslında ikinci tura kaldı. Tahran, Şiraz, Meşhed gibi önemli toplam 16 şehirde 8 Mart’ta ikinci tur yapılacak.
Ama şu anki meclisin genel rengine baktığımız zaman oldukça sert, muhafazakar bir grubun ön plana çıktığını görüyoruz. Direniş Cephesi olarak tercüme edebileceğimiz grubun listelerine bakarak, parlamentonun ana rengini görebiliyoruz. Mevcut Parlamento Başkanı Muhammet Bağır Galibaf ilk turda girebildi ama dördüncü sırada yer aldı. Bu da onun siyasi kariyeri açısından ciddi bir sıkıntı yaratıyor. Bir daha parlamento başkanlığı yapması pek ihtimal dahilinde gözükmüyor.”
‘Batı Azerbaycan’da çevre vilayetlerden Kürtlerin oy kullandığı söyleniyor. Türk toplumunda infial oldu’
“Yine Türkiye’nin yakından takip etmesi gereken bir konu varsa, o da Batı Azerbaycan vilayetinde ortaya çıkan seçim sonucu. Burada 12 milletvekili kontenjanı vardı ve 7’sini Kürt kökenli siyasetçiler kazandı. Özellikle Urumiye gibi Türklük ile çok özdeşleşmiş bir şehirden 2 Kürt temsilcinin çıkması, ilk kez olan bir durum. Bugün bazı haberler düştü. ‘Urumiye Kürdistan’dır’ şeklinde kutlamalar var. Bu tabii oranın Türk toplumunda infial yaratmış durumda. Genel katılım düşüklüğü orada da görüldü fakat duyumlar şu şekilde: Çevre vilayetlerden Kürtlerin gelip koordineli şekilde oy kullandığı söyleniyor. Çünkü İran’da, bizdeki gibi ‘kim nerede kayıtlıysa o bölgede oy kullanacak’ diye bir şart yok. İsteyen, istediği yerde gidip oy kullanabiliyor. Ve böyle bir taşıma sistemiyle, çok daha sistematik bir davranışla, Kürt milletvekillerinin kazanmasının yolunun açıldığı söyleniyor. Bu bölgede bir süredir Türk-Kürt gerilimi var açıkçası. Bunu tetikleyebilir bu son durum.
Özellikle 2020 Azerbaycan-Ermenistan Karabağ sürecinde buradaki Türk nüfus çok ön plana çıkmıştı. Bunun karşısında Kürt nüfusun da anti-Türk söylemleri ortaya çıkmıştı. O zamandan beri bir tansiyon yüksekliği vardı. Seçim süreciyle tansiyon daha da artmış gözüküyor. Karşı gösteriler olur mu bilemiyorum ama şu an bölgedeki Türk nüfusta bu sonuçlar huzursuzluk yaratmış durumda. Onun dışında seçimlerde İran’ı takip edenleri şaşırtan bir sonuç çıkmadı açıkçası.”
‘İran’da siyaset, insanların günlük sorunlarına temas etmeyen bir boyutta’
“Reformcular da aslında bölündü. Baskın bir grup tamamen boykotu savundu. Bir grup da bir şekilde mecliste bulunmayı ve seçimlere girme yolunu tercih etti. Ama sonuçlara bakınca, seçime girebilenlerin de listelerden kazanamadığını görüyoruz. İran toplumunda genel bir umutsuzluk olduğunu görüyoruz. İnsanlar, seçim sonuçları ne olursa olsun beklentilerinin karşılanmayacağını düşünüyor. Çünkü reformist dediğimizde aslında 1997 yılının dinamiğini benimsemiyor. Haşimi’nin seçildiği dönemki İran ile şimdiki arasında ciddi farklılıklar var. Halkın zaten hala kendisini ‘reformist’ olarak tanımlayan kesimi, ülkeden umudunu tamamen yitirmiş. Bir şekilde siyasete güvenmeyen bir kitle olarak karşımızdalar. Dolayısıyla bu tavır etkili. Ama seçimlere katılmayan herkes reformist de değil. Hala muhafazakar tandansta olup da seçimlere katılmayanları da görüyoruz. Çünkü İran’da siyaset, insanların günlük sorunlarına temas etmeyen bir boyutta.
İran’ı açıkçası küçük bir çocuğa benzetiyorum. Yaramaz bir çocuğa. Sürekli arkadaşlarıyla kavga eden bir çocuk görünce, evde ailesiyle sorunları olduğunu düşünürüz. İran da dışarıda ne kadar agresif bir siyaset gütmeye çalışıyorsa, içeride de halkıyla o kadar çatışmayı ve kopuşu artıran bir devlet. Ciddi ekonomik sorunlar var, çözüm yok. İnsanlar sadece sosyal ve demokratik haklarını elde edememe noktasında sorun yaşamıyor. Aynı zamanda günlük hayatlarıyla ilgili çok önemli sorunlarla boğuşuyorlar. Ama siyasetin gündeminde, insanların günlük sorunları yok. Dolayısıyla bunlar da İranlıların seçime katılımının düşük olmasındaki önemli etkenlerden biri.”
‘Trump seçilirse siyasi denge kurulamayabilir’
“Şimdi tabii İran’da dönen bir sistem var. Rusya ve Çin üzerinden bir ekonomik rahatlama sağlıyor. Ama bu, ülkenin genel refahını artırabilecek seviyede değil. İran zaten bir gelir artışı sağladığında da bunu planlamaya ayıran bir ülke. Halka refah dağıtma noktasında ciddi sorun var. Artı İran, enerji kaynaklarını özellikle Çin’e piyasanın çok altında rakamlarla satış yapmak zorunda kalıyor. Bu yaptırım süreci, öyle veya böyle İran’ı olumsuz etkiliyor. Komşu ülkelerle özgürce ticaret yapamıyor. Ekonomik yaptırımlar bir baskı unsuru olarak hala devam ediyor. Kaldı ki kasımda ABD’de seçimler var. Mevcut trendlerde Biden kazanacak gibi durmuyor. İran da kendisini buna hazırlıyor. Ama benim bu konuyla ilgili endişelerim var. İran’da ilk defa her açıdan çok yoğun bir muhafazakar siyaset ile karşı karşıyayız. Parlamento o şekilde. Konjektür de... Cumhurbaşkanı ve Devrim Muhafızları’nın konumları zaten belli. İran çok yoğun bir şekilde nükleer programına ağırlık vermiş durumda. Zaten bir nükleer eşik devleti. Zenginleştirme faaliyetlerine mütemadiyen devam ediyorlar. Daha bugün Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı’nın açıklamaları oldu. İran ile ilgili endişeler en üst perdeden devam ediyor. ABD’de bir Trump yönetimi gelirse, İran’da bunu siyaseten dengeleyebilecek bir rasyonellik yok. Çok yoğun radikal eğilimleri olan bir siyasi güruhla karşı karşıyayız.
Trump döneminde Hasan Ruhani Cumhurbaşkanı idi, bir şekilde bir denge kurulabiliyordu. Ama şu anda ne İbrahim Reisi öyle bir kapasiteye sahip ne de mecliste öyle bir aritmetik var. Dolayısıyla İran, çok daha agresif bir siyasete kayabilir. Ama öte yandan İran’ın en çok kendisini denge unsuru olarak seçtiği kanatlar Rusya ve Çin. Eğer ABD, Trump yönetimi olunca Rusya ile diyalog sağlarsa, İran’a karşı tavır değişebilir. Çin de bu ABD-Rusya dengesi karşısında, İran’ı tamamen sahiplenen ülke görüntüsü çizmek istemeyebilir. İran da bu noktada uluslararası toplumla mecburi barış sürecine girmek zorunda kalabilir. Yani nükleer programın makul seviyeye çekilmesi gerçekleşebilir. Diğer konularda bir politika değişikliği olmaz. Ama önümüzdeki aylar içinde bizi hem iyi hem de kötü senaryo bekliyor. Kötü senaryo, tamamen nükleer silah üretimine geçme ihtimali de geçmiş yıllara göre daha yüksek. Bunun da elbette ki Türk dış politikasına yönelik etkileri olumsuz olacaktır.”
‘Arka planda Türk-İran ilişkilerinin olumlu gittiğini söyleyemeyeceğim’
“Türk-İran ilişkileri öyle çok aman aman iyi gidiyor demem. Bence ciddi sorunlar var. Özellikle İran kaynaklı sorunlar var. Bugün Türk dış politikasındaki önemli ayaklardan birisini, Türkiye’nin Güney Kafkasya üzerinde oluşturmaya çalıştığı Zengezur Koridoru ve yine Irak-Suriye hattında oluşturmaya çalıştığı Kalkınma Yolu projeleri teşkil ediyor. Keza Suriye’de ve Irak hattında PKK ile mücadele, Türk dış politikası açısından en hayati konulardan biri. Biz, bu temel konuların hiçbirinde İran’la bir orta yol bulamıyoruz. Dolayısıyla sürekli Anti-Türkiye retoriği üreten ve kendi iç sorunlarını çözme noktasında sürekli bir Türkiye karşıtlığına başvuran bir İran ile karşı karşıyayız. Özellikle nükleer silah kapasitesine erişen bir İran olursa, bu agresyonun çok daha fazla oluşacağını düşünüyorum.
Dolayısıyla Türk dış politikası açısından, nükleer silahlı İran, tercih edilen bir senaryo olmaz. Çünkü şu anda Türkiye’nin karşısında işbirliğine açık bir İran yönetimi görmüyoruz. Her şekilde bunu engellemeye çalışan ya da uzun süreye yayıp bir şekilde o seçeneği ortadan kaldırmaya çalışan bir İran var. Evet, karşılıklı diplomasi ve ziyaretler hiçbir zaman kesilmez. Olumlu tablolar çizilmeye çalışılır. Ama arka planda işlerin olumlu gittiğini söyleyemeyeceğim. Burada Türkiye’nin nasıl bir politika üreteceğini, İran’ın tavırları belirleyecek. Sadece Türkiye’den kaynaklı bir dostane ilişki inşa etmemiz mümkün olamaz.”