Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta bugün başlayan NATO Zirvesi öncesinde dün NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İsveç Başbakanı Ulf Kristersson bir araya geldi. Bu toplantıdan ise İsveç’in NATO üyeliği konusunda Türkiye’nin aylardır koyduğu şerhi kaldırması ve onayı TBMM’ye göndermesi kararı çıktı.
Stoltenberg, yaptığı açıklamada, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsveç'in katılım protokolünü TBMM'ye en kısa sürede iletme ve TBMM ile onay için yakından çalışma konusunda mutabık kaldığını duyurmaktan memnuniyet duyuyorum" dedi.
Stoltenberg, "Türkiye ile İsveç, bugün ikili bir güvenlik mekanizması kurulması konusunda uzlaştı. NATO da bu alandaki çalışmalarını ciddi şekilde artıracak. Ben de NATO tarihinde ilk kez Terörle Mücadele Özel Koordinatörü atayacağım" diye konuştu.
Stoltenberg, AB üyesi olarak İsveç'in, Türkiye'nin AB sürecini, vize serbestisini ve Gümrük Birliği'nin güncellenmesi çabalarını destekleyeceğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Litvanya gitmeden önce yaptığı açıklamada, "Bize verilen sözlerin tutulmasını istiyoruz. Önce Avrupa Birliği'nde Türkiye'nin önünü açın biz de İsveç'in önünü açalım" ifadelerini kullanmıştı.
AB ve ABD’den Türkiye’nin ‘Avrupa talebine’ ilişkin açıklama
AB Komisyonu sözcülerinden Dana Spinant de Erdoğan'ın sözlerine ilişkin, AB ve NATO'nun genişleme süreçlerinin birbirinden farklı olduğunu söyledi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan da Türkiye'nin AB’ye katılım isteğinin İsveç'in NATO üyeliğiyle bağlantılı olmadığını söyledi. Sullivan, "NATO NATO'dur, AB AB'dir" dedi. Sullivan ayrıca Türkiye'ye F-16 satışı konusunda ABD Başkanı Joe Biden'ın Kongre ile istişare ederek bu süreci ilerletmeyi planladığını da ekledi.
Biden memnun
ABD Başkanı Joe Biden da Türkiye'nin İsveç'in NATO'ya katılım protokollerini TBMM'ye sevk etme kararını memnuniyetle karşıladığını açıkladı. Bugün ise Erdoğan ve Biden’ın yüzyüze görüşmesinin gerçekleşmesi bekleniyor.
İsveç’te son olarak Kuran-ı Kerim yakılmıştı
Türkiye; İsveç’in PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerine desteği ve göz yumması dolayısıyla NATO üyeliğine şerh koyuyordu. İsveç bu konuda bazı yasal düzenlemeler yapsa da ülkede halen bu örgütlerin faaliyetleri ve gösterileri devam ediyor. Öte yandan geçtiğimiz günlerde İsveç’te Kuran-ı Kerim yakılması hem Türkiye’den hem de diğer Müslüman ülkelerden büyük tepki toplamıştı.
Bahçeli: Türkiye, dayatmaları sineye çekecek kabile devleti değildir
İsveç’e yakılan yeşil ışığa Türkiye’den ilk tepkilerden biri de Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’ndaki ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’den geldi. Bahçeli, “Türkiye, dayatmaları sineye çekecek kabile devleti değildir. NATO'nun açık kapı politikası da iç ve dış güvenliğimizden daha önemli olamayacaktır. Milli varlığımızı tehdit eden, kanlı terör örgütlerine kucak açan, bunların terörist devşirmesine kendi başkentinde göz yuman bir ülkeyle bir güvenlik mimarisinin bünyesinde nasıl buluşacağız. Bunu nasıl hazmedeceğiz. Sadece F-16 ile ilgili parmak sallanıyor diye tamam mı diyeceğiz. İsveç, PKK'nın Avrupa'daki mağarasıdır. Kandil neyse Stockholm aynısıdır. Karar Sayın Cumhurbaşkanımızındır. 26 üyesi NATO ülkesi olan Avrupa Savunma Birliği içinde İsveç de yer almaktadır. 19 Haziran 2023'te ABD'ye ait iki adet bombardıman uçağının İsveç'e konuşlanması tesadüf değildir. NATO'nun da Türkiye'nin taleplerinin gözetmesi ihmali olmayan bir sorumluluğudur. İsveç, politikalarından dönüş yaparsa bir şey demeyiz. Müttefik olacaksak mertçe olalım” ifadelerini kullandı.
‘NATO’ya üye ülkelerin kağıt üzerinde veto yetkisi var, fiiliyatta yok’
Peki, bu koşullar devam ederken Türkiye, İsveç'in NATO üyeliğine neden yeşil ışık yaktı, karşılığında verilen sözler hayata geçer mi? Ve en önemlisi de Türkiye’nin dış politikasındaki bu değişim neye işaret ediyor? Uzmanlar Sputnik’e yorumladı.
ATA (Asya-Türkiye-Avrupa) Platform Direktörü Dr. Volkan Özdemir, İsveç’e verilen onay ile ilgili “Beklenmedik bir şey olmadı. Türkiye’nin hiçbir zaman İsveç’in NATO üyeliğini veto edeceğini düşünmüyordum” dedi ve şöyle devam etti:
“Çünkü 71 yıllık NATO-Türkiye ilişkilerine baktığımızda hiçbir zaman Türkiye veto yetkisini kullanmadı. NATO’da üye ülkelerin kağıt üzerinde veto yetkisi var fakat fiiliyatta ABD’nin jeopolitik çıkarları açısından çok önemli gördüğü bir konuda ikili ilişkiler üzerinden baskı yaparak istediği sonucu alabilecek bir mekanizmayı kurmuş durumda. NATO’nun bunca yıllık serüveni budur. Seçimden önce Finlandiya sonra ise İsveç diye beklentimiz vardı, dolayısıyla burada bir sürpriz yok. İsveç’in NATO üyesi olması Türkiye açısından çok önemli bir konu değildir. Bu konuyu abartmamak gerekiyor. Halihazırda NATO’nun çok daha eski ve önemli ülkeleri PKK’ya desteklerini açıkça veriyorlar. İsveç’in NATO’ya girip girmemesinin de onların bu konudaki politikalarında bir değişiklik yaratacağını beklemiyorum. Türkiye’nin jeopolitik çıkarları açısından da İsveç’in NATO üyeliğinin çok bir önemi yok.”
‘İktisadi bağımlılık er ya da geç dış politikada bir bedel ödetecektir’
Özdemir, ‘bunun karşılığında ne aldık sorusu önemli’ diyerek şöyle devam etti:
“Hiç olmazsa Türkiye bunu pazarlık masasında kendi menfaatine bir şeyler alabildiyse üyelik tartışılabilir. Baktığımızda yazılan AB ile vize serbestisi olacağı, AB müzakere sürecinin tekrar canlandırılacağı ve üyelik mekanizmasının ileride olacağı gibi söylemler var. Bunların hiçbirinin olma ihtimali yok. Ne AB bu kadar sığınmacı göçmenin olduğu Türkiye’ye vize serbestisi verir ne de on yıllarca söylenen AB üyelik yalanı ya da hayali gerçekleşir. Türkiye’nin ABD’den F-16 alma sürecinin de ne olacağını ileride göreceğiz. Bunun da gerekli olup olmadığı tartışmaya açık bir konudur. Bu yönelimin arkasındaki asıl sebep Türkiye’nin çok büyük bir ekonomik darboğazdan geçmesi, çok ciddi bir döviz krizi yaşamasıdır. Meselelere ekonomi-politik bakılması gerekiyor. Türkiye’nin bu kadar kırılgan ve bağımlı bir iktisadi yapıdayken siyaseten kritik konularda bağımsız karar veremeyeceğini düşünüyorum. Asıl neden Türkiye’de patlaması muhtemel ve sonuçları çok yakıcı olacak döviz krizinin siyasetçiler tarafından ötelenme istediğidir. Türkiye son Ukrayna hamleleri ve İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakmasıyla mümkün olduğunca Batı’nın Türkiye’de ciddi bir ekonomik kriz çıkartmasını ertelemeye çalışıyor. Bu kadar bağımlı olur ve bunu kırmak için bir şey yapmazsanız bu da kaçınılmaz sondur. Asıl düşünülmesi ve eleştirilmesi gereken konu da budur. Bir ülke iktisadi açıdan bu kadar bağımlı haldeyse ve eğer dışarıdan gelecek doğrudan yatırım yerine sıcak paraya bu kadar hevesliyse zaten bu anlayış başlı başına yanlıştır ve er ya da geç dış politikada da bir bedel ödetecektir.”
‘İktidar iktisadi koşulları nedeniyle Batı’ya tavizler verdi’
Özdemir, “Türkiye, dış politikada 2016 öncesine geri dönecek görüşüne katılmıyorum” diye ekleyerek önümüzdeki döneme ilişkin görüşlerini şöyle anlattı:
“Türkiye’nin Rusya ile de çok kuvvetli ticari-iktisadi ilişkileri var. Buna doğrudan Rus yatırımlarından doğalgaz borcunun ötelenmesine kadar bir sürü başlık eklenebilir. Dolayısıyla Türkiye-Rusya ilişkilerinde de bir kopma beklemiyorum. Türkiye’nin 2016 sonra izlediği dengeleyici dış politika ve Ukrayna krizinde izlediği etkin tarafsızlık asıl önemli ve incelenmesi gereken konulardır. Türkiye’nin Rusya-Ukrayna arasındaki etkin tarafsızlık pozisyonunu doğru buluyorum ve terk edilmesini kolay görmüyorum. Rusya aleyhine terk ettiği zaman yine ekonomik boyuttan çok ciddi sıkıntılar doğacak. Hükümetin yılsonuna kadar başta ekonomide ve çeşitli dış politikalarda Batı’ya daha muhtaç bir dış politika izleyeceğini fakat bunun Rusya ile ilişkileri köprüleri atıcı niyette olmadığını söyleyebilirim. Ukrayna söylemlerinin hiçbir kıymeti yok. Erdoğan bir hafta sonra çıkıp tam tersi bir açıklama da yapabilir. Erdoğan’ın bir açıklaması ya da ülkenin bir hamlesi üzerine yapısal sorunlar tartışılamaz. Burada çok bilinmeyenli denklemler ve çeşitli dinamik faktörler var, onların incelenmesi gerekiyor. Türkiye tekrar tamamıyla Batı’ya teslim oldu söylemi yanlış, iktidar aslında iktisadi koşulları nedeniyle Batı’ya tavizler verdi. ‘Eksenini tekrar Batı’ya çevirdi’ demek çok erken bir yorum olur.”
Erenel: Türkiye artık denge politikasından biraz daha Batı’ya sapmaya yöneliyor
İstinye Üniversitesi Güvenlik ve Savunma Stratejileri Uygulama ve Araştırma Merkezi (GÜVSAM) Başkanı ve Emekli Tuğgeneral Prof. Dr. Fahri Erenel de “Son aylarda Türkiye’nin üzerindeki baskı giderek arttı” diyerek şunları söyledi:
“Sadece İsveç konusu değil; Ukrayna’nın NATO üyeliğini hak ettiğinin açıklanması, Azov taburu komutanlarının Ukrayna’ya verilmesi gibi konuları göz önüne almak lazım. AB ile gümrük birliğinin yenilenmemesi dolayısıyla Türkiye’nin ihracatta ciddi kayıpları var. Bu kayıplar Türkiye’nin İsveç tutumu nedeniyle bir türlü masaya getirilemiyordu. Diğer tarafından İsveç, AB’nin NATO üye olmayan dört ülkesinden biri olarak kalmıştı. İsveç’in NATO’ya üye olması AB açısından son derece önemli. AB’nin stratejik özerkliğinde İsveç önemli bir yer tutuyor. Vize konusunda yaşanan sıkıntılar, gümrük birliğinin mevcut şartlara göre yenilenmemiş olması ve Türkiye’ye yönelik turizmde birtakım ülkelerin kısıtlamaları Ankara’yı bu istikamette adım atmaya yönlendirdi. ABD’nin Yunanistan’a giderek artan desteği, Doğu Akdeniz konusu gibi durumlar Türkiye artık denge politikasından biraz daha Batı’ya sapmaya yöneltti.”
‘Çok mesafe gerekiyor bugünden yarına olacak şey değil’
“Türkiye, İsveç AB üyeliği ve vize serbestisi konusunda destek sağlayacak dedi ancak AB’den hemen açıklama geldi ve iki konunun birbirinden ayrı olduğunu belirttiler. ABD’den de benzer bir açıklama geldi. O yüzden Türkiye’nin İsveç hamlesinin aslında NATO’ya verilen bir mesaj olmadığını Avrupa’ya verilen bir mesaj olduğunu düşünüyorum” diye ekleyen Erenel, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Kavala kararı gibi konulardan dolayı Türkiye, Avrupa Konseyi’nden kararları uygulamadığı için atılması tehlikesi ile karşı karşıya, AB ilerleme raporlarında çok ciddi eleştirilerle muhatap oluyor… Türkiye bu istikamette gidecek hem o raporlarda yer alan hususlarda hem de AB’ye üyelik gibi konularda durmuş olan müzakere sürecinde bir mesafe kat etmesi gerekiyor. Bu Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk seçildiği 2000’lerin başlarına da bir dönüş olarak da irdelenebilir. Ancak çok mesafe gerekiyor bugünden yarına olacak şey değil.”