İçişleri Bakanlığınca ‘Afet Eğitim Yılı’ ilan edilen 2021 senesinde, insan eliyle doğanın dengesinin bozularak iklim krizine yol açılmasının sonuçları, orta kuşakta bulunan Türkiye’nin de tüm dengelerini alt üst etti. 2021 yılında kendisini ardı arkası kesilmeyen felaketler zincirinin ortasında bulan Türkiye, birçok afet ile aynı anda mücadele etmek zorunda kaldı. Türkiye’nin bir yanı durdurulamayan yangınlar ile kavrulurken diğer yanı da önü alınamaz boyutlardaki sel ve su baskınlarıyla sınandı.
Su kaynaklarının orantısız bir şekilde hızla tükendiği iç bölgelerde ise arazilerdeki kuraklık sonucu obrukların çökmesiyle oluşan çukurların, çiftçinin kabusu olduğuna şahit olundu. Beklenmedik coğrafyalarda çıkan hortumlardan ve umulmadık şiddetteki fırtınalardan geriye, sökülen çatılar ile devrilen ağaçlar kaldı. Denizlerdeki kirlilik nedeni ile ülkenin batısında müsilaj sorunu yaşayan Marmara ve Ege için seferberlik başlatıldı. Turizm ve deniz mahsülleri piyasasının da etkilendiği bu süreçte, müsilaj nedeniyle sualtı popülasyonu zarar görmeye hala devam ediyor.
Havada, karada ve suda yaşanan ve önemli ölçüde can ile mal kayıplarına neden olan afetler silsilesinin toplam bilançosunun önümüzdeki günlerde resmi olarak açıklanması beklenirken, genel tablonun ağır olacağı da pek çok kez dillendirildi.
Tüm bu felaketlerin içinde hayatlarını kaybeden insanların yakınları, işlerinden ve evlerinden olanlar ile ne yapacağını bilemeden mücadele verenler kendi öykülerini Sputnik’e anlatırken, işin uzmanları da konuyu değerlendirerek, felaketlerin önüne geçilmesi için önümüzdeki yıllarda alınması gereken elzem önlemleri aktardı.
‘Teknenin arkası hortum yüzünden tamamen parçalanmıştı, benim olduğum yerdeki bir tekneyi kurtardık ama diğerleri battı’
2021’in ilk aylarından itibaren başlayan olumsuz hava koşulları, İzmir’in Alaçatı ilçesinde çıkan hortumda ve da kendisini gösterdi. Çatıların uçtuğu, araçların taklalar attığı bölgede marinadaki pek çok tekne de kullanılamaz hale geldi.
Alaçatı marinada felaketi yaşayanlardan biri olan Hasan Kaptan, daha önce de aynı bölgede tsunami yaşadıklarını belirterek “Deniz kabardı, en son benim olduğum yerdeki teknenin arkası tamamen parçalanmıştı. O tekne hortumun içinde kalmıştı. Ben kendi botuma atladım, tekneye çıkıp yerine bağladım. Sonrasında da kendi teknemi sahilden 3 metre geriye çektim ve o şekilde sabaha kadar bekledik. Bir tekneyi kurtardık ama diğeri tamamen battı”
‘Son dönemde Türkiye’de ve dünyada küresel ısınmadan farklı olarak küresel iklim değişikliği yaşanıyor’
Yaşanılan fırtınalı havaların ve anormal sağanak yağışların sebebine dair konuşan TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Murat Kapıkıran, “Türkiye’de ve dünyada son dönemde küresel ısınmadan farklı olarak küresel iklim değişikliği yaşanıyor. Etkileri arasında özellikle yağış rejiminin bozulması, aynı anda çok kısa bir zaman diliminde çok yoğun yağışın olması gibi doğadaki mevcut dengeyi ve düzeni altüst eden çeşitli farklılaşmalara neden olan fartörler var. Küresel iklim değişikliği konusunda, bilim otoriteleri ve bilim insanları, bu işten en fazla Doğu Akdeniz havzasının ve Avustralya'nın etkileneceğini, öncelikle bu bölgelerde başlayacağını zaten ifade ediyorlardı” dedi.
‘Dış kapımız ve bahçe duvarlarımız sele kapılıp gitti, kaçanlar oldu ama ben engelli kızımı bırakıp gidemezdim’
Aşırı yağışların vurduğu Karadeniz’de ise neredeyse her ilde yaşanan sel ve toprak kaymaları, Kastamonu, Sinop ve Bartın illerini oldukça etkilemiş, toplam 82 kişi hayatını kaybederken, 228 kişi ise yaralanmıştı. Felaketin boyutları o kadar büyüktü ki, Meteoroloji Genel Müdürlüğü'ne göre 10-12 Ağustos tarihleri arasında Kastamonu, Sinop ve Bartın'a bağlı bazı bölgelerde metrekareye düşen yağış miktarı bir yıllık toplam yağışın 3'te 2'si olarak kayıtlara geçti.
Sinop'un selden en çok etkilenen Ayancık ilçesinde, sağanağın ardından çayın taşması sonucu mahsur kalanlardan biri olan ev hanımı Cemile Özaydın Çetinkaya, “Giriş yerleri ve bodrum tavana kadar su dolmuştu. Dış kapımız ve bahçe duvarlarımız sele kapılıp gitti. Yenikonak köyündeki tanıdığım Demircan ailesinden bir karı-koca da eviyle beraber sele kapılıp öldü. Ölen arkadaşlarımdan birinin cesedini köyümüze çok uzak bir yerde, Sinop tarafında denizin kenarındaki tomrukların arasında bulmuşlar. Sel sırasında etraftakiler bize de ‘ev yıkılabilir o yüzden gidelim, kaçalım” dediler. Ama ben bir yere gidemezdim. 35 yaşında engelli bir kızım var onu taşıyamazdık, balkondan indiremezdik. Tabiki orada da bırakamazdım. O yüzden kızımı bırakmayarak hiçbir yere kımıldamadım. Ama sel suları döne döne aktıkça evi salladı. hepimiz çok korktuk” dedi.
‘15 gün dışarıya adım atamadık, 5 gün boyunca da karanlıkta kaldık, haber alamadık, neler olup bittiği öğrenemedik’
Yaşadıkları felaketin sonrasını da Sputnik’e anlatan afetzede Çetinkaya şu ifadeleri kullandı:
“15 gün dışarıya adım atamadık. Köyümüze yardıma gelenler diğer evleri temizliyorlardı o yüzden bize sıra gelene kadar 15 gün geçti, haliyle biz de orası boşalmadığı için dışarıya oradan çıkamadık. Birinci katta oturan komşumuzun balkonundan merdiven koyduk, o merdivenden ekmek ve su alabildik. Sağ olsunlar Türkiye’nin her tarafından bize erzak gönderen olmuş. Denizli’den, Adana’dan, Ankara’dan, İzmir’den daha birçok ilden bir sürü yardım gelmişti. Elektrikler de kesildi. 5 gün boyunca karanlıkta kaldık. Telefonları şarj edemedik, mumla ışığında oturduk hep. Elektrikler gelince de bu sefer televizyonlar çekmedi, haber alamadık, neler olup bitti öğrenemedik”
‘Bir sürü cesede bakıp kendi ailemi bulmaya çalıştım, insanlar tanınacak halde değildi’
Ayancık’ta yaşayan ailesinden farklı bir ilde ikamet eden Kenan Demircan, Sinop'taki sel felaketinde annesini ve babasını kaybedenlerden biri. Televizyon izleyen arkadaşının uyarısıyla sel felaketinden haberdar olan Demircan, “Babamı aradım, benimle telaşlı konuştu. Evde mahsur kaldıklarını, ancak helikopterle kurtulabileceklerini söyleyerek helallik istedi. İkinci katın penceresinden su giriyormuş, ev de sallanıyormuş. Etraftaki diğer evlerin hepsinin yıkıldığını söyledi. Dondum kaldım, şoka girdim. Hemen yetkilileri aramaya başladım ama onlar da mahsur kalmışlar. İki dakika geçmemişti ki tekrar babamı aradığımda telefonunun kapalı olduğunu gördüm. O sırada sel evle beraber yıkıp götürmüş. Yanındaki ev ayakta kalmış sadece, onun içinde de yaşlı bir teyzeyle çocuk varmış. Olaydan sonra ben eşgal belirlemek için İzmir’den Sinop’a gittim. Cenazesini bulmak için çok uğraştık. Bir sürü cesede bakıp kendi ailemi bulmaya çalıştım. İnsanlar tanınacak halde değildi. Morglarda o kadar çok durdum ki üstüme ceset kokusu sinmişti. Felaketten 4 gün sonra babam, 11 gün sonra ise annemin cansız bedeni bulundu. O üzüntüden ve stresten 10 günde 7 kilo vermişim. Bunlar çok ağır şeyler” dedi.
‘Felakete yol açan doğanın gücü değil, rant için yapılan akıl dışı uygulamalardır’
Sel ve su baskınlarının yaşandığı coğrafyaları tabiatlarıyla birlikte değerlendiren emekli öğretim üyesi ve Vatan Partisi Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Çiftçi Bürosu Başkanı Prof. Dr. Cengiz Çakır, konuya ilişkin verdiği demeçte “Dere yataklarına yapılan inşaatlar suların denize ulaşmasını önleyen yollar, ormansızlaşma sellerin etkisini artırmaktadır. Felakete yol açan doğanın gücü değil, rant için yapılan akıl dışı uygulamalardır. Selleri kentlere değil, yeraltı barajlarına yönlendirebiliriz. Bireysel olarak çözemeyeceğimiz sorunlara çözüm getirecek yöneticilerin işbaşına gelmesi için çaba göstermeliyiz. Felaketlerin senaryosu olmaz, bilim ve teknikle sorunlarımıza çözüm buluruz” açıklamasında bulundu.
‘Etrafımızdaki tarlalarda hep göçükler oluştu, adımımı attığım yer çatırdıyor gibi geliyor, tarlalarda çalışan herkesin psikolojisi bozuldu’
Geçtiğimiz yıl boyunca Türkiye’de aşırı yağışın neden olduğu su fazlalığı ile mücadele edilirken diğer yandan da İç Anadolu Bölgesi'nde kuraklık nedeniyle oluşan doğal yıkımlar da gündemden düşmedi. Türkiye'nin en büyük ikinci gölü olan Tuz Gölü’nde yaşayan flamingoların yaşam kaynakları olan suyun buharlaşmasına bağlı olarak toplu halde öldüğünün ortaya çıkmasının ardından yaşananlar da dünya basınına yansıdı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın yaptığı araştırmaya göre ölümlerin, su seviyesinin eksikliğinden kaynaklandığının açıklanması, yaşanan kuraklığın boyutlarını akıllara getirdi.
Bir başka kuraklık olayı ise Konya’nın zengin yeraltı sularıyla dolu olan obruklarında yaşandı. Yanlış sulamadan ve yeterli miktarda yağış düşmemesinden kaynaklanan kuraklık nedeniyle boşalıp birer birer çöken obruklar, bu yıl İç Anadolu’da çiftçinin en sık yaşadığı korkulardan biriydi. Akrabalarının tarlasında çalışarak geçimini sağlayan 46 yaşındaki çiftçi İbrahim, “Etrafımızdaki tarlalarda hep göçükler oluştu. Artık beni de çalışırken bir korku sarmaya başladı. Adımımı attığım yer çatırdıyor gibi geliyor, tarlalarda çalışan herkesin psikolojisi bozuldu. Çünkü çöken obruklar küçük değiller 50 metre genişliğe kadar olan var, 70 metre derinliği olan var. Düşsek kurtulamayacağız. Toprak zaten yazın kavrulmaktan iyice geriliyor toplanıyor. Bir de ağır makinelerle tarlada çalışıyoruz. Ne olur bilmem ama hepimizin tedirgin olduğu kesin. Hal çare bulmak lazım” şeklinde konuştu.
Konya - obruk
© DHA
‘Taban suyu ve yağış azlığından ötürü kuru tarım ürünlerinin yapılamaması, tarımın kuzeye kayması söz konusu’
Konuya dair değerlendirmelerde bulunan Ziraat Mühendisi Kapıkıran, kuraklık ve iklim değişikliğinin tarımda çok önemli farklılıklara neden olmaya başladığını belirterek, topraktaki mikrobiyolojik çeşitliliğin bile buna göre değişim göstermeye başladığının altını çizdi. Akdeniz'de tropik bitkilerin yetişebiliyor olmasının bu değişikliğin örneklerinden birisi olduğunu hatırlatan Kapıkıran, “Buğday ambarı olan bazı bölgelerde hem meteorolojik su eksikliğinden -yani yağış azlığından- hem de taban suyu azlığından kuru tarım ürünlerinin, hububatın özellikle yapılamaması ve bu tarımın daha kuzeye doğru kayması ya da daha uygun alanlara doğru kaymasına neden oluyor” dedi.
‘Türkiye'nin 7 bölgesinde de olağanüstü kuraklık yaşandı, pek çok yerde yağış azlığı yüzde 40'ın üzerinde’
Kuraklığın bu coğrafyaya yabancı olmadığını ve 1876 yılındaki büyük kuraklıkta 200 bin kişinin hayatını kaybettiğine dikkat çeken Çakır, “Ama geçtiğimiz sene, Türkiye'nin 7 bölgesinde de olağanüstü kuraklık yaşandı. Nisan ayındaki 30,7 milimetrelik yağış normale göre yüzde 48 daha az. Kış yağışları ise İç Anadolu bölgesinde yüzde 31 daha az yağış oldu. Pek çok yerde yağış azlığı yüzde 40'ın üzerinde” ifadelerini kullandı.
‘Marmaris ve çevresinde herkes zor durumda, doğamızı kaybettik, işlerimizden de olduk’
Diğer doğal felaketler arasında yine kulaklıkla alakalı olarak 2021’de yaşanan en büyük tahribata sebep olan yangınlardan bahsetmek mümkün.12 Ağustos 2021 itibariyle; çoğunluğu Akdeniz, Ege, Marmara, Batı Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki 49 ilde çıkan 299 orman yangınında 8 kişi hayatını kaybederken, yüzbinlerce hektar orman ve yerleşim yeri de küle döndü. Özellikle Muğla ve Antalya’da çıkan yangınlardan yayılan dumanlar, NASA tarafından uzaydan çekilen uydu görüntülerinde de takip edilebildi.
Marmaris’te otel işletmeciliği yapan Özgür Tiryaki, yangının köylere ve doğaya büyük hasar bıraktığını belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Burası biliyorsunuz turizm ile geçimini sağlayan insanların barındığı bir yer. Marmaris ve çevresinde herkes zor durumda. Bu olayın ekonomik boyutu da ayrı ve yıkıcıydı. Merkezdeki işletme sahipleri ve otellerde çalışanlar da ciddi anlamda etkilendiler. Çünkü yangınla birlikte buralarda birdenbire boşaldı biliyorsunuz. Ekonomik anlamda doğanın verdiği tahribat köyde yaşayanları ve hayvanların hayatını alt üst etmişken, turizmle uğraşanlar ile çalışanların ve işletme sahiplerinin de ciddi anlamda etkilenmesine sebep oldu. Zaten ondan bir önceki sene de pandemi nedeniyle zor duruma düşmüştük. Doğamızı kaybettik, işlerimizden de olduk. Ne söylesek yetersiz kalıyor. Çevremizde iflas eden arkadaşlarımız var; dükkânlarını kapattılar. Çalışanlar işten çıkarıldı. Bölgede yaşayan bizler için üzücü bir durum. Umarım toparlanır ama tabi o doğayı artık biz tekrar eski halinde göremeyiz. Belki çocuklarımız ya da onlardan sonra gelen nesiller yerinde görebilirler.”
‘Yangınların önlenmesi sürecinde de büyük problemler yaşandı, yangın söndürme süreçlerindeki eksiklikleri gördük’
Önlenemeyen büyük orman yangınları ve onun içindeki tarım arazileri ile hayvancılığın da büyük zarar gördüğünü hatırlatan Kapıkıran, “2021 yılındaki tarımsal üretim düşüşünün doğal felaketlere bağlı yanlarını değerlendirdiğimizde büyük ölçüde iklim krizin yanı sıra, uygulanan politikalardan kaynaklandığını söylemek de mümkün. Çünkü yangınların önlenmesi sürecinde de büyük problemler yaşandı. Tarım ve Orman Bakanlığından bir proaktif davranış göremedik. Örneğin helikopter sorunları yaşandı.Yangın söndürme kültürüne ilişkin süreçlerindeki eksiklikleri gördük. Tüm dünyanın önümüzdeki süreçte bu konuyu ciddi şekilde yaşama kaygısı var. Bu konunun çok düzenli bir biçimde iklim değişikliğini derinleştirmemek adına yangınları önleyerek proaktif önlemler almak veya yangın başladığında hızla yayılmasını engelleyecek önlemler alma konusunda bir çalışma yapılması gerekiyor. Bunun için planlı ve programlı yapılanmanın sağlanması şart.” uyarısında bulundu.
‘Koca deniz nasıl oldu da bu kadar kirlendi hayret ettik, torunlarıma balık götüremedim bu sene, belki onların çocukları hiç yiyemeyecekler’
Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye’nin 2021’de yaşadığı felaketler ana karada yaşananlar ile de sınırlı kalmadı. Kirliliğin neden olduğu müsilaj sonucu oluşan biyolojik yıkım, insan eli ile doğaya verilen zararların yıl içinde belki de en dikkat çekeniydi.
İstanbul'da balıkçıların uğrak yeri olan Galata Köprüsü’ne nesillerdir balık tutmaya gelen emekli Yasin öğretmen, müsilajdan sonra yaşadıklarını aktararak, “Senelerdir çoluğumu çocuğumu besledim ben buradan çıkanlarla. Müsilajdan sonra balık tutmaya korkar olduk. Marmara’daki hiçbir kıyıda denize girmeye de cesaret edemedik. Zaten öğrendik ki bazı yerlerde sahilleri de kapatmışlar. Boğazın akıntısı çok olur, o yüzden kolay kolay bir şeyler birikmez, ama nasıl olduysa her yerde köpük köpük müsilaj gördük. Koca deniz nasıl oldu da bu kadar kirlendi hayret ettik. Torunlarıma balık götüremedim bu sene. Belki onların çocukları hiç yiyemeyecekler. Havanın sıcak olduğu zamanlar denizden öyle bir koku gelirdi ki kovamı topladığım gibi eve dönerdim. Buradan sağlıklı bir şey çıkması artık çok zor” dedi.
‘Çok ama çok kısa bir süre sonra Karadeniz’i de Marmara gibi kaybedeceğiz ve Ege Denizi’ni de çok büyük risk altına sokacağız’
Müsilaj hakkında Sputnik’in sorularını yanıtlayan Marmara İzleme Projesi’nin (MAREM) proje lideri Hidrobiyolog Mehmet Levent Artüz, ilk önce karşı karşıya kalınan tehlikenin tanımını yaparak:
“Müsilaj, daha doğru bir tanımla ‘masif müsilaj oluşumu’ diye adlandırdığımız olgu, kirlilik zincirinin sadece bir halkası. Esas çevre felaketi diye adlandırılacak konu, Marmara Denizi’nin kirletilmesi. Sucul ortamlar başta olmak üzere kirlenmenin üç temel safhası vardır. Başta kirletici unsuru ortama verirsiniz, dayanabilen türler hayatta kalırlar, dayanamayan türler ya ortamı terk eder ya da ölürler. Bunu takip eden ikinci safhada ise ortamda tür çeşitliliği azaldığı, dolayısı ile rekabet şartları değiştiği için kalan türlerin fert adetlerinde anormal artışlar olur. Müsilaj olgusu da sadece bu serinin günümüzdeki göstergesi. Üçüncü ve son fazda ise hiç önemsenmeyecek miktarda kirletici ortamı abiyotik hale getirir.Bu uygulama devam ettiği takdirde, çok ama çok kısa bir süre sonra Karadeniz’i de Marmara gibi kaybedeceğiz ve Ege Denizi’ni de çok büyük risk altına sokacağız.”
‘Marmara Denizi çıkmaz bir yola girdi, aynı düzen sürerse önümüzdeki dönemde bir felaketler dizisinin bizi beklediğini ve geleceğin oldukça karanlık olduğunu söyleyebilirim’
Marmara Denizi’nde deniz suyunun kalitesinin değiştiğini, tür çeşitliliğinin dibe vurduğunu kirlenme Ergene Deşarjı ile karakter değiştirdiğini aktaran Artüz, “Tür çeşitliliği azalıyorsa biz de bundan nasibimizi alacağız. Acilen bunun farkına varmamız gerek. Müsilajın durumuna gelince; doğal olarak bakteriyolojik parçalanmaya uğruyor. Ne de olsa devasa bir organik kütle. Yine kısır döngü içersinde bu biyolojik kütleyi parçalayan bakterilerin oluşturduğu biyokütle ve parçalanma ürünleri yeni felaketleri tetikleyecek gibi gözüküyor. Yani Marmara Denizi çıkmaz bir yola girdi, yuvarlanıp gidiyor. Bu sene müsilaj olur, yarın metrelerce köpüklenmeler, denizde renk değişimleri veya yaygın koku gibi felaketler ile karşılaşabiliriz. Kısaca aynı düzen sürerse önümüzdeki dönemde bir felaketler dizisinin bizi beklediğini söyleyebilirim ama niceliğinin ne olacağını bilmem. Çok ama çok uzun bir zamandır (1954 senesinden bu yana) Marmara Denizi’ni ölçümleyen ve izleyen bir ekibin başı olarak geleceğin oldukça karanlık olduğunu söyleyebilirim” dedi.
‘Önümüzdeki dönemde bu felaketlerin çok daha fazlasını görmeye devam edeceğiz, aynı gemideyiz ve batarsa herkes batacak’
Tüm konuşulanlar ışığında sonuç olarak insanların elini taşın altına koyması gerektiğini belirten Kapıkıran, “Artık dünya da bunun farkına varılmış vaziyette. Çünkü aynı gemideyiz ve batarsa herkes batacak. Bilinmesi gerekiyor ki bunların tamamı insan faaliyeti sonucunda derinleşiyor, şiddetleniyor ve zarar verir hale geliyor. Önümüzdeki dönemde yağış rejimi farklılıklarının, sel felaketlerinin, kuraklık nedeniyle oluşan büyük orman ve kent yangınlarının çok daha fazlasını görmeye devam edeceğiz. Doğa tahribatı nedeniyle müthiş bir verimlilik düşüşüne ve de dolayısıyla büyük bir gıda krizine, gıda fiyatlarındaki fahiş yükselmelere şahit olacağız. Zaten piyasa da denetlemediği için kat ve kat faiz yükseltmeleri görmeye devam edeceğiz” dedi.