AB liderler zirvesi için geri sayım başlarken dikkatler Türkiye'yle ilişkilere çevrildi. Aralık'taki zirvesinde Türkiye'den Doğu Akdeniz başta olmak üzere pek çok konuda 'artık söylem değil eylem görmeyi beklediğini' belirtmiş olan AB liderlerinin, Biden yönetiminin devreye girmesiyle özellikle enerji alanında olası yaptırımları değerlendirmeyeceği belirtiliyor. Bunda Ankara'nın Doğu Akdeniz'de attığı geri adımların ve Yunanistan ile önkoşulsuz masaya oturmasının da etkili olduğu vurgulanıyor.
Demokrasi ve insan hakları başlıklarında, Türkiye yönetiminin son dakikada HDP'ye kapatma davası açmak, kadın haklarıyla ilgili İstanbul Sözleşmesinden çekilmek ve ekonomide son kararlar, Avrupa'da kaşların kalkmasına yol açarken, AB zirvesinden birliğin çıkarlarına aykırı olası adımlar nedeniyle Türkiye'yi 'izlemede tutan' bir tavır çıkacağı görüşü ağırlıkta. Yine Avrupa tarafının Suriye savaşı ve Ortadoğu'daki karışıklıklar yüzünden Türkiye'yi 'tampon bölgeye' çeviren 18 Mart mutabakatının güncellenmesi için 'elini cebine atması' önerileri de söz konusu.
25-26 Mart'taki AB zirvesi öncesi Avrupa Birliği ve Küresel Araştırmalar Derneği Başkan Yardımcısı Can Baydarol ile konuştuk.
'Türkiye'nin Avrupa limanına demir atmasının şekli tarif edilecek'
Can Baydarol, İstanbul Sözleşmesi’nin fesh edilmesini endişeyle karşılayan açıklamalarına karşın AB zirvesinden Türkiye karşıtı bir söylem çıkmayacağı görüşünde. Bu durumu 'Biden' etkisine' bağlayan Baydarol, Ankara ile sürecin ucu geçmişteki gibi açık bırakılsa da Avrupa limanına demir atılmasının şeklini tarif edecek bir zirve bekliyor:
“Avrupa Komisyonu’ndan da İstanbul Sözleşmesi ile ilgili, ‘Özellikle Kovid ortamında kadın ve çocukların korunmasının önemi daha da fazla artmışken, hele hele adı İstanbul olan bir sözleşmeden tek taraflı olarak çekilme kararı hayret ve endişe ile karşılanmaktadır’ diye bir açıklama geldi. Hayret ve endişeyle karşılıyorlar ama 25-26 Mart zirvesinde çok da ciddi bir Türkiye karşıtı söylemin çıkacağını düşünmüyorum. Biden etkisi. Aralık zirvesindeyken ‘Türkiye ile ilgili ne yapacağımıza hele bir Biden yönetimi gelsin, ondan sonra bakarız’ demişlerdi. Biden, Blinken’ı atadı. Blinken da S-400’ler konusunda zehir zemberek açıklamalar yaptı. Türkiye’den ‘sözüm ona müttefik’ diye bahsetti. İlgili sözlerin son paragrafında şunları da söyledi: ‘Türkiye’nin kesinlikle Rusya-İran cephesine katılmaması gerekir, bu bizim için felaket olur’. Dolayısıyla bu bana şunu hatırlattı. İlerleme raporu vardı 6 Ekim 2004 tarihinde bizzat dönemin komiseri Günter Verheugen tarafından kaleme alındığı anlaşılmıştı. 3 Ekim 2005 müzakere çerçeve belgesiyle karşımıza çıktı. Her iki belgede de dikkat çeken cümle şuydu: Müzakerelerin ucu açık olacak. Türkiye müzakerelerin sonunda üye olmasa bile ne yapıp ne edip Avrupa limanına demir atması sağlanacak. Bu zirve o demir atmanın şeklini tarif edecek zirve olacak."
'İstikşafi görüşmelerden istişari görüşmelere dönüş yaptık'
AB'nin Türkiye ile ilgili başlıkları biraz da 'arafta bırakmasını' bekleyen Baydarol, yine de Gümrük Birliği'nin güncellenmesi, vize serbestisinin en azından kimi meslek gruplarına esneme sağlaması ve 18 Mart sığınmacı mutabakatının mali ödeneğinin iyileştirilmesinin söz konusu olabileceğini dile getirdi. Baydarol, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi kamu ihalelerinin şeffaflaştırılmasını da içerdiğinden başka tartışmaları tetikleyeceğinin de altını çizdi:
"Ben biraz arafta çıkacağını bekliyorum. Ama bir iki tane şey olabilir. Mesela Gümrük Birliği’nin güncellenmesi müzakereleri başlatılabilir. Bu da Türkiye’de başka tartışmalara yol açacak. Büyük ihtimalle kamu ihalelerinin durumu ne olacak? Türkiye’ye en çok bastırdıkları nokta orası. Karşılıklı olarak açılalım diyorlar. Bizde de kamu ihalesi dediğiniz yer Türkiye ekonomisinin yüzde 8 ila 13 arasında bir şey. Siyasetin finansmanının da yüzde 95’i gibi bir şey. Bunu siyasi dünyamız aşmaya taraftar mı? Çok istiyoruz ama istemiyorduk mu olacak onu bilemem. İkinci önemli başlık Schengen vizesi. Serbest dolaşım hakkı diye hem bizde hem onlarda denildi. Değil diyorum ben. Schengen vizesi aslında bir turist dolaşım serbestisidir. Yani kalkıp vizem var deyip orada bir iş bulamazsınız, yerleşemezsiniz. Bu olur mu, bence bu koşullarda o da çok zor. Ama bazı meslek kategorileri için bir rahatlatma olabilir. Bizim de Türkiye olarak en fazla şu anda talep ettiğimiz konulardan biri TIR şoförü vizeleri. Adam hizmetini yerine getiriyor. Her 6 ayda bir tekrar vize almak zorunda kalan, hatta almak istediği vizeler reddedilen şoförler var. Bu tür noktalarda bir iyileştirme olabilir göreceli olarak. Üçüncü bir, 18 Mart mutabakatı. Yani Suriyeli mülteciler konusunda yeni bir anlaşmanın herhalde ortaya konması ve bunun kaç milyar euro olacak belki onun biraz iyileştirilmesi konusu. Avrupa Birliği’nin orada çok büyük iki yüzlülükleri var. Karşılıklı bir samimiyetsizlik durumu söz konusu. Ben bu zirvede müeyyide beklemiyorum, çıkmaz, bitti o işler. İstikşafi görüşmelerden istişari görüşmelere dönüş yaptık. Ama karşı tarafta Yunanistan’ın tahrikleri devam etti, edecek. Her zaman 25-26 Mart’a kadar bir sükûnet, orada bir şeyler kapın, sonra ne olursa olsun dedi. Maalesef yine bekleyemedik. Hafta sonu yaptığımız eylemler umarım berbat etmemiştir.”
‘Yabancı düşman aramaya gerek kalmadı, Türk’ün Türk’e yaptığını kimse yapmıyor’
Türkiye'nin attığı son adımlarla insan hakları ve ekonomik reformlarla ilgili söylemlerini olumsuzladığı görüşündeki Baydarol, aslında bu başlıklardaki vaadlere kimsenin fazla inanmadığını anımsattı. Türkiye'nin kriz de değil 'belirsizlik içinde' tutulduğunu belirten Baydarol, İstanbul Sözleşmesi'nin fesh edilmesi ve Merkez Bankası Başkanı'nın görevden alınması gibi kararların ardından herhangi bir uluslararası platformda ikna ediciliğin kalmadığı görüşünde. Türkiye'ye yabancı yatırımcı gelmemesi sıkıntısına dikkat çeken Baydarol, "Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin ne söylediğinin bu anlamda bir şeyi yok. Türk’ün Türk’e yaptığını başka kimse yapmıyor. Yabancı düşman aramaya da gerek kalmadı" vurgusu yaptı:
“O hayal kırıklığının çok fazla karşılığının olduğunu düşünmüyorum. Ama o hayal kırıklığının bizim açımızdan çok büyük karşılığı var. Neydi Türkiye’nin derdi? Özellikle içine girdiğimiz bu belirsizlik döneminde Merkez Bankası’nın sembolik önemi neydi? Ağbal geldi, bu sefer galiba bu sefer özerk bir Merkez Bankası modeliyle karşı karşıyayız. Şimdi mali politikalar gelir, hukuk reformu olursa göstermelik bile olsa insan hakları reform paketi veya ekonomi programı, kimse inanmadı. Ama inanmış gibi yaptı. Çünkü Türkiye’nin önündeki en büyük sorun belirsizlik. Kriz değil bu belirsizlik içinde yaşıyoruz. Bu belirsizliklerden AB çıpası, belirgin bir limana doğru yol alma ve demir atma Türkiye’nin istikrarı için önemliydi. Ama hafta sonu alınan kararlar sonucunda mutlak belirsizlik halinin hangi uluslararası platformda siyasi karar Türkiye lehine çıksa bile belirsizlikleri ortadan kaldırmayacağı düşüncesindeyim. Bu kararları veren bir ülkeye ne yabancı yatırımcı gelir ne sıcak para gelir, mevcutlar da kaçar. Zaten bunu bugünkü kur hareketlerinde çok net görüyoruz. Merkez Bankası müdahale eder desek Merkez Bankası’nın rezervlerinin eksi olduğu ifade edilirken nasıl müdahale edeceksiniz? Türkiye’nin şu anda yurt dışından gelecek paraya ihtiyacı var. Onun için de öngörülebilir bir ülke olmaya ihtiyacı var. Ama şu belirsizlik ortamını maalesef aşamıyoruz. Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin ne söylediğinin bu anlamda bir şeyi yok. Türk’ün Türk’e yaptığını başka kimse yapmıyor. Yabancı düşman aramaya da gerek kalmadı. Şu anda çok ikna edici şeyler olmuyor maalesef.”
‘Türkiye’nin üzerine giderlerse ‘başlarım Avrupa’nıza’ diyip başka yollara sapabilecek bir ülke var’
Baydarol’a göre, diğer yandan AB kanadı Türkiye'nin fazla üzerine gelmek istemiyor. Zirveden diplomatik dille 'eylemleri izlemeye devam edeceğiz' sonucunu bekleyen Baydarol, bu tutumda Ankara'nın 'başlarım Avrupa’nıza diyerek başka yollara sapma' riskinin de rol oynadığı görüşünde. AB'nin diğer yandan Türkiye'yi gerekçe göstererek silahlanmaya ve Avrupa bankalarından borçlanmaya giden bir Yunanistan'la karşı karşıya olduğunu anımsatan Baydarol, AB'nin iki ülke bağlamında 'dengeleri tutturmaya' çabaladığı değerlendirmesinde bulundu. Baydarol'a göre, Türkiye’yi ‘adam etmek’ için Gümrük Birliği güncellemelerine başlamak gibi bazı ufak gelişmeler beklenebileceğini söyledi:
“Eylemleri izlemeye devam edeceğiz. Diplomasi zaten laf cambazlığı sanatıdır biraz. Bu işi en güzel rahmetli Demirel yapardı. Ne dediğini asla anlamazdık. Şimdi bazı metinleri okuduğunuzda zaten hiçbir şey anlamazsınız. Tahmin ediyorum böyle bir metin kaleme alınacaktır. Türkiye’nin üzerine biraz daha fazla gelmeye devam ederlerse, başlarım Avrupa’nıza diye başka yollara gitmeye çok açık bir ülke var karşılarında. Şu anda şantaj. Yani şu anda Yunanistan Türkiye’ye karşı silahlanıyor. Nasıl yapıyor Yunanistan bunu? Ekonomiye, yönetime aktarması gereken paraları silaha aktarıyor. Avrupa bankalarından borç alıyor. Aldığın borçlar şimdiden şişmeye başladı. Yunanistan ödeyemediği gün bir daha batacak. Yunanistan’ın batması zincirleme olarak Avrupa bankalarının batması demektir, al başına belayı. Buradaki detansı sağlamak ve tarafları makul noktada bir araya getirmek herkesin ortak çıkarı vaziyette. Her iki tarafı da kışkırtacak Avrupalı yaklaşımları asla beklemiyorum. Bu mantığa aykırı bir gelişme süreci. Zirvede Türkiye’ye bir iki bir daha yapma sen böyle şeyler gibi laflar… 1977’de Yunanistan tam üyelik başvurularına başlarken Avrupa Komisyonu bir rapor yayınlamıştı. Görüş komisyonu bu ülkenin ne insan hakları ne demokrasisi ne hukuku ne ekonomisi üyeliğini kaldırmaz demişti. Bakanlar konseyi kararıysa ‘Evet komisyon çok doğru söylüyor ama bu adamları ‘adam etmenin’ tek yolu bunları tam üye yapmaktan geçer’ diyerek siyasi kararını vermişti. Dolayısıyla Türkiye’yi ‘adam etmek’ için Gümrük Birliği güncellemelerine başlamak gibi bazı ufak gelişmeler bekleyebiliriz. Ama bir iki tane yeni müzakere başlığı açmaya kalkarlarsa hep birlikte şaşırırız. Artık gelecekteki programlarda tam üyeliğin önü açıldı gibi konuları konuşabiliriz.”