Avrupa Birliği'nin (AB) dün başlayan ve iki gün sürecek olan zirvesinde Türkiye'ye yönelik 2019 Kasım'ında alınan Doğu Akdeniz temelli cezalandırıcı önlemler genişletirken, ABD'den Rusya'dan alınan S-400 savunma sistemleri üzerinden olası yaptırımların devreye girmesi gündemde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB'nin yaptırımları için 'bizi ırgalamaz' tavrını ortaya koydu. Washington'da ise Joe Biden yönetiminin 20 Ocak'ta işbaşına gelmesiyle S-400'lerle gerekçelendirilen yaptırımların boyutlarının nereye evrileceği merakla bekleniyor.
Ankara AB ve ABD'den bu hamleler karşısında yeniden ekonomi ve hukuk alanında 'reform' söylemlerini devreye sokarken, dış politikada özellikle Doğu Akdeniz'den kaynaklanan sıkışmışlık karşısında İsrail ve Mısır'la yeni arayış içerisinde.
Gelişmeleri Maltepe Üniversitesi'nden Prof. Hasan Ünal ile konuştuk.
Prof. Hasan Ünal’a göre, AB’nin üyelik müzakereleri devam etmeyen Türkiye’den sürekli bir şeyler istemesi anlamsız. AB'nin ve ABD'nin uzun zamandır Ankara ile yaptırım diliyle iletişim kurduğunu söyleyen Ünal, ancak Türkiye'nin canını acıtacak yaptırım kararı çıkmadığını anımsattı.
AB'nin Doğu Akdeniz'le ilgili rahatsızlığı açısından önce Güney Kıbrıs'ı adada çözüm olmamasına rağmen üye yapmış olmasına bakması gerektiği görüşündeki Ünal, Rumların 'normal bir devletmiş' gibi ruhsatlar verip arama ve sondaj çalışmalarında bulunmalarına atıf yaptı:
“AB’nin ikide bir zirvelerde toplanıp Türkiye’ye nasıl bir yaptırım paketi ortaya koyacaklarını tartışmaları giderek rahatsız edici bir hal aldı. Bu zirvelerden belki Türkiye’nin çok canını acıtacak yaptırım kararı çıkmıyor. Ama bunun bir sonraki zirvede tekrar görüşülecek dercesine toplantıya gelenlerin ayrılması ve Türkiye’nin tepesinde bunun Demokles’in Kılıcı gibi tutulması hoş bir şey değil. Eğer Doğu Akdeniz’de olup bitenlerden AB rahatsızsa, şuna bakması lazım. Bir defa Avrupa Birliği’nin kendi belgelerinde Kıbrıs’ta bir sorun olduğu ve bunun da çözülmemiş olduğu var zaten. Mesela 1999’daki Türkiye’ye aday ülke statüsü verildiğinde ve o tarihten sonraki Türkiye ve Kıbrıs ile ilgili belgelerde diyordu ki ‘Kıbrıs sorunu çözülmeden de Kıbrıs’ın Rum tarafını AB’ye alacaktır. Ama sorunun çözülmemiş olduğunu da göz önünde tutacaktır. Oradan başlayarak bu metinlere ve 2017’ye kadar Türk ve Rum tarafları arasındaki müzakerelere bakarsak karşımızda şöyle bir gerçek var. Kıbrıs’ta çözülmemiş bir sorun var. Buna rağmen sanki normal bir devletmiş gibi Türkiye, Yunanistan, Mısır gibi egemen bir devletmiş gibi, herhangi bir sorunu yokmuş gibi ortada bir Kıbrıs Rum Yönetimi var ve Kıbrıs Cumhuriyeti adına hareket ediyor. Ruhsatlar veriyor ve arama sondaj çalışmaları yaptırıyor. Doğu Akdeniz’de patlak veren krizin sebebi bu. O zaman bu üyelere desinler ki ‘Sen de bu faaliyetlere son verdiğini resmen açıkla. Kıbrıs sorunu çözülmeden bu tür faaliyetlere girişilmeyecektir."
Türkiye'nin Yunanistan'la sorunlarının öteden beri var olduğunu anımsatan Ünal, AB'nin bir taraftan Türkiye'ye karşı üyelik perspektifi bırakmazken diğer taraftan ilişkilerinde sorun yaşayan başka aday ülkelere ancak sorunları çözdükten sonra üyelik sunabildiğini anımsattı:
"Yunanistan’da olan konular da zaten AB’ne Türkiye’nin başvurusundan önce de var, sonra da var. AB metinlerine de bunlar girmiş durumda. Türkiye gibi üyelik perspektifi kalmamış bir ülkeye Yunanistan ne diyorsa bunu yap demenin alemi ne? Türkiye niye yerine getirsin? Türkiye bugünden yarına AB’ye girecek durumda olan bir ülke olsa bile Yunanlılar ve Rumların taleplerini yerine getiremez. Ama aynı kulüp başka katılımcılara şunları söylüyor: ‘Aranızdaki sorunları çözerek geleceksiniz buraya.' Bunu Avrupa Birliği’nde de görüyoruz ki Doğu Avrupa’ya genişlemesinde, bunu NATO’da da gördük Doğu Avrupa’ya genişlemesinde. NATO mesela Romanya ile Macaristan’a dedi ki ‘Biriniz önce, biriniz sonra gireceksiniz. Önce girenin arkadakini veto etmemesi için önceden her konuda anlaştığınızı getirin gösterin’. Kıbrıs’ta da aynı şeyi yapamazlar mıydı? Türkiye’nin AB üyeliği perspektifi kalmadığı belli."
'Artık herkes 'nereden kopacaksa kopsun' deme noktasına geldi'
AB'nin Türkiye'yi birliğe üye yapmayacağı değişik vesilelerle gösterdiğini vurgulayan Prof. Ünal, nüfus büyüklüğünden ötürü bunun tercih edilmeyebileceğini ancak Ankara'yı düşman edercesine Yunanistan ve Rum yanlısı olunmasının anlamı bulunmadığını söyledi.
"AB’nin de Türkiye’yi almayacağını çok değişik vesilelerle gösterdiği belli. AB, Türkiye’yi almayabilir, istemeyebilir. Türkiye’nin nüfusunun fazla olması, her yıl 1 milyon artmakta olması, 20 sene sonra belki de Almanya’nın nüfusunun yüzde 30 daha üzerine çıkacağı beklentisi gibi gerçekleri yan yana getirdiğimizde diyebilir ki ‘Bu büyüklükteki bir ülkeyi ben alamam. 1963’te Ankara Anlaşması imzaladığımda nüfusun 33 milyondu, şimdi 83 milyon oldun. Böyle bir nüfus trendi aday ülkelerim arasında hiçbir yerde gelişmedi. Kusura bakma’. Bu gayet mantıklı. Ama Türkiye’yi kendisine düşman edercesine Rum, Yunan yanlısı olmanın anlamı ne? Aynı Türkiye NATO’da bu ülkelerin silah arkadaşı. Aslında ambargo, yaptırım dili NATO anlaşmasının 2. maddesine de aykırı. Anlaşmanın özüne, ruhuna aykırı. Üyeler arasında böyle bir şey düşünülmesi mümkün değil. Ayrıca reel politik açıdan Türkiye’yi kendinize düşman etmeye çalışmanın alemi ne? Rum ve Yunanlıların toplamının bilmem kaç katı kadar Türkiye ile ticaret yapıyorsunuz. Ayrıca şu gerçekten hareket edelim. Türkiye çok daha zor günlerinde bırakın AB gibi kıytırık birliği, ABD’nin tam silah ambargosuna girdi 1975’te Kıbrıs’ta. Türkiye geri adım attı mı, hayır. Avrupa Birliği üyesi ülkeler Türkiye’nin kendi imal ettiği silahlardan parçalar satıyormuş, bunların ihracatını durdurmalıymış. Yunan dışişleri bakanı bunu istiyor. Yunanlıların fantezilerinin sonu yok ki. Avrupa Birliği tarafının iler tutar bir yanı kalmadı. Öyle bir yere geldi ki herkes artık nereden kopacaksa kopsun deme noktasına geldi, ha bire yaptırım. Bu normal bir dil değil.”
Prof. Ünal, Türk hükümetinin dış politikasında eleştirilecek 'bir dünya yan' olduğunu belirtirken, ancak AB ve ABD yönetimlerinin Türkiye'yi tehdit etmesinin kabul edilebilir yanı olmadığı görüşünde. Ünal, özellikle ABD ile ilgili konuların içinden çıkılamaz bir yumağa dönüştürüldüğünü söyledi. Ankara'nın özellikle İsrail ile ilişkilerinin kötüleşmesinin ABD ile ilişkilerin gidişatına yardımcı olmadığını belirten Ünal, ancak Ankara'nın S-400 konusunda haklı olduğunu dile getirdi. Ünal'a göre, F-35 meselesinde ara öneriler sunan Türkiye'nin yaptırım tehdidine tutulması çok kutuplu dünyada sürdürülebilir bir durum değil:
“Ankara’daki hükümetin dış politikasının eleştirilecek bir dünya yanı var. Bunları dile getiriyoruz zaten. Ama AB’nin ve şimdiki Amerikan yönetiminin CAATSA yaptırımlarıyla Türkiye’yi tehdit etmesinin kabul edilebilir bir tarafı yok. Amerika ile ilgili konuda bir içinden çıkılmaz yumağa dönüşüyor. Türkiye’den kaynaklanan bir sürü sorun var. Bu da Türkiye’nin başta İsrail olmak üzere bölge ülkeleriyle yaşadığı sorunlar, özellikle Amerika’nın tarihi bir başarı diye lanse ettiği ki Amerika, İsrail ve Ortadoğu tarihi açılarından öyledir, Araplarla İsrail ilişkilerini normalleştirme girişimlerini ısrarla Türkiye’nin ideolojik konumda eleştiriyor olması Türk-Amerikan ilişkilerinin gidişatına yardımcı olmadı. Ama şunu da kabul etmek lazım S-400 konusunda, Türkiye tepeden tırnağa haklı, buradan geriye adım atamaz. Bundan dolayı F-35’leri vermiyoruz demeleri teknik ve askeri açıdan yanlış. Türkiye bu konuda önlerine paketler sunuyor. Konu teknikse, askeriyse çözelim bunu. Biz bu konuda önlemler aldık diyor. Hayır bunu görüşmeyiz diyorlar. F-35’leri vermiyorlarsa, vermesinler, onların olsun. F-35 ile ilgili savunma sanayi şirketlerimiz hala devam edebilir parçalarını üretmeye veya onu istemiyoruz diyorlarsa tamam. Ama Türkiye’yi bir yaptırım tehdidine tutmanın anlamı ne? Şöyle bir şey olamaz bugünkü dünyada. Serbest ticaret var, bir sürü mağaza var, hepsine bakabilirsiniz. Ama benim mağazamdan alışveriş yapmak zorundasınız. Bu böyle olamaz. Türkiye yakın bir gelecekte Rusya ile ortak S-500 ya da savaş uçağı üretebilir ya da bunların üretiminde birtakım Rusya’dan birtakım teknik ‘know-how’ alabilir, kendisi üretebilir milli maarif uçağını yaparken. Bunların her biri için farklı bir yaptırım talebi gelirse, olmaz. Plajdaki tek çakıl taşı sen değilsin derler. Bu değişik kontekstlerde kullanılabilir. Dünyada çok kutuplu hale geldi, bunu anlasınlar. Tek kutuplu dünyanın dayatmalarıyla devam edemez Biden da.”
Ünal, uzun süredir birçok ülkeyle ilişkileri gergin vaziyette tutan Ankara’nın bu ilişkileri toparlaması lazım. Özellikle İsrail'e iki yıl sonra büyükelçi atanacağı yolundaki haberleri olumlu bulan Ünal, bunları Mısır ve Suriye'nin de izlemesi ve değişik ilişki kombinezonları içine girilmesi gerektiğini söyledi:
“İsrail ile birçok çıkar ortaklığımız var. Dolayısıyla ilişkilerimizin bu halde yıllardır devam ediyor olması dış politika açısından içler acısı bir durumdur. Türkiye’nin çıkarlarına hizmet eden bir tarafı yoktu. Bunun düzeltilmesi, hükümet açısından artı bir puandır, doğru bir adımdır. Suudi Arabistan ile başlatılan girişimlerin vermiş olduğu anlaşılıyor, o da yerinde bir şey. Sırada Mısır olmalı. Çevremizdeki ülkelerle ilişkileri toparlamamız lazım, bu şekilde gidemezdik zaten. Yıllardır bunun eleştirisini yapanlardan birisiyim. Suriye konusunda da yeni politika ortaya koymak lazım. Çok kutupluluğun ruhuna uygun şekilde her bölgede bir ülkeyi ön plana çıkaracak bir şekilde değişik ilişki kombinezonları içine girmemiz lazım. Dolayısıyla burada İsrail ile ilgili atılan adımlar eğer doğruysa, yani kimin atandığıyla ilgili olarak spekülasyonlar var, atanıp atanmadığıyla ilgili spekülasyonlar var, İsrail’den akreditasyon istendi mi, istenmedi mi bununla ilgili belirsizlikler var. Belki de bu iş zaten istihbarat örgütleri yoluyla başlatıldığı için henüz dışişlerinin bilgisinde mi değil midir bilemiyorum. Gün içinde konuştuğum insanlar öyle söylediler. Ama şunu söyleyebiliriz, hiçbir şey olmuyorsa bile kesinlikle bir şey oluyor bu açıdan. Bu da olumlu bir şey.
Dağlık Karabağ'da Rusya ile meselenin çözülmesinin iyi olduğunu belirten Ünal, Azerbaycan’ın Türkiye’ye bir dış politika dersi verdiği görüşünde. Bakü'nün zaferinin Türkiye'nin de dış politika başarısı olduğunu kaydeden Ünal, Dağlık Karabağ'da Türkiye'nin politikalarını eleştiren ABD yönetimi yetkililerinin politikalarının gerçekçi olmadığını dile getirdi. Ünal, Türkiye'nin Ermenistan sınırını açması ve Aliyev'in de Erivan'a açılım yapmasının zamanının geldiği görüşünde:
"Amerikan dışişleri bakan yardımcısına tavsiyem sakin olması, başka bir şey yok. Bu bölgede Amerika’nın borusu ötmüyor, çünkü politikaları gerçekçi değil. Rusya ile bu iş kotarıldı ve gayet iyi oldu. Bu Azerbaycan’ın tam bir zaferi, Türkiye’nin de tam bir dış politika başarısı, buna şüphe yok. Birçok konuda Türk dış politikasını eleştiren biri olarak burada Türkiye’nin eleştirilebilecek bir tarafını göremiyorum. Azerbaycan bize de bir dış politika örneği, dersi verdi aslında. Bizim kendilerine daha önceki yıllarda öğrettiğimiz dış politika anlayışını onlar bize uygulamayla gösterdiler. Burada 'bir millet, iki devlet' sözünün içinin boş olmadığı anlaşıldı. Bence bugünkü törenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Aliyev’in de verdiği bir mesaj çok önemli bundan sonrası için. Ermenistan gelsin bizimle ekonomik ve ticari açılımlara ortak olsun, bölgede yürüttüğümüz ilişkilerin parçası olsun diye. Hep şunu söyledim: Artık Türkiye’nin Ermenistan sınırını açmasının zamanı geldi, Aliyev’in bir açılım yapma zamanı geldi ve taraflar bunu yapıyorlar gibi. Burada iki aşamalı bir şeye odaklanmak lazım. Birincisi soğuk barış, bir barış anlaşması. Anlaşmaya da gerek yok. Ermenistan ile Azerbaycan diplomatik ilişkiler kuracak şekilde ilişkilerine bir format atarlarsa bu iş tamamlanmış olur. İkincisi de barışma süreci. O süreç biraz vakit alır. Ama olmaması için hiçbir sebep yok. Türkiye ile Yunanistan arasında 29’da başlayan dostluk ilişkileri bir ittifak şeklinde 1950’lerin ortalarına kadar sürdü. Büyük Taarruz’dan 7 yıl sonra başladı bu. Lozan’dan 6 yıl sonra başladı. Mübadele sonuçları ağır bir şekilde Yunanistan’da kendini hissettirirken başladı ve devam etti. Burada da olur. Azerbaycan’ın da Türkiye’nin de bu konuda verdiği mesajlar barışma süreci açısından oldukça pozitif. Rusya için de uygun bu. Çünkü Putin rahatlıkla Ermeni liderlere şunu diyebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Aliyev’den birtakım açılımlar yapmalarını istedim. Onlar da bana hayır demediler. Ne istiyorsanız, buyurun gelin, hep beraber işbirliği yapalım bölgede.”