Dünyayı 1 yılı aşkın süredir etkisi altında tutan Kovid-19, sonbahar itibarıyla Türkiye ve Avrupa başta olmak üzere pek çok bölgede tırmanışa geçerken, ülkeden ülkeye değişen salgın hızını kesme önlemlerine dönük tartışmalar sürüyor. Tartışmaların devam ettiği en önemli alanlardan biri de eğitim. Avrupa, çevrimiçi veya yüz yüze eğitimi tercih etme noktasında tam manasıyla ikiye bölünmüş durumdayken Türkiye kısmi sokağa çıkma sınırlandırma tedbirlerinin ilk kısmına okulların kapatılmasını da dahil etti. Sputnik, topyekün kısıtlamaların getirilmediği bir dönemde Türk yetkililerin eğitimin uzaktan devam etmesi yönündeki kararının ardından çokça sorulan “Bu tedbir gerekli miydi yoksa erken mi?”sorusuna yanıt aradı.
Dr. Mengüç: Topyekün mücadele olmadan salgınla baş etmek mümkün değil
Okulların kapatılmasının salgınla mücadelede nasıl bir rol oynadığını, Sputnik’e değerlendiren Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi Dr. Samet Mengüç’e göre nüfus hareketliliğini azaltan her tür önlem anlamlı olsa da topyekün tedbirler alınmadan, Kovid-19’u tam manasıyla geride bırakmak mümkün değil:
“Nüfus hareketliliğinin azaltılması ve kalabalıkların oluşmasının engellenmesi pandemide önemli bir faktör. Yaş grubu olarak öğrenciler, bulaşı artıran bir kesim. Her ne kadar hastalık kendilerinde ağır seyretmese de, virüsü topluma yaymada önemli rolleri var. Ancak Türkiye’deki gibi parça parça kararlar bu mücadelede çok etkili olmuyor. Toplumun yüzde 60’ının online eğitim sisteminden faydalanamadığı da göz önünde bulundurulduğunda eğitimin aksamasının toplum üzerindeki olumsuz etkileri de gözden kaçırılmamalı. Yani Türkiye’nin takip ettiği politika hem toplumun çeşitli kesimleri üzerinde olumsuz etkileri olan hem de sonuç almayı sağlamaktan uzak bir politikalardır. Ekonomik ve sosyal politikalardaki eksiklikler sürdükçe yani topyekün mücadele tercih edilmedikçe pandemiyle mücadele şansınız yok.”
‘Yüz yüze eğitim esnasında özellikle küçük çocuklar maske ve mesafe kurallarına uymada ciddi sorunlar yaşadı’
İstanbul Avrupa yakasında 30 yılı aşkın bir süredir görev yapan Burçin öğretmen ise, yüz yüze eğitimde yaşanan sorunları aktardı:
“Şu anda 2. sınıfların sınıf öğretmeniyim. Öğretmen, rehberdir. Çocukların bu süreçte rehbersiz kaldı. Bu yüzden ben mutlaka okula gelmeleri gerektiğine inanıyorum. Ancak bunun da maalesef büyük sakıncaları olduğunu gördük. Yüz yüze eğitim yaptığımız dönemde çocuklar maske takma noktasında zorluklar yaşadı. Maskeleri ellerinde gezdiler, sürekli uyarmak durumunda kaldık.
‘5 öğrencim ailesiyle birlikte koronavirüse yakalandı’
Aslında ortam olarak okul son derece sağlıklı, hijyenik, her şeye dikkat ediliyor ama birey olarak çok küçük oldukları için buna dikkat edemediler. Dışarı, teneffüse çıktıklarında elele gittiklerini, beraber oynadıklarını gördük. Uyarıyorsunuz, arkanızı döndüğünüz zaman çocukların birbirlerine sarıldıklarını görüyorsunuz. Yaşları itibariyle virüs, mikrop gibi kavramları algılayabilmeleri de sıkıntılı. Virüsü, yalnızca hastalık olarak düşünüyorlar. 5 öğrencim ailesiyle birlikte koronavirüse yakalandı.”
‘Uzaktan 10 saatte verdiğiniz eğitimi yüz yüze 1 saate sığdırabiliyorsunuz’
Burçin öğretmen, uzaktan eğitimin de çocuklar üzerinde büyük olumsuz etkilerinin olduğuna değinerek “Uzaktan eğitim bu çocuklarda hep kayıp olarak gidecek. Çocuklar bu sebeple hemen hemen 1 yıldır hiç eğitim almadılar. Bu durum eğitim eşitsizliğine de sebep oldu. Veliler ne kadar televizyonun başına oturtabildiler çocukları? Biz öğretmenler olarak adım adım izlemeye gayret etsek de, dersler görüntülü olmadığı için çocukları göremedik. Dersi izleyip izlemedikleri bile muammaydı.
Dördüncü sınıfa kadar sınav zaten yok, çocukları performanslarına göre değerlendiriyoruz. Uzaktan eğitimle çocukların performanslarını da ölçemiyoruz. Okulların 1 buçuk ay kadar, haftada 2 gün dahi olması çok etkiliydi. Uzaktan 10 saat verdiğiniz dersi yüzyüzeyken 1 saatte verebiliyorsunuz. Uzaktan çocuğun dikkatini toplayamıyorsunuz, ulaşamıyorsunuz, ekran var çünkü aranızda. Yani kısacası eğitimi, eksik de olsa, verebiliyoruz ama öğretim kısmı kalıyor. Bu sürecin en aksak ayağı” dedi.
Doğu Anadolu’da görev yapan genç öğretmen: Çocuklar isyan ediyor
Sputnik’e konuşan bir diğer isim ise Ağrı’da bir köy okulunda görev yapan genç öğretmen Tuba oldu. Tuba öğretmen, uzaktan eğitimin kendilerini nasıl etkilediğini “Çocukların burada okul, öğretmen dışında bir şeyler öğrenebilecekleri yetişkinleri yok. Bu sebeple okul buradaki öğrenciler için daha fazla önem taşıyor. Mart ayından bu yana, 7 aydır okuldan uzak kaldılar. Bu onlar açısından öğretimden uzak kalmak anlamına geliyor. Ekim’den bu yana yüz yüze eğitime geçilmişti, bu sefer de adapte olma sorunu yaşadık. Tam adapte olma sorununu aştık derken, tekrar okullar kapatıldı. Bu duruma çocuklar artık isyan ediyorlar. Sürekli ‘Okula gelmek istiyoruz, yine mi tatil, evde çok sıkılıyoruz’ sözlerini duyuyoruz” diye anlattı.
‘Köyde çoğu ailede akıllı telefon bile yok, olsa bile 5 öğrenciye 1 tane düşüyor’
Tuba öğretmen “Belki ülkenin batısında çocuk bir nebze de olsa tabletle ya da başka bir şeyle meşgul olabiliyorken, köyde böyle bir imkan zaten yok. Akıllı telefon çoğu ailede yok, olanların da babası şehir dışında çalışıyor bu sebeple evde değil ya da bir tane akıllı telefon var evde ama 5 tane öğrenci var. Ne internet altyapısı yeterli ne akıllı telefon, tablet yeterli oluyor, çoğunda zaten o da yok. Bu sebeple enkaz kıvamında kalıyor çocuklar. Bu bizi çok üzüyor” dedi ve devam etti:
‘Birinci sınıfların adaptasyonu çok zor, Türkçe problemi yaşayanlar var’
“Birinci sınıfların hali çok daha kötü. Geçen sene anaokuluna gidemedi çocuklar. Dolayısıyla okul öncesi eğitim yeterli olmadı. Ana sınıfı eğitiminin zaten çok büyük bir kısmı öğrencileri birinci sınıfa hazırlamak üzerine. Türkçe sıkıntısı da yaşıyorlar haliyle. Birinci sınıf öğretmenleri öncelikle Türkçe iletişim kurma konusunu çözmeye çalıştı. Tam bunlar üzerine yüz yüze eğitim askıya alınınca birinci sınıf öğretmenleri de çok büyük moral bozukluğu yaşadılar. Birinci sınıf öğrencilerinin adapte olması çok büyük problem.”
‘1 öğrenci online derse katılabildi, gerisi televizyondan takip etti’
Çevrimiçi eğitime katılan sadece 1 öğrencisi olduğu anlatan genç öğretmen “Bu çocuk da bizim servis şöforümüzün çocuğu, ısrarlarımıza dayanamayak çevrimiçi derslere katıldı. Ailelerde de bu bilinç yok. Kalan öğrenciler sadece televizyondan ders alabildiler ama burada da çok sıkıntı yaşadık. Biz köy okuluyuz ve başka imkanımız yok diye Whatsapp grupları kurduk, çocuklarla iletişim halinde kalabilmek adına. İnanın bir hikaye kitabının her sayfasının fotoğrafını çekip oradan öğrencilere gönderdim. Çünkü biliyorum ki o çocuk o kitaba başka şekilde ulaşamayacak. Tablet yardımı konusunda, Milli Eğitim’den haber geldi. Bizden de köyde internete erişimi olmayan öğrencilerin bilgileri istendi. Ancak şu an için bir gelişme yok. Eğer sınıf mevcudundan eksik tablet gelirse, o da başka türlü bir karmaşa yaratacak” diye anlattı.
‘Artan eşitsizlik ve istismar riski’
Türkiye’de eğitimin yıl sonuna kadar online olarak sürdürülmesi yönündeki kararın olası sonuçlarını Sputnik’e değerlendiren Eğitim Reformu Girişimi’nden Burcu Meltem Arık’a göre, çevrimiçi eğitimin öğrenciler açısından beraberinde getirdiği birçok risk var. Arık “Türkiye’de çocuklar ve bölgeler arasındaki öğrenme farkları çok yüksek. Maalesef eşitsizliklerin yüksek olduğu ülkelerden birisiyiz. Ayrıca bu dönemde, çocukların istismarla karşılaşması riski de çok yüksek. Sonuçta okullar daha büyük çocuk koruma sisteminin çok önemli bir parçası. Öğretmenler ihmal, istismar durumlarını çok daha iyi gözleyip önlem ve tedbirler alabiliyorlardı. Şimdi çocuklar için bu durumu bilemiyoruz” diye anlattı.
‘Çocuk işçiliği ve çocuk yaşta evlendirme tehlikesi’
Arık “Çok yüksek risk altında olan gruplar var, özellikle aileleri gündelik çalışma yapan çocuklar için. Örneğin müzisyen olan Roman ailelerin çocukları… Çünkü alınan tedbirlerle bu ailelerin geçimleri de risk altına girdi. Dolayısıyla bir grup çocuğun eğitimden kopma riski bu dönemde de çok daha fazla arttı. Bazı çocuklar için çocuk işçiliği ve erken evlilik gibi çok çeşitli riskler söz konusu” dedi.
‘Keşke diğer bütün tedbirler alınsaydı da eğitim yüz yüze devam edebilseydi’
Arık, arzu ettikleri tablonun, diğer bütün tedbirlerin sıkıca uygulanmasının ardından eğitimin yüz yüze devam etmesinin güvence altına alınması olduğunu “Biz isterdik ki, bütün tedbirler diğer sosyal alanlarda alınabilseydi de çocuklar eğitime devam edebilseydi. Çünkü okullar, çocuklar açısından yalnızca öğrenim gördükleri mekanlar değil, sosyalleştikleri, güvende hissettikleri ve çeşitli ihtiyaçlarını karşılayabildikleri özel bir alan” sözleriyle anlattı.
‘Bu son kriz olmayacak’
Koronavirüs pandemisi aracılığıyla pek çok toplum yalnızca bu virüs riskiyle değil, bu gibi olağanüstü dönemlerin tekrar etmesi olasılığıyla da yüz yüze geldi. Eğitim Reformu Girişimi’nden Arık “Bilim insanlarının söylediği bir şey var; eğer çok ciddi ve radikal değişiklikler, adımlar atılmazsa bu karşılaştığımız ne ilk ne de son pandemi olacak. Yarın her şeyin hemen normale döndüğü bir hayat bizi beklemeyecek maalesef. Bu belirsizlik ve zorlu süreçlerle başa çıkmak için eğitimin bütün paydaşlarını güçlendirecek mekanizmalar kurmamız gerekiyor. Eğitimin dışına çıkacak, kopacak, risk altındaki öğrenciler için çok daha güçlü ve hızlı adımlar atılması şart” hatırlatması yapıyor.