Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisi ve yaratması beklenen ekonomik tsunami Batı merkezli sistem için endişe kaynağı. Salgın yüzünden İtalya'nın düştüğü durum, AB içerisinde dayanışma ilkesinin hiç de göründüğü gibi olmadığını ortaya sererken, özür niyetine bir makale kaleme almak durumunda kalan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, birlik için 'Marshall Planı'na ihtiyaç olduğu' çıkışı yaptı. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında enkaza dönen Avrupa ülkelerinde Amerikan merkezli sosyo-ekonomik nizamın köşe taşı olurken Nazizimle mücadelede öne çıkmış sol siyasi hareketlerin de gömülmesine zemin hazırlamış planın günümüz Avrupası'yla alakası tartışma konusu oldu.
AB'nin Brexit sonrası 'yakalandığı koronavirüs' eşliğinde evrilmesi ve küresel düzenin gidişatını Avrupa Birliği ve Küresel Araştırmalar Derneği (ABKAD) Başkan Yardımcısı ve AB uzmanı Can Baydarol ile konuştuk.
‘Leyen’i Merkel’in sesi olarak düşünmek lazım’
Can Baydarol, ABD kaynaklı ekonomik yardım paketi olarak bilinen Marshall Planı’nı gündeme taşıyan Ursula von der Leyen’i ‘bir komisyon başkanı olarak değil Merkel’in sesi olarak’ Almanya’nın dileklerini gündeme taşıdığı görüşünde. Neoliberal dünyanın öldüğü görüşündeki Baydarol’a göre Trump Amerikası'ndan Marshall Planı beklemek mümkün değil, Avrupa ise birlik olarak yola devam etmek için daha sosyal bir modele bürünmek durumunda:
“Neoliberal dünya öldü. Hep uzaydan gelecek yaratıklar bekliyorduk böyle bir şey için. Ama uzaydan gelecek o çok güçlü ve zeki yaratıklar yerine virüs diye adlandırdığımız protein tanesi. Bir de akılsız bir protein tanesi çünkü kendi yaşamını sürdürebilmesi için içine girdiği bünyeyi öldürmemesi gerekiyor. Böyle bir virüsle beraber bütün dünyanın ve Avrupa Birliği’nin düzeni bir anda sarsıldı. İtalya’da çok kötü bir sınav verdiler, İspanya’da da durum aynı. Schengen sistemi çöktü. Her ülke kendini korumak için sınırlarını kapattı. Bu dünya içerisinde bir anda Marshall Planı talepleri gibi acil yardım talepleri, tekrar kalkınma modeli yaratmayı geçin daralmayı yüzde 30’ların ekonomik olarak tutabilmek için bu tür söylemler ortaya çıktı. Ursula von der Leyen de çok basit bir komisyon başkanı değil, biraz Merkel’in sesi olarak düşünmek lazım. von der Leyen, Merkel’in kabinesinde savunma bakanıydı. Dolayısıyla Almanya’nın bu konuda yeni bir yol ayrımına geldiğini düşünüyorum. Marshall Planı'nın ne demek? Amerika mı yardım edecek? Trump’tan böyle bir şey beklemek çok mümkün değil. bu durumda bütün gözler Christine Lagarde’a dönecek. Avrupa Merkez Bankası’nın çok ciddi bir şekilde Euro basması, yani bu şekilde dara düşen AB ülkelerine yardım etmesi gibi bir şey anlıyorum. Bu bir anlamda da sıkı para politikaları diye geçen bir Merkelizmin de özünde yatan monetarist yaklaşımdan vazgeçilmesi anlamına geliyor. AB yola devam etmek istiyorsa, çok daha sosyal bir Avrupa’yı ve buna destek veren Almanya’yı ön plana çıkartabilir.”
‘Yeni bir küreselleşme ayrımı’
Koronavirüs ile dünyada bütün değerlerin alt-üst olduğunu, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün gündemden düştüğünü söyleyen Baydarol, küresel sağlık sistemi üzerine çok daha fazla kafa yorulacağı görüşünde. Dünyada Keynesyen politikalara dönüş kaçınılmaz görünse bile 'küreselleşmenin bittiği' söylemlerine katılmayan Baydarol, ABD'nin Çin'i Çin'in ABD'yi etkilediği bir iklimde devletlerin ortak çözüm geliştirmeye çalışmasının kaçınılmaz olacağını dile getirdi. Ancak Baydarol, küreselleşmenin özellikle sağlık, fakirlik ve açlıkla mücadeleye kafa yorması gerekeceğini söylerken, bu meselelerin artık göç olgusuyla birlikte 'zenginlerin de sorunu' olacağını ve 'sosyal küreselleşmeye gidileceği' değerlendirmesinde bulundu. Baydarol, bu süreçte popülist liderler yerine bilginin lider olduğu teknokrat yönetimlerin tercih edileceğini söyledi:
“Şu anda bütün değerlerin alt üst olduğunu düşünüyorum. Ne insan hakkı kaldı ne hukukun üstünlüğü. Bunlar geçmiş güzel günlerin güzel değerleriydi. Şu anda bir ortak sağlık politikasının olmamasının yarattığı sonuçlar var. Bu durumda da bundan sonraki dünyanın ve Avrupa Birliği’nin üstüne olmayacağı düşüncesindeyim. Kopenhag kriterleri diye tartıştığımız değerlerin ötesinde bir küresel sağlık sistemi üzerine çok daha fazla kafa yorulacağı, bu anlamda da sağlık meselesinin daha ön plana çıkıp sırf Avrupa Birliği çerçevesinde değil daha geniş bir perspektifte tartışılacağı bir dünyaya yelken açıyoruz. AB de bunun parçası olacak. Yeni bir küreselleşme ayrımına geldik. Keynesyen politikalara katılıyorum. Ama küreselleşmenin bittiğine inanmıyorum. Çünkü hiçbir devletin tek başına bu sağlık meselelerinden kurtulma şansı yok. Çin’de biri hapşurduğunda başta Amerika Birleşik Devletleri’nin halini görüyoruz. İspanya ve İtalya’yı görüyoruz. Bütün dünya artık ortak bir çözüm, davranış kalıbı sergilemek zorunda. Çünkü neoliberal yaklaşıma artık biraz şüpheyle bakacak. Ama küreselleşmenin özellikle sağlık, fakirlik ve açlıkla mücadele konusunda çok daha fazla ileri taşınacağı düşüncesindeyim. Burada olan biten bir yerden sonra göç dalgalarını daha da arttıracak. Açlık, fakirlik, sağlık sorunları, olmayan sağlık sistemleri nedeniyle ortaya çıkacak yeni göç dalgaları sadece fakirlerin değil aynı zamanda zenginlerin de sorunu haline gelmiştir. Dolayısıyla daha çok bir sosyal küreselleşmeye doğru gidileceği düşüncesindeyim. Bu şu an için sadece bir umut. İki tarafta da bu sağlık meseleleri yüzünden aşırı sağın güçleneceğini de düşünüyorum. İnsanları eve hapsettiniz, evdekilerin parası varsa hayatlarını devam ettirebiliyorlar. Avrupa ülkelerinde de bir gelir eşitliği söz konusu değil. Orada da çok ciddi fakir bir kesim var. Bütün bu insanların sokağa çıkıp isyan etmesi durumunda ne yapacaksınız? Çok enteresan görüntüleri Çin’den görmeye başladık. 5G teknolojisinin aslında virüsün yayılmasında çok ciddi olduğu ve büyük patlamalara yol açtığı da anlaşılıyor. Teknoloji, virüs bütün bunlar bir araya gelince zaten muazzam bir felaket ortaya çıkıyor. Bunu engellemek için çok daha sosyal, teknolojinin daha fazla insan yararına kullanılacağı, silah yatırımı yerine sağlık yatırımlarının ön plana çıkacağı, popülist yerine daha teknokrat ve bilgili liderlerin yaşamda rol almaya başlayacağı bir dünya düşlüyorum. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurumları olarak ortaya çıkan Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü de iflas etmiş vaziyette. Yeni bir anlayışla, dünyanın üst kurumların altında bütünleşmeye doğru gideceği düşüncesindeyim.”
‘Süreç Orwell’in 1984 romanına doğru gidiyor’
Diğer yandan pandemi nedeniyle kimsenin 'demokrasi' sorunuyla ilgilenmediğini belirten Baydarol, teknolojinin devletlerin bireyleri daha sıkı kontrol edeceği yeni bir yere evrildiğini söylerken, süreci George Orwell’in 1984 romanına benzetti:
“Hiç parlak değil. Sağlık sorunları çıktığı zaman kimsenin demokrasiye taktığı yok bir kere. Teknoloji aracılığıyla çok daha kontrol edilen bireye doğru gidiyor iş. Elimizdeki cep telefonundan artık sizin ateşiniz ölçülecek, nereye gittiğiniz izlenecek, kimle temas ettiğinize bakılacak. Orwell’in 1984 romanına doğru gidiyor süreç. Çin insanları evlerine kilitleyerek başardı, bir şey başardıysa. Onun da ne kadar doğru olduğu belli değil. Bu tür eğilimler, daha düne kadar bireysel özgürlüğü savunan kesimler tarafından karşı şekilde konuşulmaya başlandı. ‘Demokrasi eğer cehaleti bu kadar iktidara taşıdıysa, o zaman o demokrasiden taviz vermek gerekir mi?’ sorusunu da ortaya çıkarıyor. Bu içinden çıkılmaz bir problematik olarak karşımızda. Bu görüşle bakıldığında, karamsar şeyler söylemek zorunda kalıyorum. İkisini bir araya getirdiğimizde nasıl bir dünyanın ortaya çıkacağını herhalde olanı biteni biraz daha gözlemleyerek düşünmemiz gerekecek.”
‘AB, Türkiye ile ilişkilerde yeni bir model geliştirmek zorunda’
Baydarol, tüm dünyada patlak veren salgınla beraber Avrupa ülkeleri için en büyük tehdidin göç olduğunu belirtti. Türkiye’nin coğrafi konumu itibariyle önemli bir ülke olduğunu dile getiren Baydarol, bundan dolayı salgın krizi atlatıldıktan sonra AB’nin Türkiye ile ilişkilerde yeni bir model geliştirmek zorunda kalacağı görüşünde:
“Türkiye’de bunu tartışan kimse kalmadı. Türkiye ile Avrupa arasında illa ki ilişki olacak. Ama bunun şekli şemaili ne olacak, salgından sonra daha net ortaya çıkar. Türkiye’ye daha fazla yardım etmek zorunda kalacaklarını onlar da biliyorlar. Bugünden sonra Avrupa için en büyük tehdit sağlık sorunlarıyla birleştiği anda göç boyutudur. Türkiye de bu noktada kilit bir ülke. Buraya kadar Ankara anlaşması çerçevesindeki ilişkileri, gümrük birliği meselelerini tartışıyorduk. Şimdi yeni bir ilişki modeli de kriz atlatıldıktan sonra geliştirecektir. Ne Avrupa ne Türkiye’den ne de Türkiye Avrupa’dan vazgeçebilecek pozisyonda değil. Coğrafi bir mesele. Yoksa başka bir şeyden ötürü değil. Türkiye’nin coğrafyası son derece önemli. Bu yüzden Avrupa yeni bir modeli geliştirmek zorunda kalacaktır. Makul bir orta yolun bulunması gerekiyor. Çünkü ilişkileri bu şekilde götürmek hakikaten mantık dışı bir hale geldi. Sağlık meselelerini de yaşadıktan sonra bambaşka bir şeye gitmek lazım. Avrupa Birliği tedarik zincirinin kırılmaması için bir şey yaptı. Eskiden tır geçişlerini yasaklıyorlardı, şoförlere vize konusunda sorunlar çıkarıyorlardı. Şimdi ‘Bütün ülkeler her türlü tıra yol verin, sakın kısıtlamaya kalkmayan. Türk şoför arkadaşlar konsolosluklara gelmeyin yetkili kurumlara gidin, vizenizi salgın süresinde uzatalım’a geldi iş. Dolayısıyla sağlık sorunlarının beraberinde getirdiği birinci makul nokta burası olarak karşımıza çıktı. Yani kısıtlayıcı, kendini koruyucu, ticari gerekçelerle aktif koruma halindeki Avrupa’dan bir anda ‘Aman ne olur bize mal getirin, mağazalarımız boş kalmasın yoksa başka isyanlar ortaya çıkacak’ noktasına gelindi.”