19 Ocak’ta Libya sorununu görüşmek üzere gerçekleşen ve 55 maddelik sonuç bildirgesiyle sona eren Berlin Konferansı’nın ardından, Libya’da çatışmaların nasıl durdurulacağına ilişkin soru işaretleri sürüyor. Konferans sonundaki bildirge, ‘Libya Temsilciler Meclisi'nin onayladığı tek, birleşik, kapsayıcı ve etkin bir hükümetin kurulmasının desteklendiğini’ belirterek Temsilciler Meclisi’nin destek verdiği Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter'in de elinde güçlendirmiş gibi gözüküyor.
Berlin Konferansı’nın yarattığı bu yeni güç dengelerinin, kısa bir süre önce Fayez Al Sarraj başkanlığındaki Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile ‘Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nı imzalayan ve ardından ülkeye asker gönderme kararı alan Türkiye’nin Libya’daki konumunu nasıl etkileyeceği ise bir diğer önemli soru işareti. Türkiye’nin Libya konusunda önündeki tehdit ve fırsatları, gazeteci-yazar Mehmet Ali Güller, Sputnik’e değerlendirdi.
‘Türkiye’nin imzaladığı anlaşma Hafter’i destekleyen Temsilciler Meclisi onayına bağlı’
Mehmet Ali Güller’e göre, Berlin Konferansı’yla oluşan yeni koşullar, Türkiye’nin Libya Ulusal Hükümeti ile imzaladığı anlaşmanın işlerlik kazanabilmesini Hafter’i desteklediği bilinen Libya Temsilciler Meclisi’nin onayın bağlı kılmış durumda:
“Türkiye’nin Trablus hükümetiyle yaptığı MEB anlaşması önemlidir. Fakat Berlin Konferansı, bu anlaşmayı bir ölçüde tartışmalı hale getirdi. Zira Berlin Konferansı’nın sonuç bildirgesinin 25. maddesinin girişinde katılımcıların ‘Libya Siyasi Anlaşması’nı Libya’daki siyasi çözüm için geçerli çatı kabul ettiği ve desteklediği’ belirtiliyor. Nedir peki Libya Siyasi Anlaşması? 17 Aralık 2015’te Fas’ın Süheyrat şehrinde imzalanan anlaşmadır. Ve o anlaşmaya göre Serraj hükümetinin yapacağı anlaşmaların işlerlik kazanabilmesi, Libya Temsilciler Meclisi’nin onayına bağlıdır. Öyle olduğu için de, Berlin Konferansı’nın sonuç bildirgesindeki 25. maddenin devamında “Libya Temsilciler Meclisi’nin onayladığı tek, birleşik, kapsayıcı ve etkin bir hükümetin kurulmasını destekliyoruz”denilmektedir.
‘Türkiye’nin Moskova’yla ilişkisi sebebiyle anlaşmayı Tobruk’a onaylatma şansı var’
Libya Temsilciler Meclisi ise bildiğiniz gibi Hafter’i desteklemektedir. Bu nedenle Berlin Konferansı’nda Hafter güç kazanmıştır, meşruiyet sağlamıştır. Şimdi Türkiye Trablus’la imzaladığı MEB anlaşmasını Libya Temsilciler Meclisi’nin onayından geçirme sorunuyla karşı karşıyadır. Eğer Ankara en başta yumurtaları tek sepete koymasa ve iç savaşta taraf olmak yerine iki tarafla da “esnek diplomasi” uygulasa, bu onay meselesi sorun olmayacaktı. Fakat bitmiş bir durum yok elbette. Ankara’nın Moskova’yla işbirliği yapıyor olması, Türkiye’nin dış politikada en güçlü kartlarının başında gelmektedir artık. Dolayısıyla Ankara Moskova ilişkisi üzerinden MEB anlaşmasını Tobruk’a onaylatma şansıhâlâ mevcuttur.”
‘Trablus’la anlaşmalar tartışmalı, Suriye’den savaşçı sevki gibi konular rafa kalktı’
“Bir kesim şunu iddia ediyor: Ankara tezkere çıkarmasa, eğitim amaçlı da olsa bir grup asker göndermese, Libya’da bu gelişmeler olmayacaktı, Berlin Konferansı toplanmayacaktı; Türkiye sahada olduğu için bu başarı geldi. Ve Türkiye sahada olduğu için Yunanistan Berlin’e çağrılmadı. Bu doğru değil. Bir kere Türkiye Libya’yla MEB anlaşmasını ve askeri güvenlik işbirliği anlaşmasını 27 Kasım 2019’da imzaladı. Tezkere daha da sonra… Oysa Berlin Konferansı’nın hazırlık toplantısı bundan 1,5 ay önce, 19 Ekim 2019’da yapıldı. Öte yandan Yunanistan’ın konferansta olmayacağı daha o toplantıda belliydi. Ki Berlin’in, Yunanistan’ı aslında bu meselede AB’yi kilitleyen bir rolünün olmaması için çağırmadığı anlaşılıyor.
Dolayısıyla bu tür abartıların dış politikaya bir katkısı yok ki iktidar bu doğru olmayan abartılı söylemleri zaten içerisi için yapıyor… Öte yandan Berlin Konferansı zaten iktidarın politikası açısından bir başarı değil, tersini doğurdu aslında. Sadece Trablus’la imzaladığı anlaşmaları tartışmalı hale getirdiği için değil; asker gönderme ve Suriye’den savaşçı sevki gibi konuları rafa kaldırdığı için.”
'Türkiye, tutum değiştirirse, Suriye ve Mısır da değiştirir’
Türkiye’nin Libya’yla imzaladığı anlaşmadan bahsederken, tartışılan en önemli konulardan biri de Ankara’nın Şam ve Kahire’yle de masaya oturup oturmayacağı. “Taraflar masaya oturmayı kabul eder mi?” sorusu üzerine Güller “Şam ve Kahire’nin Ankara’yla masaya oturmama diye bir problemi yok. Oturur elbette. Türkiye, kimsenin karşısına almak isteyeceği bir ülke değildir neticede. Fakat burada top Şam ya da Kahire’de değil, Ankara’da. İktidar Şam’da Esad rejimini devirmeye çalıştığı ve Kahire’de İhvancı Mursi’yi yıkan General Sisi’yi diplomatik olarak tanımadığı için bu iki başkentle sorun var. Ankara bu konulardaki tutumunu değiştirdiği anda Şam da, Kahire de masaya oturmak isteyecektir. Zira Şam ve Kahire’nin Türkiye’yle masaya oturmamasının kendilerine sağladığı bir avantaj yok” diye yanıt veriyor.
‘Suriye’yle temaslar istihbarat düzeyinin ötesine geçmeli’
Türk hükümetinin Mısır ve Suriye’yle masaya oturmamak konusundaki “ısrarcı” tutumunun sürdüğüne işaret eden Güller “Maalesef iktidar mezhepçi yaklaşımı nedeniyle Şam ve Kahire karşıtlığını sürdürüyor. Tamam, Moskova’nın girişimiyle Ankara ile Şam arasında istihbarat düzeyinde görüşme oldu ama bu pek bir şey ifade etmiyor. Zira iki savaşan devlet de istihbarat düzeyinde görüşebilir zaten. Bölgenin ihtiyacı olan Ankara ile Şam’ın istihbarat düzeyinde görüşmesi değil, hükümetler düzeyinde işbirliği yapmasıdır. Ancak iktidar, ısrarla ve ısrarla Şam ve Kahire karşıtlığını sürdürüyor. Bu biraz da iktidarın ajandasıyla ilgili. Meselesi sadece ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde kurduğu terör koridorunu dağıtmak olan bir iktidar, elbette Şam’la görüşürdü. Ama görüşmüyor, çünkü bu hedefin örtüsünün altında başka bir hedef var. Nedir? PYD koridoru yerine ÖSO koridoru kurmak! İktidar ajandasındaki bu hedefi sürdürdüğü müddetçe içeriden ve dışarıdan gelen Esad’la görüşmesi baskılarına direnmeye devam edecek maalesef” diye ekliyor.