NATO, 70. yıldönümüne ittifakın varlık sebeplerine dair derin tartışmalarla giriyor. 3-4 Aralık'ta liderler zirvesi öncesinde geçen hafta dışişleri bakanları toplantısı vesilesiyle yapılan açıklamalar ittifak içerisinde aralarında Türkiye'nin politikalarının da bulunduğu bir dizi tartışmaya işaret etti. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un The Economist dergisiyle söyleşisinde 'NATO'nun beyin ölümünün gerçekleştiği' saptaması ve kendisine verilen tepkiler öne çıktı. Macron, bu tespiti yaparken, Türkiye'nin politikalarının da ittifakta yarattığı sıkıntılara işaret etmişti.
NATO liderler zirvesi öncesindeki tartışmaları Marmara Üniversitesi'nden Doç. Dr. Barış Doster ile konuştuk.
'NATO düşmansız kaldığı gün fiilen ölmüştü'
Doç. Barış Doster'e göre, Fransa lideri Macron'un 'beyin ölümü' tespiti aslında 'malumun ilanı'. 1989'da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve ardından 1991'de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılarak Doğu Bloku’nun ortadan kalkmasıyla NATO düşmansız kaldığı gün aslında 'fiilen beyin ölümü' yaşandığını söyleyen Doster, kalan zamanın ittifakın kendisine yeni düşmanlar yaratma girişimleriyle geçtiği görüşünde. Zaman içerisinde radikal İslamcılıktan, sınır aşan suçlara, küresel terörizme uzanan bir dizi düşman tanımı geliştirildiğini anımsatan Doster, bunun çok fazla bir değişiklik getirmediğinin altını çizdi:
'NATO'nun işlevinin daha fazla tartışıldığı bir süreç olacak'
Doster, 'NATO'nun beyin ölümü' tespitinde Türkiye'nin ABD ile yaşadığı S-400/F-35 krizinin de etkisinin bulunduğu görüşünde. Ancak asıl AB ve AB'nin patronu Almanya ile ABD arasındaki sıkıntılara dikkat çeken Doster, bütün bunlara karşılık asıl 'beyin ölümünün' ittifakın 'düşmansız kalmış olması' olduğunu dile getirdi. Önümüzdeki süreçte Brexit ile birlikte NATO'dan yeni bir kopuş da beklemeyen Doster, buna karşın ittifakın işlevinin daha fazla tartışıldığı, itiraz eden üyelerin sayısının artacağı ve Avrupa Ordusu fikrinin gelişeceği olası gelişmelere işaret etti:
''Bu beyin ölümün gerçekleşmesinde Türkiye-ABD arasında yaşanan F-35, S-400’ler üzerine yaşanan gerilimin abartmayalım bir parça etkisi vardır. Bu beyin ölümün gerçekleşmesinde, AB’nin lideri olan, en çok AB’ye parayı koyan ve bunun diplomatik, ekonomik, politik getirilerinden en fazla faydalanan Almanya ile ABD’nin arasının limoni olmasının, yan oturmalarının, şeker renk olan durumun etkisi var mıdır, vardır. Ne NATO bütçesi konusunda, ne Ukrayna-Kırım, İran, Irak, Suriye meselesinde ne de Rusya ile yaşanan gerilimde Almanya, ABD ile çok omuz omuza, kucak kucağa olmuyor, pamuk ellerini cebe de atmıyor hatta mırın kırın ediyor. Bu da elbette NATO’nun beyin ölümün gerçekleşmesinde etkili bir unsurdur. Ama asıl burada etkili olan unsur, bu yıl 70. yaşını kutlayan bir örgütün düşmansız kalmasıdır. Önümüzdeki ilk süreçte, NATO’dan bir kopuş beklemiyorum. Britanya’nın AB’den kopması gibi bir halk oylamasıyla adı konulmuş bir kopma beklemiyorum. Ama NATO’nun işlevinin daha fazla tartışıldığı aynen Almanya gibi NATO ve NATO’nun patronu olan ABD’ye mırın kırın edenlerin, itiraz edenlerin sayısının daha da arttığı, Almanya ve Fransa’nın öncelik ettiği, hayata geçirirler mi ayrı tartışma konusu, Avrupa ordusu benzeri tartışmaların yoğunlaştığı günler bekliyor NATO’yu”.
'Beşinci madde sadece ABD için geçerlidir'
Doster'e göre, Türk hükümetinin özellikle son dönemde Suriye vakası üzerinden NATO'nun özellikle 5'inci maddesine atıf yapması sıkıntılı. Bu maddenin ittifak tarihinde ABD dışında hiçbir ülkeye uygulanmadığını anımsatan Doster, Türkiye'nin de Suriye dahil kendisini ilgilendiren konularda bu durumun geçerli olduğunu gayet iyi bildiğini dile getirdi:
“NATO’nun bir işe yaramadığını Ankara’dakiler de biliyorlar. NATO’nun 5. Maddesinde bir üyeye yapılmış saldırı, bütün üyelere yapılmış addedilir ve ona göre bir yanıt verilir. Kısaca birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için formüle edebileceğimiz o madde. Bu 5. Madde, NATO tarihinde ABD hariç hiçbir ülkeye uygulanmamıştır. NATO, alan dışı operasyonlarına eğer başlayacaksa ki yıllar önce başladı, bu Suriye olmaz. Bugün ABD’nin ihtiyaç duyduğu bir zaman ve mekanda bir alan dışı operasyon olur. NATO alan dışı harekatı yaptı, geçmişte Kosova’da gündeme geldi, Afganistan’da oldu, oralara kuvvet yolladı. Ankara’dakiler de bu çağrıyı yaparken, NATO, Suriye söz konusu olduğunda devreye girmeyecek. Ama bakın biz çağırdık, NATO gelmedi şeklinde bir fotoğraf vermek adına bu çağrıları yapıyorlar. NATO, yarın bir gün alan dışı bir harekat yaparsa, bu Türkiye’nin çağrısıyla olmaz, ABD’nin çağrısı ve ihtiyaçları doğrultusunda olur''.
'NATO'nun genişlemesi ve yayılmacılık, güç kaybında etkili oldu'
Doster, NATO'daki güç kaybının genişleme ile tetiklendiği görüşünü dile getirirken, özellikle Doğu Avrupa'daki yayılma ve Rusya'ya çok fazla sokulma fikrine Batı bloku içerisinde itiraz edenlerin Amerikan müesses nizamı tarafından dinlenmediğine işaret etti. Doster, bunun sonucunda Rusya'da haklı olarak tepkinin tetiklendiğini vurguladı:
"Ama öte yandan NATO’daki güç kaybı, Rusya’da Karadeniz’de olanlardan da anlaşılıyor. Kısaca Baltık üçüzleri dediğimiz, Estonya, Letonya, Litvanya dahil SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkan pek çok ülke, pek çok eski Varşova Paktı ülkesi, pek çok Doğu Bloku, Doğu Avrupa, Balkan ülkesi, bir kısmı da Avrupa Birliği’ne girdikleriyle aynı zaman, dönem, süreçlerde NATO üyesi yapıldılar. Rusya Federasyonu, NATO’nun bu genişlemesini kendince çok haklı ve doğru olarak öncelikle tehdit olarak tanımladı. Ruslar bu konuda yalnız değiller. Amerikan siyaset bilimi yazınında da eski ve mevcut pek çok diplomatın, uzmanın ABD yönetimini bu konuda uyardıkları, ABD’nin Rusya’ya bu kadar sokulmasının Rusya açısından tehdit olarak algılanacağı yönünde Amerikan siyasal seçkinlerinin bu konuda ikaz ettikleri bilinir. Ama bu Amerikalıları da dinlememiştir Amerikan yönetimi, müesses nizamı. Amerika’daki şahinler Rusların endişeleri, tepkilerini de pek dikkate almamışlardır. Türkiye’nin civarında olup bitenlerde düğümleniyor iş. 2003-04-05 Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan’da yapılan renkli, turuncu, lale, gül, karanfil devrimleri, dünyaca ünlüm borsa spekülatörü George Soros'un parasıyla yapılan işler. Bulgaristan ve Romanya’nın NATO üyesi yapılmasından sonra ABD’nin ısrarla, inatla Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya alma çabası ve Rusya’nın buna çok sert tepki göstermesi. Ukrayna’da yaşananlar, 2013-14 ve günümüze kadar ve 2008’de Rusya-Gürcistan Ağustos savaşı. Yani Rusya artık çok sert bir şekilde gerekirse silahla karşı koyarak NATO genişlemesine itiraz edeceğini gösterdiği andan itibaren NATO’nun pek de artık Rusya’nın kenarına sokulamadığını, yeni yeni üyeler elde edemediğini görüyoruz. Bu Türkiye’nin bir miktar elini kuvvetlendiriyor. Ortadoğu’da yaşananlarda AB’nin etkisizliği, NATO’nun en azından Avrupalı üyelerinin artık takatten düştüklerini, Atlantik hegemonyasının ABD ve AB’nin liderlik ettiği ekonomik ve askeri paktların zayıfladığını önemli ölçüde ortaya koyuyor".
'ABD emperyalizminin gerilemesinden NATO da olumsuz etkilendi'
Buna karşılık hem Rusya hem de Çin'in tepkilerinin tetiklendiğine işaret eden Doster, ABD'nin hegemonyasındaki gerilemeye koşut olarak gelişmelerin tetiklendiğinin altını çizdi. Doster'e göre ABD emperyalizminin işgal ve saldırı aygıtı olarak NATO bütün bu genişleme sürecinden olumsuz etkilendi:
"Rusya’nın 2000’lerle Vladimir Putin iktidarıyla başlayarak yakın çevresinden itibaren önce Çeçenistan meselesini çözmesi, ardından eski SSCB ülkelerinde nüfuzunu daha da pekiştirmesi, Suriye bunun somut örneğidir, Ortadoğu’daki ağrılığı, nüfuzunu pekiştirmesi NATO’nun beyin ölümün gerçekleştiğini kanıtlıyor. Çin’in ABD hiç istemediği halde Ortadoğu’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya kadar yumuşak yüzünü kullanarak muazzam yatırım kabiliyetiyle, dev ölçekli yardım kapasitesiyle attığı adımlar, Kuşak ve Yol projesi, BRICS ülkeler bloku, Şangay İşbirliği Örgütü, yani NATO’nun en istemediği şeylerin NATO lideri ABD’nin en fazla itiraz ettiği ama önüne geçemediği şeylerin hayata geçmesi NATO’nun beyin ölümü gerçekleştiğini kanıtladı. Ama son toplamda, günün sonunda ABD hegemonyasının gerilemesine, aşınmasına, zayıflamasına koşut olarak, ABD’nin küresel silah ticaretinde payı yüzde 36 olsa da ekonomik olarak gerilemesine koşul olarak bir diplomatik gerilimi söz konusu. Bu İran, Suriye, Irak’ta görüşüyor. Bundan kaçınılmaz olarak ABD emperyalizminin işgal ve saldırı aygıtı olan NATO da olumsuz biçimde etkileniyor.”
‘Önümüzdeki dönemde Çin'i daha çok konuşacağız'
NATO'daki bu gidişata paralel olarak son dönemde ABD yönetimi art arda silahsızlanma anlaşmalarından çekilerek yenilerinin müzakeresine Çin'in de katılmasını zorlamaya çalışırken, Doster'e göre Washington'ın işi zor. Çin'in yakın gelecekte küresel pazarda en çok payı olan ABD’yi yakalayacağını düşünen Doster, Çinlilerin askeri anlamda da büyüyeceğini ve Çin'in çok daha fazla konuşulacağı bir dönemi öngördü:
“Önümüzdeki dönemde Çin’i her açıdan daha çok konuşacağız. Her ne kadar ABD kabaca 800 milyar doları bulan dev savunma bütçesiyle, 22 trilyonluk bir ülkeden bahsediyoruz ve savunma bütçesi Türkiye’nin toplam iktisadi hacmi kadar, 150 fazladan ülkede üs sahibi olsa da en yakın iktisadi güç anlamında takipçisi Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı kendini önlem almakla yükümlü hissediyor. Çin’i kuşatma çabası ve Pasifik’e asker yığma çabası da bunun kanıtı. Çin ve Japonya ile Avusturalya arasına daha fazla husumet tohumları ekme çabası da bunun kanıtları. Hala ABD’de kabaca 800 milyar dolar savunma bütçesi baz alındığında kendisini takip eden be büyük bölümü de Avrupa NATO ülkesi olan 13 ülkenin toplamından daha fazla bir savunma bütçesine sahip. Ama bu Çin’in arayı kapatmayacağı, makası daraltmayacağı anlamına da gelmiyor. 2030 yılına gelene kadar eğer Çin’in dünyada iktisadi hacim, ekonomik büyüklük olarak ABD’yi yakalayacağı öngörülüyor ise bu kaçınılmaz olarak Çin’in ordusuna, askeri gücüne de yansıyacaktır. Bu kaçınılmaz olarak Çin için her anlamda yeni pazarlar demektir. Çin malı otomobillerden günlük kullanımda tükettiğimiz cep telefonlarından ya da İstanbul’da yağmur yağdığında iskeleden aldığımız şemsiyelerden tutun da Çin malı silahların artık daha yaygın olarak dolaşıma sokulmasına kadar bu her anlamda Çin’in elini kuvvetlendirecektir. Ekonomik, diplomatik, politik dışsallık kaçınılmaz olarak beraberinde teknolojik ve askeri dışsallığı da getirecektir. Bu önüne geçilebilir bir iş değil. Nasıl ki Pire limanında Çin’in ağırlığı artıyor, nasıl ki Çin, Türkiye’nin Avrupa ve Rusya’dan sonra en büyük üçüncü ortağı, nasıl ki yeryüzünde ABD’nin İsrail ile beraber iki stratejik ortağından biri olarak bilinen İngiltere bile ABD’nin aksi yöndeki baskılarına rağmen, 1 Kuşak 1 Yol projesinde Çin ile ortak olacağını ilan etti ve imza attı, o anlamda ABD’nin hem yakın müttefiklerini Çin ile işbirliği yapmalarını engelleme çabaları boşa çıkıyor. Hem de Çin’in ekonomik gücüne koşut olarak nasıl bilişim, iletişim, otomotivdeki teknolojik, mali ve ticari ağırlığı artıyorsa, Amerikalıların askeri endüstriyel kompleks dedikleri askeri sanayide de ağırlığı, nüfuzu ve teknolojik kabiliyeti artıyor. Bu ABD’nin görünür gelecekte önüne geçebileceği bir durum değil. ABD, yüzde 36’lık bir dilime sahip dünya küresel ticaret pazarında, Rusya’nın çok ciddi bir ağırlığı var yüzde 20’nin üzerinde, Çin o anlamda pazarını büyüttükçe, bu hem ABD’nin müttefiklerinin Çin’in müşterilerini olmalarını sağlayacak hem de diğer coğrafyalarda Latin Amerika, Ortadoğu, Afrika’da da yeni yeni müşteriler elde edecektir.”