"Türk liderinin nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin adil olmadığı şikayeti, Batı medya tarafından Erdoğan’ın kendi nükleer silaha sahip olma isteği gibi sunuldu. Türkiye ve ABD arasındaki kriz ve bazı Ortadoğu ülkelerinin sahip olduğu nükleer programlara ilişkin görüş ayrılığı, bu açıklamanın önemli bir bağlamı.
Erdoğan’ın, Orta Anadolu Ekonomi Forumu’nda yaptığı açıklama, Reuters ajansı tarafından şu şekilde çevrilmişti: 'Bazı ülkeler nükleer başlıklı füzelere sahip, bunlar bir iki tane de değil. Ama biz bunu elde edemezmişiz. Ben bunu kabul edemem.'
Türkiye Cumhurbaşkanı, tüm gelişmiş ülkelerin elinde bu türden cephaneliğin olduğundan şikayet etti ama Reuters, bunun hiç de öyle olmadığını savundu. Aynı zamanda Türk lider, bazı Ortadoğu aktörlerinin artık nükleer silaha sahip olduğuna işaret etti. Erdoğan, 'Yakında, neredeyse komşuluğumuzda, İsrail var. Onlar, buna sahip olmakla başkalarını korkutuyor ve kimse onlara dokunamıyor' dedi.
Her halükarda Türkiye’nin nükleer alana ilgisi geçtiğimiz yüzyılın ortalarında ortaya çıkmıştı ve tüm programı son zamana kadar kesinlikle sadece barışçıl nitelik taşıyordu. Cumhuriyetin caydırma rejimi sadece NATO müttefikleriyle ilişkilere dayanıyor. Örneğin, ABD’nin bazı savaş başlıkları İncirlik Hava Üssü’ne yerleştirildi. Bununla birlikte araştırmacılar, Türkiye yönetiminin nükleer silahların yayılması sorununa yaklaşımındaki ikililiğe dikkat çekiyor. Türkiye genelde, nükleer enerjinin barışçıl kullanımıyla ilgili kuralların her ne şekilde olursa olsun sıkılaştırılmasının karşıtı olarak gösteriliyor. Bu, barışçıl atomun eninde sonunda askeri atoma dönüşebileceği fikrine yol açıyor. ABD ile yaşanan çatışma bu şüpheleri güçlendiriyor.
Ankara’da yaşayan Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi uzmanı Timur Ahmetov, 'Erdoğan, Batı ülkelerinin diğerlere, savunma sanayilerini hangi koşullar altında geliştirebileceğini dikte ettiğini kastediyor. Bununla birlikte Türkiye Cumhurbaşkanının sözleri üstü kapalı bir şekilde, bu yaklaşımdaki çifte standartlara işaret ediyor. Nükleer silaha resmi olarak sahip ülkeler, diğer ülkeleri kendi nükleer silahını geliştirmemeye çağırıyor, bazen de İran’da olduğu gibi yaptırımlarla tehdit ediyor' diye anlattı. Ama bununla birlikte, uzmanın dikkat çektiği gibi, nükleer silah sahipleri İsrail’in cephaneliğini konuşmuyor.
Ahmetov, 'rdoğan’ın sözlerinin Türkiye’nin askeri atom alanındaki hırslarına işaret ettiğini iddia etmek mümkün değil. Nükleer silah, büyük çatışmalar kapsamında etkili, Türkiye’nin güvenliği için en büyük tehdit ise devlet olmayan aktörlerden kaynaklanıyor. Üstelik Türkiye’nin içindeki politik süreçlerin özellikleri, büyük askeri çatışmaya başvurmadan dış müdahale fırsatını sağlıyor. Nihayet Türkiye’nin elindeki nükleer silah, füze teknolojilerinin yayılması ve çözüm bekleyen ülkelerarası çatışmalar açısından Ortadoğu’daki durumu daha da istikrarsızlaştırır' yorumunda bulundu. Uzmana göre bu, güvenlik risklerini tahmin etme konusunda acizliğe yol açacak.
Ama şunu kaydetmek gerekir ki, Batı ülkelerinin nükleer silahların yayılmasını önleme rejimine yaklaşımlarındaki adaletsizlik sadece İsrail kısıtlı değil. Benzer eğilim Suudi örneğinde de görülüyor. Galiba ABD idaresi, kraliyetin barışçıl atom geliştirme fırsatını elde etmesine karşı çıkmıyor. Ama Suudi Arabistan’ın içindeki süreçlerin şeffaf olmaması, her türlü barışçıl çalışmaların tamamen beklenmedik bir şekilde amacını değiştirebileceğini düşünmek için sebep veriyor. Beyaz Saray içinse önemli olan nükleer savaş risklerini önlemek değil, rekabeti kazanmak. 'Riyad, atom alanında Moskova veya Pekin’in yardımını aramaktansa Washington ile işbirliği yapsa daha iyi olur' diyen ABD Enerji Bakanı Rick Perry de bunu kabul ediyor. Böyle bir yaklaşım söz konusuyken Türkiye yönetimi gerçekten de nükleer enerji alanında çok daha büyük haklar talep etme hakkına sahip."