EKSEN

‘İtalya’nın yaşadığı kriz, neo-liberal Avrupa modelinin krizi’

Ümit Akçay’a göre İtalya krizi, ‘neo-liberal Avrupa modelinin krizi’. “İtalya, Syriza paradoksu yaşıyor” diyen Akçay, AB’de seçmenin ekonomi politikasında söz hakkı olmadığına dikkat çekti. Akçay, Türkiye’de durum biraz yatışsa da 24 Haziran sonrası ‘acı reçete’ çıkacağını belirtti.
Sitede oku

İtalya'da hükümet kurma görevi, IMF'de üst düzey görevler yapan Cottarelli'de
İtalya'da 4 Nisan'da düzenlenen genel seçimlerde sandıktan güçlenerek çıkan sağ popülist Beş Yıldız Hareketi (M5S) ile aşırı sağcı Lega (Lig) öncülüğünde kurulmak istenen AB kuşkucusu koalisyon, Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'ya takıldı. Mattarella, koalisyonun avro bölgesi karşıtı ekonomi bakanını veto edip eski IMF yetkilisi Carlo Cottarelli'yi teknokrat hükümet kurmak üzere başbakan atadı. Parlamentoda İtalyan Kardeşliği'yle birlikte oyları yüzde 60'a yaklaşın M5S ile Lig, Mattarella'yı sandığa yansıyan iradeyi görmezden gelerek Berlin, Brüksel ve Paris'in sözünü dinlemek ve ‘ülkeye ihanetle' suçlayarak azledilmesinin peşine düştü.

İtalya'da euro-karşıtı hükümet piyasaları alarma geçirmişken, bu kez de siyasi kriz baş göstermiş durumda. İtalyan krizini, Türkiye'de 24 Haziran seçimleri öncesi yaşanan ekonomik kriz eşliğinde Doç. Dr. Ümit Akçay ile konuştuk.

‘YÜKSEK KAMU BORCU, KRİZİN NEDENİ DEĞİL SONUCU'

Doç. Dr. Ümit Akçay, İtalya'nın krizinin arkasında AB'nin 2008 krizinin yattığını anımsatırken, 2010 ile 2012 arasında krizin en yoğun yaşandığı döneme atıfta bulunurken, bu süreçte özel borçların kamu borçları haline getirilmesinin ironik olduğunu dikkat çekti:

İtalya'da koalisyon hükümeti için anlaşan Kuzey Ligi ve M5S, Rusya'ya yaptırımları kaldırma niyetinde
"2008'de kriz ABD'de patlak verdikten sonra 2010-2012 arasında biz Avrupa'da krizin en yoğunlaştığı dönemi yaşadık. Kriz Avrupa'ya geldiğinde şöyle bir şey yaşandı: Zaten Avrupa Birliği (AB) içerisindeki ülkelerin arasında ekonomik açıdan dengesizlik, emek üretkenliği açısından dengesizlik, kuzey-güney farkı vardı. Ama kriz geldiğinde aynı ABD'deki gibi ilk başta büyük finansal kurumlar ardından diğer ekonomik kurumlar battığı zaman yine ABD'dekine benzer bir şekilde devletler bu borçları üstlenmiş oldu. Yani özel borçlar kamu borcu haline gelmiş oldu. O andan sonra biz Avrupa'da kamu borç krizinden bahseder olduk. Aslında ironik olan o. Ancak yine ironik bir şekilde Avrupa Birliği kurumlarınca Troyka ismindeki aralarında Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu IMF'nin denetçilerinden oluşan üçlü konsorsiyum, kemer sıkma programları olarak tabir edilen ekonomi politikası paketi, kriz sonucunda yükselen kamu borcunu düşürmek için bu sefer uygulanmaya başladı. Yüksek kamu borcu, krizin nedeni değil sonucuydu aslında. Özel firmaların kurtarılması sonucu kamu bütçeleri şişmeye başladı. Aynı zamanda borcun milli gelire oranı daha fazla yükseldi."

‘EKONOMİ POLİTİKALARINDA SEÇMENİN SÖZ HAKKI YOK'

AB'de krize çözüm olarak çalışan geniş kesimlerin yaşam standartlarını etkileyen ekonomi politikalarına yönelindiğini anımsatan Akçay, AB'nin gelinen noktada demokrasi ve özgürlükler projesinden sosyal haklar anlamında bir ‘deli gömleğine' dönüştüğünü belirterek şu değerlendirmede bulundu:

"Buna çözüm olarak önerilen politikalar kamunun daha fazla daralmasıydı. Kamu harcamalarının daralması nedeniyle, vatandaşların emeklilik, sosyal güvenlik, sağlık hizmetlerine erişimin daha da zorlaşması, ücretlerin dondurulması, geniş kesimlerin yaşam standartlarının gerilemesi, çalışanların sosyal haklarının gerilemesi gibi bir süreç yaşandı. Haliyle insanlar öfkeli. Ancak Avrupalılar daha da şok edici bir durumla karşılaşıyorlar. Görüyorlar ki hükümetlerin izleyeceği ekonomi politikalarında seçmenlerin herhangi bir söz hakkı yok. Bu demokrasi ve özgürlükler projesi olarak tanımlanan aslında sosyal haklar anlamında bir deli gömleği olan AB'nin bu yüzüyle de karşılaşmış oldular."

‘AVRO BÖLGESİ ÜYESİ OLMAYANLAR KRİZDEN DAHA RAHAT ÇIKABİLDİLER'

Avrupa'da herhangi bir ülkenin Avro Birliği üyesi ise para politikası yürütme hakkı olmadığını anımsatan Doç. Dr. Akçay, dışarıda kalan ülkelerin krizden daha rahat çıktıklarını vurguladı:

'Kemer sıkma karşıtı' SYRIZA, 'vergi yağmuru'na 'Evet' dedi
"Örneğin biz bunu kriz sırasında gördük. Krizde Avrupa Birliği üyesi olan fakat Avro Birliği üyesi olmayan ülkeler krizden daha rahat bir şekilde çıkabildiler. Çünkü devalüasyon yoluyla kendi para politikalarını kontrol edebildikleri için uluslararası rekabetçiliklerini tekrar sağlayıp ekonomik büyümeyi toparlayabildiler. Halbuki Avrupa Birliği üyesi olduğun zaman yürütecek bir para politikası yok, çünkü merkez Frankfurt'tan yönetiliyor. Para politikası yok tamam, peki maliye politikasını ne yapabilir? O da zaten çok katı kurallar içerisinde belirlenmiş. Bütçe açığı yüzde 3'ün üzerinde olmayacak, kamu açığının milli gelire oranı yüzde 60'ın üzerinde olmayacak" dedi.

‘EN SOMUT ÖRNEK SYRIZA'

AB üyesi ülkelerin Türkiye'nin 2016'da yaşanan daralma sonrası yaptığı gibi bir politika yapma şansı bulunmadığını da belirten Akçay, "Dolayısıyla deli gömleğinin anlamı bu: Para ve mali politikalarını uygulayamayan üye ülkeler" diye konuştu. Akçay, Yunanistan'daki Syriza örneğinde halkın iradesinin aksine işleyen süreci de anımsatarak şöyle konuştu:

Juncker'den AB ülkelerine bütçe uyarısı: Avrupa diğer kıtalara bağımlı hale gelebilir
"Burada şununla karşılaşıyoruz. Biz bunun en somut örneğini Syriza'da gördük. Ocak-Temmuz 2015 arası böyle bir sosyal deney yaşandı gözlerimizin önünde. Syriza, 2010'dan beri uygulanan bu kemer sıkma programlarının uygulayıcısı olan merkez siyasi partilerin çökmesi üzerine ve iki vaatle iktidar oldu. İlk olarak ‘Ben borçları yeniden yapılandıracağım' dedi. Ve ikinci olarak da ‘Ben kemer sıkma politikalarını uygulamayacağım' dedi. Bu iki vaat ile çoğunluğu sağlayarak hükümet kurma hakkını elde etti. Ancak hükümete geldiği andan itibaren Troyko ile görüşmeye başladılar. Syriza yönetimi Avrupa kurumlarını ikna edemedi. Döndüler, kemer sıkmaya devam edelim mi, etmeyelim mi başlıklı referandum yaptılar. İnsanlar yoğun propagandaya rağmen ‘hayır' oyunun Avrupa'dan da çıkma anlamına geleceğinin vurgulanmasına rağmen yüzde 62 ile kemer sıkma programına ‘hayır' dediler. Ancak Syriza yönetimi buna cesaret edemedi, devam edemedi ve şu anda en sert kemer sıkma politikalarının uygulayıcısı."

‘İTALYA SYRIZA PARADOKSU YAŞIYOR'

Avrupa Birliği içerisinde kalarak kemer sıkma politikalarına karşı çıkmanın imkansız olduğunu ifade eden Akçay, bugün de İtalya'nın Yunanistan'daki Syriza'dan hareketle ‘Syriza paradoksunu' yaşadığını vurgulayarak şu değerlendirmeyi yaptı:

"Şu anda İtalya, Syriza paradoksunu yaşıyor. 2011'den sonra da İtalya'da benzer bir şey yaşanmıştı. (Eski İtalya Başbakanı Silvio) Berlusconi hükümeti sonrası Mario Monti teknokrat bir hükümet kurmuştu. Kısa ömürlü oldu. Tekrar seçimler oldu, tekrar istikrarsızlık oldu. En son geçtiğimiz 4 Mart'taki seçimlere kadar geldi. İtalya'da 5 Yıldız Hareketi'ni sol bir hareket olarak değerlendirmek oldukça zor. Lig baya ırkçı, sağ ya da popülist olarak değerlendiriliyor. Ama koalisyonun kuruluşu sırasında da kriz yaşanmıştı. Çünkü iki parti başbakanın hangi taraftan olacağına üzeirne uzlaşamadı. Bunun üzerine düşük profilli bir başbakan seçtiler. Buna ek olarak ilk görüşmeye başladıklarında onlarda tıpkı Syriza gibi kemer sıkma politikalarına karşı, hatta Syriza'dan öte euro'dan çıkmayı da koalisyon protokolüne yazmışlardı. Ama sonuna doğru bunlar çıkarıldı protokolden. Ancak Avrupa Birliği'nin müstakbel maliye bakanının, Avro Birliği'nin İtalya'nın ekonomik toparlanmasında engel olduğu düşüncesine sahip biri olması nedeniyle veto etti."

‘SOLA KURUMSAL OLARAK KAPALI AVRUPA'NIN AÇMAZI'

İtalya'nın yaşadığı krizin neo-liberal Avrupa modelinin krizi olduğunu belirten Akçay'a göre Brexit bunun bir aşamasıydı. Akçay, ‘sola kurumsal olarak kapalı' olan Merkel ile Macron'un Brexit sonrası Avrupa'yı konsolide etme planları açısından İtalyan örneğinin büyük bir açmazı sergilediğini vurguladı:

Corbyn: Bombalar hayat kurtarmayacak veya barış getirmeyecek
"Aslında İtalya'nın yaşadığı kriz neo-liberal Avrupa modelinin krizi. Bu krizin aşılmasında Brexit bunun bir aşamasıydı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel, Brexit sonrasında Avrupa'yı yeniden konsolide etme planlarını gerçekleştirmek istiyorlardı. Ancak Avrupa'nın üçüncü ekonomisi bu haldeyken bunu yapmaları ne kadar mümkün olacak? İtalyan krizinin nasıl çözüleceği Macron-Merkel ikilisinin Avrupa'yı nasıl şekillendireceği ya da bu projeyle nasıl devam edecekleri ile çok bağlantılı. Ama 2008 krizinden beri gördüğümüz mekanizma işliyor. Neo-liberal politikalar sağ popülizmin çaresi değil. Bu neo-liberal elitin açmazı. Çünkü bir yandan neo-liberal düzende ısrar etmek zorundalar, bütün kurumsal yapı ve sulh çıkarları buna uygun. Ama bu ya Avrupa Birliği'ni dağılmaya götürecek ya da faşizmin yükselmesine neden olacak. Çünkü sola kurumsal olarak kapalı bir yapı var Avrupa'da."

‘İKİNCİ LONDRA ÇIKARTMASI VE ‘ÜLKEMİZİ BİTİRME' MESAJININ ANLAMI'

Akçay, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ve geniş katılımlı bir ekonomi heyetiyle gerçekleşen Londra ziyaretinden sonra Türkiye'de ters giden işlerin şimdi Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in ikinci Londra ziyaretiyle değiştirilmeye çalışıldığını anlatırken, verilen mesajlardaki vurguya da dikkat çekti:

"İlk Londra ziyaretinden sonra yaşanan sorunlarda küresel sermaye ile finans kesimleriyle hükümet arasında bir pazarlık süreci başladı. Biz dolardan bu pazarlığın nasıl ilerlediğini gördük. En son Merkez Bankası'nın faiz artırımıyla ve arkasından gelen iki üç önlem ile en son bugün de sadeleştirme paketi ile bir yere varıldı. Sayın Erdoğan geçen hafta konuşmasında kritik birkaç şey söylemişti: ‘Bugün olduğu gibi yeni yönetim sisteminde de para politikalarında küresel yönetişim ilkelerine bağlı olmayı sürdüreceğiz' İlk tarafı Londra'ya bir mesaj. Londra ziyaretinde yaşanan bozguna karşı ‘Biz varlık almayı sürdüreceğiz' demiş oluyor. Devamında ‘Ama küresel yönetişim biçimlerinin de ülkemizi bitirmesine müsaade etmeyeceğiz' diyor. Buradaki ‘ülkemizi bitirme' vurgusu ‘AKP'yi bitirme' olarak değiştirilirse daha anlaşılır olur. Böylece karşımıza şu çıkıyor: ‘Beni desteklemeye devam ederseniz ben sizin kurallarınıza uymaya devam edeceğim'. Bu şu anda (Başbakan Yardımcısı) Mehmet Şimşek ve (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı) Murat Çetinkaya'nın yaptığı ve yarın da sürecek olan pazarlığın temeli bu."

‘İKTİDAR, 16 YILDIR NEO-LİBERAL POPÜLİST BİR MODEL UYGULADI'

IMF Başkanı: Merkez Bankası yöneticilerine işlerini yapma imkanı verilmeli
Ümit Akçay son olarak 24 Haziran'a kadar Türkiye'deki dalgalanma sakinleşse bile seçim sonrasında Türk halkını acı reçete bekliyor derken, iktidar partisinin 16 yıldır neoliberal popülist modeli zaten uyguladığına dikkat çekti ve aynı çizgiyi salık veren muhalefetin bu modelle hüsrana uğrayacağını da vurguladı:

"Özellikle 24 Haziran'a kadar dalgalanmanın daha sakinleşmesini, bir miktar para girişinin sağlanması karşılığında seçim sonrasında acı reçetenin uygulanacağı, küresel finans sisteminin istediği programın hayata geçirilebileceği pazarlığı yapılıyor. Bu hükümet 16 yıldır neo-liberal popülist bir model uyguladı hem de şimdiye kadar hiçbir hükümetin uygulamadığı kadar sert bir şekilde. Ama bunun yaratacağı olumsuzlukları önleyebilecek telafi mekanizmaları da yarattı. Bu oya da dönüştü. Böyle bir modeli uygulayan hükümete, muhalefeti neo-liberal ekonomik politikaları çerçevesinde kurduğunuz zaman siz anlamlı bir mantık olmaktan çıkıyorsunuz. Çünkü zaten öbür parti hem onu uyguluyor hem de onun ortaya çıkaracağı arızaları da yönetebiliyor. Evet şu anda aksaklıklar var, bir restorasyon belki gerekiyor. Bu seçimler belki bunu gösterecek. İtalya ile de bağlarsak, biz bu olumsuzluklar yaratan ekonomik modeli, sahiplenip, mevcut iktidarları muhalefet olarak bu modelle muhalefet etmeye çalışırsak karşımıza çıkan sonuç hüsran olacaktır. Maalesef Türkiye'deki muhalefetin yapısal özellikleri de bu liberal cumhuriyetçiliğin ilerisine geçebilecek bir çerçeveyi sunamıyor."

Yorum yaz