İtalya'da euro-karşıtı hükümet piyasaları alarma geçirmişken, bu kez de siyasi kriz baş göstermiş durumda. İtalyan krizini, Türkiye'de 24 Haziran seçimleri öncesi yaşanan ekonomik kriz eşliğinde Doç. Dr. Ümit Akçay ile konuştuk.
‘YÜKSEK KAMU BORCU, KRİZİN NEDENİ DEĞİL SONUCU'
Doç. Dr. Ümit Akçay, İtalya'nın krizinin arkasında AB'nin 2008 krizinin yattığını anımsatırken, 2010 ile 2012 arasında krizin en yoğun yaşandığı döneme atıfta bulunurken, bu süreçte özel borçların kamu borçları haline getirilmesinin ironik olduğunu dikkat çekti:
‘EKONOMİ POLİTİKALARINDA SEÇMENİN SÖZ HAKKI YOK'
AB'de krize çözüm olarak çalışan geniş kesimlerin yaşam standartlarını etkileyen ekonomi politikalarına yönelindiğini anımsatan Akçay, AB'nin gelinen noktada demokrasi ve özgürlükler projesinden sosyal haklar anlamında bir ‘deli gömleğine' dönüştüğünü belirterek şu değerlendirmede bulundu:
"Buna çözüm olarak önerilen politikalar kamunun daha fazla daralmasıydı. Kamu harcamalarının daralması nedeniyle, vatandaşların emeklilik, sosyal güvenlik, sağlık hizmetlerine erişimin daha da zorlaşması, ücretlerin dondurulması, geniş kesimlerin yaşam standartlarının gerilemesi, çalışanların sosyal haklarının gerilemesi gibi bir süreç yaşandı. Haliyle insanlar öfkeli. Ancak Avrupalılar daha da şok edici bir durumla karşılaşıyorlar. Görüyorlar ki hükümetlerin izleyeceği ekonomi politikalarında seçmenlerin herhangi bir söz hakkı yok. Bu demokrasi ve özgürlükler projesi olarak tanımlanan aslında sosyal haklar anlamında bir deli gömleği olan AB'nin bu yüzüyle de karşılaşmış oldular."
‘AVRO BÖLGESİ ÜYESİ OLMAYANLAR KRİZDEN DAHA RAHAT ÇIKABİLDİLER'
Avrupa'da herhangi bir ülkenin Avro Birliği üyesi ise para politikası yürütme hakkı olmadığını anımsatan Doç. Dr. Akçay, dışarıda kalan ülkelerin krizden daha rahat çıktıklarını vurguladı:
‘EN SOMUT ÖRNEK SYRIZA'
AB üyesi ülkelerin Türkiye'nin 2016'da yaşanan daralma sonrası yaptığı gibi bir politika yapma şansı bulunmadığını da belirten Akçay, "Dolayısıyla deli gömleğinin anlamı bu: Para ve mali politikalarını uygulayamayan üye ülkeler" diye konuştu. Akçay, Yunanistan'daki Syriza örneğinde halkın iradesinin aksine işleyen süreci de anımsatarak şöyle konuştu:
‘İTALYA SYRIZA PARADOKSU YAŞIYOR'
Avrupa Birliği içerisinde kalarak kemer sıkma politikalarına karşı çıkmanın imkansız olduğunu ifade eden Akçay, bugün de İtalya'nın Yunanistan'daki Syriza'dan hareketle ‘Syriza paradoksunu' yaşadığını vurgulayarak şu değerlendirmeyi yaptı:
"Şu anda İtalya, Syriza paradoksunu yaşıyor. 2011'den sonra da İtalya'da benzer bir şey yaşanmıştı. (Eski İtalya Başbakanı Silvio) Berlusconi hükümeti sonrası Mario Monti teknokrat bir hükümet kurmuştu. Kısa ömürlü oldu. Tekrar seçimler oldu, tekrar istikrarsızlık oldu. En son geçtiğimiz 4 Mart'taki seçimlere kadar geldi. İtalya'da 5 Yıldız Hareketi'ni sol bir hareket olarak değerlendirmek oldukça zor. Lig baya ırkçı, sağ ya da popülist olarak değerlendiriliyor. Ama koalisyonun kuruluşu sırasında da kriz yaşanmıştı. Çünkü iki parti başbakanın hangi taraftan olacağına üzeirne uzlaşamadı. Bunun üzerine düşük profilli bir başbakan seçtiler. Buna ek olarak ilk görüşmeye başladıklarında onlarda tıpkı Syriza gibi kemer sıkma politikalarına karşı, hatta Syriza'dan öte euro'dan çıkmayı da koalisyon protokolüne yazmışlardı. Ama sonuna doğru bunlar çıkarıldı protokolden. Ancak Avrupa Birliği'nin müstakbel maliye bakanının, Avro Birliği'nin İtalya'nın ekonomik toparlanmasında engel olduğu düşüncesine sahip biri olması nedeniyle veto etti."
‘SOLA KURUMSAL OLARAK KAPALI AVRUPA'NIN AÇMAZI'
İtalya'nın yaşadığı krizin neo-liberal Avrupa modelinin krizi olduğunu belirten Akçay'a göre Brexit bunun bir aşamasıydı. Akçay, ‘sola kurumsal olarak kapalı' olan Merkel ile Macron'un Brexit sonrası Avrupa'yı konsolide etme planları açısından İtalyan örneğinin büyük bir açmazı sergilediğini vurguladı:
‘İKİNCİ LONDRA ÇIKARTMASI VE ‘ÜLKEMİZİ BİTİRME' MESAJININ ANLAMI'
Akçay, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ve geniş katılımlı bir ekonomi heyetiyle gerçekleşen Londra ziyaretinden sonra Türkiye'de ters giden işlerin şimdi Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in ikinci Londra ziyaretiyle değiştirilmeye çalışıldığını anlatırken, verilen mesajlardaki vurguya da dikkat çekti:
"İlk Londra ziyaretinden sonra yaşanan sorunlarda küresel sermaye ile finans kesimleriyle hükümet arasında bir pazarlık süreci başladı. Biz dolardan bu pazarlığın nasıl ilerlediğini gördük. En son Merkez Bankası'nın faiz artırımıyla ve arkasından gelen iki üç önlem ile en son bugün de sadeleştirme paketi ile bir yere varıldı. Sayın Erdoğan geçen hafta konuşmasında kritik birkaç şey söylemişti: ‘Bugün olduğu gibi yeni yönetim sisteminde de para politikalarında küresel yönetişim ilkelerine bağlı olmayı sürdüreceğiz' İlk tarafı Londra'ya bir mesaj. Londra ziyaretinde yaşanan bozguna karşı ‘Biz varlık almayı sürdüreceğiz' demiş oluyor. Devamında ‘Ama küresel yönetişim biçimlerinin de ülkemizi bitirmesine müsaade etmeyeceğiz' diyor. Buradaki ‘ülkemizi bitirme' vurgusu ‘AKP'yi bitirme' olarak değiştirilirse daha anlaşılır olur. Böylece karşımıza şu çıkıyor: ‘Beni desteklemeye devam ederseniz ben sizin kurallarınıza uymaya devam edeceğim'. Bu şu anda (Başbakan Yardımcısı) Mehmet Şimşek ve (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı) Murat Çetinkaya'nın yaptığı ve yarın da sürecek olan pazarlığın temeli bu."
‘İKTİDAR, 16 YILDIR NEO-LİBERAL POPÜLİST BİR MODEL UYGULADI'
"Özellikle 24 Haziran'a kadar dalgalanmanın daha sakinleşmesini, bir miktar para girişinin sağlanması karşılığında seçim sonrasında acı reçetenin uygulanacağı, küresel finans sisteminin istediği programın hayata geçirilebileceği pazarlığı yapılıyor. Bu hükümet 16 yıldır neo-liberal popülist bir model uyguladı hem de şimdiye kadar hiçbir hükümetin uygulamadığı kadar sert bir şekilde. Ama bunun yaratacağı olumsuzlukları önleyebilecek telafi mekanizmaları da yarattı. Bu oya da dönüştü. Böyle bir modeli uygulayan hükümete, muhalefeti neo-liberal ekonomik politikaları çerçevesinde kurduğunuz zaman siz anlamlı bir mantık olmaktan çıkıyorsunuz. Çünkü zaten öbür parti hem onu uyguluyor hem de onun ortaya çıkaracağı arızaları da yönetebiliyor. Evet şu anda aksaklıklar var, bir restorasyon belki gerekiyor. Bu seçimler belki bunu gösterecek. İtalya ile de bağlarsak, biz bu olumsuzluklar yaratan ekonomik modeli, sahiplenip, mevcut iktidarları muhalefet olarak bu modelle muhalefet etmeye çalışırsak karşımıza çıkan sonuç hüsran olacaktır. Maalesef Türkiye'deki muhalefetin yapısal özellikleri de bu liberal cumhuriyetçiliğin ilerisine geçebilecek bir çerçeveyi sunamıyor."