- Sputnik Türkiye, 1920
EKSEN
Ceyda Karan’ın hazırladığı Eksen’de her gün dünyanın farklı bölgelerine dair gelişmeler masaya yatırılıyor.

‘ABD’nin Lübnan oyunu çöktü, bölge yeni bir çatışmaya gebe’

© SputnikCeyda Karan'la Eksen
Ceyda Karan'la Eksen - Sputnik Türkiye, 1920, 04.12.2025
Abone ol
Doç. Dr. Atlıoğlu’na göre Tom Barrack tüm tehditlerine rağmen Lübnan ordusunu Hizbullah’a karşı harekete geçirmeyi başaramadı. Hizbullah’ın İsrail’in geri çekilmesi karşılığında yumuşama sinyalleri verdiğini hatırlatan Atlıoğlu, buna rağmen Barrack’ın İsrail’den taviz alamadığını; gelecek yılda İsrail saldırılarının yoğunlaşabileceğini vurguladı.
Ortadoğu, yılın son haftalarına girilirken yeniden hızla tırmanan bir gerilim sarmalının içine sürüklenmiş durumda. Lübnan sınır hattında yaşanan saldırılar, Hizbullah’ın İsrail’e yönelik konumlanışı ve Washington’ın başarısız Lübnan stratejisi, bölgeyi yeni bir çatışma denklemine doğru itiyor. ABD’nin aylardır sürdürdüğü baskıya rağmen Beyrut yönetimini ve Lübnan ordusunu harekete geçirememesi, Washington’ın bölge politikalarında ciddi bir tıkanmayı gözler önüne seriyor.
İsrail cephesinde ise gerilim her zamankinden yüksek. Gazze’deki ateşkes tartışmalarının ardından dikkatini kuzeye çeviren Tel Aviv, Hizbullah’ın yapısal gücünü hâlâ büyük bir tehdit olarak görüyor. Suikastlar, sınır hattındaki çatışmalar ve Golan çevresinde yoğunlaşan operasyonlar, İsrail’in önümüzdeki dönemde daha agresif bir askeri strateji benimseyebileceğine işaret ediyor. Hizbullah’ın sürdürdüğü görece sessizliğin ne zaman ve nasıl bozulacağı ise bölgenin en kritik sorusu hâline gelmiş durumda.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken Washington’ın bölgeye dair planları hem sahada karşılık bulmuyor hem de aktörler arasındaki dengeleri daha da kırılgan hâle getiriyor. ABD’nin “Hizbullah’ı zayıflatma” ve Lübnan’ı yeniden konumlandırma stratejisinin başarısız olması, insiyatifi İsrail’in güvenlik reflekslerine bırakmış durumda. Bu tablo, yeni yılda Lübnan-İsrail hattında daha sert, daha öngörülemez ve çok aktörlü bir çatışma ortamının kapıda olduğunu gözler önüne seriyor.
İsrail’in yeni kara harekâtı tehdidi altındaki Lübnan’ı, Papa’nın ziyaretini, İsrail ve Suriye arasında artan gerilimi Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu ile konuştuk.

‘Papa etkisi bitti, çatışma yeniden gündemde’

Papa’nın Lübnan ziyaretinin ülkede yalnızca iki günlük bir barış umudu yarattığını, İsrail’in saldırıları ve Hizbullah’ın silahsızlandırılması tartışmaları nedeniyle ise bölgenin hızla eski çatışma atmosferine geri döndüğünü söyleyen Doç. Dr. Atlıoğlu, Trump’ın yıl sonuna kadar barış sağlama vaadinin ise mevcut şartlarda gerçekleşmesinin mümkün olmadığını vurguladı:
“Trump'ın bu yıl sonuna kadar Suriye'ye ve Lübnan'a barış getirme sözü için süre dolmak üzere. Yani Aralık ayına girdik, çok az bir zamanımız kaldı ve bölgedeki duruma baktığımızda her iki ülkede de istenilen o barışların hala ortada olmadığını görüyoruz. Papa'nın bölgeden geçişi aslında tüm bu karmaşık gündemi Lübnan'da iki günlüğüne durdurdu. Lübnan’da Hristiyanlar başta olmak üzere Lübnanlıların çoğu yağmura rağmen sokakları doldurdular ve Papa'yı karşıladılar. Güney Beyrut'tan geçerken Şiiler ve Hizbullah da sokağa çıktı. Vatikan ve Hizbullah bayraklarını yan yana gördük. Dolayısıyla Lübnanlılar iki gün aslında uzun süredir yaşamadıkları mutluluğu yaşadılar. Büyük bir heyecan yaşadılar. Papa'nın bölgeye gelişi Lübnan içerisinde bir barış umudu olarak görülüyor. Papa uçakta gelirken Reuters’a bir röportaj verdi; Filistin devleti konusunda Vatikan'ın o genel politikasını tasdik etti. Bu açıdan Lübnan'daki bütün farklı mezhepler ve dinler de sanırım Papa'yı bir dengeleyici unsur olarak görüyor. Dolayısıyla da Hristiyanlarla birlikte diğer gruplar da Müslümanlar da Papa'nın gelişini olumlu karşıladı. Bunun ikinci bir nedeni daha var; Papa gelmeden önce Lübnan’da devlet ortaya çıktı. Yani olmayan devlet… Yollar yapıldı. Hatta Lübnanlılar ‘Keşke altı ayda bir Papa gelse de yollara asfalt dökülse’ diye espri yapıyorlar. Yine çok enteresandır, Papa'nın uçağını görmüşsünüzdür, Beyrut’a inerken uzun bir aradan sonra Lübnan Hava Kuvvetleri'ni gördük. Amerika'nın hediye ettiği Brezilya yapımı uçaklarla uçtuklarını gördük ki insanın aklına şu geliyor; ‘Lübnan Hava Kuvvetleri'nde 2017'den beri bu uçaklar var. Hiç piyasaya çıkmadı. En azından uçan drone'lar veya hava saldırılarına karşı bir tedbir amaçlı bile uçaklar kaldırılmadı. Dolayısıyla böyle enteresan iki şeye şahit olduk. Bunun dışında ben ‘İsrail en azından Papa Lübnan'dayken saldırılarını durdurur’ diyordum. Pek de durdurmadı. Güneyi yine bombalamaya devam etti. Dolayısıyla Papa'nın bu yarattığı iki günlük heyecan ve mutluluk sanırım yerini tekrar eski duruma bırakacak ve biz yine yıl sonuna kadar eğer Lübnan hükümetinin Hizbullah’ı silahsızlandıramadığı takdirde, ki dört haftada bunun gerçekleşmesinin çok mümkün olmadığını söyleyebiliriz.”

‘ABD’nin Lübnan planı çöktü; Barrack etkisiz kaldı, dosya Ortagus-Isa ikilisine geçiyor’

Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, Tom Barrack’ın aylardır yaptığı baskıya rağmen Lübnan hükümeti ve ordusunu Hizbullah’a karşı harekete geçiremediğini, Washington’ın bölge dosyasını artık Büyükelçi Michel Isa ve İsrail’le daha yakın ilişkileriyle bilinen Morgan Ortagus’a devrettiğini kaydetti. Atlıoğlu’na göre Hizbullah’ın silahsızlandırılması sahada mümkün görünmezken, İsrail’in Tabatabai suikastıyla Kuzey cephesine yönelmesi önümüzdeki yıl daha sert çatışmaların habercisi:
“Aslında geçen yazdan beri Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack oldukça bastırdı. Ama o da en son yaptığı açıklamada aslında bir şeylerin farkına varmış gibi gözüküyor. Yani Lübnan ordusu şu anda tamamen dışa bağlı bir şekilde. Katar'ın verdiği paralarla maaş ödüyor, Amerika'dan gelen yardımlarla ayakta durmaya çalışıyor. Yani kendi varlığını muhafaza etmekte zorlanan bir ordunun Hizbullah’a karşı savaşmasının pek mümkün olmadığını aslında o da ifade etti. Ama buna rağmen tabii beklenti hala var. Hatta Tom Barrack’ın muhtemelen Lübnan'la olan ilişkisi de kısa bir süre sonra kesilecek. Lübnan’a yeni bir Amerikan Büyükelçisi geldi, Michel Isa, o da Trump’ın yakın arkadaşı ve Lübnan asıllı ve muhtemelen de işleri bundan sonra Beyrut'taki Amerikan Büyükelçisi Michel Isa ve yine geçen sene bildiğimiz, Beyrut’ta saçlarını yaptıran Amerikalı diplomat Morgan Ortagus hala Lübnan işlerinin içinde, ki bir ara ortadan kaybolmuştu. Son zamanlarda yine önce Tom Barrack’la daha sonra birkaç gün içinde Beyrut’ta olacak. Sanırım Amerikan Büyükelçisi ile Morgan Ortagus'a bırakılmış gibi gözüküyor. Tom Barrack her türlü tehdit, zorlama, baskıya rağmen Lübnan hükümetini ve ordusunu harekete geçiremedi. Daha da kötüsü Hizbullah bile en azından İsrail'in geri çekilmesinin garanti edilmesi karşılığında bir yumuşama gösterirken Tom Barrack İsrail'den hiçbir şey alamadı. Dolayısıyla da burada Morgan Ortagus gibi İsrail ile tırnak içinde ilişkileri daha iyi olan, sürekli Davut Yıldız'ı kolyeler takan bir diplomatın daha etkili olabileceğini düşünebiliriz. Muhtemelen birkaç hafta içerisinde bu iki figürü Lübnan ilişkilerinde daha sık göreceğiz. Ama diğer taraftan da sadece Tom Barrack değil, hemen hemen uluslararası medyaya da baktığımızda, Hizbullah’ın silahsızlandırılamadığı net biçimde gözüküyor. İsrail de tabi Hizbullah’ın bu bir senelik sessizliğine rağmen tekrar askeri gücünü yapılandırmaya çalıştığı iddialarını gündeme getirip, en son geçen hafta içerisinde, biliyorsunuz Beyrut'ta Hizbullah’ın askeri komutanlarından Heysem Tabatabai’yi bir suikastle ortadan kaldırdı ki, geçen seneden beri Beyrut'ta böyle bir suikast yoktu. Bu da aslında İsrail'in Gazze'deki olayın iyi kötü bir ateşkes ile sonlanmasından sonra Kuzey cephesine kaydığını da bize net bir biçimde gösteriyor. Muhtemelen bu ay sonuna kadar bir şey olmayacak, önümüzdeki yıl içerisinde belki İsrail'in daha yoğunlaşan saldırılarına şahit olabiliriz. Burada kritik soru şu; Hizbullah Tabatabai suikastinden sonra buna yanıt verileceğini söyledi ama zamanlaması ne olacak? ‘Uygun bir zaman’ dediler. Uygun zaman ne zaman? veya Hizbullah yakın bir zamanda askeri bir karşılık verecek mi? bunu bekleyip görmek lazım. Ben açıkçası Hizbullah’ın bir süre daha sessiz kalacağını düşünenlerdenim.”

'Bölgedeki olayların akışı düşmanları dost haline getirebilir'

Doç. Dr. Yasin Atlıoğlu, Suriye’de rejim değişikliğinin ardından Hizbullah hattının kesildiğine dair iddialar ile İsrail’in Golan çevresinde artan operasyonlarının bölgeyi son derece karmaşık bir denkleme sürüklediğini belirtti. Atlıoğlu’na göre sahadaki dinamikler o kadar hızlı değişiyor ki, bugün karşıt görünen aktörlerin ilerleyen aşamalarda ortak zeminde buluşması bile ihtimal dışı değil; zira çatışmanın akışı yeni ittifakları zorunlu kılabilir:

“Biz elimizde olan veriler üzerinden konuşuyoruz. Geçen sene bu zamanlar önce Lübnan'da ateşkesin sağlanması, arkasından da Suriye'deki rejim değişikliğinden sonra İran'ın Irak, Suriye üzerinden Hizbullah’a ulaşan neredeyse 2019'lardan beri etkin bir şekilde kullanılan bir kara koridoru vardı. Suriye içerisinde silah üretim tesisleri vardı, sınırdan silah yollanabiliyordu, maddi destek yollanabiliyordu… Suriye'deki rejim değişikliğinden sonra bunun tamamen ortadan kalktığını gördük. En azından dediğim gibi bizim gördüğümüz haberlerde yani yeni Suriye hükümetinin sınırı denetlemeye çalıştığı, Hizbullah ile doğrudan veya ilişkili grupları engellemeye çalıştığı, sınırdan hiçbir şey geçirmediğine dair yeni Suriye hükümeti yanlısı medyada bir sürü veri var. Bu ne kadar gerçekliği yansıtıyor, yansıtmıyor onu bilemiyorum ama Suriye hükümeti ‘Biz mücadele ediyoruz, hiçbir şekilde Lübnan sınırından bir şey geçirilmesine izin vermiyoruz. Zaten Hizbullah da bizim eski düşmanımız zaten’ diyor.

İsrail tarafına baktığımızda İsrail sadece Lübnan'da değil yani Suriye üzerinde de Hizbullah’ın varlığını hala devam ettiğine dair bir sürü işaretin olduğunu söylüyor. Dolayısıyla da İsrail'in Güney Lübnan üzerinden algıladığı güvenlik algısı aslında biraz daha doğuya doğru kayıyor. Yani Lübnan'ın güney sınırına bakarsanız Akdeniz'den doğuya doğru gittiğinizde karşınıza zaten Golan Tepeleri çıkıyor. Golan Tepelerinin olduğu bölgede Şeba Çiftlikleri gibi sorunlu araziler var ve arkası da İsrail'in geçen seneden beri işgali genişlettiği bölge. Mesela yine iki gün önce çok enteresan bir şey oldu; Suriye içerisinde İsrail operasyonlarına ki yani havadan bombalamaları bir tarafa bırakın, aynı zamanda Suriye içine asker sokup orada birtakım kişileri, köylüleri tutukluyor İsrail. Golan'a yakın BeytCin diye bir köyde ki yani bu köyün nüfusu da biraz karışık; Müslüman var, Sünni var, Dürzi var. Aynı zamanda iç savaş sırasında muhalif gruplar da Esad'a karşı bu bölgede barınmıştı, ki yine tırnak içinde belirtelim orada Nusra da vardı ki İsrail Nusra'nın yaralılarını sınırdan alıp hastanelerde tedavi ediyordu. 10 yıl öncesine dönersek böyle bir ilişki de vardı. Bu köydeki operasyona ilk defa yani bölgede köylüler, silahlı köylüler veya İsrail tarafı ‘belki de Hizbullah’la bağlanmış birtakım gruplar’ diyor; karşılık verdiler ve 6 tane İsrail askeri yaralandı. Herhalde birkaç tanesinin de durumu ağırdı en son. Bunun karşılığında da topçu atışları, havadan bombardımanlar falan…

Ama tabi Beytcin’deki çatışmanın iki yönlü neticeleri olabilir; Birincisi güneyde acaba İsrail’in askeri varlığına karşı en azından Lübnan sınırına yakın olan tarafında Hizbullah bir direniş örgütlüyor olabilir mi? Geçen seneden beri İsrail tarafında sürekli şu tarz iddialar vardı; havadan drone saldırıları, füze saldırıları bir tarafa Rıdvan birlikleriyle Celile bölgesine yönelik bir kara işgali şeklinde. Acaba bu Beyt Cin saldırısıyla birlikte Hizbullah’ın Golan üzerinde böyle bir planı mı var? Yani böyle bir plan varsa bir taraftan İsrail Suriye kuvvetlerinin bölgeye gelmesine de izin vermiyor. İzin vermediği için Hizbullah’a ve oradaki bir yerel direnişe Şam'ın bir etkisinin olması çok mümkün gibi gözükmüyor. Şimdi bunları yan yana koyduğumuzda çok karmaşık bir tablo çıkıyor. Bu bölge için konuşuyorum; belki ileriki aşamalarda Suriye hükümeti ile Hizbullah arasında bir temasın kurulması ihtimali de var. Bunu da yok saymamak lazım diye düşünüyorum. Bu tarz birtakım söylentiler, tartışmalar zaman zaman yapılıyor. Yani ufak bir ihtimal ama bölgedeki olayların akışı düşmanları dost hale getirebilir. Dolayısıyla çok kısa bir süre önce bu bölgeye bir heyetin geldiğini ve bölgeye Rus askerlerinin yerleştirilmesi gibi bir senaryonun da var olduğunu düşünürsek böyle bir durum söz konusu.”

‘Trump-Netanyahu hattında yaklaşan görüşme barış planının çöküşü anlamına gelebilir’

Atlıoğlu, Golan çevresindeki saldırıların İsrail’i daha sert adımlara itebileceğini ancak Trump’ın “Suriye’ye dokunmayın” uyarısıyla gerilimin şimdilik frenlendiğini belirtti. Netanyahu’nun Washington ziyareti gerçekleşirse, bunun Trump’ın barış planının çöktüğünün işareti olacağını söyleyen Atlıoğlu, yeni yılın bölge için daha çatışmalı bir döneme işaret ettiğini vurguladı:
“Diğer taraftan İsrail'in bu tür saldırılarda burada bir tehdit olduğunu ve kendi askerlerinin de öldürüldüğü ve yaralandığı bir saldırının olması İsrail'in daha fazla şey yapmasına yol açabilir. Mesela bu asker yaralanmalarından sonra belki Şam'a bile bir saldırı yapabileceklerini düşünmüştüm o gün. Ama burada da yine uluslararası medyada ‘Trump'ın şu anda Suriye’yi toparlıyoruz. Dokunmayın’ çıkışı oldu. Trump ile Netanyahu arasında bir telefon konuşması yapıldı ve yine İsrail medyasına göre ya bu ayın sonunda ya da bir dahaki ayın başında Netanyahu’yu Amerika’da göreceğiz. Bir Amerika seyahati düşünülüyor. Yıl sonunda veya bir dahaki yılın başında Washington’da böyle bir toplantı yapılırsa, yani biz Trump ve Netanyahu’yu yan yana görürsek bu, Trump’ın barış getirme planının tamamen çöktüğünü bize gösterecek. Bu planın çökmesinden sonra muhtemelen Netanyahu da ‘Ben daha fazlasını istiyorum’ diyecek, benim tahminim. Tabii Trump bunu ne kadar kabul eder veya Suriye ve Lübnan için bir ‘B planı’ var mı onu da bekleyip görmek lazım. Belki de önünü açacak, o da bir ihtimal. Çünkü başta Tom Barrack olmak üzere Amerikalı yetkililer sürekli tehdit ediyor. Dünkü Irak ve Suriye ziyaretlerinde de işte Irak hükümetine ‘Hizbullah’a kesinlikle yardım etmeyeceksiniz. Buradaki Şii militanları kontrol edeceksiniz. Irak'taki Şii'ler İsrail'e karşı bir harekete katılırsa, Hizbullah’a destek olursa cezalandırırız’ tarzında çok tehditkar bir tarzda davranıyor. Zaten her gittiği yerde aynı şeyi yapıyor. En yumuşak davrandığı ülke Suriye. Şu ana kadar Suriye hükümetine karşı böyle açık bir tehditte hiç bulunmadı. Ama tabi Suriye'de de bir taraftan SDG ile yapılacak bir barış, diğer taraftan da İsrail ile yapılacak bir barışı biz Eylül'den beri bekliyoruz. Hala ortada çok net bir şey yok. Dolayısıyla burada Suriye hükümeti bir direnç gösteriyorsa yarın öbür gün Tom Barrack veya başka bir Amerikan yetkili Suriye hükümetine karşı da daha tehditkar bir tarzda bir dil kullanabilir. Hele ki bu işin içinde Ruslar da hala var. Rusların da bölgede olması, bu oyunun içinde olması… Yani yeni yıl baya karışık ilişkileri ve çatışma potansiyeli ihtimalini ortaya çıkaracakmış gibi gözüküyor.”

‘Barış süreci Suriye’de karşılık bulmadı, aktörler arasındaki mesafe büyüyor’

Barış sürecinin Suriye’de etkisi olmadığını söyleyen Doç. Dr. Atlıoğlu, SDG, Barzani ve Şam arasındaki çekişmenin çözümü giderek zorlaştırdığını kaydetti. Atlıoğlu’na göre ortak bir siyasi-askeri yapı arayışı ise çok sayıda soru işareti barındırıyor:

“Türkiye tarafından yapılan açıklamalarda tabii dediğiniz gibi, Türkiye içindeki bu barış süreci çerçevesinde uzun süredir sorunun sanki Türkiye'nin kontrolü altında olduğu izlenimi verdiriliyordu. Hükümet aslında ülkedeki barış sürecini iyi bir şekilde işlettiğiniz takdirde sanki sadece Türkiye içindeki Kürtlerin meseleleri değil, Suriye tarafı da çözülecekmiş gibi bir izlenim vermeye çalışıyordu. Burada baştan beri bir problem vardı. Türkiye'deki Kürtlerin durumu veya burada başlayan barış sürecinin Suriye'deki silahlı, başında PKK terör örgütü geçmiş olsa da aslında uzun süredir dünya tarafından terörist olarak görülmeyen liderler, Mazlum Abdi gibi isimler, Batı ile ilişki kuran isimlerin olması ve Türkiye'de Abdullah Öcalan üzerinden yapılan bir açılımın bölgede ne kadar tesir uyandıracağı veya silah bırakma sürecinin Irak’taki PKK’yı kapsasa da Suriye'deki PKK'nın kanadı olan ama şu anda bağımsız bir örgüt gibi hareket eden SDG veya onun ana kolu olan PYD'nin silah bırakmayacağı da kesindi. Şu an geldiğimiz noktada da bir sürü karmaşık temasları var, bugün birtakım iddialar da ortaya atıldı, daha çok tabii Irak merkezli çıkan iddialar. Daha önce PKK ya da PYD yetkilisi miydi tam hatırlamıyorum, ‘Şam'la anlaşamazsak Türkiye'yle de birleşebiliriz’ falan gibi birtakım açıklamaları vardı. Bunlar nabız yoklamak için, yani taraflar birbirlerinin nabzını yokluyor. Havuç-sopa politikası; bir şeyler veriyor, bazen sopa gösteriyor... Hele ki böyle bir doğrudan temas kurulursa artık Türkiye'deki barış sürecinin Suriye'den tamamen bütünleşmiş bir yapı içerisinde ele alınmaya başlayacağını söyleyebilirim, ki arada Barzani'nin bir ziyareti oldu, ziyaret sırasında yaşananlar… Unutmayalım 2011'deki Arap Baharı başladıktan sonra aslında bölgedeki Kürtlerin liderliğine oynayan kişi Barzani'ydi. Dolayısıyla Barzani'yle PYD arasında yaşananlar veya bu Suriye'deki rejim değişikliği sonrası iki aktör arasındaki gerilimlerin tamamen yumuşaması ki… Erbil'de Ahmet Davutoğlu'nun da katıldığı bir konferansa kravat takarak Mazlum Abdi de katıldı. Şimdi bunları yan yana koyduğumuzda ki PYD'nin eski lideri Salih Müslim Irak’a giremiyordu, Barzani sınır kapısından girmesini engelliyordu.

Türkiye nasıl bunu kontrol edecek, içeride Abdullah Öcalan gibi bir terör örgütü liderinin hapisten çıkarılması gibi bir mevzu söz konusu, iç kamuoyunda çok ciddi birtakım tartışmalar ve muhalefet söz konusu olabilir. Bunu yaparken yıllardır Türk Devletinin ve Türk yetkililerin terörist dediği Mazlum Abdi’nin gelip Ankara'yı ziyaret etmesi gibi bir durum ortaya çıkarsa ve bu ikisinden sonra üçüncü bir aktör olarak da Barzani ile ilişkilerini nasıl kuracaksın? Yani bu Barzani’nin ziyaretine Türk hükümetinden de tepkiler geldi. Yani Barzani'ye de biraz ‘Bu kadar Suriye’deki işlerin içine girme, biz Irak'ı bir kenarda bırakarak Türkiye-Suriye bağlantılı olarak bu sorun çözmeye çalışıyoruz’ diyor. Ama bu sorunun çözülmesi gerçekten çok zor. Nasıl bir şey olabilir diye düşündüğümde, son bir senedir düşünüyorum, net bir cevap veremiyorum. İki güç askeri açıdan nasıl tek bir ordu içerisine girecek? İkincisi, siyasi olarak nerede ortaklıklar bulup tek bir devlet yapısının içerisine girecekler? Bunlar çok büyük soru işaretleri. Ama burada şunu da unutmayalım; SDG tarafının ne istediğini de tam anlayamıyorum. ‘Adem-i merkeziyetçi bir yapı istiyoruz’ diyor ama Şam'daki mevcut rejimden, Adem-i merkeziyetçilik tırnak içinde yine demokrasiyle birlikte düşünülmesi gereken bir yönetim modeli diye biz aslında düşünüyoruz ama Şam'daki mevcut yönetimin bizim anladığımız tarzda bir demokrasiye geçme gibi bir niyeti yok. En azından kısa vadede bununla ilgili bir işaret vermedi. Yani atıyorum daha dini ilkeler üzerine kurulmuş bir Sünni Suriye çıkarsa, bunun muhtemelen otoriterleşmesi de mümkün, Ahmet el-Şara 5 yıl sonra Beşşar Esad tarzı bir tek adama da dönüşme ihtimali yüksek. Burada Kürtler Adem-i merkeziyetçi bir yapı aldıklarında ne olacak? Yani Suriye'ye istikrar getirecek mi? Bu da çok ciddi bir tartışma.”

Haber akışı
0
Tartışmaya katılmak için
giriş yapın ya da kayıt olun
loader
Sohbetler
Заголовок открываемого материала