https://anlatilaninotesi.com.tr/20251201/fener-rum-patrikhanesinin-ekumeniklik-iddiasi-lozan-ve-anayasaya-aykiri-bir-siyasi-projedir-1101441191.html
‘Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümeniklik iddiası Lozan ve Anayasa’ya aykırı bir siyasi projedir’
‘Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümeniklik iddiası Lozan ve Anayasa’ya aykırı bir siyasi projedir’
Sputnik Türkiye
Selçuk Erenerol’a göre Batı, Fener Rum Patrikhanesi üzerinden Türkiye’nin hukuk düzenini aşındıran bir siyasal hat kuruyor. Ekümeniklik iddiasının Lozan’a ve... 01.12.2025, Sputnik Türkiye
2025-12-01T11:53+0300
2025-12-01T11:53+0300
2025-12-01T11:53+0300
eksen
radyo
fener rum patrikhanesi
vatikan
anayasa
ortodoks kilisesi
abd
papa 14. leo
fener rum patriği bartholomeos
i̇znik
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/07e6/0b/12/1063605477_0:0:3640:2048_1920x0_80_0_0_08823ba80482581cd95af3d89dfacfeb.jpg
Türkiye’de Fener Rum Patrikhanesi’nin statüsü ve son dönemde yükselen ‘ekümeniklik’ tartışmaları, yalnızca bir dinî unvan ya da sembolik temsil meselesi olmaktan çıkarak; ulusal egemenlik, uluslararası hukuk ve bölgesel jeopolitik dengeler açısından kritik bir gündem maddesine dönüşmüş durumda. Papa’nın Türkiye ziyaretiyle birlikte bu tartışmalar yeniden alevlendi.Lozan Antlaşması’nın açık hükümlerine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasal düzenine rağmen Patrikhane’nin giderek artan biçimde uluslararası platformlarda ekümenik bir otorite gibi lanse edilmesi, yalnızca güncel bir diplomatik tartışma değil; kökleri Soğuk Savaş dönemine uzanan bir strateji zincirinin güncellenmiş bir versiyonu olarak değerlendiriliyor. Tartışmanın merkezinde yalnızca bir unvanın kullanımı değil; Patrikhane’nin tarihsel rolü, Batı dünyasının bu kurumu jeopolitik bir araç olarak ele alışı ve özellikle ABD’nin uzun süredir yürüttüğü teo-politik girişimlerin Ortodoks dünyası üzerindeki etkisi bulunuyor.Bu çerçevede ABD’nin 1950’lerden itibaren Fener’e stratejik bir rol yüklediği, Kıbrıs meselesinden Balkanlara, Ukrayna krizinden Ortadoğu’daki güç mücadelesine kadar uzanan pek çok başlıkta Patrikhane’nin sembolik değil, politik bir kaldıraç olarak kullanıldığı yönündeki değerlendirmeler dikkat çekiyor.Papa’nın Türkiye ziyareti ve yoğun tartışmaları Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Selçuk Erenerol ile konuştuk.‘Fener’in yıllardır süren hukuka aykırı adımları ortada’Fener Rum Patrikhanesi’nin Lozan ve Anayasa uyarınca suç işlediğini dile getiren Erenerol, bunun dini bir mesele değil, Türkiye’nin kurucu hukuk düzenine aykırı fiiller bütünü olduğunu; kendilerinin de eleştirilerini inanç üzerinden değil, uluslararası anlaşmalar ve anayasal yükümlülükler temelinde yaptıklarını vurguladı:‘Vatikan tepeden aşağıya doğru bir devlet vasfı taşıyor, Ortodoks Kilisesi ise millidir’Katolikliğin merkezî ve devlet benzeri bir yapıya sahip olduğunu, buna karşılık Ortodoks kiliselerinin tarihsel olarak millî nitelikte yapılandığını vurgulayan Erenerol, Fener’in ekümeniklik iddiasının Bizans’ın idarî geleneğinden kalan bir unvan olduğunu, Osmanlı’da da Cumhuriyet’te de böyle bir yetkinin tanınmadığını belirtti:‘Laikliğe aykırı gösterilerin arkasında Fener’e güç devşirme çabası var’Erenerol, Batı’nın Fener Rum Patrikhanesi’ni dünyaya ‘ekümenik’ bir merkez olarak sunma girişiminin tarihsel ve hukuki gerçeklikle bağdaşmadığını kaydetti. Truman döneminden beri yürütülen teo-politik projelerin Ortodoks dünyasını Türkiye üzerinden yönlendirmeyi amaçladığını, buna karşın Fener’in Türk hukukunda yalnızca azınlık cemaati için ruhani hizmet veren bir kurum olduğunu hatırlatan Erenerol, bu nedenle ekümeniklik iddiasını, siyasal mühendisliğin parçası olan yapay bir otorite kurgusu olarak değerlendirdiğini söyledi:‘Ekümeniklik söylemi hukuki statüyü aşma ve özerklik yaratma stratejisinin parçası’Erenerol, hiçbir resmi yetkisi olmayan bir din adamının uluslararası toplantılarda ‘ekümenik patrik’ sıfatıyla yer almasının Türk hukukuna aykırı olduğunu vurguladı. Fener’in bu unvanı kullanarak özerklik elde etmeye çalıştığını, bunun da Megali İdea geleneğine dayanan siyasal bir proje olduğunu belirten Erenerol, Ruhban Okulu’nun Anayasa Mahkemesi kararıyla kapandığını hatırlatarak, tartışmanın bir inanç meselesi değil, Türkiye’nin laik ve üniter yapısını zorlayan hukuki-siyasi bir manipülasyon olduğunu ifade etti:‘Ekümeniklik iddiası, Megali İdea’nın tarihsel çizgisini sürdürmenin araçlarından biridir’Fener’in ‘zulüm’ söylemini tarihsel bağlamından kopuk bir mağduriyet kurgusu olarak değerlendiren Erenerol’a göre Athenagoras döneminden bu yana ekümeniklik etrafında örülen siyasi rol, Kıbrıs’ta EOKA’yı besleyen finans akışlarından Pontus ve Mora katliamlarına kadar uzanan Megali İdea çizgisinin devamı:‘ABD, Ukrayna Kilisesi'ni Fener-Rum Patrikhanesi eliyle kendi denetimi altına aldı'Erenerol, Ukrayna’nın milli kilise beklentisinin tersine dönerek Fener eliyle ABD’ye bağlandığını belirtti. Aynı teo-politik oyunun Türkiye’de de uygulanmak istendiğini; Ortodoks dünyasını denetim altına alma çabasının dinî değil, jeopolitik bir mühendislik olduğunu vurguladı:
abd
i̇znik
Sputnik Türkiye
feedback.tr@sputniknews.com
+74956456601
MIA „Rossiya Segodnya“
2025
Ceyda Karan
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/102181/41/1021814147_0:0:1000:1000_100x100_80_0_0_0126853c15209d716a780aa1a8a8fc94.jpg
Ceyda Karan
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/102181/41/1021814147_0:0:1000:1000_100x100_80_0_0_0126853c15209d716a780aa1a8a8fc94.jpg
SON HABERLER
tr_TR
Sputnik Türkiye
feedback.tr@sputniknews.com
+74956456601
MIA „Rossiya Segodnya“
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/07e6/0b/12/1063605477_909:0:3640:2048_1920x0_80_0_0_aa1ef2ed718cfec417e3582a1e9020b6.jpgSputnik Türkiye
feedback.tr@sputniknews.com
+74956456601
MIA „Rossiya Segodnya“
Ceyda Karan
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/102181/41/1021814147_0:0:1000:1000_100x100_80_0_0_0126853c15209d716a780aa1a8a8fc94.jpg
radyo, fener rum patrikhanesi, vatikan, anayasa, ortodoks kilisesi, abd, papa 14. leo, fener rum patriği bartholomeos, i̇znik, dış politika, ekümenik
radyo, fener rum patrikhanesi, vatikan, anayasa, ortodoks kilisesi, abd, papa 14. leo, fener rum patriği bartholomeos, i̇znik, dış politika, ekümenik
‘Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümeniklik iddiası Lozan ve Anayasa’ya aykırı bir siyasi projedir’
Selçuk Erenerol’a göre Batı, Fener Rum Patrikhanesi üzerinden Türkiye’nin hukuk düzenini aşındıran bir siyasal hat kuruyor. Ekümeniklik iddiasının Lozan’a ve Anayasa’ya aykırı olduğunu vurgulayan Erenerol, bu stratejinin Ortodoks dünyasını ABD denetimine açan daha geniş bir teo-politik projenin parçası olduğunun altını çizdi.
Türkiye’de Fener Rum Patrikhanesi’nin statüsü ve son dönemde yükselen ‘ekümeniklik’ tartışmaları, yalnızca bir dinî unvan ya da sembolik temsil meselesi olmaktan çıkarak; ulusal egemenlik, uluslararası hukuk ve bölgesel jeopolitik dengeler açısından kritik bir gündem maddesine dönüşmüş durumda. Papa’nın Türkiye ziyaretiyle birlikte bu tartışmalar yeniden alevlendi.
Lozan Antlaşması’nın açık hükümlerine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasal düzenine rağmen Patrikhane’nin giderek artan biçimde uluslararası platformlarda ekümenik bir otorite gibi lanse edilmesi, yalnızca güncel bir diplomatik tartışma değil; kökleri Soğuk Savaş dönemine uzanan bir strateji zincirinin güncellenmiş bir versiyonu olarak değerlendiriliyor. Tartışmanın merkezinde yalnızca bir unvanın kullanımı değil; Patrikhane’nin tarihsel rolü, Batı dünyasının bu kurumu jeopolitik bir araç olarak ele alışı ve özellikle ABD’nin uzun süredir yürüttüğü teo-politik girişimlerin Ortodoks dünyası üzerindeki etkisi bulunuyor.
Bu çerçevede ABD’nin 1950’lerden itibaren Fener’e stratejik bir rol yüklediği, Kıbrıs meselesinden Balkanlara, Ukrayna krizinden Ortadoğu’daki güç mücadelesine kadar uzanan pek çok başlıkta Patrikhane’nin sembolik değil, politik bir kaldıraç olarak kullanıldığı yönündeki değerlendirmeler dikkat çekiyor.
Papa’nın Türkiye ziyareti ve yoğun tartışmaları Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Selçuk Erenerol ile konuştuk.
‘Fener’in yıllardır süren hukuka aykırı adımları ortada’
Fener Rum Patrikhanesi’nin Lozan ve Anayasa uyarınca suç işlediğini dile getiren Erenerol, bunun dini bir mesele değil, Türkiye’nin kurucu hukuk düzenine aykırı fiiller bütünü olduğunu; kendilerinin de eleştirilerini inanç üzerinden değil, uluslararası anlaşmalar ve anayasal yükümlülükler temelinde yaptıklarını vurguladı:
“Öncelikle şöyle bir durum var; bu, yeni, bilinmeyen, bir anda gelişmiş bir olay değil. Biz zaten 10 Mayıs'ta bu durumu belirten bir protesto gerçekleştirdik. Neredeyse yılın başından beri bu söylenmekte. Şimdi insanlar gerçekleşince biraz tepki göstererek olayın vahametini anlamaya çalıştı. Yalnız burada da ekseriyetle altını çizmekte bir önem var. Biz bunu başından beri dini bir olay olarak kabul etmedik. Bu yapılan gövde gösterisi, yıllardır Fener Rum Kilisesi'nin yaptığı, Lozan'a, Anayasaya ve TCK'ya aykırı fiillerinden bir tanesidir. O konulara zaten gireceğiz. Altını çizmek istediğim nokta şudur; olay tam olarak algılanamadığı için, insanlar tam anlayamadığı için, bunu hiçbir şekilde bir nefrete, anlayışsızlığa doğru çevirmemeleri gerekiyor. Türk ulusu özellikle bu hususta çok dikkatli olmalı, bunu bir nefret söylemine devşirmemeleri gerekiyor ve ona göre kelimelerini seçip protestolarını, karşı çıkmalarını böyle yapmak zorundalar.
Bir tarafta Papa'nın bir dini, ruhani sıfatı var; diğer tarafta da uluslararası hukuk teamülleri uyarınca nevi şahsına münhasır, yani sujeneris olarak kabul edilen bir devlettir. Biz hiçbir şekilde bir devlet temsilcisinin gelmesine karşı çıkmıyoruz. Bazıları bunu hem cehaletlerinden hem okuduklarını anlamadıklarından ötürü bu yönden eleştirdiğimizi zannediyor. Hayır, biz bu yapılanı eleştiriyoruz. Bir kere Türkiye Cumhuriyeti Laik bir ülkedir, böyle bir şey yapılamaz. Bir devlet başkanının gelmesine kimse hiçbir şey demiyor. Biz bunu söylerken diplomasi teamüllerini esas alarak söylüyoruz. Bunda bir problem yok. Yapılan olayda hukuka aykırı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasasına, taraf olduğu Lozan'a, kurucu belgedir en nihayetinde; biz bunlara aykırı olan davranışları eleştiriyoruz. Bunun altını birkaç kere çizmek zorundayız. Çünkü insanlarımız durduk yere buradan nefret söylemleri çıkarıyor. Son zamanlarda ‘siz de Hristiyan olarak başlıyorlar, hukuk bilmezsiniz, diplomasi bilmezsiniz…’ Hayır, ben siyaset bilimciyim. İnancı falan bir kenara bırakın, ben bir siyaset bilimci olarak bunu konuşuyorum. Sadece bir Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin bir temsilcisi, sözcüsü olarak söylemiyorum. Bakın zaten yıllardır Fener'in yaptıkları ortada. Kaç kere Yargıtay kararlarında olsun, atılan adımlarda olsun birçok TCK, Anayasa ve Lozan uyarınca suç işlemektedirler. Bundan bahsetmek neden dini bir şey olsun? Biz şeriattan bahsetmiyoruz ki. Bu ülkede anayasa var, bu ülkede medeni kanun var, bu ülkede laiklik var. Biz şeriattan bahsetmiyoruz. Yani dini olarak sakıncalı şeyler yapıyorlar diye biz bir eleştiri getirmiyoruz. Biz açık bir şekilde taraf olunan dokümanları, uluslararası anlaşmaları ve bir ülkenin kurucu metni olan anayasanın gerekliliklerini dile getirmeye çalışıyoruz.”
‘Vatikan tepeden aşağıya doğru bir devlet vasfı taşıyor, Ortodoks Kilisesi ise millidir’
Katolikliğin merkezî ve devlet benzeri bir yapıya sahip olduğunu, buna karşılık Ortodoks kiliselerinin tarihsel olarak millî nitelikte yapılandığını vurgulayan Erenerol, Fener’in ekümeniklik iddiasının Bizans’ın idarî geleneğinden kalan bir unvan olduğunu, Osmanlı’da da Cumhuriyet’te de böyle bir yetkinin tanınmadığını belirtti:
“Naif olarak yaklaşmamak gerekiyor. Şimdi baktığımızda İznik, evet önemli bir konsildir. Ekümenik konsillerin birincisidir. Ve Hristiyanlık dininin bir yerde ana hatlarını oluşturmuş ve ondan sonra da devam ederek ona göre bir teoloji geliştirdiği konsillerin birincisidir. Evet, 17 sayısının ezoterik olarak önemleri var ama sembollere ya da kullanılan imajlara bakmayalım. Biz sadece siyasi ve hukuki kanadında kalalım. Bir yanda projelendirme olarak baktığımızda, hem 11. yüzyılda, 1050'li yıllarda birbirlerini aforoz etmeleri hem de İznik'in 1700. yılı olması, bundan birkaç yıl sonra, yani 30 yıl sonra, 2054 yılında bu aforozun da birinci yılı oluyor. İşte bunu hazırlamıyorlar bir yerde. O yüzden şimdi İznik'le bu dinler arası diyaloğu devam ettirebilme amacıyla beraber, buna sarılıyorlar. Eğer bu iş tutarsa bunlar 2050 yıllarına doğru yeniden birleşme olacak. Ama burada dine girmek gerekirse zaten olasılığı yok. Yani ekümenik konsiller dediğimiz ve birincisi 325 yılında İznik'te yapılan bu ekümenik konsiller, zaten o dönemde hiçbir şekilde mezhep ayrımı olmadığı için evrenselliği temsil ediyordu. Aforozlardan sonra iki mezhebin ortaya çıkması, ondan sonra yeni mezheplerin, yeni yorumların katılmasıyla beraber zaten ortada böyle bir evrensellik yok.
Vatikan en başından beri yapısal olarak tepeden aşağıya doğru bir liderlik vasfı, devlet vasfı taşıyordu. Ortodoks dünyası, yani Doğu Hristiyanlığı dediğimiz yerde zaten böyle bir şey yok. Günümüzde hiç kalmamıştır. Ortodoks Kiliseleri millidir. Bu biraz İncil'in yorumlanmasından gelir. Kullanılan dilde müjdelendiğinde herkes kendi dilinde duyduğu için Ortodokslar bunu kabul eder. O yüzden kendi ana dillerinde ibadet ederler ve aynı zamanda milli bir yapısı da vardır. Bu tamamen kültürel. Yani Batı tarafında Güney Amerika'ya kadar, Afrika'ya kadar birçok yere uzanan Katolik dünyası, Batı Hristiyanlığı Papayı ve Vatikan'ın temsiliyetini kabul ediyor. Ama Doğu Hristiyanlığında kültürel olarak zaten böyle bir şey yok. Bunların iddia ettiği, yani Fener Rum Kilisesinin her yerde yasalarımıza aykırı bir şekilde kullandığı ekümeniklik iddiası ile ise sadece Bizans İmparatorluğu, yani Doğu Roma İmparatorluğu'nun kurulmasıyla beraber İmparatorluk içerisinde kalan bütün kiliseler başkente bağlı olduğu içindir. Yoksa Osmanlı'ya geçtiğimizde mesela diyorlar ki işte ecdadımız buna müsaade etmişti falan filan diye. Yok böyle bir şey. Bu tamamen cahilane bir konuşmadır. Çünkü Fatih Sultan Mehmet hiçbir şekilde kendi dini temsiliyeti de varken zaten İstanbul'u almasıyla beraber Kayzeri Rum olarak da onun devamı da artık Fatih Sultan Mehmet'e geçiyor. Ve Fener Rum Kilisesine ‘Sen millet başısın. Yani Ortodoks inancına tabi olan kişilerin başındakisin’ diyor. Herhangi bir şekilde bir isyan olduğunda kaç tane Patriğin asıldığını görüyoruz. En son da yanılmıyorsam Nisan ayında 1821'de Mora İsyanı sonrasında asılan 5. Gregorios... padişahlar eğer dini olarak kendilerine bu kadar işte eşit görecek ya da o seviyeye yakın bir yerde tutacak birini idam edebilir mi? Ekümenik sıfatı verebilir mi? Hayır efendim, sadece millet başı. Ecdadımızda da böyle bir şey yoktu. Cumhuriyete baktığımızda neyi esas alıyoruz? Lozan ve Anayasa. Lozan'da zaten Patrikhane ekümeniktir diye hiçbir şekilde bir şey düşünmüyor. Ondan sonra artık Türk hukuku içerisinde orası Fatih Kaymakamlığına bağlı sıradan bir azınlık lisesidir. Nedir bu azınlık durumu? İşte mübadele sonrasında, mübadele dışında tabi burada topraklarımızda tutulan Rum asıllı Türk vatandaşlarının İstanbul ve adalardaki dini vecibelerini yeniden getirme görevidir. Bunun dışında herhangi bir rejim seçilmedi, uygulanmadı. Bununla alakalı hiçbir şey yok. Fatih Kaymakamlığına bağlandı ve Türkiye Cumhuriyeti'ndeki sıradan herhangi bir memur gibi bir statüye konuldu. Uluslararası yetki izni yok. İstanbul ve adalar dışında ne Anadolu'da ne Trakya'da hiçbir yerde yetki izni yok. Ören yerlerinde oturup saçma sapan bir şekilde ruhaniliği de inciten ve teolojiye de aykırı olan ayinler düzenlemelerine izin yok.”
‘Laikliğe aykırı gösterilerin arkasında Fener’e güç devşirme çabası var’
Erenerol, Batı’nın Fener Rum Patrikhanesi’ni dünyaya ‘ekümenik’ bir merkez olarak sunma girişiminin tarihsel ve hukuki gerçeklikle bağdaşmadığını kaydetti. Truman döneminden beri yürütülen teo-politik projelerin Ortodoks dünyasını Türkiye üzerinden yönlendirmeyi amaçladığını, buna karşın Fener’in Türk hukukunda yalnızca azınlık cemaati için ruhani hizmet veren bir kurum olduğunu hatırlatan Erenerol, bu nedenle ekümeniklik iddiasını, siyasal mühendisliğin parçası olan yapay bir otorite kurgusu olarak değerlendirdiğini söyledi:
“Volkswagen Arena’da ayin yapılıyor, mantığını kafamda oturtamıyorum. Bu ülkede ibadethane mi kalmadı? Ki onu da zaten yapamaz, o da işin çok ayrı bir noktası. Bakın, devlet protokol teamülünde diplomatik olarak alınabilir ama bunlar laikliğe de Anayasaya da aykırıdır. Öte yandan bizim burada en büyük karşı çıkış noktamız bütün Batı Hristiyanlığının başı olan Vatikan'ın bir kaymakamlığa bağlı papazı ekümenik olarak dünyaya lanse etmesi. Dünyada en büyük Ortodoks nüfus Rusya'dadır, Balkanlarda Ortodoks nüfusu vardır, Baltıklarda Ortodoks nüfusu vardır. Biz Türkiye Cumhuriyeti'nde tüzel kişiliğe sahip olan Türk Ortodoks Patrikhanesi olarak dünyadaki Türk Ortodoksların da aynı zamanda temsiliyetine sahibiz. Bu niye olmuyor? İşte bu siyasal oyunlar yüzünden. 1949'da ABD Başkanı Truman'ın özel uçağıyla beraber Athenagoras’ı getirdiler ‘Bu artık ekümendir. Bunları, bunları istiyor. Ruhban Yüksekokulu vs. Açılacak' dediler. Niye? Yeşil Kuşak teorisinin devamı olan yine bir teo-politik diyeceğimiz Hristiyan dünyasını ele almayı Türkiye Cumhuriyeti üzerinden yapmaya çalıştılar. Orada da hiçbir ruhani, hiçbir dini olay yok. Yeşil Kuşak teorisiyle oturup İslam dünyasında, Arap ülkelerinde ne kadar büyük problemler yarattılarsa işte ‘dinsiz-ateist’ Sovyet'e karşı da Ortodoksluğu hazır onlar ateist olmuş yasakladılar dini, dünya Ortodoksluğunu da kontrol altına alabilmek için buradaki ‘Truva Atı’nı kullanıyorlar. O yüzden Atatürk vakti zamanında bas bas bağırarak ‘Bu hıyanet ocağının, fesat yuvasının yeri Yunanistan'dır’ dedi. Ama onlar Türkiye Cumhuriyeti'nden intikam alabilmek için içimizde bilerek tuttular. Ve durmasına rağmen biz onlara belli bir hukuki rejim uyguladık. Hiçbir şekilde inanç kısıtlaması, ibadet özgürlüğüne karışma gibi şeyler asla yoktur. Hukuki olarak herkesin hakkı neyse odur. Yani normalde bakıldığında mesela azınlık hakları dediğimiz şeyin hukuki bir geçerliliği yoktur. Bu uygulanan pozitif ayrımcılık hukuk önünde yoktur. Çünkü hukukta vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes eşittir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası kimsenin inancına ve etnik kökenine bakmaz. Bunun dillendirilmesi bile Anayasal suçtur. Türk, Kürt, Çerkez, Arap diye bölmek suçtur. İnanç yönünden bölmek suçtur. Çünkü hukuk rejimi çok net bir şekilde işler. Siz burada sosyoloji yapmıyorsunuz, siz burada antropoloji yapmıyorsunuz. Hukuk nettir. Bu netliği bozmaya çalışmak işte bugünleri getiriyor.”
‘Ekümeniklik söylemi hukuki statüyü aşma ve özerklik yaratma stratejisinin parçası’
Erenerol, hiçbir resmi yetkisi olmayan bir din adamının uluslararası toplantılarda ‘ekümenik patrik’ sıfatıyla yer almasının Türk hukukuna aykırı olduğunu vurguladı. Fener’in bu unvanı kullanarak özerklik elde etmeye çalıştığını, bunun da Megali İdea geleneğine dayanan siyasal bir proje olduğunu belirten Erenerol, Ruhban Okulu’nun Anayasa Mahkemesi kararıyla kapandığını hatırlatarak, tartışmanın bir inanç meselesi değil, Türkiye’nin laik ve üniter yapısını zorlayan hukuki-siyasi bir manipülasyon olduğunu ifade etti:
“Liyakatsiz ya da kasti cahil kadroların oturup Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığınca yurt dışında temsil edilirken hiçbir görevi olmayan bir papazın oturup kendi bayrağıyla beraber ‘Ekümenik Patrik’ diye Rusya-Ukrayna Savaşı arasındaki diplomatik görüşmelerin yapıldığı, Haziran’da İsviçre’de yapılan yerde temsil edildiğini görüyoruz. Onun hiçbir geçerliliği yok. Uçağa binip gidemez. Hele ki Yunanistan uçaklarıyla gidemez. Fatih Kaymakamlığından izin alındı mı? İçişleri Bakanlığı izin verdi mi? Vilayet izin verdi mi? Dışişleri Bakanlığı izin verdi mi? Bu izinleri kimler veriyor? Bakın bu liyakatsizlikle beraber böyle diplomatik fiyaskolara sahne oluyoruz. Ama insanlara bunu anlatmaya çalıştığımızda yok işte din düşmanlığı, iki Ortodoks cemaatin arasındaki çatışma, çekişme... alakası yok. 1821'den beri günümüzde hala Fener Rum Kilisesi denilen yer, 1821'de 40 bin Türk'ün katledildiği Mora katliamından sonra Megali İdea'yı yaşatan kurumdur. Bizim karşı çıktığımız şey budur. Yalanlarla beraber siyaseten ve hukuken manipülasyonlar yapmaktadırlar. 1971 Anayasa Mahkemesi kararında bütün özel yetkili yüksek okullar kapatılmıştır. Bunun içerisinde mühendislik okulları vs. vardı. Ruhban okulu orada kapanmıştır. Ve Türk milleti ‘Eğer bir ruhban yetiştirme ihtiyacın varsa Gök'ün tanıdığı yüksek öğretim izni olan ilahiyat fakültelerinde bunu size sağlarız’ demiştir. Onlar kabul etmedi, çünkü özerkliği istiyorlar. Baştan sona yalanlarla beraber bu propaganda yürütülüyor. O yüzden ruhani boyutunu lütfen bir kenara bırakalım. Kimsenin oturup da milletin ibadetiyle, inancıyla ya da inançsızlığıyla bir derdi yoktur. Benim uzmanlık alımım laikliktir. Siyasal olarak, sosyoloji ve uluslararası hukukta ben bunu çalışıyorum. Zaten bunu savunan, bu ilkeyi savunan bir insan olarak, inançlı bir insan olarak ki bu kimseyi ilgilendirmez ama ben de ibadet eden bir insanım. Ben niye başkasının ibadetine karışayım? O yüzden lütfen böyle oyunlarla yaptığımız açıklamaları sağa sola çekmesinler. Burada bir nefret yok. Kimse bu nefrete de düşmesin. Halkımız da bu nefrete düşmesin. Buna gerek yok. Herkesin Kilisesi açıktır. Rejimsel olarak, hukuki olarak baktığımızda azınlık okullarının, Ermenilerin, Süryanilerin eğitimi devam etmektedir. Rumların da okulu açıktır. Yüksekokul kapalı. Şu anda hala Rum okulunda Milli Eğitim Bakanlığı bütün yabancı liselere okulları atadığı gibi Müdür Yardımcısı atamaya devam etmektedir. Onların sıkıntısı işte bu özerkliği alma. Bu ekümenik cümlesinin, kelimesinin, unvanının bu kadar kullanılması o yüzden. O özerkliği aldığında ekümeneye ihtiyaç olacak. Ekümene ne demek? Kendi toprağı ve kendi vatandaşları. Kendi toprağın ve kendi vatandaşın özerk bölge olarak olduğunda aynı zamanda ne ihtiyacın olacak? Kendi hukukunu uygulamak. E bu Hristiyan şeriatının getirilmesidir. Ne olacak? Eğer bir cemaat hukuki olmadığı halde yüksekokul statüsünde kendi ruhbanını yetiştirirse bu sefer tarikatlar çıkacak. Zaten merdiven altında her yerde medreseler açık. Bunu çok aleni bir şekilde medreseye gidenler sosyal medyada bile yayınlıyor. Bu öyle istihbarat, gizli kapaklı bir bilgi falan da değil. Resmen şu anda merdiven altında devrim kanunları çiğnenmekte. Yarın öbür gün bu cemaat kendi yüksekokulunu özerk bir şekilde açıp da dünyanın her yerindeki üniversitelerle uluslararası anlaşma sağlayabilecek hukuki bir zemine oturttuğunda Tarikatlar da gelecek. Şu anda bazı tarikatların ilçelerine, kasabalarına girilmiyor doğru düzgün. Eğer o tarikata mensup değilseniz sizi içeri almıyorlar. Bu bir Hristiyan meselesi değil.”
‘Ekümeniklik iddiası, Megali İdea’nın tarihsel çizgisini sürdürmenin araçlarından biridir’
Fener’in ‘zulüm’ söylemini tarihsel bağlamından kopuk bir mağduriyet kurgusu olarak değerlendiren Erenerol’a göre Athenagoras döneminden bu yana ekümeniklik etrafında örülen siyasi rol, Kıbrıs’ta EOKA’yı besleyen finans akışlarından Pontus ve Mora katliamlarına kadar uzanan Megali İdea çizgisinin devamı:
“Türkiye Cumhuriyeti'nde hakkı korunmayan biri varsa o da Türk vatandaşıdır. Onun dışında başka hiçbir şekilde bundan konuşulamaz. Şu anda yıllardır Anayasanın neredeyse de-facto olarak rafa kaldırılması Türk’e zulümdür. Yani Türk kimdir? Irk olarak demiyorum, Türkiye Cumhuriyeti'ne madde 66 ile bağlı olanlar, yurttaşlık bağı ile bağlı olanlar zulüm görmektedir. Her yönden, ekonomik olarak olsun, siyaseten olsun, ifade özgürlüğü yönden olsun, Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşları bu zulmü görüyor. Onlar protokollerde en iyi yerlerde ağırlanıyorlar. Yurt dışı görüşmeleri yapıyorlar. Bunların hepsi hukuka aykırı. Bakın defaatle altını çiziyorum, o görüşmeleri yapamazlar. Hangi unvanla, hangi sıfatla yapıyorlar? Neden Türkiye Cumhuriyeti'nin makamları mektup gönderdiğinde, davet gönderdiğinde ekümenik sıfatını kullanıyor? Uluslararası sempozyumlara, konuşmalara, konferanslara katılırken, Türkiye Cumhuriyeti'ni hali hazırda temsil edenler varken onlar orada hangi sıfatla bulunuyor? Bunlara nasıl göz yumuluyor? Bu kadar gücü elinde bulunduran biri zulüm görüyor olabilir mi? Zulümden kasıt burada nedir? İstediklerini alamamaktır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan ve ABD Başkanı'nın eliyle yasalarımıza aykırı bir şekilde bize gönderilen Athenagoras’tan beri gördükleri zulüm yapamadıklarıdır. Bakın Atenagoras döneminde Kıbrıs'ta Enosis'i yaratmak için terör örgütü olan EOKA'ya aktarılan paralar, Sayıştay raporlarıyla sabit bir şekilde Fener Rum Kilisesi üzerinden gittiği görülmüştür. Gidin, bakın; Kıbrıs'taki Türklerin toplu mezarlığına, karnı deşilen kadınlara, kafaları kesilenlere, öldürülen bebeklere bakın. Bu zulüm değil midir? Bir zulümden bahsedilecekse budur. Mora İsyanı'ndan sonra yapılanlar, Megali İdea'nın gerçekleştirilmesi, o Pontus çetelerinin Türklere yaptığı Karadeniz'de denizi kırmızıya boyayan katliamlardır zulüm. Unvanı kullanıyor ama o unvanı resmi şekile getiremiyor diye, daha fazla mal sahibi olamıyor diye zulüm uygulanıyor denmez. Öldürülen Türklerdir, kadınlardır, çocuklardır zulüm gören. Günümüzde de kendi vatanında bu hale düşürülendir zulüm gören.”
‘ABD, Ukrayna Kilisesi'ni Fener-Rum Patrikhanesi eliyle kendi denetimi altına aldı'
Erenerol, Ukrayna’nın milli kilise beklentisinin tersine dönerek Fener eliyle ABD’ye bağlandığını belirtti. Aynı teo-politik oyunun Türkiye’de de uygulanmak istendiğini; Ortodoks dünyasını denetim altına alma çabasının dinî değil, jeopolitik bir mühendislik olduğunu vurguladı:
“Bu tamamen teo-politik bir oyun. Biraz önce Ukrayna’dan bahsettiniz. Normal şartlar altında milli Kilise ve milli devlet anlayışı olduğu için bazı ülkeler Moskova Patrikliğinden kendi meclis kararlarıyla ‘milli güvenliğimize aykırı’ diye çıkmıştır. Ukrayna da ‘Bizim Moskova ile aramızda sıkıntı oldu, bizim onlara bağlı olmamız doğru değil, milli güvenliğimize aykırı’ şeklinde kendi meclisinde bunu yapabilirdi. Ama ne yaptılar? İşte Fener üzerinden Amerika kendi denetimi altında aldı. Oradaki papazlar yani cemaat, sıradan halk zannediyordu ki ‘Rusya'yla aramızdaki gerilimden dolayı biz artık bağımsız olacağız, kendi Ukrayna Kilisemiz olacak’ Adamlar Fener eliyle bir anda Amerika'ya bağlandı. Şimdi bunun benzer bir oyununu Türkiye'de yapıyorlar; Ortodoks dünyasını Amerika'nın kontrolüne geçirmeye çalışıyorlar. Çünkü dediğim gibi bu kadar kalabalık bir Ortodoks dünyası varken bu ısrar niye? Kimsenin orada birleşmeye niyeti yok. Kimse kavga etmek de istemiyor. Ama bu ‘Bizans oyunları’ dediğiniz, Yeşil Kuşak devamı, bu teo-politik oyunlar insanları birbirine kırdırtıyor. İnsanların bunu görmesi lazım. Yani bir Hristiyan meselesi varsa birbirine kırdıran Amerika'nın güdümündeki bu oyunlar, ona baksınlar. Ama hiçbir şekilde oturup bunu Hristiyan meselesi olarak görmesinler, Batı dünyası Hristiyan dünyası olarak görmesinler. Çünkü bu kazanacaklarıyla beraber, ki kazanacaklarını düşünmüyorum. Yarın öbür gün bizim içimizde de buna benzer oyunları Aleviler üzerinde de, Sünniler üzerinde de, diğer inançlar üzerinde de uygulayabilirler. Dinin ne kadar tehlikeli bir silah olduğunu ve siyasete alet edilmemesi gerektiğini artık halkımız uyanıp görmeli.”