‘Birleşmiş Milletler’in raf ömrü doldu; bir tek cenaze namazı kılınmadı’

“Açıkçası çivisi çıkmış bir dünyada raf ömrünü doldurmuş bir örgütten bahsediyoruz. Birleşmiş Milletler’in bir tek cenaze namazı kılınmadı. Uzatmaları oynayan bir örgüt konumunda. Tarihte belki de BM’ye en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde BM’nin sadece adı var. Şu anki uygulamaya bakarsak, özellikle ABD’nin uygun gördüğü şekilde ne kadar kurum ve kural varsa, Soğuk Savaş sonrası dönemde hepsi çöküşün ve iflasın eşiğinde. Güvenin ve itibarın kalmadığı bu örgütlere alternatif çıkana kadar ‘dostlar alışverişte görsün’ durumu söz konusu. BM de buna ev sahipliği yapıyor. Gazze sorunu dahil olmak üzere hiçbir yerde BM’yi görmüyoruz. Birleşmiş Milletler’in orada misyonları bombalandığı halde sanki Mars’ta bir yerler bombalanmış gibi BM üç maymunu oynuyor. Dolayısıyla böyle bir örgütün saygınlığı ve caydırıcılığı, ABD ve Batı dünyasının takındığı felsefeden dolayı aşağı düştü ve artık kuruluş ilkesinden çok uzakta. Cemiyeti Akvam’ın yaşadığı sona doğru koşar adım gidiyor. Yeni bir Cemiyeti Akvam fiyaskosuyla karşı karşıyayız. Peki bunca başarısızlığına rağmen BM neden devam ediyor? Çünkü şu an için tüm devletlerin gidip kulis yapabileceği başka bir örgüt yok. İkinci bir sebep ise her halükarda Amerika ve diğerleri açısından da önemli. ABD dışındaki devletler, ABD hakkındaki şikayetlerini dile getirebiliyor. Çin Devlet Başkanı da dört inisiyatif ortaya koymuştu. BM’de öncelikle reformları ve yeni bir yapılanmayı gündeme getirdi. Gerçek manada küresel güvenliğin, işbirliğinin, medeniyetin ve kalkınmanın, şemsiye görevi yapacak bir örgütle başarılı olabileceğini dile getirdi.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ‘Dünya beşten büyüktür’ söylemi ile aynı yerde buluşuyor Şi Çinping. Vladimir Putin’in de altını çizdiği husus çok kutuplu dünya. Bu, Türk-Rus ve Türk-Çin ilişkilerinde önemli bir nokta. Bugün ABD’nin tek kutupluluk bağlamında ortaya koyduğu performans ve Trump’ın atmaya çalıştığı adımlar, tek kutuplu ve çok kutuplu dünyayı karşı karşıya getirmiş vaziyette. Bugün BM iki kampa bölünmüş vaziyette. Mevzu sadece BM Güvenlik Konseyi değil; BM içindeki tek kutuplu ve çok kutuplu dünya taraftarları var. Avrupa, genel anlamda çok kutuplu dünyanın iddialı olmaya çalışan aktörlerinden biriyken, BM’nin çözüm bulamadığı Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte ABD’ye yöneldi. Savaş öncesi yaşanan süreçte de Birleşmiş Milletler, kendisinden beklenen performansı ortaya koyamadığı için bugün sorun Rusya-Ukrayna bağlamından çıkıp Rusya-Avrupa bağlamına doğru evrilmiş vaziyette. ABD’nin buradaki iki temel hedefi gerçekleşmiş vaziyette. Birincisi, Avrupa’nın kontrol edilip çok kutuplu dünya iddiasının ortadan kaldırılması. İki, ABD’nin tek kutuplu dünya hedefi doğrultusunda ABD’nin NATO’daki etkisinin artırılması. İkisi de gerçekleşti. BM’de iki farklı duruş var. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, Sayın Şi Çinping’in de açıklamalarına bakarsak, işbirliği üzerinden yeni bir uluslararası sistemin inşasını savunan bir grup görüyoruz. Diğer tarafta da ABD ve İsrail’in başını çektiği, kaos ve krizler üzerinden yeni bir dünya inşa sürecini görüyoruz. BM etkisiz eleman pozisyonunda.
BRICS’e, ŞİÖ’ye, ASEAN’a baktığımızda, Küresel Güney ve ABD tarafından ‘ötekiler’ olarak adlandırılan gruplar için yeni bir umut adresi görüyoruz. Sayın Şi Çinping’in bu BM Genel Kurulu’na katılmaması, sembolik bir mesaj içeriyor. Orada bulunmak belki de Şi Çinping açısından zaman kaybı olarak da görülmüş olabilir. Trump’ın şovunun malzemesi olmak istememiş de olabilir. BMGK’da beş daimi üye var, birisi cezalı durumda. Kim? Rusya. Trump’ın Putin ile ilgili birtakım söylemleri olsa da ortada bir realite var: Rusya’nın olmadığı bir BM, Genel Kurul ve Rus liderinin orada olmadığı bir toplantı, istikrarsız dünyada gerçek istişare ortamını ne kadar sağlayabilecek? Liderler bazında ciddi tereddütler ve endişeler var. Bu tereddütler ve endişeler gerçek manada liderler toplantısıyla çözülmedikçe, güvenliğin ve istikrarın sağlanabilmesi mümkün değil. BM’ye dönük katılımlar ve konuşmalar var fakat düşünün: Sayın Erdoğan konuşmasını sürdürürken mikrofon kapanıyor. Neymiş, ‘beş dakika sınırı’ dolmuş. Siz dünya liderlerine sorunlarını anlatmaları için beş dakika süre ayırıyorsunuz. Ama konferanslarda dahi bize 5-10 dakika bir ek süre veriliyor.
Bugün Türkiye gibi bir ülke bu. Türkiye, Haiti değil. Muz cumhuriyeti değil. Bugün krizlerin tam ortasında olan, Türk-İslam dünyası açısından da söyleyecek çok sözü olan bir ülke konumunda Türkiye. Şu anda krizin içinde bulunan Batı içinde de tüm ülkelerin paylaşamadığı, işbirliği yapmak istediği ve işbirliği bağlamında söyleyecek çok sözü olan bir ülke konumunda Türkiye. Bu ‘beş dakika’ mevzusu bile BM’nin işlevselliği açısından faydalı olmayan sınırlamalardan sadece birisi. Bana göre BM düzeni bitmiş vaziyette. BM düzeni bittiği için uluslararası sistemde yeni bir düzen arayışına ihtiyaç var. Uluslararası sistemde her yeni sistem, büyük savaşların sonucunda ortaya çıkmıştır. 1648 Vestfalya’dan itibaren bakarsanız bunu görebilirsiniz. Şu anki temel sıkıntı, Soğuk Savaş sonrası itibarıyla çok kısa bir sürede yeni bir uluslararası sistemin kurulamamış olması. Kim galip, kim kaybeden? Bu çok önemli. Bir taraftan galip olduğunu iddia eden ABD ve Batı var ama aynı zamanda gerileme endişesiyle çok saldırgan olan bir ABD ve Batı var. Kriz ve kaos üzerinden diğerlerini bertaraf ederek yeni düzenini dayatmaya çalışan bir anlayış var. Sayın Şi Çinping kuvvetle muhtemel bu kararıyla BM düzeninden artık beklentisinin olmadığını, BM’de reform sürecinin gerçekleşmeyeceği yönünde bir sonuca vardığı şeklinde yorum yapılabilir.”
‘ABD, Çin’in çevresinde yeni kriz alanları yaratabilir’
“Donald Trump, zaman zaman dinliyormuş gibi yapıyor ama gerçek manada karşısındakinin görüşlerini dikkate almıyor. Mesela Şi Çinping’in görüşlerini dikkate alıp uygulasa, ABD’nin tek kutuplu dünya arayışı sona erdi anlamına gelecek bu. ABD’nin dünya imparatorluğu bir tarafa konulmuş olacak çünkü karşısında başka bir ortak varmış gibi bir algıya yol açacak. ABD’nin Çin, Rusya, Hindistan vs. tarafından gelecek reform önerilerine ‘evet’ demesi şu şartlarda mümkün değil. Bu kabul, ABD’nin iddiasını reddetmesi ile eşdeğer olacak. Trump’ın başkanlık dönemlerine bakarsak izlediği politikalar itibarıyla bu mümkün değil. Peki Trump ne yapmaya çalışıyor? Hala son noktaya kadar gitmek istiyor. ABD’nin son atımlık barutları ile Çin’i etkisizleştirme ve pasifleştirme çabası içine giriyor. Hatta daha etkin bir çevreleme ve yıpratma sürecine girmeye çalışacak. Şanghay’da ve Tianjin’de gerçekleştirilen etkinliklerde Rusya ve Çin’in kararlı duruşu, Rusya ve Çin’e yakın çevreyi önümüzdeki süreçte etkin bir şekilde baskı altına alması beklenen süreçlere karşı mesaj niteliğindeydi. ABD, buralarda yeni birtakım kriz alanları yaratmak suretiyle Çin’in Batı’ya doğru politikalarını örneğin Kuşak ve Yol projesini sekteye uğratmak istiyor. Nepal, Myanmar, Bangladeş, Pakistan gibi ülkelerde yaşananlara bakarsak, bu ülkelerden ziyade bu ülkelerle işbirliği içinde olan Çin’i görüyoruz. Temel hedef Çin. Çin’in ekonomiden askeri, askeriden siyasi bir güce dönüşmesi endişesi, ABD’yi ciddi manada rahatsız ediyor.
ABD bugün Çin ekonomisini baskı altına alacak veya etkileyecek birtakım hamlelerde bulunuyor. Buna ‘ticaret savaşları’ diyoruz. Çin’in Rusya’dan petrol almasından Hindistan’ın geliştirdiği ilişkilere kadar bunları görüyoruz. Diğer yandan Tayvan dahil Çin’in yakın çevresinde istikrarsızlık yaratılmak isteniyor. Çin’in ’25 Yıl’ anlaşması imzaladığı İran’a, İsrail ile savaş üzerinden baskı uygulandı ve İran’ın Ortadoğu politikalarından pasifize edilmesi amaçlandı. Burada sadece İran değil, Çin’in de pasifize edilmesi amaçlanıyor. Çin’in koridor siyaseti, kaynaklar siyaseti ve krizleri söndürme siyaseti kapsamında Körfez-İran arabuluculuğu yapıldı ve Filistin örgütleri Pekin’de toplandı. Şu anda oyundan dışlanmaya çalışılan bir Çin var. İsrail’in yaptığı birtakım saldırılar ve hatalar, Çin’in ve diğer aktörlerin bölgede önünü açabilir. Pakistan-Suudi Arabistan arasındaki ittifak anlaşmasını, Pakistan-Çin ilişkilerini de göz önünde bulundurunca, Çin’in Ortadoğu’daki varlığının tekrar oluşumunda sebep olarak görüyorum. O yüzden önümüzdeki süreçte, İsrail’in saldırgan ve yayılmacı politikalarının ABD ile birlikte Batı’ya duyulan güvensizliği artıracağını ve bu durumun başka aktörlere alan açacağı kanaatindeyim. Bölgede yeni bir altyapı ve işbirliği arayışı süreçlerine şahitlik ediyoruz.”

