00:00
01:00
02:00
03:00
04:00
05:00
06:00
07:00
08:00
09:00
10:00
11:00
12:00
13:00
14:00
15:00
16:00
17:00
18:00
19:00
20:00
21:00
22:00
23:00
00:00
01:00
02:00
03:00
04:00
05:00
06:00
07:00
08:00
09:00
10:00
11:00
12:00
13:00
14:00
15:00
16:00
17:00
18:00
19:00
20:00
21:00
22:00
23:00
HABERLER
07:00
7 dk
HABERLER
09:00
6 dk
HABERLER
11:00
8 dk
DÜNYA HABERİ
11:09
11 dk
PARANIN HAREKETİ
11:22
12 dk
HABERLER
Saat başı başlıkları
12:00
5 dk
90 SANİYE
13:28
1 dk
HABERLER
16:00
5 dk
HABERLER
17:00
6 dk
HABERLER
18:00
12 dk
HABERLER
19:00
15 dk
HABERLER
07:00
6 dk
HABERLER
09:00
6 dk
HABERLER
11:00
9 dk
DÜNYA HABERİ
11:10
11 dk
PARANIN HAREKETİ
11:21
7 dk
HABERLER
12:00
5 dk
90 SANİYE
13:28
2 dk
HABERLER
16:00
5 dk
HABERLER
17:00
6 dk
SESLİ HABER
IQAir Raporu açıklandı: Dünyanın en kirli havası hangi ülkelerde?
17:31
2 dk
SESLİ HABER
Bedeniniz yeterince dinleniyor mu? Uzmanlar 6 saate karşı uyarıyor
17:48
2 dk
HABERLER
Saat başı başlıkları
18:00
1 dk
SESLİ HABER
İzmir’de denizin rengi kahverengiye döndü: Borulardan atık su deşarj edildi
18:28
1 dk
SESLİ HABER
Lavrov röportaj
18:39
17 dk
HABERLER
Saat başı başlıkları
19:00
1 dk
BÖLGENİN KALBİ
Ceyhun Bozkurt'la Bölgenin Kalbi
19:05
84 dk
SESLİ HABER
Uzmanlardan 4.8'lik depremin ardından uyarı: Büyük depremler bekleniyor
21:05
2 dk
DünBugün
Geri dön
Adana107.4
Adana107.4
Ankara96.2
Antalya104.8
Bursa101.4
Çanakkale107.2
Diyarbakır89.6
Gaziantep104.3
Hatay106.1
İstanbul97.8
İzmir91.0
Kahramanmaraş92.3
Kayseri105.5
Kocaeli90.2
Konya88.6
Malatya106.0
Manisa101.0
Mardin92.2
Ordu99.6
Sakarya90.2
Samsun107.7
Sivas104.2
Şanlıurfa95.3
Trabzon102.4
Van88.0
Dünya haritası - Sputnik Türkiye, 1920
DÜNYA
Rusya, ABD, Avrupa ve Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın dört bir yanından son dakika haberleri, analizler ve özel dosyalar.

Rusya Dışişleri Bakanlığı, Lavrov’un ABD’li blogerlere verdiği röportajı yayınladı

© Sputnik / Рамиль СитдиковSergey Lavrov
Sergey Lavrov - Sputnik Türkiye, 1920, 12.03.2025
Abone ol
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, ABD’li blogerler Mario Naufal, Larry Johnson ve Andrew Napolitano’ya gündemdeki konulara ilişkin büyük röportaj verdi.
Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Donald Trump döneminde ABD ve Rusya toplumlarının algısındaki değişim, NATO ile ilişkiler, Ukrayna'daki özel askeri harekata yol açan sebepler ve son gelişmelerle ilgili sorulara cevap verdi.
- Sayın Bakan, Moskova halkıyla konuştuktan sonra ilk sorum şu olacak. ABD algısı tamamen değişti. Başkan Trump döneminde ABD'yi tamamen farklı tanımlıyorlar. Sizce ABD, sadece kafalarda değil kültürel anlamda temelden değişti mi? Ayrıca Amerikalıların Rusya ve Başkan Vladimir Putin algısı da değişti mi?
Bence şu anda ABD’de yaşananlar normale dönüş olarak tanımlanabilir. ABD her zaman birbiriyle mücadele eden ve Beyaz Saray'da birbirinin yerine geçen iki büyük partinin olduğu bir ülke olmuştur. Ancak ABD’de çalışma fırsatı bulduğum yıllar boyunca (1981'den başlayarak görevim gereği birçok uzun süreli iş gezisinde bulundum) meydana gelen bölünme, şimdiki zamanla kıyaslandığında kesinlikle çarpıcı. Demokratları Cumhuriyetçilerden ayıran temel fark, az ya da çok vergi, kürtaj, geleneksel değerler içinde normal Hıristiyan yaşamının bir parçası olan şeylerdi. Tüm politikalar birbirleriyle tartışma içinde, ama herkesin kabul ettiği değerler çerçevesinde yapılırdı.
Neo-muhafazakâr (esas olarak neoliberal) fikirlerin ortaya çıkmasıyla bu uçurum daha da derinleşti ve genişledi. Bunun zirve noktası Donald Trump'ın ilk kez başkanlığa seçilmesiydi. O zamanlar bu onun için bir sürprizdi. Kendisi bile hazırlıklı olmadığını itiraf etmişti. Oysa şimdi hazırlıklı. Bu çok açık. Göreve geleli sadece 49 gün oldu ve kamuoyuna sunduğu zengin gündemi şimdiden görüyoruz.
Bu boşluğun esasen, o dönemde iktidarda olan Demokrat Parti'nin Hıristiyan değerlerinden uzaklaşmasından kaynaklandığına inanıyorum. (Rusya’da aşırılıkçı kabul edilen ve faaliyeti yasaklanan hereket) LGBT+ gündemini durmaksızın dayattılar. Tüm cinsiyetler için tek tuvalet.
Bir keresinde AGİT toplantısı için İsveç'teydim. Bakanlar toplantısına göre dönüştürülmüş bir stadyumdaydı. Serilenmem gerekiyordu ve bir umumi tuvalet tabelası gördüm. Bana eşlik eden kişiye, “Burası erkekler tuvaleti mi, kadınlar tuvaleti mi?” diye sordum. “Genel” diye cevap verdi. Hiçbir arkadaşımın böyle bir şey yaşamasını istemezdim. Bu, söz konusu ayrımın kendini gösterdiği küçük bir örnek.
Ancak sanayi kuşağı olarak adlandırılan Amerika'nın orta batısı bu ‘değerleri’ kabul etmeye hazır değildi. Bununla birlikte, vatandaşlara dayatılan fanatik ısrar, birçok insanın bunların kabul edilemez olduğunu fark etmesini sağladı. Bu yüzden Trump'ı desteklediler.
Yani bizim anladığımız şekliyle ‘normalliğe’ dönüşten bahsediyoruz. Biz Ortodoks Hıristiyanlarız. Değerlerimiz genel olarak benziyor. Her ne kadar günümüzde Katoliklik yeni trendlere doğru gittikçe daha fazla sapıyor olsa da. Bunlar bizim için anlaşılmaz ve kabul edilemez.
Hıristiyanlık karşıtı fikirleri benimsemeyen normal bir yönetimin iktidara geldiği bir gerçek. Ancak bu durum, dünya çapında medya ve siyaset arenasında gerçek bir patlamaya neden oldu. Bu da çok şey ifade ediyor.
Riyad'da ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile bir araya geldiğimizde, onlar Trump yönetiminde ABD dış politikasının temelinin ABD ulusal çıkarlarını korumak olduğu anlamında normal ilişkiler istediklerini söylediler. Bu mutlak ve müzakere edilemez bir konudur.
Aynı zamanda Amerikalılar diğer ülkelerin de kendi ulusal çıkarları olduğunun farkında. Kendi ulusal çıkarları olan ve başkalarının peşinden gitmek istemeyen bu ülkelerle de ciddi müzakerelere hazırlar.
ABD ve Rusya’nın, ulusal çıkarları hiçbir zaman aynı olmayacak ülkeler olduğu açık. Yüzde 50 oranında bile olsa örtüşemezler. Ancak örtüştükleri zaman, böyle durumlarda, sorumlu politikacılar olarak bizler, bu benzerliklerin üzerine inşa etmek için elimizden gelen her şeyi yapmalı, bunları uygulamaya koymalı ve böylece ister ekonomik ister altyapı projeleri olsun, tarafların yararına olacak şekilde geliştirmeliyiz.
Bir ‘mesaj’ daha vardı. Çıkarların örtüşmediği ya da çeliştiği durumlarda, sorumlu ülkeler bu çelişkilerin çatışmaya dönüşmesini engellemek için her şeyi yapmalı. Diğer ülkeler için feci sonuçlar doğuracak askeri bir çatışmadan bahsetmiyorum bile.
Onlara bu mantığı tamamen paylaştığımızı söyledik. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de dış politikamızın uygulanmasında tam olarak bu yaklaşıma sahip. Başkan olduğu andan itibaren temaslarında her zaman kimseye bir şey dayatmadığımızı ve çıkarlar arasında bir denge kurmaya çalıştığımızı vurguladı. Başka bir deyişle, mantık tamamen aynı.
Bazıları Rusya'nın artık değiştiğini, Doğu'ya, Çin'e, Hindistan'a, Afrika'ya sırtını döndüğünü söylüyor. Bu bir yanılsama. Açıkçası, coşkunun dış politikada yeri yok.
Size bir örnek vereyim. Çin onlarca yıldır ABD ile ilişkilerini az önce verdiğim formüle göre geliştiriyor. Bazen birbirlerini eleştiriyorlar ki buna itirazımız yok. Genel olarak modern diplomaside artık yeni bir dile geçiliyor. Ancak bu ülkeler arasındaki diyalog hiçbir zaman durmadı. ‘Tayvan'dan elinizi çekin’, ‘Güney Çin Denizi'nden elinizi çekin’ diyorlar. Ama aynı zamanda buluşmaya ve konuşmaya devam ediyorlar. Bu, Trump yönetiminin şu anda Rusya’ya yönelik başvurduğu ile aynı yaklaşım, aynı mantık. Bu da tek doğru yaklaşım.
Görüşleri yüzde 100 örtüşen iki insan tanımıyorum. Aynı şey ülkeler arasındaki ilişkiler için de geçerli. Askeri nükleer güç olmaları ve omuzlarında özel bir sorumluluk taşımaları nedeniyle tüm dünyanın geleceği üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilecek ülkeler var. Birbirlerine ‘bağırmak’ yerine müzakere masasına oturmalı ve iletişim kurmalılar. Kabaca Hollywood filmlerindeki kovboyların birbirleriyle anlaştıkları gibi: “Bana söylemek istediğini bildiğimi bildiğini bildiğimi biliyorsun.”
- Sizinle NATO ve özellikle de Rusya Dışişleri Bakanlığı'nın ittifakın ihanetine verdiği tepki hakkında konuşmak istiyorum. ABD, NATO'dan çekilirse veya çekildiğinde, Dışişleri Bakanlığı bunu nasıl algılayacak?
Bu, önce rekabete, sonra da çatışmaya ve düşmanlığa dönüşen bir ortaklığa yönelik yanılsamaların, umutların ve hayal kırıklıklarının uzun bir hikayesi.
ABD Dışişleri Bakanı James Baker ve diğerlerinin, Mihail Gorbaçov'a NATO'nun Doğu'ya bir milim bile yaklaşmayacağına dair nasıl söz verdiklerinin hikayesini burada tekrar etmeyeceğim. Daha sonra, Doğu ve Batı Almanyaların birleşmesi nedeniyle güya sözlerini değiştirmişler. Bu yasal olarak kâğıda dökülmüştü. Şimdi güya NATO'yu genişletmeme yönünde hiçbir yasal taahhüt olmadığını iddia ediyorlar. Elbette, yasal taahhütlerin sadece mahkemede verilebileceğine inanıyorsanız, o zaman açık bir yasal çerçeve olması gerekir. Ancak haysiyetli ve onurlu bir kişiyseniz, siyasi güvenceler verdiğinizde bunları yerine getirmekle yükümlüsünüz. Almanya yeniden birleştiğinde, bu 2+4 formatında sabitlenmiş yasal bir belgeydi. Bu belgede Doğu Almanya'nın Federal Almanya Cumhuriyeti'nin ve dolayısıyla NATO'nun bir parçası olacağı belirtiliyordu. Ancak eski Doğu Almanya topraklarına hiçbir NATO altyapısının yerleştirilmeyeceği de belirtilmişti. Bunu hala ihlal ediyorlar. Halihazırda NATO komuta yapılarını eski Doğu Almanya topraklarına yerleştiriyorlar. Sovyetler lideri Mihail Gorbaçov kendisine şeref sözü verildiğine inanıyordu. NATO'nun önce Doğu Almanya'yı saflarına kattığına, ardından 2004 yılına gelindiğinde bir zamanlar Sovyetler Birliği'nin parçası olan üç Baltık cumhuriyetini de içine alacak şekilde daha da genişlediğine büyük bir hayal kırıklığıyla tanık olduk. Bu genişleme daha sonra da devam etti ve ittifaka üye olmak isteyen daha fazla ülkeyi bünyesine kattı.
1997 yılında, Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeniy Primakov, NATO ile Rusya arasında temaslar kurulmasını teklif etti. Eşitlik, karşılıklı saygı, teröre ve yasadışı göçe karşı mücadele de dahil çeşitli alanlarda işbirliğine dayanan NATO-Rusya Kurucu Senedi kabul edildi. Bu, yılda 80-90 projeyi hayata geçiren NATO-Rusya Konseyi'nin kurulmasının temelini oluşturmuştu. Özellikle Afganistan konusunda bir işbirliği programı vardı. Amerikalılar parasını ödeyerek Rus helikopterlerini kullandılar, biz de bakımlarını yaptık. Sovyet döneminde üretilen helikopterler Afganistan koşullarına, terörle mücadeleye ve yasadışı uyuşturucu ticaretine karşı koymaya en uygun helikopterlerdi.
Ancak NATO'nun genişlemesi devam etti. Bu, Boris Yeltsin'in devlet başkanlığı dönemindeydi. Yevgeniy Primakov artık Başbakanlık görevini üstlenmişti. 1999 yılında İstanbul'da AGİT zirvesi yapıldı. Boris Yeltsin de bu zirveye katıldı. ABD ve Avrupa ülkelerinden meslektaşlarıyla görüştü. NATO ve onun gelecekteki planları hakkındaki endişelerini ortadan kaldırmaya karar verdiler. Güvenliğin bölünmezliği konusunda güçlü bir siyasi deklarasyon kabul etmek gerekiyordu. Böylece, her ülkenin müttefiklerini seçebileceğini ancak hiçbir ülkenin kendi güvenliğini diğerlerinin güvenliği pahasına güçlendirme hakkına sahip olmadığını belirten İstanbul Deklarasyonu kabul edildi. En önemlisi de, AGİT'teki hiçbir ülke, ülke grubu ya da örgüt baskın bir rol üstlenemez. NATO bunun tam tersini yaptı.
Özel askeri harekat başladı. Başkan Vladimir Putin’in de defalarca dile getirdiği gibi bu, mevcut durumu olumlu bir yöne çekmeye yönelik diğer tüm girişimler ve alternatifler başarısız olduğu için zorunlu bir adımdı. Almanlar, Fransızlar ve Polonyalılar tarafından garanti edilen anlaşmanın imzalanmasından bir gün sonra Kiev'de gerçekleşen darbeden neredeyse on yıl sonra. Anlaşma, beş ay içerisinde genel seçimlerin yapılmasını ve bu ara dönem için bir ulusal birlik hükümeti kurulmasını öngörüyordu. Ancak bu anlaşma imzalandıktan bir gün sonra hükümet binaları ele geçirildi, Maydan'a gittiler ve yeni bir ‘galipler hükümeti’ kurduklarını ilan ettiler. Kazananlar ve halk birliği farklı şeyler. Umarım Suriye'de bir ulusal birlik hükümeti kurulur, her ne kadar şimdilik tehlikeli olsa da.
Neyse, Ukrayna'ya dönelim. Bu insanlar bir darbe sonucu iktidara geldiler. Açıkladıkları ilk şey Rus dilinin statüsünün iptali oldu. Ardından Kırım Yüksek Konseyi binasını basmaları için savaşçılarını gönderdiler. Ardından, bu insanlar bir darbeyle iktidara geldikleri için emirlerine uymayı reddettiklerini ve rahat bırakılmak istediklerini söylemeye cesaret eden güney ve doğu Ukrayna vatandaşlarını ‘terörist’ olarak adlandırdılar. Onlar ‘terörist’ ilan edildiler ve onlara karşı bir ‘terörle mücadele operasyonu’ başlatıldı. Kendi vatandaşlarına karşı. Bu da Şubat 2015'te Minsk Anlaşmalarının imzalanmasıyla sona eren bir savaşa yol açtı. Şimdi Fransa Cumhurbaşkanı bunu Vladimir Putin'in bu anlaşmalara uymak istemediği şeklinde yorumlamaya çalışıyor. Macron tarafından oldukça eğlenceli bir konuşmaydı (bu arada NATO'yu da ilgilendiriyordu), zira Fransa'nın üç ya da dört nükleer savaş başlığıyla herkesi “koruyabileceğini” söyledi.
Oysa Minsk'te 17 saat kesintisiz müzakere gerçekleştirdik. Minsk anlaşması imzalandı. İmzalandıktan sonra da BM Güvenlik Konseyi tarafından desteklendi. İlginç bir an. Müzakereler bittiğinde, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel tarafından desteklenen Ukrayna Devlet Başkanı Pyotr Poroşenko, ‘ayrılıkçılar’ olarak adlandırdığı kişiler tarafından imzalanana kadar belgeyi imzalamayacağını söyledi. Tek taraflı bağımsızlık ilan eden Donetsk ve Lugansk cumhuriyetlerinin liderleri de Minsk’teydi, ama farklı bir oteldeydiler. Belgeyi imzalamayacaklarını çünkü belgenin kendileri olmadan kabul edildiğini söylediler. Bu belge Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü ve bu iki küçük bölge için özel bir statü öngörüyordu. Zaten bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi ve kendilerine inanan insanlara ihanet edemezlerdi. Onları, Ukrayna içinde özel statüden, Rus dilinden, bu bölgelere atanacak savcı ve hakim adaylarını belirleme hakkından bahseden bu belgeyi imzalamaya ikna etmek zorunda kaldık. Tüm bunlar anayasada yer alacaktı ve kesin ifadeler doğrudan Kiev ile bu iki cumhuriyet arasında kararlaştırılacaktı. Bu, BM Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan Minsk Anlaşmasının bir parçası oldu. Anlaşmalar yürürlüğe girdikten kısa bir süre sonra Almanlar, Fransızlar ve Ukraynalılar ‘ayrılıkçılarla’ hiç konuşmadıklarını söylemeye başladılar.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, özel askeri operasyonun başlamasından sadece birkaç hafta önce Moskova'daydı. Bir basın toplantısında ve ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı ve kendisinin de kamuoyuna açıkladığı meşhur telefon görüşmesinde Macron, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e, “Ukrayna'nın meşru hükümetinin ayrılıkçılarla” müzakere etmeyi kabul etmesi konusunda ısrar edemeyeceğini söyledi. Rusya Devlet Başkanı buna itiraz ederek, onların bir darbe sonucunda iktidara geldiklerini ve tüm bu durumu ve bu ülkeyi bir şekilde meşrulaştırmaya çalıştığımız için hepimize minnettar olmaları gerektiğini belirtti. Üstelik Minsk anlaşmasının ‘ayrılıkçı’ olarak adlandırdıkları liderlerle doğrudan diyalog ihtiyacını açıkça belirttiğini de unutmamalıyız.
Fransız ve Almanların davranış biçimleri rezalet. Sonunda, Ukrayna, Almanya ve Fransa adına imza atanlar - Poroşenko, Merkel ve Hollande – emekli olduktan sonra verdikleri röportajlarında bu anlaşmaları asla uygulama niyetinde olmadıklarını söylediler. Sadece Ukrayna'ya silah pompalamak için zaman kazanmaları gerekiyordu. NATO, Joe Biden yönetimindeki ABD tarafından yönetilen bu ‘Ramstein’ sürecinde kilit rol oynadı. Şimdi anladığım kadarıyla Amerikalılar bu görevi İngilizlere ‘devretmek’ istiyor. Avrupalılar çabalarını durdurmuyorlar. Aksine, çabalarını arttırıyor, daha fazla destek talep ediyor, daha ısrarcı ve hatta sinirli olduklarını söyleyebilirim.
NATO'nun ABD olmadan ayakta kalıp kalamayacağı sorusu da bu düşüncelerden kaynaklanıyor. Amerikalıların NATO'dan ayrılacağını sanmıyorum. En azından ABD Başkanı Trump bunun olabileceğini ima bile etmedi. Ancak NATO üyesi ülkeler ABD'nin kendilerini korumasını ve güvenlik garantisi vermesini istiyorlarsa, katkı paylarını olması gereken seviyeye getirmeleri gerektiğini açıkça söyledi. Gereken katkı payının yüzde 2.5 mu yoksa yüzde 5 mi olduğu henüz müzakere edilmeyi bekliyor. Ayrıca, NATO bütçesine yapılacak katkı payına ilişkin kriterleri yerine getirenlerin ABD'den güvenlik garantileri alacağını söyledi.
Ancak Trump, Zelenskiy liderliğindeki Ukrayna'ya garanti vermek istemiyor. Mevcut duruma ilişkin düzenli olarak ve doğrudan dile getirdiği kendi görüşü var. Bu savaş hiç başlamamalıydı. Ukrayna'nın NATO'ya katılması, Anayasasının ihlali, Ukrayna'nın bağımsız bir devlet olarak tarafımızdan tanındığı 1991 tarihli Ukrayna Devlet Egemenliği Deklarasyonunun ihlalidir. Bunun birkaç sebebi vardı. Bunlardan bazıları, deklarasyonda ülkenin bağlantısız ve tarafsız statüsünden bahsedilmesiydi. Ayrıca, Rusların ve diğer tüm ulusal azınlıkların tüm haklarına saygı gösterilmesi gerektiğini teyit etmiş ve güvence altına almıştı. Ukrayna parlamentosunun 2019'dan bu yana çıkardığı bir dizi yasanın, Rusçanın medyada, eğitimde, kültürde ve günlük yaşamda tamamen yasaklanmasına yol açmış olmasına rağmen, tüm bunlar Ukrayna Anayasası'nda hala yer alıyor. Bir dükkâna gelip tezgâhtardan Rusça yardım isterseniz, tezgâhtar sizden ‘doğru’ dili konuşmanızı talep edebilir. İşte olan budur.
Ukrayna rejimi, ulusal azınlıklar için güvenceleri korurken ‘NATO üyeliğini’ Anayasa'ya dahil ettiğinde durum değişti. NATO ve Avrupa Birliği'nin Ukrayna'nın geleceği olduğunu ilan ettiler. Bunu ilk söylemeye başladıklarında Avrupa Birliği hala ekonomik bir birlik olma özelliğini koruyordu, ancak şimdi bu özelliğini tamamen kaybetti. ‘Führer Ursula’ Avrupa'nın yeniden askerileştirilmesi için herkesi seferber ediyor. İnanılmaz bir paradan bahsediyorlar. Pek çok kişi bunun, kamuoyunun dikkatini Kovid-19 salgını ve Ukrayna'ya yardım sırasında doğru dürüst denetlenmeden harcanan on ve yüz milyarlarca euro'dan başka yöne çekmek için bir hile olduğunu düşünüyor. Tüm bunlar şu anda tartışılıyor.
AB bağımsızlığını ve ekonomik önemini kaybetti. Alman hükümetinin bir temsilcisi, Kuzey Akım 2 boru hattını asla eski haline getirmeyeceklerini çünkü Rus gazına olan bağımlılıklarından kurtulmak zorunda olduklarını söyledi. Oysa bu boru hattı, Alman ekonomisinin refahının temeliydi. Şimdi Almanlar doğalgaz için ABD'deki benzer sektörlere kıyasla dört ila beş kat daha fazla para ödüyor. Alman işletmeleri oraya taşınıyor.
Avrupa'nın sanayisizleşmesi gerçekleşiyor. Tüm bunları sadece ‘savaş alanında’ Rusya'ya karşı ‘zafer’ kazanmak olan ideolojik hedefine ulaşmak uğruna feda etmeye hazırlar. Rusya'yı ‘stratejik yenilgiye’ uğratma ihtiyacını dile getirdiler. Şimdi de Ukrayna'nın teslim olmasını kabul etmeyeceklerini söylüyorlar. Tam bir ‘U’ dönüşü. Bu bir değişim. Bu, Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock'un dediği gibi, “360 derecelik bir dönüş”.
Avrupa Birliği artık barışçıl bir ekonomik proje değil. Kendi ordularına sahip olmak istiyorlar. NATO'nun geleceğine gelince, ABD Avrupa'nın işlerine aktif olarak karışmak istemediği için kendi askeri ittifaklarını, ‘kendi NATO'larını’ oluşturmaktan söz ediliyorlar. Bu gelişimsel bir oyun. Bazı açıklamalar, okyanusun diğer tarafından gelecek tepkiyi görmek için ‘zemin yoklama’ amacını taşıyor.
10 Ocak 2023'te AB ve NATO, AB'yi Kuzey Atlantik İttifakına tabi kılan ve ona sözde hareket özgürlüğünü veren Ortak İşbirliği Deklarasyonunu imzaladı. Buna göre, NATO birlikleri NATO üyesi olmayan ancak AB üyesi olan ülkelerin topraklarını kullanabilir. Tabii böyle ülkeler kaldıysa. Avusturya, İrlanda... Bu o kadar da önemli değil, çünkü onlar her zaman ‘doğu yönünde düşünürler’.
‘Barışsever’ insanlara gelince, Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, Ukrayna'nın şu anda zayıf olduğunu, ona karşı adil davranılmadığını, bu nedenle bugün onun için barışın savaştan daha kötü olduğunu söyledi. Söylediği buydu. Ukrayna'ya yeniden silah pompalanması çağrısında bulundu. Güya Rusya'nın konumunu zayıflatacakmış, bu durumda da ne konuşulacağına bakacaklarmış. Almanya Federal Haber Alma Servisi Başkanı Bruno Kahl geçtiğimiz günlerde, savaşın 2029'dan önce ya da 2030'da bitmesinin Ukrayna ve Avrupa için kötü olacağını söyledi. Evet, böyle şeyler dile getiriyorlar.
ABD Başkanı Trump, Oval Ofis'te Zelenskiy'den neden müzakereler yürütmek istemediği sorusuna ısrarla cevap vermesini talep etti. Zelenskiy cevap vermekten kaçınmaya çalıştı. Elbette yeni Amerikan yönetimi, Biden döneminde işlenen ihlallerden (en hafif tabirle) endişe duyuyor. Pentagon, paranın nereye gittiğini kontrol etmeden Ukrayna'ya silah tedarik etti. Elon Musk da tam olarak bunu araştırmaya çalışıyor. Bundan hiç zevk almıyoruz. Ne de olsa bu, Rusya'yı düzenli olarak yolsuzlukla, insan hakları ihlalleriyle suçlayan ve herhangi bir uluslararası sorunu tartışmaya insan haklarıyla başlayan Joe Biden, Ursula von der Leyen ve komisyonu, İngilizlerin yönetimi. İran, Venezüella, Küba, Nikaragua. Güney Afrika'nın bir toprak yasası kabul ederek insan haklarını ihlal ettiğini söylüyorlar. Batı ile Orta Asya arasında çeşitli işbirliği biçimleri var ve insan hakları her zaman öncelikli.
Rus dilinin yasal ve fiziksel olarak ortadan kaldırıldığı Ukrayna'da, ki özel bir kurum bu yasanın tam olarak uygulanmasını kontrol ediyor, bizden başka hiç kimse insan haklarından bahsetmedi. Şimdi Macarlar ve Bulgarlar bu konuyu gündeme getirmeye başladılar çünkü onların da Ukrayna'da azınlıkları var. Bu ülke temelde İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Stalin tarafından kuruldu. Sınırlar, aslında sömürgeci güçlerin Afrika'da yaptıklarına benzer şekilde çizildi. Bir Afrika haritasına bakın. Sınırlar cetvelle çizilmişti. Ukrayna ve komşularının durumu farklıdır. Bireysel bir yaklaşım vardı ama aynı zamanda milliyetlere göre bölünme de söz konusuydu.
Darbeden sonra dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko ile konuşmaya başladığımızda, Ukrayna ordusu ile doğu Ukrayna vatandaşları arasında savaşa asla izin vermeyeceği sözünü vermişti. O zaman ulusal azınlıkların haklarına olan bağlılıklarına sadık kalacaklarının sözünü vermişti.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Kerry, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Ashton ve Ukrayna Dışişleri Bakan Vekili Deşitsa ile federalleşme konusunu ciddi bir şekilde ele aldık. Bu Nisan 2014'te oldu. Ciddi bir görüşme yaptık. Kimse Kırım'dan bahsetmedi. Mesele zaten çözülmüştü. Bir belge hazırladık.17 Nisan 2014 tarihli Cenevre Bildirisi. Ukrayna bölgelerinin başkanlarının eskiden üniter olan bir devlet içinde yaşamaya nasıl devam edeceklerini ortaklaşa tartışmaları gerektiğini, ancak azınlıkların haklarının da önemli olması gerektiğini belirtiyordu. Bu 2014 yılıydı. Sonra herkes bunu ‘unuttu’. Zelenskiy de Minsk anlaşmasını yerine getireceği sloganıyla iktidara geldi. Göreve geldikten birkaç ay sonra da tamamen farklı şeyler söylemeye başladı. Üniter bir devlet olduklarını, özel bir statülerinin olmayacağını, ‘ayrılıkçılarla’ konuşmadığını gibi şeyler.

Fransa Cumhurbaşkanı'nın son acınası açıklamasında dile getirdiği bir başka yalan da Aralık 2019'da Paris'te Macron, dönemin Almanya Başbakanı Merkel, Rusya Devlet Başkanı Putin ve Zelenskiy arasında yapılan toplantıyla ilgili. Güya Almanlar ve Fransızlar bu toplantıyı Minsk anlaşmasını kurtarmak için düzenlemişlerdi. Hazırlık çalışmaları dört ülkenin uzmanları ve bakanları tarafından üzerinde mutabık kalınan bir uzlaşı belgesi ile sonuçlandı. Daha sonra bu belge ülke liderlerine sunuldu. Belgede temas hattındaki güçlerin önce üç ilçede, daha sonra da temas hattının tüm uzunluğu boyunca uzaklaşması gerektiğinden bahsediliyordu. Bu kabul edildi. Liderlere gösterildiğinde herkes tatmin olmuştu. Ancak Zelenskiy bunu tüm temas hattı boyunca değil, sadece üç ‘pilot’ ilçede yapmayı kabul edebileceğini söyledi. Kimse nedenini anlayamadı ama o ısrar etti. Ama önemli olan, bu üç ilçede bile askerlerini geri çekmemiş olması. Çatışmalar devam etti. İşte o zaman NATO devreye girdi. NATO kesinlikle silah ve istihbarat sağladı. Bu bugün de devam ediyor. Amerikalılar, ileri teknolojili füzelerin yönlendirilmesine yardımcı olan eğitmenlerini ve uzmanlarını (belki geçici olarak, belki de çekmeyeceklerini) geri çekeceklerini açıkladılar, ancak diğer ülkeler kalmaya devam ediyor.

NATO ile ilgili bir örnek daha. Eskiden bir savunma ittifakı olmakla övünürlerdi. Önemsedikleri tek şey üye ülkelerin topraklarını savunmaktı. Ama 2022 yılında Madrid Zirvesinde dönemin Genel Sekreteri Stoltenberg, Hint-Pasifik bölgesinde daha aktif olmaları gerektiğini söyledi. Bir gazetecinin, ittifakın eskiden sadece üye ülkelerin topraklarını savunmaktan bahsettiğini sorması üzerine Stoltenberg, ‘evet, tabii ki’ dedi ve şimdi ittifaka yönelik tehditlerin Güney Çin Denizi, Tayvan Boğazı gibi bölgelerden geldiğini ekledi. Örgüt, münhasır olmayan bloklarını oluşturmaya başladı. Hint-Pasifik Dörtlüsü’nün (Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore) kurulmasını desteklediler. Japonya ve Güney Kore ile işbirliklerini geliştirdiler. Güney Kore ile ortak tatbikatlarda artık nükleer unsurlar kullanılıyor ve müzakere ediliyor. Bildiğim kadarıyla ittifak Tokyo'da ya da Japon adalarından birinde temsilcilik açmayı planlıyor. Bazı ülkeleri ASEAN'dan ‘çıkarmaya’ ve onları sınırlı üyeli ‘kapalı kulüplere’ dahil etmeye çalışıyorlar. Filipinler ve Singapur bunun başlıca örnekleri.

ASEAN, güvenlik kavramını on yıllar boyunca geliştirmişti ve komşu Çin, ABD, Hindistan, Rusya, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore de dahil tüm ülkeleri eşit bir şekilde kapsamıştı. ASEAN uzlaşıya dayanıyor. Ancak bu ilke şu anda önemli ölçüde zayıfladı. Bu, kendi güvenliğimizi ve Avrasya güvenliğini (Avrupa güvenliği değil, Avrasya güvenliğini) yeniden düşünmeye başladığımız bir döneme denk geldi.
Her kıtanın, Afrika olsun, Latin Amerika olsun, kıta ölçeğinde örgütleri var. Afrika Birliği, CELAC (Latin Amerika ve Karayipler) gibi. Sadece en büyük, en müreffeh, gelişmiş ve zengin kıta olan Avrasya'nın kendi kıtasal örgütü yok.
Rusya'nın güvenlik işbirliği sürecinin parçası olmaya yönelik tüm girişimleri Avrupa-Atlantik planlarıyla bağlantılıydı. AGİT, Rusya-NATO Konseyi gibi. AB de yakında Avrupa-Atlantik olacak. Bunların hiçbiri işe yaramadı.

Şimdi kimseye bir şey dayatmadan, Avrasya kıtasal mimarisinin vizyonunu tartışmaya çalışıyoruz. Biçimi konusunda acele etmiyoruz. Sadece oturup bu olası mimarinin, kıtanın tüm ülkeleri için açıklık temelini konuşmaya çalışıyoruz. İstiyorlarsa NATO ya da AGİT'i muhafaza etsinler. Ama AEB, KGAÖ, BDT, ASEAN var. Güney Asya Bölgesel İşbirliği Birliği var. Çok aktif değil ama yine de olsun. Körfez İşbirliği Konseyi şimdi İran ile ilişkilerini normalleştiriyor. Biz de buna katkıda bulunuyoruz. Bu bölgesel faaliyetlerin çoğu ekonomik. Ekonomik planları uyumlu hale getirmek için para ve çabadan tasarruf etmek üzere güçlerimizi birleştirmemiz ve bir iş bölümü düzenlememiz harika olurdu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin buna Büyük Avrasya Ortaklığı adını verdi. Belki de uzun yıllar içinde bir tür güvenlik mimarisinin maddi temeli haline gelecek ve bu, kıtanın batı kısmına yakın olmayacak, olmaması gerekiyor.

- ABD Savunma Bakan Yardımcısı Adayı olan Elbridge Colby’nin Çin’i düşman olarak gördüğünü ve Rusya-Çin ilişkilerinde bir çatlağa yol açabileceklerine ve Rusya'yı tekrar Çin'e karşı bir takoz olarak kullanabileceklerine inanıyor. ABD'nin bu manevrasına Rusya'nın yaklaşımı ne olacak?
Bunu daha önce de yaşadık. 1972’de, Başkan Nixon ABD-Çin ve ABD-Sovyetler ilişkilerinin Moskova-Pekin ilişkilerinden daha iyi olmasını istiyordu. Bu oldukça ilginç bir felsefi kurgu. Ancak mevcut durum tamamen farklı. Çin ile uzun vadede hiç bu kadar iyi ve güvene dayalı bir ilişkimiz olmamıştı ki bu ilişki her iki ülke halkının da desteğini almış durumda. Amerikalılar, bizi Çin'e bağlayan yasal ve aynı zamanda siyasi yükümlülüklerimizi asla ihlal etmeyeceğimizi biliyorlar.
Elbette ilişkilerimizde sorunlar ve zorluklar var. Bunlar büyük ölçüde yaptırımlardan kaynaklanıyor, çünkü şirketler ‘cezadan’ kaçınmak istiyor. Sibirya'daki büyük umutlar vaat eden bazı lojistik ve altyapı projeleri ertelendi. Ama bizim acelemiz yok. Çinlilerin de asla acelesi yok. Her zaman ‘ufkun ötesine’ bakarlar. Bu onların ulusal zihniyeti. Biz buna saygı duyuyoruz.

Putin ve Biden Haziran 2021'de Cenevre'de bir araya geldiklerinde (Kovid-19 salgınının en yoğun olduğu dönemdi), sadece dışişleri bakanlarının huzurunda kısa bir konuşma yapıldı. Biden demokrasinin mutlaklığını gözden geçirmeye başladığını, çünkü otoriter hükümetlere sahip ülkelerin Kovid-19 salgınıyla başa çıkmada ABD'den çok daha iyi olduğunu söyledi. Her ülkenin kendi hareket özgürlüğü varmış da, aşı yapıp yapmamaya kendileri karar veriyormuş. Ancak Biden'a göre, Çin ve Rusya bu zorlukla diğer ülkelerden çok daha iyi başa çıkmış. Bu felsefi bir tartışma. Aynı mantıkla, dört yılın, hatta belki de iki yılın bu tür zorluklarla başa çıkmak için yeterli olup olmadığı tartışılabilir. Özellikle de ekonominin sektörlerinin yeniden yapılandırılmasını gerektiren karmaşık ve modern teknolojiler göz önüne alındığında. Ara seçimler kaybedilirse, Kongre planların gerçekleştirilmesine izin vermez. Bence cevap şu. Her ülke kendi geleceğini kendisi belirlemeli. Bu, devletlerin egemen eşitliğinden ve iç işlerine karışılmamasından bahseden BM Anlaşması ile tamamen uyumlu.

Bir örnek vereyim. Afganistan. Demokrasiyi dayatma deneyi tamamen başarısız oldu çünkü bu medeniyetin yüzyıllardır süregelen alışkanlıkları, gelenekleri ve yazılı olmayan kuralları tamamen göz ardı edildi. Her türlü dayatma konusunda çok dikkatli olunmalı. Trump nükleer silahlar ve güvenlik konularını görüşmek üzere üç ülkenin (ABD, Çin ve Rusya) bir araya geleceği bir toplantı düzenleme arzusunu dile getirdi. Karşılıklı saygı, eşitlik ve önceden belirlenmiş çözümlerden vazgeçilmesi temelinde her türlü formata açığız. Çinli dostlarımız ilgileniyorsa, karar onların.
Ancak bu durum stratejik istikrar konusunda Rus-Amerikan diyaloğunun önemini ortadan kaldırmıyor. Trump ve yönetimi bu tür bir müzakereyi yeniden başlatmak istediklerini defalarca ifade etmişler. Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması'nın (START III) bir yıl içinde sona erecek olması nedeniyle Başkan Putin de bunun, özel bir sorumluluk taşıdığımız bir alan olduğunu ifade etti. Bu, Biden yönetimi tarafından benimsenen önceki yaklaşımın tam tersi bir yaklaşımdır. Onlar, “Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşmasının uygulanmasına devam edelim. Ancak önce bazı nükleer tesislerinizi ziyaret etmemize izin verin” demişlerdi. Onlara dedik ki, “Bizi düşman ilan ettiniz, Rusya'yı stratejik bir yenilgiye uğratmak istediğinizi ilan ettiniz”. Bunun doğru olduğunu, ancak bunun taktik ve teknik ziyaretleri engellemediğini söylemişlerdi.
Başta da söylediğim gibi Trump'ın duruşu, aramızdaki farklılıklar ne olursa olsun bunların savaşa dönüşmesine izin vermememiz gerektiği yönünde. Eğer çakışan çıkarlar varsa, bunu pratik ve faydalı bir şeye dönüştürme şansını kaçırmamalıyız.
- İleriye baktığınızda, sizce önümüzdeki on yıl içinde sadece Rusya ve ABD arasındaki ilişkilerin normalleşmesi değil, belki de ülkelerimiz arasında bir ittifak kurulması ihtimali var mı? Bu pek çok insanın merak ettiği bir soru.
Tarihsel olarak, ki zihniyetimizin derinliklerine böyle işlemiş, ‘ittifak’ birisine karşı birleşmek anlamına gelir. Oysa ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun da kabul ettiği çok kutupluluk farklı bir şey. Çin, Hindistan gibi büyük ülkeler, büyük bir kıta olarak Afrika, bir bütün olarak Latin Amerika, Brezilya ve bir dizi diğer oyuncu dikkate alınmadan çok kutupluluk nasıl olur? Bana göre çok kutupluluk uzun bir süre daha gelişecek. Belki de bütün bir tarihsel dönemi kapsayacak. Bu sadece benim görüşüm. Bu çok kutuplu dünya, büyüklükleri, ekonomik ağırlıkları, askeri güçleri, özellikle de nükleer güçleri bakımından süper güçlerden oluşabilir. Elbette ABD, Çin ve Rusya gibi ülkelerin hepsi bu kategoriye sokulabilir. Diğer küçük oyuncular da bölgesel yapılar aracılığıyla çok kutuplu bir dünyaya katılabilirler. Örneğin ASEAN, Körfez İşbirliği Konseyi, Arap Ligi. Afrika Birliği. Bu arada Afrika Birliği, 2024'teki zirvede G20'nin daimi üyesi oldu. Arap Birliği de benzer bir statü elde etmek istiyor. Biz de destekliyoruz. G20 artık sadece mali ve ekonomik açıdan değil, siyasi açıdan da yararlılığını kanıtlayan bir format. Çok kutuplu bir dünyanın kurulması sürecinde olumlu bir rol oynayabilir. Hala düşmanlık kalıntılarını görüyoruz. Ancak uzlaşma kuralı devrede. Orada oylama yapılmıyor. Bu yüzden bu format BM Genel Kuruluna göre daha umut verici. BM Güvenlik Konseyi'nde bir şey elde edemedikleri her seferinde BM Genel Kurulu'na dönüp orada suçlamalarla, oylamalarla tam bir şov yapıyorlar.
Ancak çok kutupluluktan bahseden tek kişi Dışişleri Bakanı Rubio değil. Trump, krizin temel nedenlerini tartışırken NATO'dan bahsetmişti ve ben de onun sözlerine daha önce değinmiştim. Ukrayna krizini çözmeye yönelik her türlü yaklaşımın, her türlü girişimin çatışmanın temel nedenlerini ortadan kaldırmaya odaklanması gerektiğinde ısrar ediyoruz. Trump, krizin temel nedenlerinden birinin, Rusya'nın güvenliğine tehdit oluşturan NATO genişlemesi olduğunu doğrulamıştı. Bu arada, 20 Ocak'tan sonraki gelişmeler bağlamında, Ukrayna'nın Rusya'nın güvenliği için öneminin Grönland'ın ABD'nin güvenliği için öneminden çok daha fazla olduğunu vurgulamak isterim.
Çatışmanın temel nedenlerinin ikinci hususu. Rus dilinin, medyasının ve kültürünün yok edilmesinden, Ukraynaca yazıp yayın yapmalarına rağmen muhalefet partilerinin ve bazı muhalif medyanın yasaklanmasından, gazetecilerin öldürülmesinden ve kaybolmasından, darbenin hemen ardından Donbas'ta halka karşı işlenen savaş suçlarından daha önce bahsetmiştim. Bu insanlar ‘terörist’ ilan edilmişti. Tüm bunlar, her insanın ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin haklarına saygı gösterilmesini öngören BM Anlaşması’nın açık bir ihlali. Bu, BM Anlaşması’nın 1. Maddesi.
Bunu, BM Genel Sekreteri Guterres ile konuşmuştum. BM'ye gittiğimde ve basın toplantıları düzenlediğimde gazetecilerin dikkatini buna çekmiştim. Gazetecilerin dikkatini, Batı tarafından Rusya'yı ‘korkunç bir suçlu’ olarak kınamak için kullanılan bir dizi konuya da çekmiştim. Her şey, Temmuz 2014'te Malezya'ya ait MH17 sefer sayılı Boeing uçağının düşürülmesiyle başladı. Duruşma sadece bir tanığın doğrudan katılımıyla gerçekleştirilmiş, diğer 12 tanık dinlenmemişti. Bu kişilerin isimleri bilinmiyor. Ancak jüri onların ifadelerine güvenilebileceğini söyledi ve sözlerini doğruladı. Yani dava hala çok karanlık.
Salisbury'deki zehirlenme vakası ve Skripallerin akıbeti. Rus vatandaşlarının akıbeti ve nerede olduklarına ilişkin sorularla İngiliz makamlarına yaptığımız resmi başvurular tamamen göz ardı ediliyor. İngilizler bir skandal yarattılar, bizi suçladılar ve bu durumu yaptırımları sıkılaştırmak için kullandılar. Sonra da bu olayı ‘unuttular’.
Aynı durum, cezasını çekerken hapishanede ölen Navalnıy'ın durumu için de geçerli. Ondan birkaç yıl önce, Rusya'da zehirlendiği iddiası üzerine tedavi görmüştü. ‘Zehirlenmeden’ 24 saatten kısa bir süre sonra Almanya'ya uçtu ve orada tedavi gördü. Bu ilginç bir hikaye. Almanlara sorular sorduk. Ne de olsa o bizim vatandaşımız ve ona ne olduğuna dair gerçeği bilmek istedik. Sivil hastanede bir şey bulunamadığını, bu nedenle tedavi için Alman Savunma Bakanlığı’nın askeri hastanesine gönderildiklerini ve burada kanında Noviçok benzeri bir madde bulunduğunu söylediler. Testi görmelerini istedik. Bu son derece doğal. Zira o bizim vatandaşımız ve biz ona kötü davranmakla suçlanıyoruz. Bize bu bilgiyi vermeyeceklerini, çünkü biyolojik maddeler alanında ne kadar uzman olduklarını öğrenebileceğimizi, dolayısıyla tüm bilgileri Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne ileteceklerini söylediler. Bu kuruluşla temasa geçerek bizim de bu kuruluşun üyesi olduğumuzu hatırlattık. Almanlar da onlara, ‘Bu artık sizin sorumluluğunuzda’ demişler. Kuruluşun bize verdiği cevap, Almanya’nın bu bilgiyi, bize göstermemeleri şartıyla verdiği yönündeydi. Bu çok çocukça ama aynı zamanda trajik bir durum. Birçok Batılı gazeteciye, kendi alanlarında profesyonel oldukları halde, Batı'nın ‘kötü’ Rusya’ya karşı ‘şehit’ ilan ettiği bu kişi ile ilgili gerçekleri neden bilmek istemediklerini defalarca sordum. Ona gerçekten ne olduğunu, Rusya'ya dönmeden önce Almanya’da nasıl ve ne şekilde tedavi edildiğini bilmek istemiyor musunuz?
Bir başka örnek Buça. Nisan 2022'de, İstanbul Anlaşması'nın imzalanması için iyi niyet göstergesi olarak Kiev yakınlarındaki bazı yerleşim yerlerinden çekildik. Bu yerleşimden ayrılmamızdan iki gün sonra BBC, Buça'nın ana caddesini, yolun her iki tarafındaki tüm güzergah boyunca düzgün bir şekilde yerleştirilmiş cesetlerle gösterdi. Tabii ki büyük bir öfke dalgası oluştu. Bir soruşturma yapılması için ısrar ettik. Ancak şu ana kadar kimsenin umurunda değil gibi görünüyor. BBC tarafından cesetleri gösterilen insanların isimlerini bilmek istiyoruz. Bu konuyu iki kez kamuoyu önünde BM Güvenlik Konseyi'nde Genel Sekreter'in huzurunda ve kendisiyle yapılan kişisel görüşmelerde dile getirdik. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğine resmi başvurularda bulundu. Herhangi bir yanıt gelmedi. Konuyu New York'ta iki kez tüm yabancı muhabirlerin önünde gündeme getirdim ve mesleki görevlerini yerine getirmeleri için çağrıda bulundum. Hiçbir sonuç alamadık.
İnsan haklarından ve Batılı dostlarımızın samimiyetinden bahsetmişken. Avrupa ve Büyük Britanya tüm bunların devam etmesini istiyor. Washington'daki skandalın ardından Zelenskiy'i Londra'da kabul etme biçimleri, çıtayı yükseltmek istediklerini ve Trump yönetimini Rusya'ya karşı agresif adımlar atmaya zorlamak için bir şeyler hazırladıklarını gösteriyor. Biz bu konuya felsefi yaklaşıyoruz. Ne yaptığımızı biliyoruz.
En hayret verici olanı, barış gücü takıntıları. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “Savaşı durduralım, bir ay içinde ‘barış gücü’ konuşlandırılacak ve sonra ne yapacağımıza bakacağız” diyor. Öncelik, Batı'nın Ukraynalılar aracılığıyla ve askerlerinin doğrudan katılımı yoluyla bize karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmek için gereken şey bu değil. Bunu biliyoruz. NATO'nun genişlemesi en azından Trump tarafından temel nedenlerden biri olarak kabul ediliyorsa, NATO birliklerinin herhangi bir bayrak altında, herhangi bir sıfatla Ukrayna topraklarında bulunması da bizim için aynı derecede bir tehdit.
- Bunu hiçbir koşulda kabul etmeyecek misin?
Asla. Kimse bizimle konuşmuyor. Ukrayna olmadan Ukrayna konusunda hiçbir şey yapmadıklarını iddia etmeye devam ediyorlar, ama aynı zamanda Rusya olmadan Rusya'ya karşı her şey yapıyorlar. ABD Başkanı Trump'a barış güçleri sorulduğunda, bunu tartışmak için çok erken olduğunu, ancak genellikle tüm tarafların rızasını gerektirdiğini söyledi. Neden bir barış gücüne ya da bir barış grubuna onay verelim? Böyle bir gücün bizi düşman ilan etmiş ülkelerden oluşmasını istiyorlar. Oraya barış gücü olarak mı gidecekler? İkincisi. Sadece kurtarılmış bölgelerde değil, Kiev rejiminin kontrolü altında kalmaya devam eden bölgelerde de yaşayan insanların haklarından ve geleceğinden bahsediyoruz. Bunların çoğu Rusça konuşuyor. Rus kültürüyle büyümüşler ve çocuklarının Rusça bilmesini ve öğrenmesini istiyorlar. Rus dilini yasaklayan yasanın ya da bazı bölümlerinin, Ukrayna'dan geriye kalan topraklarda iptal edilip edilmeyeceğini sordum. Cevap yok. Bakacağız.
Dolayısıyla bir başka soru ortaya çıkıyor. Hitler ile işbirliği yapan ve Nürnberg Mahkemesi tarafından gıyabında mahkum edilen Bandera'nın anıtını bırakacaklar mı? Bu anıt ilk kez İsrail Dışişleri Bakanına gösterildiğinde, böyle bir şeyin olabileceğinden hiç şüphelenmediğini dile getirmişti. Anlaşılan o ki Ukrayna'nın geri kalan kısmı bu anıtı ve Rusça yasağını muhafaza edecek, SS tümenlerinin sembolleriyle yürüyüşler, meşale yürüyüşleri düzenlenecek. O zaman bu, barışı koruyan bir ‘barışı koruma’ birliği, grubu ya da gücü değil, Nazi rejimini koruyan ve savunan bir birlik olur. Bu böyle sonsuza kadar devam eder. Bu tamamen kabul edilemez bir durum.
- Gazze Şeridi'ni sorabilir miyim? Rusya Devlet Başkanı Putin, Gazze'deki soykırıma karşı öfkesini dile getirmişti. Netanyahu rejiminin İran'a saldırması durumunda Rusya Dışişleri Bakanlığı'nın duruşu ne olacak? Zira İsrail Başbakanı alenen böyle bir tehditte bulundu.
Netanyahu ile her zaman iyi ilişkilerimiz oldu. Putin bu bölgeden bahsederken her zaman bir Filistin devleti kurulmadan ve İsrail için sıkı güvenlik garantileri sağlanmadan sorunun çözümünün mümkün olmadığını vurguladı. Her iki devlet de 1948 yılında BM Genel Kurul kararıyla kuruldu. Tam ifadeyi hatırlamıyorum, ancak mesele şu ki, bir devletin kurulması ve var olması için diğerinin kurulması ve var olması şarttı. Şimdi Filistin devletine ihtiyaçtan bahseden herkes 1967 sınırlarından bahsediyor. Bu sınırlar, İsrail ve Filistin'in sınırları olması gereken 1948 sınırlarından çok farklı. Şu anda bir haritaya bakarsanız, 1967 sınırı ile mevcut durum arasında uzay kadar fark olduğunu ve Batı Şeria’nın da İsrail yerleşimleriyle kaplı olduğunu görürsünüz. İsraillilerin Batı Şeria'yı ‘özel’ bir şekilde ilhak etmeye karar verdiklerine dair haberleri gördüm. Tam kontrol altına alacaklarmış, ama Filistinlileri kovmayıp onları birkaç belde içinde toplayacaklarmış. Kamplarda değil, özellikle beldelerde.
- İran konusu, mevcut müzakerelerin bir parçası mı? Ukrayna barış görüşmeleri diğer jeopolitik konuları da içeriyor mu? Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Trump sadece Ukrayna hakkında mı konuşuyor? Yoksa konular Rusya'nın diğer jeopolitik çıkarlarını da içeriyor olabilir mi?
Ortadoğu’daki durumun yanı sıra, İran'ın nükleer programına ilişkin Kapsamlı Ortak Eylem Planını da ele aldık. Trump'ın ilk başkanlık döneminde Amerikalıların çekildiği ilk programın yeniden hayata geçirilmesinden yanayız. Bu konuda Avrupalılarla da bazı temaslarımız var. BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri Fransa, Almanya, İngiltere, ABD, Rusya, Çin’in yanı sıra, İran tarafından onaylanan ilk anlaşmanın öngördüğü formata geri dönülmesinden yanayız. Nasıl gideceğini göreceğiz.
Ancak Amerikalıların bu yeni anlaşmaya siyasi şartlar eklemek istediğinin belirtilerinin olması endişe verici. İran'ın Irak, Lübnan, Suriye ya da başka herhangi bir yerdeki grupları desteklemediğini doğrulayan kontrollerden geçmeyi taahhüt etmesi gibi. Bu işe yarayacağını sanmıyorum. Tüm Körfez ülkelerinin, kendi sınırlarının ötesinde etkileri var. Kuzey Afrika'da pek çok insani ve ekonomik program yürütüyorlar. Arabulucu olarak hareket ediyorlar. Örneğin Sudan’da. Bu ülkedeki iç kriz öyle ya da böyle bazı Körfez oyuncuları tarafından çözülmeye çalışılıyor. Dolayısıyla İran dışında tüm ülkelerin bölgedeki diğer ülkeleri etkileme hakkına sahip olacağı bir durumun gerçek dışı bir senaryo olduğuna inanıyorum.
- Rusya Devlet Başkanı Putin'in Haziran 2024'te Ukrayna ile müzakerelerin başlaması için çözüm koşullarına ilişkin açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Batı, Rusya’nın dile getirdiği ve gerçekte düşündüğü arasında fark olduğuna inananlar var.
Yanılıyorlar. Vicdanımız şeffaf ve temiz. Nadiren kullandığımızdan değil. Çünkü birçok kez canımız yandı. Ancak bu özel kriz bağlamında, insanların geleceğini tehlikeye atacak tavizlerden kaçınmak için ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Burada topraklardan değil, yasalar yoluyla tarihlerinden mahrum bırakılan insanlardan bahsediyoruz. Özel askeri operasyon başlamadan önce, Minsk anlaşmaları ihlal edilip savaş devam ederken, Eylül 2021'deki bir röportajda, Zelenskiy'e cephe hattının diğer tarafındaki insanlar hakkında ne düşündüğü soruldu. Bunu internette bulunabilirsiniz. Zelenskiy, orada insanların ve ‘tehlikeli varlıkların’ olduğunu söyledi. Ardından, Ukrayna'da yaşayan birinin Rus kültürünün bir parçası olduğunu hissetmesi halinde, çocuklarının ve torunlarının geleceği için Rusya'ya gitmelerini ve Ukrayna'dan defolmalarını tavsiye ettiğini ekledi. Bunu söyleyen de, daha birkaç yıl önce bir aktör olduğu ardından da başkanlığa adaylığını koyduğu sırada, Rus diline yönelik ‘saldırılara’ son verilmesi çağrısında bulunan bir adam. Bu sözler kayıtlarda mevcut. Bu olaylar dizisi bizi tamamen insanların yararına olacak ve onları kurtaracak sonuçlar elde etmeye odaklanmaya zorladı. Ukrayna'yı 1991 sınırlarına geri dönmemiz ve Rusya'nın Ukrayna’dan ‘çekip gitmesi’ gerektiğini söyleyenler de var.
Topraklar sadece üzerinde insanlar yaşadığı için önemli. Zelenskiy'in geri almak istediği bu topraklarda yaşayanlar, yüzlerce yıl boyunca Odessa'yı ve diğer şehirleri, limanları ve yolları inşa edenlerin, bu toprakları geliştirenlerin ve bu toprakların tarihiyle bağlantılı olanların torunları. Bu arada UNESCO, Ukrayna'nın muazzam baskısı altında, Odessa'nın merkezinin artık bir Dünya Kültür Mirası olduğunu açıkladı. Şehir bunu hak ediyor. Ancak karar, Odessa'nın kurucusu Büyük Katerina'nın anıtının yıkılmasından bir hafta sonra açıklandı. Anıt yıkıldı ve çöpe atıldı. UNESCO da hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam etti.
İşte olayların kısa bir kronolojisi. 2004 seçimlerinde iki aday vardı. Biri ‘Rus yanlısı’, diğeri de ‘Amerikan yanlısı’ olarak görülüyordu. İkincisi, Amerikalı bir siyaset bilimciyle evliydi. 2004'teki seçimlerin ikinci turunda Rusya yanlısı aday kazandı. Ancak çoğunlukla Avrupalılar tarafından kışkırtılan bir güruh, bu sonuçların gözden geçirilmesini talep etti. Büyük bir baskı altında kalan Ukrayna Anayasa Mahkemesi, ülkenin anayasasında öngörülmeyen üçüncü bir turun yapılmasına karar verdi. Anayasa Mahkemesi, hiçbir hakkı yokken anayasal prosedürleri genişletti. Sonuç olarak, Batı yanlısı aday Yuşçenko kazandı. Pekâlâ. Orada hiçbir ‘Maydan’ olmadı, devrim olmadı, kimse kimseyi bir şeye kışkırtmadı. Bir sonraki başkanlık seçimini Yanukoviç kazandı. Bu adil bir zaferdi ve kimse bunu sorgulamadı. Rus yanlısı olarak kabul edilen aday kazandı.
Ardından 2013'te Yanukoviç, AB ile bir Ortaklık Anlaşması imzalamak üzere müzakerelere başladı. Bu ortaya çıktı. Böyle bir şeyi saklamak mümkün değil. Uzmanlarımız Ukraynalı meslektaşlarına AB ile böyle bir anlaşma yapmaları halinde birçok ürüne sıfır gümrük vergisi uygulamak zorunda kalacaklarını anlatmaya çalıştı. Oysa Ukrayna'nın zaten Rusya ile sıfır gümrük tarifesi vardı, çünkü BDT'de serbest ticaret bölgesi faaliyet gösteriyor. Öte yandan AB'ye yönelik koruyucu vergiler uyguluyoruz. DTÖ'ye katılırken bu konuda anlaşmaya varmıştık. Dolayısıyla, koruma konusunda anlaşmaya vardığımız Avrupa malları rahat bir şekilde Ukrayna'ya girecekti, ardından Ukrayna ile Rusya arasında gümrük sınırı olmadığı için Rusya’ya sızacaktı. Biz de sınırı kapatmak zorunda kalacaktık. Hatta Rusya Devlet Başkanı Putin, o dönemde Barroso'nun başkanlığını yaptığı Avrupa Komisyonu'na, üçümüz yani AB, Rusya ve Ukrayna oturup bu anlaşmazlıkları kimsenin zarar görmeyeceği şekilde nasıl çözebileceğimizi bulmaya teklif etti. Barroso’nın cevabı, “Bu sizi ilgilendirmez, Kanada ile ticaretinizi tartışmıyoruz. Ne istiyorsanız yapın” şeklindeydi.
Yanukoviç daha sonra bu Ortaklık Anlaşmasının imzalanmasının ertelenmesini istedi ve bu sorunların üstesinden en iyi nasıl gelinebileceğini anlamak için daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. Bu ‘Maydan’ için tetikleyici faktör oldu. İyi hazırlanmıştı. Aynı model, aynı renk, hepsi aynı olan yüzlerce çadır. Bu darbe, Şubat 2014'te Almanya, Fransa ve Polonya'nın, ülkenin meşru devlet başkanı ve muhalefet arasındaki müzakerelere aracılık etmesiyle doruğa ulaştı. Her şey şöyle başladı.
Bir anlaşmaya vardılar ve dediğim gibi, ertesi sabah muhalefet artık kendilerinin iktidar, yani hükümet olduklarını ilan edince bu anlaşma bozuldu. Almanların, Fransızların ve Polonyalıların yardımıyla imzaladıkları anlaşmaya sadık kalsalardı, Ukrayna şimdi tam da istedikleri yerde, Kırım da dahil olmak üzere 1991 sınırları içinde olacaktı. Ancak beklememeye karar verdiler, çünkü kazanacakları erken seçimler için beş ay beklemek zorunda kalacaklardı. Çünkü Ukrayna'daki seçmenler USAID tarafından yoğun bir şekilde işlenmişti. Şimdi ortaya çıkan ve Başkan Trump'ın Kongre'de dile getirdiği rakamlar. Daha sonra Victoria Nuland bu darbeden sonra Ukrayna'da demokrasinin zaferi için çok şey yaptıklarını söylemişti. Bu özel devrimle ilgili olarak beş milyar dolar harcadıklarını dile getirmişti.
Sonra Minsk Anlaşması vardı. Eğer bu anlaşmalara uymuş olsalardı, Ukrayna hala 1991 sınırlarında olacaktı ama Kırım olmayacaktı. Çünkü Minsk görüşmeleri sırasında Kırım'dan hiç bahsedilmedi. Herkes bunun temiz ve dürüst bir halkoylaması olduğunu anladı. Yüzlerce Batılı gözlemci vardı, resmi gözlemciler değillerdi ama parlamento üyeleriydi.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Rusya Devlet Başkanı Putin'in Nisan 2022'de İstanbul'da Zelenskiy'e bir şeyler dayatmaya çalıştığını söyledi. Bu da Macron'un bir başka yalanı. Çünkü bizim ve Ukraynalıların imzaladığı belge Ukrayna tarafı tarafından hazırlandı. Biz de kabul ettik. Oldukça açıktı. NATO yok, askeri üs yok, askeri tatbikat yok. NATO yerine BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ile Almanya ve Türkiye garantör olacak. Garantörlerin listesi de başka katılmak isteyen tüm ülkelere açıktı. Bu garantiler Kırım ve o dönemde Rusya’nın kontrolünde olan Donbass'ın bazı bölgeleri için geçerli değildi. Ukraynalılar bu ilkelere imzalarını attı. Bu onların kararıydı. Bu ilkeler kabul edildi. Anlaşma da bu ilkeler temelinde geliştirildi. Sonra dönemin İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Ukraynalılara bu anlaşmayı imzalamamalarını ve savaşmaya devam etmelerini söyledi. Şimdi de Almanya Federal Haber Alma Servisi Başkanı Bruno Kahl, 2029'a kadar durmamaları gerektiğini söylüyor. Belki Trump'ı “alt etmek” istiyorlar.

Yani işbirliği yapsalar ve kendi inisiyatiflerini uygulasalardı, Kırım ve Donbass'ın bir kısmı olmadan 1991 sınırlarına sahip olacaklardı. Her hile yaptıklarında kaybediyorlar. Bu süreç devam ediyor.
Местный житель с российским флагом на крыше Горсовета в Севастополе - Sputnik Türkiye, 1920, 12.03.2025
Ukrayna krizi
Kursk Bölgesi'nin Suca kentinin merkezi yeniden Rus ordusuna geçti
Haber akışı
0
Tartışmaya katılmak için
giriş yapın ya da kayıt olun
loader
Sohbetler
Заголовок открываемого материала