'Suriye'de Aleviler, Hristiyanlar ve Ermeni topluluk, Türk askerlerinin himayesini ve korumasını kabullenmeye hazır'
‘Şeybani’nin Davos’ta Tony Blair tarafından ağırlanması bize çok şey anlatıyor’
“Bir deli kuyuya taş attı, kırk akıllı bu taşı kaldırmaya çalışıyor diyebiliriz. Aslında çok akıllıca programlanan bir sürecin içinde olduğumuzu düşünüyorum. Geçici Suriye yönetimi Davos’ta boy gösterdi ve onları Tony Blair ağırladı. Bu, bize tabloyu çok daha net şekilde gösterdi ve objektif şekilde okulmamıza yardımcı oldu. Burada ilginç olan, Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani’nin, 2030’a odaklanmış Singapur ve Suudi Arabistan’ı kendisine emsal seçmesiydi. İddiasına göre Suriye, 2030’da en azından Singapur ve Suudi Arabistan’ın seviyesine ulaşmak istiyormuş. Bu çok büyük bir iddia. Zira Suriye sahasındaki gerçeklik bu iddiayı çürütmektedir. Suriye’de Şeybani’nin iddia ettiği şeyler var: Kadınlara çok önemli roller verileceğini söyledi mesela. Örnek olarak Suriye Merkez Bankası’nın başına bir kadının atandığını belirtti. Beşar Esad yönetiminin son Kültür Bakanı olan hanımefendinin tekrar Kültür Bakanı olacağı iddia ediliyordu. Şeybani, bu iddianın doğru olduğunu söyledi ve hanımefendinin görevi geçici olarak kabul ettiğini kaydetti. Suriye’deki geçici yönetimin azınlıklarla ilgili de iddiaları var.
Dürziler, Aleviler, Hristiyanlar vs. ile kucaklaşmak istediklerini, kapsayıcı şekilde Suriye’nin milli birliğini sağlayacak faaliyetlere hız vereceklerini dile getirdi. Şeybani ayrıca Suriye’de mezhepsel ve etnik savaşlara izin vermeyeceklerini ve bu yönde beklentisi olanların hayallerini suya düşüreceklerini de iddia etti. Sahaya bakalım. Geçici yönetimin aslında ne yapmak istediğini, hangi programlara yönelmek istediğini net şekilde görmek için ekonomik açıdan bu ülkenin nasıl yönetileceğini anlamamız gerekiyor. O zaman diğer konularda ne yapacaklarını söylemek de mümkün olacaktır. Dikkat ederseniz Tartus Limanı işletme hakkını bir Rus şirketi almıştı., Suriye’nin en varlıklı ailesi olarak bilinen Şam’daki Katırcılar ailesinin gizli bir kasası olduğuna dair iddialar var. Bir Rus diplomatın iddiasına göre Katırcı ailesi, Tartus Limanı’nın işletmesini alan Rus şirketinin ortağıydı. Katırcı, bir İsrail hava saldırısında öldürülmüştü. Şam geçici yönetimi, Rus şirketiyle olan anlaşmayı feshettiklerini açıkladı. Aynı şekilde Suriye’de Esad yönetimi zamanında birçok sektörde yabancı şirketlerle yapılmış anlaşmaların veya Esad’a bağlı ekonomik çevreyle yapılan bütün anlaşmaların feshedildiğini de ilan etti. Buna mukabil Suudi Arabistan ve Körfez sermayesiyle bilhassa elektrik üretimi ve benzeri enerji sektöründe birlikte çalışacaklarını, ayrıca Körfez sermayesine öncelik vereceklerini ilan ettiler.
Bütün Suriye limanlarının, havalimanlarının, önemli sanayi merkezlerinin vs. yani devlet şirketleri olarak Suriye’de mevcut olan kurumların özelleştirileceğini dile getirdiler. Burada ağırlıklı olarak yabancı sermaye tarafından inşa, işletme ve modernize için bu şirketlere doğrudan davet gönderileceği yönünde açıklamalar da var. Bu yönetimin Suriye’deki ekonomik meseleleri; sanayi ve tarım sorunlarını çözmesi ve Suriye halkının ivedi şekilde ihtiyacı olan temel ürünleri karşılaması mümkün değil. Yani bu dış destekler, yardımlar ve yatırımlar olmadan Suriye’nin ayağa kalkması veya en azından ekonomik istikrara kavuşması öngörülmemektedir. Suriye ekonomisini, ülkenin zenginliklerini yabancı şirketlere sunarsanız, onlar da ekonomik nüfuzları üzerinden şüphesiz ki Suriye’nin siyasi sistemini de biçimlendirir. Bu sermayenin gelebilmesi, çalışabilmesi ve yatırım yapabilmesi için kendilerine uygun siyasi atmosferin sağlanması gerekmektedir. Avrupa devletlerinden gelecek yardımlar ne kadar büyük olabilir? Avrupa, Suriye ekonomisine ne kadar yatırım yapabilir? Bunu da sorgulamak zorundayız. Sanıyorum ki Suriye’deki geçici yönetim bu finans kaynağının büyük oranda Körfez’den gelmesini beklemektedir. Körfez ülkeleri de bağımsız siyasi iradeye sahip olmadıkları için, bağlı oldukları siyasi sistem hangisiyse yani ABD, AB, İngiltere vs. onlara göre Suriye’deki sistemi yeniden tanzim etmek isteyecektir. Bunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Şeybani’nin Tony Blair ile Davos’ta görülmesi, sadece ABD’ye değil İsrail’e de verilmiş bir mesaj olarak okunabilir. Tony Blair, 2003’ten 2007’ye kadar İsrail’in en önemli dostu olarak ün kazanmış birisiydi. Her ne kadar İşçi Partisi’nin Başbakanı, bakanı ve milletvekili görevlerinde bulunmuş olsa da siyaseten önünün açılması, İngiltere’deki çok ünlü siyonist sermaye gruplarının teşviki ve desteği sayesinde oldu. Suriye’deki geçici yönetim, İsrail’e karşı bugüne kadar açıktan tavır almadı. İsrail orada sadece işgalci konumunda değil. İsrail, geçici işgalden çıkıp kalıcı askeri üsler kurma yönünde çaba harcamaktadır. Uzaydan çekilen görüntülere bakarsak, Golan bölgesinin Kuneyta kesiminde yani 7 Aralık 2024’ten sonra işgal edilen bölgede İsrail, kalıcı askeri üs inşa etmektedir. Ayrıca Ürdün-Suriye sınırından YPG kontrolü altındaki bölgeye kadar uzanan ‘Davud Koridoru’ da İsrail tarafından elde tutulmak istenmektedir. Birçok kesim, Trump’ın Suriye’den çekileceği beklentisi içinde. Elbette çekilebilir fakat ABD, YPG mevcut sistemin parçası olmadan, Irak’taki benzer tabloyu görmeden, oradaki askeri varlığını geri çekmek istemeyecektir.”
‘Menfaatlerine hizmet edenleri terör listesinden çıkartıp dost yaparlar. Aksine davrananlar terörist de olur, diktatör de olur’
‘Türkiye’nin Suriye’de Bayırbucak Türkmen bölgesini korumaya yönelik müdahalesi olursa, bölgedeki Aleviler, Hristiyanlar ve Ermeni topluluğu da bu müdahaleyi kabullenir. HTŞ vaatlerini yerine getiremez ve güvenliği sağlayamazsa, Türkiye’den bir beklenti var’
“Komşu bir ülkede, Suriye gibi bir ülkede yüz yıl önce yaşadığımız hadiseleri tekrar yaşıyor olmamız çok üzücü. Bu, bölge halklarının ve devletlerinin ne derece ciddi bir acziyet içinde olduğunu ve parçalanmış olduğunu gösteriyor. Bölgede işbirliğinin ortaya koyulamamasının neticeleri bunlar. Bu tablo, yüz sene önce İngiltere ve Fransa tarafından aynen yaşatıldı. Önce Büyük Şam coğrafyasını Filistin, Lübnan, Suriye, Ürdün olarak böldüler. Sonra bölünenleri böldüler. Filistin’de bir Yahudi devleti, Lübnan’da Maruni Katolik devleti, Suriye’de Alevistan, Dürzistan, Sünni Halep gibi devletçikler inşa ettiler. O tarihlerde emperyalist hegemonyalarını savaşlarla kazanmış olan, tarihin son imparatorlukları olan İngiltere ve Fransa’nın varlığına karşı bu coğrafyada büyük bir birliktelik, millet olmak ve vatan kurtarmak için çok büyük mücadeleler verildi ve kazanıldı. Ama bugün mevcut olan tabloda maalesef bu durumdan çok uzakta olduğumuzu görüyoruz. Türkiye ile ilgili olarak konuşacağımız hususlar da neden bundan uzak olduğumuzun açık göstergesi olacaktır. Milli Güvenlik Kurulu toplantısı oldu. MGK’dan çok önemli iki sonuç çıktı. Birincisi, sürekli olarak söylenen Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısı hususu. İkincisi ise, Türkiye ilk defa Halep’in batısında bulunduğu bölgelerden, Suriye içindeki başka bölgelere asker gönderebileceğine dair bir karar aldı. Bu kararı akıllıca analiz etmek lazım. Suriye’yi ve Türkiye’yi önümüzdeki günlerde neyin beklediğini anlamak açısından çok önemli. Suriye’de Aleviler, Dürziler, Sünniler vs. başka ülkelerden medet umuyor. Bu durum değişebilir mi? Değişmezse ne olur?
MGK’nın Türk Silahlı Kuvvetleri birliklerini Suriye içinde kaydırması konusu bununla doğrudan ilişkilidir. Dürzilerin ezici çoğunluğu 2011’den beri Beşar Esad’a destek vermiş olsalar da ufak bir grup Dürzi, muhalefet tablosu ortaya koyabildi. Yani Dürzilerin ezici çoğunluğu Esad’a destek vermiş olsa da ufak bir muhalif Dürzi grubun hem Suriye içinde hem dışında muhalif çalışmaları ses buldu. Hristiyanlar için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Çünkü Hristiyanların büyük çoğunluğu mevcut yönetime ve ülkeyi yöneten lidere bağlılıklarını açıkça ilan etti. Hristiyanlar bunu Suriye devleti bağımsızlığını kazandığı ilk andan itibaren milletin beraberliği içinde ve devletin kanatları altında huzur içinde yaşamayı seçmiştir. Ortodoks Hristiyanlarda bu çok önemli bir özelliktir. Ortodoks Hristiyanlar, Amerika’dan, Batı’dan, Vatikan’dan açıkça yardım talebinde bulunmazlar. Ancak kendilerine yönelik herhangi bir soykırım girişimi söz konusu olduğunda, zaten Hristiyanların arasında Katoliklerin ve Protestanların da mevcut olmasından mütevellit Batılı devletler ve kurumlar, kendilerine davet gelmeden otomatik olarak devreye girmektedir. Bu yüzden bölgedeki yönetimler ve örgütler, Hristiyan toplumlar konusunda daha duyarlı davranmaktadır. Burada en duyarlı toplum Aleviler. Hafız Esad’dan Beşar Esad devrilene kadarki Suriye yönetimi Alevi olarak karakterize edildi. Alevilerin ezici çoğunluğu, Suriye devletinin hatalarını, yanlışlıklarını, kendilerine yönelik sistematik olarak uygulanan fakirlik, askerlik hizmeti vs. gibi doktrinlere rağmen huzur içinde yaşamaları, tekfirci yönetim olmaması vs. anlayışı sebebiyle genellikle sessiz kalmışlardır. Aleviler üstelik fakirlikten ve ekonomik baskıdan da etkilenmiştir. Şu anki ortamda Aleviler, toplu cezalandırma hissiyatı oluştuğu ve HTŞ’nin verdiği teminatlara rağmen olaylar yaşandığı için tedirgin durumda. HTŞ, yekpare bir örgüt değildir. İçinde birçok bileşen var. HTŞ’in emirlerini hala yerine getirmeyen silahlı çeteler var sahada. Bu örgüt içinde hala daha tekfirci zihniyetle hareket eden, hükümetin almış olduğu kararlar dışında duygusal olarak davranan kesimler var. Bunlar taciz, evlere girme, eski yönetimi cezalandırma vs. adı altında Alevilere yönelik ciddi faaliyetler içinde oldular. Yargısız infazlardan birçok hukuk dışı davranışa kadar birçok olay şüphesiz ki yaşandı ve yaşanmaktadır.
Aleviler üç bölüme ayrılmış durumda: Birinci bölüm İngiltere merkezli fakat Avrupa’da da ses bulan, müdahale isteğinde bulunan bir grup. Avrupa’daki bazı Alevilerin, İsrailli eski bakanlarla görüştüğü, destek istediği iddiaları var. İsrailli eski bakanlar, Alevileri temsil ettiği iddiasındaki bu gruba, Aleviler ve İran arasında sıkı ilişkiler bulunduğunu, Hizbullah – İsrail savaşında Hizbullah’a destek verdiğini dile getirip İsrail’in destek vermeyeceğini söylediği de iddia ediliyor. Ben bunun propaganda olduğunu söyleyebilirim çünkü bu talep gerçek olsaydı İsrail bunu ciddiye alıp bu yönde bir program inşa etmek isterdi. Fakat İsrail’in Suriye sahil bölgesine bu anlamda müdahalesini beklemek hayal olur. Alevilerin ezici çoğunluğu bunu kabul etmez ve buna karşı olur. İki ihtimal kalıyor: Alevilerin önemli bir kesimi, Şam yönetiminin vermiş olduğu vaatleri yerine getirmesi ve inşa edilecek devlette Alevilerin ekonomik ve siyasi hayata dahil olması yönünde bir beklentileri var.
İkinci kritik alternatif ise, Suriye sahil kesiminde Türkiye’nin himayesi altına girme hususu var. Burada özellikle Bayırbucak Türkmenleri olarak bilinen yani Hatay sınırından Lazkiye’ye kadar uzanan yoğun bir Türkmen nüfusu var. Bu Türkmen kardeşlerimizin Türkiye ile olan bağlantısı da aşikar. Bu kardeşlerimiz üzerinden Lazkiye’nin Alevi köylerinde araştırmalar yapıldığını saha kaynaklarından öğrenmiş bulunuyoruz. Bu saha kaynakları, Suriye’deki Alevilere yönelik HTŞ vaatleri yerine getirilmezse, Alevileri, Hristiyanları ve küçük Ermeni toplumunu korumak adına TSK’nın bir müdahalesinin kabul göreceği yönünde raporlar var. Böyle bir temenni ve beklenti var. Türkiye, Suriye sahasındaki gelişmeleri izliyor. Türkiye’yi, Suriye sahasının her yerinde görmek mümkün. Türkiye sadece Şam’daki yönetime yatırım yapmıyor. Mesela Gaziantep’te kurulan Suriye sürgün hükümeti hala varlığını sürdürüyor; lağvedilmiş değil. TSK ile birlikte hareket eden sahadaki silahlı gruplar hala HTŞ’ye katılmış değil. Silahlarını bırakmış değiller. Yani HTŞ’nin taleplerini dile getirmiş değiller. Bunun en önemli sebebi, gözlemlenen HTŞ’nin Türkiye ile ilişkileri ne kadar iyi ve yakın gösteriliyor olsa dahi, HTŞ’nin her an başka yere kayabileceği kaygısı var. HTŞ’nin başka devletlerin nüfuzu altına girebileceği kaygısı Türkiye’de de var. Eğer bu olursa Türkiye durumu gözden geçirip ona göre pozisyon alacaktır.”