Çin’in ‘üçgen masası’ anlaşma getirdi: İran ve Suudi Arabistan’ın normalleşmesi neleri değiştirir?
© AAİran ve Suudi Arabistan
© AA
Abone ol
Özel
Bölgedeki ezeli rakipler İran ve Suudi Arabistan, Nisan 2021’de Irak’ta başlayan ilişkileri normalleştirme sürecini Çin’de başarıya ulaştırdı. Dr. Ali Semin, Yemen’deki savaşın sona ermesini beklediğini ve Çin’in artık Ortadoğu’daki varlığını artıracağını ifade etti.
İran ve Suudi Arabistan Çin'in arabuluculuğunda ilişkileri düzeltme ve diplomatik temsilcilikleri yeniden açma konusunda anlaştı.
Ülkeler, iki ay içinde elçilik ve misyonlarını yeniden açacaklarını ve 20 yıldan uzun bir süre önce imzalanan güvenlik ve ekonomik işbirliği anlaşmalarını uygulayacaklarını duyurdu.
İki ülke arasında 7 yıl sonra varılan anlaşmanın İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musaad bin Muhammed el-Ayban ve Çin'in en kıdemli diplomatı, Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkezi Dış İlişkiler Komisyonu Direktörü Vang Yi'nin katıldığı törenle imzalandı.
Bu toplantıdan geriye akılda Çin’in üçgen masa diplomasisinin fotoğrafı kaldı. Bu masa tarafların eşitliğine yönelik vurgu olarak yorumlandı.
İlişkiler neden bozuldu?
Bölgenin iki önemli gücü ve mezhepsel farklılıklarıyla da İslam’ın içindeki iki farklı kutbu temsil eden Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerginlik her dönem vardı. İki ülke Suriye, Bahreyn, Filistin, Irak ve Yemen’de bazen doğrudan bazen de vekaletler üzerinden karşı karşıya geliyor.
2015'te Suudi Arabistan’ın güneyindeki Yemen'de başlayan savaş, İran’ın desteklediği Husiler ve Suudi Arabistan ile BAE öncülüğündeki koalisyonun desteklediği hükümet güçleri arasında yaşanıyor. Bu savaşın başlangıcı da iki ülke arasındaki gerginliğin zirve noktası oldu.
Daha sonra ise Suudi Arabistan'da 2 Ocak 2016'da aralarında Şii din adamı Nimr el-Nimr'in de bulunduğu 47 kişi "terör" suçlamasıyla idam edildi.
İdamlara tepki gösteren İranlı yetkililerin peş peşe yaptığı açıklamaların ardından Suudi Arabistan'ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed kentindeki konsolosluk binaları İran'daki göstericiler tarafından ateşe verildi.
Bu saldırıların ardından Suudi Arabistan, 3 Ocak'ta İran ile diplomatik ilişkilerini kesti. Mart 2015'te başlayan Yemen'deki kriz nedeniyle iki ülke arasındaki gergin diplomatik ilişkiler tamamen durdu.
Yemen gibi birçok sahada gerilen ilişkiler 14 Eylül 2019'da Suudi Arabistan'ın en büyük ulusal petrol şirketi Saudi Aramco'nun tesislerine düzenlenen saldırıyla savaşın eşiğine kadar geldi. Husiler tarafından üstlenilen saldırının ardından ABD ve Suudi Arabistan, saldırının İran'ın desteğiyle ya da doğrudan İran tarafından gerçekleştirildiğini iddia etti.
Normalleşme süreci Irak’ta başladı, Çin’de tamamlandı
Nihayetinde bölgede başlayan normalleşme havası Tahran-Riyad ilişkilerine de yansıdı.
İran ve Suudi Arabistan, diplomatik ilişkilerin kesilmesinden sonra ilk kez Nisan 2021'de Irak'ın arabuluculuğuyla doğrudan görüşmeye başladı. Aynı yıl Eylül ayına kadar Irak ve Umman'ın arabuluculuğunda olmak üzere iki ülke yetkilileri arasında dört tur müzakere gerçekleştirildi.
6 Mart'ta Çin'in başkenti Pekin'de başlayan görüşmeler ise 10 Mart’ta anlaşmayla sonuçlandı.
‘Suudi Arabistan savaş bataklığından çıkmak istiyor’
Peki, bu normalleşmenin bölgeye yansımaları nasıl olacak? Ortadoğu, Avrasya ve Asya-Pasifik Platformu (ODAP) Direktörü ve İstanbul Gelişim Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ali Semin, Sputnik’e yaptığı değerlendirmede, “Suudi Arabistan ile İran'ın bölgesel olarak ezeli bir güç rekabeti var” diyerek iki gücün yakınlaşma nedenini şöyle anlattı:
“Suudi Arabistan 2015'ten beri Yemen'e başlattığı bir operasyon sonucunda ciddi bir savaşla karşı karşıya bulunuyor. Ve bu savaşın kazananları yok. Yemen savaşında dolaylı yoldan İran ve Suudi Arabistan savaşı olduğunun da altını çizmek istiyorum. Bu kazananı olmayan savaşın Suudi Arabistan'a milyarlarca dolarlık bir maliyeti de var. Suudi Arabistan, bir 2030 vizyonuna hazırlanıyor. Ve ülkenin petrole, enerjiye bağımlı bir ekonomi olmasından çıkıp insan sermayesine ve petrol dışındaki milli gelirin çeşitlendirilmesine dayalı olması için 2030 vizyonu çok önem taşıyor. Bunun gerçekleştirilmesi için bölgesel ve iç dinamikler de güvenik boyutu da önem taşıyor. Suudi Arabistan'ın İran'la bu normalleşmeyi Yemen'den dolayı yaptığını düşünüyorum. Yemen'deki savaşın sonlanmasını istiyor.”
Dr. Semin, “Suudi Arabistan bu savaş bataklığından çıkmak istiyor. Ancak geride federatif bir Yemen kalabilir. Muhtemelen üniter yapısını koruyamaz. Yemen, 1990'dan önce nasıl cumhuriyet olmadan önce iki yönetimle yönetiliyordu, şimdi de bu şekilde olabilir. Bir başka seçenek de Lübnan'da olduğu gibi Şiilere bakanlık, başkan yardımcılığı gibi görevler verilerek üniter ortak bir yönetim kurulabilir” diye de ekledi.
‘İsrail, İran'a karşı mücadelesini Suudi Arabistan ile birlikte yürütmeyi planlıyordu’
Riyad-Tahran anlaşmasını “İsrail için ciddi ve tehlikeli bir gelişme” olarak niteleyen eski Başbakan Naftali Bennett de “Bu, İran’a karşı bölgesel koalisyon kurma çabalarına ölümcül bir darbe indiriyor” dedi. Dr. Semin, İsrail’in bu anlaşmadan rahatsızlığını şöyle yorumladı:
“İsrail'in hedefinde Suudi Arabistan'la normalleşme vardı. Suudi Arabistan'ın da İsrail ile normalleşme için Filistin sorununda iki devletli çözüm, 1967 sınırlarına geri dönülmesi, göç ettirilen Filistinlilerin güvenli geri dönüşü gibi şartları var. İsrail bunları kabul etmeden Suudi Arabistan ile normalleşme olmaz. Ancak İsrail, İran'a karşı mücadelesini Suudi Arabistan ile birlikte yürütmeyi planlıyordu. Bu yüzden İran-Suudi Arabistan normalleşmesinin İsrail'i çok ciddi anlamda rahatsız ettiğini söyleyebiliriz.”
‘Çin ekonomik gücünün yanı sıra askeri ve diplomatik gücünü de öne çıkaracak’
Pekin’in “üçgen masası” bu sürecin önemli bir sembolü oldu. Peki, Çin’in önümüzdeki süreçte bölgeyi dair hedefleri neler? “Artık bölgede bir gerçek var. Artık Amerika Birleşik Devletleri yok. Rusya var, Çin de var. Çin üçgen diplomasi masasını kurarak bu krizin çözümünde rol aldı” diyen Dr. Ali Semin, şunları söyledi:
“Çin'in başlangıçta ekonomik yatırım üzerinden bir küresel güç olma eğilim vardı. Ancak artık Çin'in sadece ekonomik ve ticari yani yatırım üzerinden odaklı bir küresel güç olma potansiyelinin zayıf olacağı yönünde bir kanaat oluşuyor. Çünkü uluslararası sistemde ekonomi tabii ki önemli ancak askeri ve diplomatik gücünüzün de yüksek olması lazım. Askeriyle diplomatik güç caydırıcı güçlerdir, ekonomik güç ise yumuşak güçtür. Bunun için Çin de son zamanlarda Asya-Pasifik başta olmak üzere Ortadoğu'da hatta Ukrayna'da da bu güçleri devreye sokuyor. Yani Çin artık küresel güç olmak için diplomatik hamlelerini de ön plana çıkaracak, askeri hamlelerini de ön plana çıkacak diyebiliriz. Ancak askeri güç anlamında ABD'nin yaptığı gibi gelip Ortadoğu'da üs kurmayı değil teknoloji transferini de içeren silah satışlarını kastediyorum. Artık Çin'in de bölgesel ve küresel sorunlarda aktif bir diplomatik yani tarafsız, aktif bir diplomasi yürüteceğini söylemek lazım.”