'Önemli olan Türkiye'nin NATO içindeki veto hakkını bir imkan olarak görmeye başlamasıdır'
23:45 24.01.2023 (güncellendi: 11:49 26.01.2023)
'Önemli olan Türkiye’nin NATO içindeki veto hakkını bir imkan olarak görmeye başlamasıdır'
Abone ol
Hasan Ünal’a göre İsveç'te Kuran provokasyonu, NATO üyeliğini veto gerekçesi olmamalı. Başta terörizm olmak üzere üçlü mutabakatın şartlarını anımsatan Ünal, önemli olanın Ankara'nın veto hakkını 'bir imkan' olarak hatırlaması olduğunu belirtti. Ünal, İsveç'in 'ABD nasılsa Türkiye'nin bileğini büker' düşüncesiyle hareket ettiği görüşünde.
ABD yönetiminin Ukrayna çatışmasını tetikleyerek Avrupa'yı yeniden dizayn girişiminin bir ayağı da uzun süredir tarafsız konumdaki İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyelikleri olurken, bu konuda Türkiye ile yaşanan kriz hali bitmiyor. Geçen haziran ayındaki NATO zirvesinde imzalanan üçlü mutabakatın koşullarının yerine getirilmesi için müzakereler sürerken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik protestolarla başlayan süreç Kuran yakılması eylemi ve Ankara'nın sert tepkisine dönüştü. Erdoğan bu koşullarda Türk parlamentosunun İsveç'in katılım anlaşmasına onay vermeyeceği çıkışı yaptı.
İsveç, durumu teskin etmeye çalışırken, Finlandiya tıkanan süreçte bir mola verilmesi ve hatta kendi sürecinin 'ayrı yürümesi' olasılıklarından söz etmeye başladı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in de ABD yönetimiyle birlikte Ankara'yı iknaya çalıştığı anlaşılıyor.
Gelişmeleri Maltepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Prof. Dr. Hasan Ünal ile konuştuk.
'Provokasyondan bağımsız olarak üçlü mutabakat metni var'
Prof. Hasan Ünal'a göre, İsveç'te bir takım provokasyonlar gerçekleşse de bu olaydan bağımsız olarak bu ülkenin NATO üyeliğinin önünün açılması için katılımının TBMM'de onayı gerekiyor. Bu konudaki üçlü mutabakata atıf yapan Ünal, Ankara'nın açık taleplerinin yansıdığı bu metne imza konulduğunu anımsattı:
"Bu işleri yapanlar, meczup tabiatta olabilirler, provokatif olabilirler veya tam olarak ne yaptıklarını bilmiyorlardır. Ama provokasyon için bunları kullananlar kendilerini bu şekilde yönlendiriyorlardır. Birincisi, bu olaydan bağımsız olarak İsveç ve Finlandiya ile Türkiye’nin NATO konusunda imzaladığı bir mutabakat metni var. Türkiye'nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO başvurusuyla ilgili mutabakat metninde ‘NATO’ya üye olmak istiyorsunuz ama NATO üye ülkelerin toprak bütünlüğünü korumakla mükelleftir ve benim toprak bütünlüğüme tehdit oluşturan PKK terör örgütü ve FETÖ’ye destek veremezsiniz’ yer alıyor. Bu konu uzun müzakerelerin sonunda şu noktaya getirildi; bir mutabakat imzalandı. Bu arada Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılım anlaşmalarına imza attı. Ama imza yeterli değil, parlamentoda bunun onaylanması gerekiyor. Türkiye gayet mantıklı şekilde ‘Siz bu konuda bana verdiğiniz sözlerle ilgili somut bir şeyler yaparsanız, ben de üyeliğinizi mecliste onaylarım’ diyor. İsveç'te bir önceki hükümet özellikle Kuzey Suriye’deki PYD’ye aktif destek veren bir hükümetti. Ne gariptir ki o mutabakata imza attılar. Onların Dışişleri Bakanı, PYD ile en az birkaç kere Suriye’de görüşmeler yaptı."
'Türkiye burada çok doğru bir şey yaptı, NATO'daki veto hakkını hatırladı'
YPG'yi asıl destekleyen ABD'yken İsveç'in bağlarının NATO üyeliğinde engel teşkil etmesindeki ironi sorulunca Prof. Ünal, ABD ile ilgili de çok kutuplu bir dünyada ileride adımların atılabileceğini söyledi. Ünal'a göre asıl önemli olan Türkiye'nin NATO içindeki veto hakkını bir imkan olarak görmeye başlaması:
"Bu mesele Amerika ile ilgili olarak da NATO içindeki veto hakkımızla ilgili bir başka fırsattır. Burada önemli olan Türkiye’nin NATO içindeki veto hakkını bir imkan olarak görmeye başlamasıdır. Bundan sonra NATO’ya girecek ülkeler olabilir. NATO üyeliğiyle bitmiyor. NATO’da güç, kuvvet yığınağıyla ilgili bir karar süreci olur, bunların hepsinde veto hakkınızı kullanmaya başlarsınız. Yani, Türkiye burada çok doğru bir şey yaptı. NATO’daki veto hakkını hatırladı. 1990’lı yıllarda Yunanistan, AB içindeki veto hakkını kullanarak ‘Eğer Baltıkların Avrupa’ya üye olmasını istiyorsanız, Kıbrıs Rum kesimiyle Kıbrıs Cumhuriyeti adına müzakereleri başlatmak zorundasınız’ demişti. O sırada Türkiye, NATO’daki veto hakkını kullanarak demeliydi ki ‘Siz bunu yaparsanız, NATO’ya giren her ülke Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde büyükelçilik açmak zorundadır. Bu olmadığı takdirde ben de onay vermeyerek sistemi kilitliyorum’. Türkiye’ye güya AB havucu uzatıldı, sebeplerden bir tanesi de bu tür ‘çılgınlıklar’ yapmasın diye. Şimdi Türkiye ilk defa NATO kartını oynamaya başladı. Yarın da önümüze Amerika ile başka bir mesele gelir, o zaman da bu çok kutuplu dünya düzeninde şansımız daha da yüksektir."
'Cumhurbaşkanı bütün dinlerin temilcileriyle bir barış ve medeniyet yemeği verebilir'
Ünal'a göre İsveç'in NATO üyeliğine engel gerekçesi olarak Kuran yakma eylemlerinin görülmemesi gerek. Asıl sebebin terörle ilgili verilen sözlerin yerine getirilmemesi olması gerektiğini dile getiren Ünal, aksi halde hem İsveç hem de Finlandiya'nın 'Kuran yakma' vakasını ifade özgürlüğü içinde görmeyi seçerek anlamsız bir tartışma yaratabileceklerini belirtti. Ünal, buna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Külliye'de bütün dinlerin temsilcileriyle bir etkinlik yaparak yanıt verebileceğini vurguladı:
"Burada İsveç’in NATO üyeliği konusunu Kur’an yakma eylemiyle fazlaca bağlantılı hale getirmemek gerek. Çünkü bundan bağımsız olarak İsveç’in yerine getirmesi gereken taahhütler var. Bu eylemle direkt bağlantı kurarak, ‘Bundan sonra İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olması mümkün değildir' dersek bizi şöyle bir tartışmanın içine çekerler. ‘Biz bunu kabul etmiyoruz ama bu ifade özgürlüğünün içindedir, bizim demokrasi anlayışımız böyle, sizinki böyle değilse ne yapalım?’ gibi anlamsız bir tartışmanın içine girer. Bizim objektif kriterlerimiz bundan zarar görür. Bu olayı hafife almamak lazım. Ama şöyle karşılık verilebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan külliyede bir yemek düzenler, bunu barış ve medeniyet projesi olarak lanse eder ve Türkiye’deki bütün farklı dinlerin ruhani liderlerini çağırır ve orada barışa vurgu yapılan konuşmalar yapılır. Çok da güzel olur. ‘Sizin toplumunuz kutsal kitapları yakabilir ama bizde yok bu’ der."
‘Amerika nasıl olsa Türkiye’nin bileğini büker diye düşündüler'
Ankara'nın İsveç'i veto edip Finlandiya'yı onaylayamayacağı görüşünde olan Ünal, iki ülkenin katılım başvurusunu birlikte yaptığını anımsattı. Ünal, İsveç'in Türkiye'nin taleplerini yerine getirmekte ağırdan alma taktiğinin 'ABD nasılsa Türkiye'nin bileğini büker' anlayışına dayandığını söyledi:
"Ayıramaz, çünkü katılım anlaşması ikisinin birden girmesi üzerine yapıldı. Bu anlaşma iptal edilir, Finlandiya yeniden başvuru yapmış olur. Türkiye herhangi bir itirazda bulunmaz. Yeni bir katılım anlaşması imzalanır ve parlamentoya gider. Eğer Türkiye, Finlandiya bütün taleplerini almışsa... Anladığım kadarıyla Finlandiya ile ilgili sorun çok azdı ama İsveç ile ilgili sorunlar vardı. İsveç ile ilgili konuda da imza attılar ama sözlerini yerine getirmemelerinde iki taktik var. Birincisi, İsveçliler imza atarken şöyle varsaydılar; ‘Amerika nasıl olsa Türkiye’nin bileğini büker. F-16’lar der, sonuçta bizim katılım anlaşması geçer. Sonra Türkiye’nin bizden istediklerine ‘Yargı şunu diyor’ diyerek unutulur gider’ diye beklediler. Amerika işi çözemeyince iş karıştı. İş tam bir matruşkaya döndü. İsveç derin devleti var, Amerikan istihbaratı var."
‘Çok kutuplu dünyada Amerikanın yapabileceği fazla bir şey yok’
NATO’nun genişlemesinin Türkiye tarafından veto edilmesinin Washington için kabullenilmesinin zorluğu sorulunca Ünal, "Çok kutuplu dünyada yapabilecekleri fazla bir şey yok. Her şeyin bir sonu olur, Amerika ile o noktaya geldik" yanıtını verdi. Ünal'a göre ABD'nin hesabı 'yeni hükümet gelir istediğimizi alırız' ise, bunun da öyle kolay gerçekleşmesi mümkün değil:
"Benim tecrübem, yenilen etin yanında bol yeşillik gelirse sindirimi kolay oluyor. Amerika açısından yenilir yutulur mu, bilmiyorum. Çok kutuplu dünyada yapabilecekleri fazla bir şey yok. Her şeyin bir sonu olur, Amerika ile o noktaya geldik. Eğer Amerika bu süreci zorlarsa hakikaten daha fazla itiraz eden bir Türkiye tablosuyla karşı karşıya gelirler. Şu anda şöyle bir şey yayıyorlar, ‘Bütün bunlar Erdoğan yönetiminden oluyor. Yeni bir hükümet gelince bu işler değişir’. Değişir mi, onu bilmiyorum ama değişse bile o hükümet gelip bu konuları pat diye gündeminden çıkarıp Amerika’nın isteklerini yerine getirir mi emin değilim. Bunlar devlet mantığı içinde de düşünülerek oluşturulmuş politikalar. Bütün olanlardan sonra yeni bir hükümet gelse hiçbir şey olmamış gibi İsveç’in katılım anlaşmasını meclisten geçirebilir mi? Tartışmalarla parlamento yerinden sallanır diyelim. Yanlış bir yoldalar. İsveç’in PKK ve FETÖ’cülerin bir kısmını Türkiye’ye iade etmeye başladığını düşünün. Bu aslında bütün terör örgütlerinin sonunu getiren sürecin çok önemli başlangıcı olur. Hiç kimse artık sığınamaz oralara, ‘Türkiye bu işin peşini bırakmıyor’ diye. Öte yandan bu konuda izledikleri bütün politikanın da yıkılmaya başladığı günü görmüş oluruz. İsveç’ten bu istediklerini alan bir Türkiye yarın başka bir konuda başka bir Avrupa ülkesinden almaya başlar. Dolayısıyla çok önemli bir şeyin başlangıcı. Bir, Türkiye’nin NATO’daki veto kartının ne olduğunu anlamaya başlaması, iki Batı dünyasıyla yaşadığı sorunların hepsinin şu veya bu şekilde bağlantılı hale getirebilmesi ihtimali, enteresan bir durum. Batı dünyası bunları peşinen kabul etme taraftarı değil. Türkiye de çok kolaylıkla bu konularda geri adım atamayabilir. Çok kutupluluk bize çok yönlü düşünmeyi de gerektiriyor."