'ABD Viyana'da nükleer takip anlaşması istiyor, İran ABD'nin yine anlaşmadan çekilmeme garantisini'
23:38 03.12.2021 (güncellendi: 12:13 06.12.2021)
'ABD Viyana'da nükleer takip anlaşması istiyor, İran ABD'nin yine anlaşmadan çekilmeme garantisini'
Abone ol
Dr. Bilgehan Alagöz'e göre İran'ın nükleer anlaşması için Viyana'da yeniden başlayan süreçte ABD bir takip anlaşması, İran ise ABD'nin bir daha anlaşmayı terk etmeyeceği garantisi istiyor. İsrail'in İran karşıtı diplomasiyi ABD'yle sınırlandırmadığına dikkat çeken Alagöz, Reisi'nin ise Körfez'le tansiyonu düşürme yaklaşımına yöneldiğini vurguladı.
ABD'de Joe Biden'ın iktidara gelmesinin ardından İran'ın 2015'te yapılan BM Güvenlik Konseyi onaylı nükleer anlaşmasını canlandırmak için Avusturya'nın başkenti Viyana'da başlayan süreçte 7'inci tur görüşmeler uzun bir aradan sonra yeniden başladı. İran'da hazirandaki cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle ara verilen görüşmelerde ABD'nin Trump yönetimi döneminde tek taraflı olarak çekildiği anlaşmanın 'tazelenmesine' çalışılıyor. Tahran bu kez yaptırımların kaldırılmasının yanı sıra BM onaylı uluslararası anlaşmanın ABD'deki yönetimlere göre yeniden değişmesini engelleyecek mekanizmalarda diretiyor.
Geçen hafta gerçekleştirilen 7'inci tur görüşmelere bu hafta da devam edilmesi kararlaştırıldı. Ancak Biden yönetiminin 2015 anlaşmasının kapsamını genişletme çabaları sürecin önünde engel teşkil ediyor. İsrail de 7'inci tur öncesi ABD'ye İran'la görüşmelerden çekilmesi çağrısında bulundu.
Viyana sürecinde gelinen yeri İRAM Dış politika koordinatörü ve Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Bölümü'nden İran uzmanı Dr. Bilgehan Alagöz'le konuştuk.
‘ABD bir takip anlaşması istiyor, İran'da askeri bürokrasi öne çıkıyor'
Dr. Bilgehan Alagöz'e göre, tarafları Viyana'ya taşıyan sürecin sonunda bir şey elde edememe ihtimali oldu. Ancak 2015 anlaşmasına geri dönülmesinin zor olduğuna dikkat çeken Alagöz, ABD'nin bir 'takip anlaşması' istemesine dikkat çekti. Alagöz'e göre Biden yönetimi özünde Trump politikalarının devamlılığını temsil ederken, İran'da da Ruhani'nin yerini muhafazakar Reisi'nin almış olması durumu zorlaştırıyor:
“Farklı bir süreç var karşımızda. En azından 2015 anlaşmasına giden süreçle kıyaslayacak olursak en büyük fark büyük bir karamsarlıkla şekillenen bir süreç olması. O dönemde İran ve ABD arasında dolaylı bazı faktörler ilişkileri kolaylaştırıyordu. Bölgede IŞİD’in ortaya çıkışı ve ortak mücadele alanı çok etkiliydi. O dönemde nükleer anlaşmanın ortaya çıkması için büyük bir çaba ve umut vardı. Ama şimdi taraflar hem sürecin sonunda bir şey elde edememe ihtimalini görüyorlar ama bir yandan da diplomasinin sürmesine ihtiyaç var. Viyana süreci hemen bitecek bir süreç değil. Devamında da ne olacağı öngörülemeyen bir süreç. 2015 anlaşması üzerinden epey bir zaman geçti. İçerisindeki birçok tarih de geride kaldı. İran’ın başka ülkelerden silah almasına dönük ambargo geçtiğimiz yıl ekim ayında kalktı. Bunun gibi teknik detaylar var. Zaten her koşulda 2015 anlaşmasının mutlak suretle devam etmesi mümkün değil. Ama Amerikalıların şöyle bir beklentisi var. 'Biz bir şekilde anlaşmayı yeniden tesis ederiz, ama bu haliyle kalması mümkün değil. Bir takip anlaşması olmalı, İran’ın füze programlarını da İran’ın bütün askeri unsurlarının sınırlandırılmasını da içermeli' şeklinde bir çıkışları var. Bu bakış açısı da giderek ön plana çıkıyor. Biden kampanyasında bu eksende değildi. Ama Trump’ın devamlılığını görüyoruz burada. Yaptırım kararlarını da devam ettirdiğini görüyoruz. İran’da da Ruhani yönetimi yok. Reisi hükümetinin zaten nükleer anlaşmaya öncelik veren bir tavrı yok. İran’ın bölgede askeri bir aktör olarak var olmasının devamlılığının bakış açısı var. Artık bakanları geçtik ülkenin yerel yönetimlerinde valilere baktığımızda Devrim Muhafızları kökenli insanları görüyorsunuz. Askeri bir bürokrasinin ağırlığında şekillenen bir İran siyaseti var. İran diplomasiye uzak demek değildir bu. Viyana’ya büyük bir ekiple gitti. Burada süreç yakından takip ediliyor, İran basınının yoğun ilgisi var. Umutlu bir süreç değil ama tamamen karamsarlığı kapatacağımız bir şey de değil. Bir takvim çıkarılacak gibi gözüküyor. O daha çok teknik heyetler arasında sürecek bir müzakere olacak. Bize sızan bilgiler o yönde.”
‘Çin ve Rusya'nın tek odak noktası İran konusu değil'
Çin ve Rusya Federasyonu, nükleer dosyada İran'a destek beyan etmişken, Alagöz'e göre, küresel rekabetteki durum tarafların tutumunu etkiliyor. Alagöz, Çin ve Rusya'nın tek odak noktasının İran olmadığını anımsattı:
“Çok ilginç dinamikler var. Bölgede İngiltere ve Rusya’nın siyaseten yoğun bir rekabetinin olduğunu görüyoruz. Son zamanlarda Çin-ABD-Rusya rekabeti dile getiriliyor ama İngiltere ve Rusya arasında da ciddi bir rekabet var. Ama İran konusunda bir hemfikirlik görüyoruz. Ya da Avrupa ülkeleriyle Rusya ve Çin’in arasındaki diyaloğa baktığımızda söylemlerde büyük farklar olmadığını görüyoruz. Burada İran açısından Rusya ve Çin’i arkasına aldı da o şekilde hareket ediyor diyebilmek de mümkün değil. Küresel denklem içerisinde Rusya ve Çin’in tek odak noktası İran konusu değil. Dolayısıyla Avrupa ülkeleriyle başka konular söz konusu. O sebeple bu denklemde İran, Rusya ve Çin bir tarafta Avrupa ve Amerika bir tarafta diyemiyoruz. Ama Rusya’nın Viyana’daki temsilcisi uzun süredir aktif şekilde bu süreci dışarıya duyuran kişi adeta. Viyana sürecinde ne olup bittiğini tweetlerinden takip ediyoruz. Ama ilk gün toplantıya katıldı ve ikinci gün New York’a başka bir toplantı için gitti. Bunun da diplomatik anlamda illa bir karşılığı var."
‘İran’ın sunduğu taslak dışarıya sızdırılırdı, henüz sızmaması pazarlığın sürdüğüne işaret'
İran'ın sunduğu taslakların genelde sızdırıldığını belirtirken, bu kez bunun olmamasını yoğun pazarlığa bağlayan Alagöz, Tahran'ın bu kez ABD'nin bir daha anlaşmadan çekilmeme garantisini istediğini dile getirdi:
"İran’ın sunduğu bir taslak var ve normalde bunlar hep dışarıya sızdırıldı. Ama henüz ne İran ne Avrupa basınına bu sızdı, demek ki pazarlık hala yoğun bir şekilde devam ediyor. İran ilk başlangıç noktasında bir garanti talebini yüksek sesle dile getiriyordu. Amerika’nın bir daha bir anlaşmadan çıkmamasını garanti etmesini söylüyordu. Bu söylemi küçülttüler. Şu an sadece odak noktası nükleer anlaşmaya bağlı yaptırımların kalkması söylemi. Bunda bir direksiyon kırıldığının göstergesi. Şu anda müzakere süreci biraz daha gerçekçi bir platforma girdi.”
‘İsrail’in tüm aktörler üzerinden anti İran bir tavırla devam ettiğini görüyoruz’
Anlaşmanın canlandırılması ihtimaline karşı çıkan İsrail'in salt ABD değil Rusya, Çin ve Britanya nezdinde de yoğun diplomasi yürüttüğünü anımsatan Alagöz, İsrail yönetiminin tek bir aktör değil tüm aktörler üzerinden İran karşıtı tavırla devam ettiğini vurguladı:
“MOSSAD Başkanı, ‘Hiçbir koşulda İran’ın bir nükleer bomba sahibi olmasına müsaade etmeyeceğiz’ diye bir açıklaması oldu. Yakın aralıklarla da İsrail basınına sızan bilgiler oldu. Nisan ayında İran’ın Natanz nükleer santraline olan saldırının MOSSAD tarafından yapıldığını kabullendiler. Dolayısıyla da İsrail doğrudan bir askeri saldırı olmasa da bu tür sabotajlara devam edeceğinin de sinyalini verdi. Beklenti de o yönde. Kendi askeri savunma sistemlerini kuvvetlendirme yönünde büyük bir bütçe ayırdığını da görüyoruz. Bu sebeple de İsrail’in yoğun diplomasi yürüttüğünü ve sadece Amerika üzerinden değil Rusya, Çin ve İngiltere üzerinden diplomasi yürüttüğünü görüyoruz. İngiltere ile yaptıkları siber güvenlik ve istihbarat paylaşımı anlaşmaları da oldukça önemli. Bunun odak noktasında bir İran bağlantısı da var. Rusya ile yürütülen önemli görüşmeler var özellikle Suriye bağlamında. İsrail’in tek bir aktör üzerinden değil tüm aktörler üzerinden anti İran bir tavırla devam ettiğini görüyoruz.”
‘Türkiye ve İran ilişkilerinin dinamiğini doğrudan ilgilendiren bir konu değil'
Alagöz'e göre nükleer anlaşma dosyası İran-Türkiye ilişkilerinin dinamiğini doğrudan ilgilendirmiyor. Ankara'nın bu konuda elini göstermesinin doğru olmayacağı görüşündeki Alagöz, Ankara-Tahran hattında Suriye, Irak ve Azerbaycan gibi meseleler bulunduğunu anımsattı.
“Türkiye’nin bu konuda bir el göstermesinin doğru olmayacağını düşünüyorum. Bence bu konuda doğru bir politika izleniyor. Bu daha global ölçekte bir konu. Türkiye ve İran ilişkilerinin dinamiğini doğrudan ilgilendiren bir konu değil. Yakın zamanda iki ülke cumhurbaşkanının Türkmenistan’da bir görüşmesi oldu. Buralarda Türkiye ile İran arasında nükleer mevzu doğrudan konu edinilen bir başlık değil. Daha çok bölgesel güvenlik, Suriye, Irak, Azerbaycan sınırındaki mevzular; bunlar Türkiye ve İran ilişkilerini daha doğrudan ilgilendiriyor. Bu sebeple de Türkiye’nin bu konuda daha küresel siyasetle eşgüdümlü hareket etmesinin daha doğru bir politika olduğunu düşünüyorum."
'Reisi bölgede tansiyonu düşürmeye dönük bir yaklaşım içinde'
'Reisi hükümeti bölgede tansiyonu düşürme yaklaşımı içinde'
Alagöz, İran'da iktidara gelen Reisi hükümetinin genel olarak bölgede tansiyonu düşürmeye çalıştığını belirtirken, özellikle Körfez ülkeleriyle yeni sürecin Tahran'ın nükleer masadaki pozisyonunu güçlendirmesi hedefinin öne çıktığını vurguladı:
"Reisi hükümetinin genel perspektifine baktığımızda bölgede tansiyonu düşürmeye dönük bir yaklaşım içinde olduğunu görüyoruz. Azerbaycan ile olan tansiyonda ilk göreve başladığında denk geliyordu ama kısa sürede toparlandı. Basra Körfezi’ndeki diğer ülkelerle de aynı bakış açısını sürdüreceklerini düşünüyorum. Yaptıkları son anlaşmalar da oldukça dikkat çekici. Türkiye, BAE ve İran üzerinden bir ulaşım anlaşmaası yapıldı. Reisi’nin nükleer anlaşmanın ortaya çıkmasında tansiyonu gidermenin büyük rolü olacağına inandığını görüyoruz. Nihayetinde Suudi Arabistan bu konuda bir pozisyon sahibiydi. Ama eğer bölgede tansiyon belli bir istikrara kavuşursa ve giderilirse İran’ın müzakere masasındaki pozisyonunu da kuvvetlendirecektir. O sebeple de şu an çok çatışmacı bir söylem içine girmeyeceklerini tahmin ediyorum.”