‘Atatürk’ün dış politikasında etnikçilik, mezhepçilik yoktur, laiklik, bilim, aydınlanma baskındır'
23:04 12.11.2021 (güncellendi: 12:02 18.11.2021)
‘Atatürk’ün dış politikasında etnikçilik, mezhepçilik yoktur, laiklik, bilim, aydınlanma baskındır'
Abone ol
Prof. Doster’e göre, Atatürk'ün dış politikası bölge merkezli ve anti emperyalistti. Doster, Moskova ile ilişkileri önemseme, emperyalizmle omuz omuza durmama ve Araplara karışmama öğütlerini anımsattı. Atatürk'ün yayılmacı tavrı bulunmadığını belirten Doster, laiklik, bilim ve aydınlanma yaklaşımının dış politikada da geçerli olduğunu vurguladı.
Türkiye Cumhuriyeti, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 83'üncü yılında anarken, yaratılmasına öncülük ettiği ulus devletin dış politikada izlediği çizgi günümüz koşullarıyla kıyaslanılarak yeniden tartışma konusu ediliyor.
Atatürk'ün, Cumhuriyet kurulmadan önce Osmanlı subayıyken görev yapmış olduğu cephelere atfen, Türkiye'nin günümüzde Ortadoğu'da Suriye'den Libya'ya ve Kafkasya'ya uzanan bir cephede izlediği politikalara vurgu yapılıyor.
‘Atatürk’ün üç öğüdü bile mevcut iktidarın Atatürk'ün dış politikasından farkını ortaya koyuyor’
Prof. Barış Doster'e göre, Atatürk'ün dış politikası akılcı, gerekçi, bölge merkezli ve anti-emperyalist hassasiyeti çok güçlüydü.
Doster, Atatürk'ün genç diplomatlara üç temel tavsiyesinin, Moskova ile ilişkileri önemseme, emperyalizmle omuz omuza durmama ve Arapların işlerine karışmama olduğunu anımsattı:
“Büyük devrimci önder Atatürk’ün dış politikası akılcıydı, gerçekçiydi, devlet kapasitesinin sınırlarını biliyordu, maceracı romantik hayalperest değildi, bölge merkezliydi ve anti emperyalist hassasiyeti çok güçlüydü. Hatta Gazi Mustafa Kemal Paşa, genç hariciyeciye genç mülkiyeliye şu öğütleri vermiştir. Bir, Moskova ile ilişkileri her daim mutlaka önemseyiniz. İki, emperyalizmle o günün koşullarında Londra’yı kastediyor, asla yanak yanağa, omuz omuza durmayınız. Üç, Arap devletleri arasındaki ilişkilere, iç ilişkilerine asla karışmayınız. Sadece bu üç öğüdü bile fonda tutarsak Mustafa Kemal’in dış politikasının mevcut iktidar blokunun dış politikasından ne kadar farklı olduğunu görürüz."
'Atatürk o cephelerde Osmanlı subayı olarak görevini yaptı, o günün koşullarıyla bugün mukayese edilemez'
Atatürk'ün Suriye, Libya gibi cephelerde savaşmış olmasının dış politikasıyla ilgisi olmadığını dile getiren Doster, bunun o günün koşullarında çökmekte olan çok uluslu imparatorluğun bir subayı olarak görevini yerine getirmesinden kaynaklandığını belirtti.
Doster'e göre o günün koşullarından bu güne örneklem çıkartılamaz:
"O günün koşullarında Osmanlı İmparatorluğu her ne kadar tam anlamıyla hükümdarlığını yitirse de, sömürge durumuna düşse de tasfiye sürecini yaşamakta olan bir çok uluslu imparatorluk olarak pek çok coğrafya silahlı mücadele halindeydi. Mustafa Kemal Paşa da bir Osmanlı subayı olarak Osmanlı Savaş Bakanlığı, Genelkurmayı nerede görev verdiyse oraya gidecektir. Dahası, gönüllü olarak bir gazeteci kimliğiyle Mustafa Şerif takma adıyla Trablusgarp’a giden ittihatçı subaylar arasında olduğunu biliyoruz. Ama Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan harbi, Birinci Dünya Savaşı’ndaki konumuna bakarsak herhalde bugünkü Türkiye’nin konumuyla, dünya düzeniyle, devletler sistemiyle pek de mukayese edilebilir değildir. ‘Mustafa Kemal Paşa, Libya’daydı, Şam’daydı’ diyerek, Enver Paşa, Kafkaslarda mücadele ediyordu’ diyerek, ‘Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa Bakü’nün kurtuluşunda ön saftaydı’ diyerek o günden bugüne bir örneklem çıkarmak, bugünün rol modelini tahayyül etmek pek de gerçekçi değil.”
‘Mustafa Kemal Atatürk’ün Arap coğrafyasına ilişkin yayılmacı bir tavrı yok’
Atatürk'ün emperyalizme boyun eğdirmesi sonrasında bölge ülkeleri nezdinde 'kurucu lider' olarak görülmesine karşın Arap coğrafyasına ilişkin yayılmacı bir tavrı olmadığını vurgulayan Doster’e göre Balkan Antantı'nın ve Sadabat Paktı’nın koşullarıyla, bugünün Türkiye’sinin Libya, Irak ve Suriye’ye ilişkin hamlelerinin mukayese edilebilir tarafı yok:
“Gazi Mustafa Kemal Paşa, ulusal Kurtuluş Savaşı’nın sonlarına doğru Arap coğrafyasından pek çok heyeti Ankara’da ağırlamaya başlar. Çünkü Türklerin zaferinin geldiği görülmüştür. Çünkü İngiliz emperyalizminin yenildiği görülmüştür. Hindistan’ın kurucu önderi bu konuda önemli bir laf eder. Gandi der ki, ‘Türkler İngilizleri yenene kadar ben tanrıyı İngiliz zannederdim’. O koşullarda pek çok Arap coğrafyasından Suriye ve Irak’tan heyetler gelip, Mustafa Kemal Paşa’ya şu öneride bulunurlar, ‘Sen Anadolu’da bu işi kotardın, gel bizim de başımıza geç, bu işi beraber yapalım’. Mustafa Kemal Paşa da ‘Herkes önce kendi gücüne, kendi milli iradesine, ulusal istencine, kapasitesine dayanarak kendi bağımsızlığı ilan etsin, ondan sonra oturup konfederasyonu konuşuruz’ demiştir. Arap coğrafyası Mustafa Kemal Paşa’nın çok iyi tanıdığı bir coğrafya. Böyle eşitlikçi, iç işlerine saygı duyan, mütekabiliyet ilkesini gözeten bir perspektiften bakıyor. Mustafa Kemal Paşa’nın oraya karşı yayılmacı, romantik tasavvuru yok. Dahası ilerleyen yıllarda Balkan ve Sadabat Paktı’nda olduğu gibi Türkiye’nin öncü olmasıyla, ön ayak olarak inisiyatif almasıyla ittifaklar geliştiriyor, ama bunlar da karşılıklı yarara dayalı, kimseye büyüklük taslamadığı ve sınırlarımızı koruma altına almayı önceleyen adımlar. O bağlamda Balkan Antantı'nın Sadabat Paktı’nın koşullarıyla, çerçevesiyle ve o günün dünya konjonktürüyle bugünün Türkiye’sinin Libya, Irak ve Suriye’ye ilişkin hamlelerinin mukayese edilebilir tarafı yok.”
‘Atatürk’ün dış politikasının ABD emperyalizminin alt taşeronu olmaya heves eden bir dış politikayla uzaktan yakından bir bağı yoktur'
Mustafa Kemal Atatürk’ün mazlum milletler coğrafyasında ulusal kurtuluş hareketlerine öncülük etmiş bir lider olduğunu anımsatan Doster, Afganistan'dan Hindistan ve Cezayir'e uzanan coğrafyada genç bağımsızlıkçı ve devrimci hareketlere emsal olduğunu belirtti.
Arap dünyasındaki Baas hareketinin Türk ittihatçı geleneği ile Kemalizmden esinlendiğini vurgulayan Doster, "ABD emperyalizminin alt taşeronu olmaya heves eden bir dış politikasının Atatürkçü dış politikayla uzaktan yakından bir bağının olmadığını görüyoruz" diye konuştu:
“Mustafa Kemal Atatürk, en muhaliflerinin bile hakkını teslim etmiştir. Özellikle gelişmekte olan ezilen dünyada Atatürk’ün kendi tabiriyle mazlum milletler coğrafyasında ulusal kurtuluş hareketlerine öncülük etmiş bir lider. İster Afganistan ile 1 Mart 1921’de Moskova’da imzalanan karşılıklı ittifak ve dostluk anlaşması, ister ilerleyen yıllarda Hindistan’ın Türkiye’ye duyduğu muhabbet, ister Fransa’ya karşı bağımsızlık kavgası veren Cezayir ulusal kurtuluş savaşçılarının Atatürk hayranlığı hangi coğrafyayı ele alırsak alalım; ister Ortadoğu ister Kafkasya ister Balkanlar istersek Latin Amerika’ya kadar uzanalım. Orada genç bağımsızlıkçı devrimci hareketlere jön Türk hareketi deriz, yani Latin Amerika siyaset bilimi literatüründe o kadrolara jön Türk denir. Mustafa Kemal Paşa tam bağımsızlıkçılığı ve anti emperyalist karakteriyle anılıyor. Lenin de Gandi de Mao da Mısır’da Cemal Abdünnasır da onu böyle görüyor. Nitekim Araplarda ilerici diriliş anlamına gelen Baas hareketi çok önemli ölçüde Türk ittihatçı geleneğinden, Türk Kemalist hareketinden esinlenmiştir. O yüzden eğer Mustafa Kemal hareketinin ulusal bağımsızlıkçı ve anti emperyalist karakterini bilirsek kalkıp ABD emperyalizminin alt taşeronu olmaya heves eden bir dış politikasının Atatürkçü dış politikayla uzaktan yakından bir bağının olmadığını görüyoruz. Mustafa Kemal Paşa tam bağımsızlık derken mevcut iktidar blokunun kayıtsız koşulsuz bir ABD hayranlığı, ABD’nin her koşulda Ortadoğu’da daha fazla inisiyatif almasını özleyen, ABD’yi Suriye’de daha fazla öne çıkmadığı için eleştiren, ABD ile Rusya arasında bir denge arayışında gidip gelen dış politika söz konusu. O yüzden Mustafa Kemal Paşa’nın anti emperyalizmiyle iktidar blokunun taşeronluğa heves eden, ABD nam ve hesabına Ortadoğu’ya müdahaleyi gündemine alan dış politikası arasında pek de benzerlik yok."
'Atatürk'ün laiklik, çağdaşlık, bilim, aydınlanma anlayışı iç politikasında olduğu gibi dış politikasında da baskındır'
Doster, Atatürk'ün laiklik, çağdaşlık, bilim, aydınlanma anlayışının iç politikada olduğu gibi dış politikasında da baskın olduğunu belirtti. “Atatürk’ün dış politikasında etnikçilik, mezhepçilik yoktur” vurgusu yaptı.
O dönemin koşullarında Atatürk'ün bu çizgisinden esinlenen Afganistan'ı örnek gösteren Doster, Atatürk'ün bu ülkeye genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ordusunu yahut askerlerini değil bilim insanları ve sivil kadrolarını yolladığını anımsattı:
"Bir kere Mustafa Kemal Paşa’nın laiklik anlayışı sadece iç siyasette akıl, bilim, aydınlanma, ulusal egemenlik, toplumsal barış, demokratik zemin anlamında değil bütün bunların yanında Mustafa Kemal Paşa’nın dış politikasında da baskındır. Atatürk’ün dış politikasında etnikçilik, mezhepçilik yoktur. Mevcut iktidar blokunun Irak ve Suriye’de güttüğü dış politikada mezhepçi motivasyonun bir hayli yüksek olduğunu biliyoruz. Atatürk’ün ise dış politikasında da aynen iç politikasında olduğu gibi bir laiklik ve çağdaşlık hassasiyeti vardır. Somut yakın ve canlı örnek Afganistan özelinden gidelim. Afganistan’ın o günün koşullarında bizim cephede tek bir nefere, kumandana dahi yakıcı şekilde ihtiyaç duyduğumuz koşullarda Mustafa Kemal Paşa danışman olarak asker, bilim insanı yollamıştır. Afganistan’da başkent Kabil’de ilk üniversitenin kurulmasında Türk bilim insanlarının, akademisyenlerin ciddi öncü rolleri olmuştur. Oranın hukuk, bayındırlık, eğitim, sağlık gereksinimlerinde Türkiye’den bürokratlar, teknokratlar, danışmanlar gitmiştir. Ama kendisi çok seçkin bir kumandan olan Mustafa Kemal Paşa oralara asla askeri müdahale etmeyi aklının ucundan bile geçirmemiştir. Kendisi bu kadar parlak bir komutan olduğu halde oralara ordu yollamayı, hükümetleri değiştirmeyi aklının ucundan bile geçirmemiştir. Sivil kadro yollamıştır ama asla iç işlerine müdahale için askeri birlik yollamamıştır. Bu da çok temel farklardan biridir.”