'ABD 20 yılda 2.2 trilyon harcadığı Afganistan'da hezimeti tattı, benzer durum Irak'ta yaşanıyor'
21:47 17.09.2021 (güncellendi: 13:16 25.10.2021)
'ABD 20 yılda 2.2 trilyon harcadığı Afganistan'da hezimeti tattı, benzer durum Irak'ta yaşanıyor'
Abone ol
Araştırmacı yazar Dursunoğlu'na göre Afganistan'da jeopolitik hedeflerle 2.2 trilyon harcayan ABD 'hezimete' uğradı, Irak'ta istediği yapıyı kuramayarak muharip güçlerini çekmek durumunda kaldı. Dursunoğlu, Irak ve Lübnan'da kontrolü dışındaki hükümetlere tahammülsüzlüğünü sergileyen ABD'nin kendi Sezar yasasını delen ülke haline geldiği görüşünde.
ABD yönetimi NATO ile birlikte Afganistan'dan çekilmesinin ardından Ortadoğu politikalarında izleyeceği siyaset merak konusu. Biden yönetimi muharip güçleri IŞİD'la mücadele için gönderdiği Irak sahasından çekmek üzere de kolları sıvadı ancak Bağdat'la askeri işbirliği devam edecek. ABD, Suriye konusunda henüz 'ser verip sır vermez' pozisyonda. Diğer yandan İran ile Trump'ın tek taraflı olarak ABD'yi çektiği nükleer anlaşmanın canlandırılmaya çalışıldığı Viyana süreci tıkanmış görünürken, Lübnan'daki ekonomik ve siyasi krizde Hizbullah kanalıyla Tahran'ın enerji desteğiyle öne çıkması dikkat çekti. Amerikan yönetimi Lübnan'a destek için Mısır ve Ürdün'ün seferber olmasıyla kendi Sezar yaptırımlarına rağmen Suriye'ye geçit vermek zorunda kaldı.
ABD'nin Afganistan sonrası görünümü ve Ortadoğu'daki temel başlıklardaki durumu Yakın Doğu Haber sitesinin kurucusu, araştırmacı yazar Alptekin Dursunoğlu ile konuştuk.
‘İran, Rusya ve Çin, çok güzel bir oyunla Amerika'yı batağa soktu ve hezimeti tattırdı'
Alptekin Dursunoğlu'na göre, 2001'de 'güvenliği' gerekçe gösteren ancak jeopolitik gerekçelerle 2.2 trilyon dolar harcayarak çekilen ABD'nin bıraktığı manzara 'hezimet'. Dursunoğlu, İran, Rusya ve Çin’in çok güzel bir oyunla Amerika’yı batağa soktuğunu ve bu hezimeti tattırdıkları değerlendirmesi yaptı:
“Amerika 2001 yılında güvenlik gerekçesiyle Afganistan’a girmişti. 11 Eylül saldırılarından dolayı dünya da Amerika’nın bu gerekçesine inanmış gözükmüştü. Amerika aslında Afganistan’a güvenlik gerekçesiyle girmedi, jeopolitik hevesleriyle girdi. Bunun ispatı nedir, Amerikan rejiminin kendi açıkladığı rakamlar. Hiçbir devlet bir ülkedeki güvenlik operasyonları için yirmi yıl kalmaz ve 2.2 trilyon dolar harcamaz. Bir ülkede yirmi yıl kalıyorsanız ve bu kadar para harcıyorsanız orada sizin uzun vadeli jeopolitik hevesleriniz var demektir. Amerika da bu heveslerden dolayı yirmi yıl kaldı ve bu kadar para harcadı. 31 Ağustos itibariyle kendisine sığınan, kendisinden gelecek bekleyen insanları uçaklardan düşürerek son derece alçaltıcı bir kaçışla Amerika’nın bölgeden çekildiğine dikkat edecek olursak, Amerika’nın Afganistan’ın yirmi yıllık pozisyonunun hezimet olduğunu görürüz. Yani Amerika yirmi yıl bunca harcamaya rağmen herhangi bir zafer de elde edemedi, o jeopolitik heveslerini de gerçekleştiremedi. İran, Rusya ve Çin’in çok güzel bir oyunla Amerika’yı orada batağa soktuğunu ve bu hezimeti ona tattırdıklarını söylemek mümkün.”
‘Afganistan'ın benzeri Irak'ta. ABD istediği hiçbir yapıyı kuramadı'
ABD açısından Irak'ta da Afganistan’daki durumun benzerinin tekrarlandığını düşünen Dursunoğlu, ABD'nin bu ülke için öngördüğü modelin tamamen çöktüğü ve hiçbir karşılığının olmadığının görüldüğünü söyledi. Dursunoğlu'na göre, 2005'ten 2011'e kadar istediği hükümeti kurduramayan ABD Irak'a ancak 2014'te IŞİD sayesinde geri dönebildi:
“Irak ve Lübnan ile ilgili gelişmelere geçebiliriz. Amerika açısından Afganistan’daki durumun benzeri tekrarlanıyor. 2001’de Afganistan’a askeri müdahalede bulunan Amerika, benzer gerekçelerle 2003’te de Irak’a müdahalede bulundu. Orada da yine aynı hevesle Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında Irak’ta bir model devlet kurup bütün bölgesel yapıyı yeniden düzenleme iddiasındaydı. Bununla ilgili olarak Sea Island’da düzenlenen G20 zirvesinde rol paylaşımı yapılmıştı. Ancak 2005’te siyasal süreçler Irak’ta başladığında Amerika’nın Irak için öngördüğü modelin tamamen çöktüğünü ve hiçbir karşılığının olmadığını Amerika da gördü. Nitekim o dönemlerde şer ekseni diye hedef gösterdiği İran’ı müzakere ortağı olarak kabul etmek zorunda kaldı ve dört tur İran ile müzakere yapmıştı. Irak’taki tüm siyasi süreçlerde 2005’ten 2011’e kadar Amerika’nın istediği hükümet kurulamadı. Tıpkı şimdi Afganistan’dan olduğu gibi Irak’tan da 2011 yılında tek bir üs dahi alamadan çekilmişti. İmdadına 2014’te yine kendi beslemeleri olan IŞİD dediğimiz olay yetişti. IŞİD’in Musul’u ve Tıkrit’i saatler içerisinde ele geçirmesi fırsatıyla Amerika, Irak’a bu kez kurtarıcı olarak dönmüş oldu. Hala Irak’ta 2014’ten beri Irak’ta yine koalisyon ortaklarıyla beraber askeri varlığını sürdürüyor.”
'ABD'nin Irak'tan çekilme kararında Haşdi güçleri etkili oldu'
Dursunoğlu'na göre bugün gelinen noktada ABD Irak'tan muharip güçlerini çekmek durumunda kalırken, bunda Süleymani/Ebu mühendis suikastı sonrasında Halk Seferberlik Güçleri'nin hedefi olması etkili:
“Amerika, Irak’taki muharip güçlerini çıkarma kararı almıştı. Bu kendiliğinden olan bir şey değil. Irak Silahlı Kuvvetleri’nin bir parçası olan Halk Seferberlik Güçleri Komutanı ve İran’ın Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı’nı Amerika bir suikastla öldürmüştü. Bunun üzerine geçen yıl Irak parlamentosu toplanarak Amerika’nın ülkeden çıkarılması yönünde bir karar aldı. Amerika bu karara direnmeye çalışırken bir taraftan da Halk Seferberlik Güçleri bileşenlerinin saldırılarına hedef oldu. Bunlar sadece roket saldırıları şeklinde olsaydı belki tahammül edilebilirdi. Ama sonraki aylarda buna insansız uçak saldırıları da eklenince Amerika, muharip güçlerini çekeceğini açıkladı. Bu aslında bir kelime oyunuydu; zira Amerika muharip askeri güçlerini önümüzdeki yılın ocak ayına kadar Irak’tan çekecek olsa da askeri danışman ve eğitmen rolüyle Irak’ta kalmaya devam edecek."
‘ABD hem Irak hem de Lübnan’da kontrolünde olmayan hükümetlere tahammülü olmadığını gösterdi’
Dursunoğlu, 2018'den itibaren siyasi süreçlerin Irak ve Lübnan'daki paralelliğine dikkat çekti. İki ülkede de seçimlerin gerçekleştiği 2018'de ABD'nin tümüyle kontrolünde bulunmayan yapıların öne çıktığını söyleyen Dursunoğlu, Washington'ın bu hükümetlere tahammülünün olmadığını gösterdiğini dile getirdi. Dursunoğlu Irak'ta Adil Abdülmehdi hükümetinin sokakların da hareketlendirilmesi eşliğinde istifa ettirildiğini, Lübnan'da ise Hariri'yle yaratılan boşluğu dolduran Hasan Diyab hükümetinin Beyrut patlaması sayesinde ekarte edilebildiğini vurguladı:
"Amerika’nın son dönemde Irak’ın iç işlerine yönelik müdahaleleri 2018’den itibaren başlamıştı. 2018’de hem Irak’ta hem Lübnan’da parlamento seçimleri yapıldı. Irak’ta seçimleri Sadr grubuyla Halk Seferberlik Güçleri’nin siyasi kanadı olan Fetih koalisyonu kazandı. Bunların ortak kurduğu hükümete de başbakan olarak Adil Abdulmehdi getirildi. Abdulmehdi, Amerika’ya alternatif ticari ortaklar aramaya yönelen bir başbakandı. Çin’le milyarlarca dolarlık ticaret anlaşmaları yaptı. Amerika’nın İran’a yönelik herhangi bir saldırısında Irak’ı kullandırtmayacağını çok açıkça söyledi. Irkçı İsrail rejiminin Halk Seferberlik Güçleri’ni hedef alan saldırıları oluyordu. Bununla ilgili araştırma komisyonu kurdurdu ve doğrudan İsrail rejiminin adını vererek saldırıları onların düzenlediğini söyledi. Bunlar Amerika açısından Adil Abdulmehdi’ye tahammül edemeyecekleri şartlar oluşturdu. ‘Amerikan jokerleri’ sokaklara döküldü. Adil Abdulmehdi hükümetine yönelik yolsuzlukları, hizmet yetersizliklerini bahane eden gösteriler yapıldı ve ardından başbakan istifaya zorlandı. Aynı oyun eş zamanlı olarak Lübnan’da da oynandı. Lübnan’da 2018 seçimlerini Hizbullah ve müttefiklerinin oluşturduğu 8 Mart koalisyonu kazanmıştı. Irak’ı ya da Lübnan’ı bilenler bilir ki bu ülkelerde seçimi kazandığınızda tek başına hükümeti siz kuramıyorsunuz. Sadece hükümet üzerinde belirleyici role sahip olabiliyorsunuz. Fakat Amerika buna bile tahammül edemedi. Amerikalılar, hem Lübnan hem de Irak’ta kendisinin doğrudan kontrolü olmayan bu hükümetleri düşürmeye çalıştı. Irak’takiyle eş zamanlı olarak Lübnan’da da yolsuzlukları, hizmet yetersizliklerini protesto eden gösteriler yapıldı ve devrim gibi iddialarda bulunuldu. Birtakım kiralık aktivistler ve gazetecilerin köpürtmesiyle gösterilerde çok büyük bir yapısal değişim olacağı yalanı söylendi. Elbette bunların hiçbirinin aslı yoktu; çünkü Lübnan’daki bu taifeci siyasi yapı Fransızların, Irak’taki ise Amerika’nın eseriydi. Dolayısıyla Amerika için önemli olan Irak ve Lübnan’ın yönetilemez hale getirilmesi ve Lübnan’da 8 Martçıların, Irak’ta da Halk Seferberlik Güçleri koalisyonunun belirleyici olmaktan düşürülmesiydi. Irak’ta Adil Abdulmehdi’yi başbakanlıktan düşürerek bunu yaptılar. Lübnan’da ise kendi adamları olan Hariri’yi istifaya ikna etmekte zaten zorlanmadılar. Ancak Hassan Diyab’ın başbakan seçilmesinden ve yeni bir hükümet kurulması sonra işleri yine ters gitmeye başlamışken bu kez de imdatlarına Beyrut’taki liman patlaması yetişti. Yeniden hükümet ortadan kalkınca bu sefer zaten onların yapmaya çalıştığı şey kendiliğinden oluşmaya başladı. Ülke hem hükümetsiz kalıp hem de ekonomik sorunlar dağ gibi büyümeye başlayınca şu an yaşadığımız durum meydana geldi. Ambulansların bile akaryakıtının olmadığı, saatler süren elektrik kesintileri ve çok korkunç bir ekonomik kriz içinde Lübnan adeta taş devrine dönmüş bir ülke görüntüsü vermeye başladı.”
‘ABD, şimdi kendi Sezar yasasını deliyor’
ABD’nin Sezar yaptırımlarının Suriye ile ilişki kurmaya çalışan ülkeleri cezalandırmak için çıkarıldığını anımsatan Dursunoğlu, Lübnan'da patlayan büyük enerji krizinin ardından İran'ın devreye girmesi yüzünden Washington'ın şimdi kendi yasasını delecek hale geldiğini söyledi. Suriye'nin Lübnan'a açılan 'nefes boruları' 'kaçakçılık' diye anılırken, Fırat'ın doğusunda Suriye halkının tahılı ve petrolünün çalındığını vurgulayan Dursunoğlu, tarihte başka bir süpergücün kendisini bu kadar 'aşağılık' bir duruma düşünmediğini söyledi:
“Amerika bilindiği gibi Suriye’ye yönelik Sezar yasasını uygulamaya koydu. Bu yasa aslında Suriye ile ilişki kurmaya çalışan ülkeleri cezalandırma yasasıydı. Bu yasanın hazırlanmasına ön ayak olan kişilerden biri Lübnanlı Nizar Zaka. 2020’nin Haziran ayında, ‘Lübnan’ın çıkarları, dar eksenlerin hizmetine girmesinde değil, Batı dünyasına açılmasındadır. Sezar yasası, Lübnan için özgürlüğe kavuşma fırsatı olacaktır’ dedi. Bu cümleler Sezar yasasının asıl hedefini ortaya koyuyor. Suriye’nin Lübnan’a da açılan ‘nefes borularını’ kaçakçılık diye adlandırılıyorlar, halbuki kendileri kaçakçılığın alasını yapıyorlar. Amerikan rejimi, Suriye’nin Fırat’ın doğusundaki petrol ve tahıl bölgelerini işgal etti ve Suriye’nin tahılını ve ulusal servetini kaçak yollarla Irak Kürdistan bölgesine götürüp satıyor. Bunu hem Suriye halkını aç bırakmak için yapıyor hem de desteklediği silahlı gruplara finans sağlıyor. Lübnan’la Suriye arasındaki sınırlı ticareti bile Hizbullah ve Suriye gelir elde ediyor diye engellemeye çalışıyor. Bu engelleme çalışmaları Lübnan ve Suriye halkına büyük acılar yaşattı. Ama şu anki noktada Amerika’ya Afganistan’dan çekilmesinden daha ağır ve daha alçaltıcı diplomatik bir yenilgi yaşattı. Şu an Amerikan rejimi İran’dan Lübnan’a petrol, akaryakıt intikalini engelleyemediği için buna alternatif yaratmaya çalışıyor. Mısır’dan gaz ve Ürdün’den de Lübnan’a elektrik temin etmeye çalışıyor. Amerika’nın Beyrut Büyükelçisi Dorothy Shea, Hizbullah Genel Sekreteri’nin ‘İran’dan akaryakıt alacağız. O gemilere gücünüz yeter de saldırı yaparsanız bunun cevabını veririz’ açıklamasından saatler sonra Lübnan’ın enerji krizine çözüm telaşına düştü. Öyle kötü bir duruma düştüler ki kendi uyguladıkları Sezar yasasını şimdi kendileri deliyorlar. Hani siz Suriye’yi yalıtacaktınız? Suriye yönetiminin gelişmesini önlemek için bu yasayı çıkarmıştınız? Suriye’de ekonomik anlamda ticaret ortaklık geliştirecek ülkeleri cezalandırmakla tehdit etmiştiniz? O dönemde sadece Mısır ya da bazı Körfez ülkeleri değil, Avrupa’dan İtalya, Bulgaristan ve Macaristan gibi ülkeler de Suriye ile iş yapmaya niyetleniyordu. Tam da böylesi bir dönemde Sezar yasasını çıkardınız ve Suriye ile iş yapmaya kalkışan ülkelere gözdağı verdiniz. Şimdiyse kendi yasanızı kendiniz deliyorsunuz. Tarihte başka bir süper güç kendini bu kadar aşağılık bir duruma düşürmüş müdür bilemiyorum. Amerika’nın en ufak bir başarı diye anlatılacak şeyi olduğunda anlata anlata bitiremezler, saatlerce yayın yaparlar, yüzlerce binlerce sayfa yazı yazarlar. Ancak Amerika’nın bu tür zillet duruma düşerek rezil olmasına ilişkin tek satır etmezler. Hatta bunlarıın konuşulmaması için de adeta sihirbazlık yaparlar.”
‘ABD’nin Körfez dışında yeni alternatifler araması bölgedeki geleneksel düzlemlerin kendisini tehdit altında görmesine sebep oldu’
ABD'nin artık Ortadoğu'nun hiçbir yerinde kendini eskisi kadar rahat hissedemediği görüşündeki Dursunoğlu'na göre, buna rağmen Suriye’de bir halk direnişi gerçekleşmezse ABD çekilmeyi gündeme almaz. Ancak ABD'nin özellikle 'Yüzyılın Anlaşması'yla kurduğu denklemin rahatsız ettiği Ürdün ve Mısır gibi ülkelere de işaret eden Dursunoğlu, Amerika’nın geleneksel müttefiklerinin bu yeni denklemde kendilerini tehdit altında görmeye başladıkları görüşünde:
“Amerika’nın artık bölgenin hiçbir yerinde eskisi kadar rahat kalabileceği bir ortamın olmadığı veya denklemin çok değiştiği söylenebilir. Ancak şöyle bir gerçeklik de var. Irak’ta Amerikan güçlerine bedel ödeten bir direniş var. Afganistan’da aynı şekilde vardı. Afganistan’da hisarların arkasına saklanmış, önüne de 88 milyar dolar harcayarak donattıkları Afgan ordusunu koymuşlardı. Ama yine de Taliban saldırıları kendilerini ciddi şekilde tedirgin ediyordu. Suriye’de bir halk direnişi yoksa, o insanlar rahatlıkla Suriye’nin petrolünü ve ulusal servetini ıslık çala çala yağmalayabiliyorsa Amerikan rejimi oradan çıkmayı şu an için gündemine almaz. Ancak burada bir halk direnişi gerçekleşirse durum değişebilir. Ayrıca Amerikan muharip güçleri Irak’tan çekildikten sonra Suriye’de daha ne kadar kalabilir bunu zaman gösterecek. Amerika’nın orada kalması kendisine bedel ödetecek şartlar yaratırsa Amerika’nın tıpkı Irak’ta olduğu gibi çekilmesi söz konusu olabilir. Öte yandan şöyle bir gerçeklik de var. Amerika’nın kendi kurduğu denklem bugün başka bir denklem ihtiyacını beraberinde getiriyor. Amerika, ırkçı İsrail rejimi için Kudüs’ü başkenti yapıp diğer bölgesel rejimleri, Körfez ülkelerini de ilişkileri normalleşmeye zorladıktan sonra özellikle de Yüzyılın Anlaşması bağlamında yeni bir denklem oluştu. Amerika’nın bazı geleneksel müttefikleri bu yeni denklemde kendilerini tehdit altında görmeye başladılar. Bunlardan biri Ürdün’dü. Amerika’nın Yüzyılın Anlaşması projesi Ürdün’ün varlığını ortadan kaldıran bir proje. Ürdün Kralı Abdullah, varlığı boyunca sürekli olarak İran’a direniş eksenine karşı olmuş birisi. Her zaman CIA’nin bir istasyon şefi gibi hareket eden biri. Mesela İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı seçilmesine tebrik mesajı gönderdi. Çünkü o mesajdan birkaç ay önce Ürdün’de bir darbe girişimi oldu. O darbe girişiminin arkasında Suudi Veliahdı Muhammed Bin Salman ile ırkçı İsrail rejiminin eski Başbakanı Netanyahu vardı. Kendisi beraberinde Mısır ile birlikte Irak’ta Suriye üzerinden petrol boru hattıyla ekonomik işbirliği projesine yöneldi. Bu yüzden de İran’a sıcak mesajlar gönderdi. Yani Amerika ve Körfez dışında kendisine yeni alternatifler aramaya başladı. Dolayısıyla bölgede Amerika’nın kurduğu yeni denklem, Ürdün ve Mısır gibi bölgedeki geleneksel müttefiklerinin kendisini tehdit altında görmesine sebep oluyor. Onlar da başka bir denklem arayışına giriyorlar. Bu da Amerika’nın yönetemeyeceği başka bir sorun olarak ortaya çıkıyor.”