'Beyrut patlamasının yıldönümünde Lübnan'da umutsuzluk ve öfke hakim, protestolardan da bıktılar'
21:59 05.08.2021 (güncellendi: 13:32 08.08.2021)
05082021-Eksen.mp3
Abone ol
Nalan Yazgan'a göre, Beyrut liman faciasının yıldönümünde Lübnan'da ümitsizlik ve öfke hakim. Patlamaya yol açan amonyum nitrat limana getirildiğinde başbakan olan Mikati'nin bugün yine başbakanlık görevini almasındaki ironiye atıf yapan Yazgan, ülkenin en zengin işadamlarından birisi olarak dış yardım bulması beklentilere dikkat çekti.
Lübnan’ın başkenti Beyrut Limanı’nda 4 Ağustos 2020 tarihinde meydana gelen patlamanın birinci yıldönümünde ülkede öfke ve umutsuzluk hakim. 200'den fazla kişinin canını alan, binlercesinin yaralandığı faciadan çok önce ekonomik kriz etkisiyle başlayan protesto dalgası faciayla birlikte Lübnan'ı yeniden hükümetsizliğe terk etti. Hasan Diab hükümetinin istifasının ardından bir yıldır ekonomik krize pandeminin eklendiği Lübnan'da hükümet kurulamıyor. Mezhep ayrımlarına dayalı sistemde Sünnilere düşen başbakanlık için Saad Hariri'yle yapılan deneme sonuç vermezken, Cumhurbaşkanı Michel Aun, kısa süre önce göreve ülkenin en zengin iş adamı Necip Mikati'ye vermiş durumda. Mikati'nin hükümeti facianın yıldönümünde kurmuş olma vaadi ise gerçekleşmedi.
Ortadoğu'da kamu otoritesi yokluğunun merkezi haline gelmiş Lübnan'daki gelişmeleri gazeteci-yazar Nalan Yazgan ile konuştuk.
‘Amonyum nitratın Beyrut Limanı’na geldiği zaman başbakan yine Mikati’ydi’
Nalan Yazgan'a göre, yıllarca büyük sorunlarla boğuşan Lübnanlılar için Beyrut liman patlaması bir milattı. 'Patlama ülkede bir şeyleri değiştiremezse hiçbir şey değiştiremez' fikrinin öne çıktığını belirten Yazgan, bir yıl boyunca yaşanan hükümet kurma denemelerinin başarısız olmasıyla Lübnanlıların yine umutsuzluğa kapıldıklarını vurguladı. Yazgan, Liman patlamasına yol açan amonyum nitratın yıllar öncesinde Beyrut limanına geldiği dönemde başbakan olan Necip Mikati'nin yeniden hükümet kurma görevini devralmasındaki ironiye dikkat çekti:
“Bu patlamayı Lübnanlılar için bir milat olarak kabul edebiliriz. Lübnan’da her zaman çok büyük sorunlar oldu. 15 yıllık bir iç savaş, 2006’da İsrail saldırısı oldu, araba bombaları, siyasi suikastlar, hükümetsizlik derken devamlı bir kargaşa içerisinde Lübnan. Ama bu patlama Lübnanlılar gözünde bile çok büyük boyuttaydı. Bu patlama eğer ülkede bazı şeyleri değiştirmezse, iyiye gidiş olmazsa, hiçbir şey bu düzeni değiştiremez diyorlardı. Aradan bir yıl geçti, hala değişen bir şey yok, aynı sorunlar devam ediyor. O zaman teknokratların oluşturduğu Hasan Diyab başbakanlığında bir hükümet vardı, patlamadan iki hafta sonra istifa etmişti. Bakanlar üst üste istifa edince zaten hükümet düşmüştü. Lübnan’ın Berlin
Büyükelçisi Mustafa Edib'e hükümet kurma görevini vermişlerdi, başarılı olamadı. Yine protestolar başladığında başbakan olan Saad Hariri’ye döndüler. Hariri de 9 aydan fazla uğraştı, hükümeti kuramadı. Geçen hafta Necib Mikati görevi devraldı. Mikati, Lübnan’ın en fakir şehri Trablusşam’dan. Ama ülkenin en zengin ikinci işadamı. İşin komik tarafı en zengini abisi Taha Mikati. Necib Mikati daha önce iki kez başbakanlık yapmış. Bu patlamaya yol açan amonyum nitratın Beyrut Limanı’na geldiği zaman başbakan oydu. Bunca süre güvenlik önlemi alınmadan şehrin kalbinde durduktan sonra ve patlamayla bunca hasar verdikten sonra hükümeti kurma görevinin yine ona verilmesine aslında Lübnanlılar biraz öfkeli. Ama işadamı olduğu için belki tavizler vererek hükümeti kurabilir diye düşünüyorlar. ABD'deki gibi Trump işadamı mantığıyla ülkeyi yönetirse ekonomi düzelir mantığıyla iyimser bakanlar da var, az da olsa."
‘Hariri’nin Mişel Avn ile arasındaki temel anlaşmazlık İçişleri Bakanlığı idi’
Yazgan, ülkede hükümet kurmayı zorlaştıran asıl meselenin Lübnanlı partiler arasında bakanlık pazarlıkları olduğunu vurguladı. Maruni Cumhurbaşkanı Aun'un özellikle 2022 seçimlerinin organizasyonunda önem taşıyan içişleri bakanlığının partisinde kalmasında ısrar ettiğini belirten Yazgan, Sünni lideri Saad Hariri'nin denemesinde de bu sorunun başarısızlıkta etkili olduğunu belirtti. Yazgan ayrıca Beyrut patlamasının sorumluluğu bakımından adalet bakanlığının da benzeri tartışmaların odağı olduğunu dile getirdi:
“Sünni Başbakan Hariri’nin Maruni Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile arasındaki temel anlaşmazlık İçişleri Bakanlığı. Çünkü Mayıs 2022’de seçimler olacak. Bu seçimleri organize edecek olan İçişleri Bakanlığı. Sünni Müslümanlar da İçişleri Bakanlığı’nı ve belediyeleri almak istiyorlar. Zaten 2014’ten bu yana İçişleri Bakanlığı, Sünnilerde. Çünkü en önemli bakanlık olan maliye de Şiilerde. En önemlisini Şiiler, en önemli ikincisini de Sünniler alıyor. Ama Mişel Avn vermek istemiyor. Kendi Özgür Yurtsever Partisi’ne ait birinin İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturmasını istiyor ki seçimleri organize ederken partisine bir faydası olsun. Bu da zaten şimdiden seçimlerin ne kadar adil olacağı konusunda soru işareti uyandırıyor. Ayrıca Avn’ın bir isteği daha var. O da Adalet Bakanlığı’nı elinde tutmak. Beyrut patlamasıyla ilgili uluslararası bir soruşturma çağrısı var. Bir sürü yolsuzluk dosyaları var. Geçen haftalarda ben Beyrut’tayken milletvekillerinin bu soruşturma kapsamında dokunulmazlıklarının düşürülmesi istendi, oylandı, kabul edilmedi ve bu konuda bir sürü protestolar oldu. O yüzden Avn kendini ve destekçilerini sağlama almak için Adalet Bakanlığı’nı elinde tutmak istiyor. Seçimler için de İçişleri Bakanlığı’nı istiyor. Dolayısıyla aynı sorunlar devam ediyor."
'Mikati uluslararası arenada destek alan birisi'
Yazgan, en son görevi alan Mikati'nin 4 Ağustos öncesi hükümet kurmaktan bahsetmesine rağmen başarısız olduğuna dikkat çekerken, varlıklı işadamının öne çıkma nedeninin de uluslararası arenada aldığı destek ve para akışını sağlama olasılığı olduğunu vurguladı:
"Mikati ilk seçildiğinde 4 Ağustos’tan önce hükümet kuracağız demişti, patlamanın yıldönümüne müjdeyle gireceğiz diye. Avn ile görüştüler, sonra olmadı. ‘Üzülerek söylüyorum ama biraz daha ertelenecek’ dedi. Eğer kurulamazsa onun da görevi iade edeceği söyleniyor. Ama Mikati’nin şöyle bir özelliği var. Uluslararası arenada destek alan birisi. Dolayısıyla bu da
uluslararası yardımın Lübnan’a gelmesi açısından önemli. Çok ihtiyaç olan bu para akışı Lübnan’a acil olarak lazım. Eğer hükümeti kurabilirse Lübnan için bu yönde olumlu bir faydası olabilir.”
'ABD Lübnan ordusuna destek oluyor, Hizbullah ve reform şartlarını koyuyor'
Lübnan'da Suudi Arabistan, ABD, Fransa ve İran'ın asıl aktörler olduğunu anımsatan Yazgan, Riyad ve Washington'ın destek sunmasına karşın Hizbullah şartı koymalarına atıfta bulundu. Yazgan Fransa'nın da 'reformlar yapılması' gerekçesine dikkat çekti:
“Lübnan’daki uluslararası aktörler, Suudi Arabistan, Amerika, Fransa, İran. Suudi Arabistan 2012’den bu yana Lübnan’a yardımı birden bıçak gibi kesti. Bu gerçekten Lübnan ekonomisini çok etkiledi. Buna da gerekçe olarak Hizbullah’ın hükümette olması ve daha fazla aktif olmasını gösterdi. Geçenlerde hem Fransa hem Amerika’dan Suudi Arabistan’a bir uyarı geldi, ‘Lübnan’ı yalnız bırakma, yardımlarına devam et’ diye. Ama pek oralı gözükmüyor Suudi Arabistan. Fransa yine bir yardım konferansı düzenledi. Geçen sene de Fransa öncülüğünde bir yardım konferansı düzenlenmişti, epey para toplanmıştı. İkinci bir konferans düzenlenecekti ama hükümetin kurulması ve belli reformların gerçekleşmesini ön şart olarak koydular. Bu gerçekleşmedi. Dolayısıyla Fransa ikinci konferansı iptal etmişti. 4 Ağustos'un yıldönümünde bir başkası düzenlendi, 33 ülke, 13 de uluslararası organizasyon katıldı. Toplam 370 milyon dolar toplandı. Bunun 100 milyon doları Amerika’dan gelecek ama 'reformların gerçekleştirilmesi' şartına bağlı. Bu para büyük ihtimalle Lübnan’a gelmeyecek. En azından yakın zamanda... ABD bir yandan Lübnan ordusuna yardımda bulunuyor. Yine büyük bir paket açıkladılar. 'Biz yardım etmezsek, yardım için başka yerlere bakılacak, bunu engellemeliyiz. Dost ve müttefiklik adına biz yardım etmeliyiz’ diyerek. Zaten Lübnan ordusunun büyük desteği Amerika’dan geliyor. Ordu, teçhizatını büyük oranda Amerika’dan karşılıyor.”
'Lübnan'da hiçbir zaman devlet ve kamu otoritesi yerleşmedi, eksikliğini bilmiyorlar'
Lübnan'da hiçbir zaman devlet ve kamu otoritesinin yerleşmediğini, insanların başlarının çaresine baktıkları bir yaşam biçimi geliştirdiğini belirten Yazgan, bunda Lübnan'daki mezhep ayrımlarına dayalı sistemin de etkili olduğunun altını çizdi. Yazgan'a göre, halk teknokrat hükümetin de protesto düzenlemenin de işe yaramadığını görmüş durumda ve olası yeni hükümetten uluslararası yardım sağlaması dışında fazla bir beklentileri yok:
“Aslında bu Lübnan’da hiçbir zaman devlet ve kamu otoritesi yerleşmediği için bunun eksikliğini bilmiyorlar. Gösteriler henüz yokken, patlama olmamışken 7 yıl önce taşındım Lübnan’a. İyi zamanlarıydı. Her gün minimum 3 saat elektrik kesintisi olurdu. Bu artık rutindi. İnsanlar jeneratör alarak çözüyordu. Jeneratör mafyası öyle bir köklüydü ki devletin çözüm bulmasını istemiyorlardı. Çok temel ihtiyaç. Suyu tedarik edemiyordu devlet. Her binanın kocaman deposu var, tankeri arıyorsun geliyor, depoyu dolduruyor. Apartman sakinleri aralarında bölüşüp ödüyorlar. Ona da taşıma su olarak bir çözüm bulmuşlar. Altyapı öyle. Zaten bir devlet, ülke kavramı olmadığı için insanlar böyle yaşamaya alışmışlar. Beyrut’un verdiği bir konfor, keyifli bir yaşam stili var. Dolayısıyla insanlar çok da sorun etmemişler. Ama şimdi öyle bir hale geldi ki günde 23 saat elektrik kesintisi oluyor. Buna jeneratör dayanmıyor, motoru yanıyor, yakıt bulmak zor zaten. 30 saat gelmediğini hatırlıyorum. O kadar etkiliyor ki günlük yaşamı. Zaten imkanı olan insanların çoğu Lübnan’ı terk etti. Kalanlar ya imkanı olmayanlar ya da idealist olanlar, ‘Sonuna kadar ülkemde kalacağım’ diyenler. Onların da sayısı da oldukça az. Devletin eksikliklerinden tolere ettikleri artık o hale geldi ki Lübnanlılar bile ‘Yeter artık, bu kadar da olmaz’ demeye başladılar. Oradaki mezhep taif sistemi, anayasada yazılı olmasa da devam eden bir sistem ve çok sıkı şekilde uygulanıyor. Dolayısıyla insanlar liyakat yerine mezheplere göre geliyorlar. Artık insanlar bu mezhepçi paylaşımdan bıkmış durumdalar. Daha liyakata bağlı bir hükümet kurulsun istiyorlar. Diyab hükümeti de teknokrat hükümetti ama işe yaramadı. İnsanlar çok umutsuz, yeni hükümetten çok bir şey beklenmiyor. Uluslararası yardım bekliyorlar. Bir devlet bilinci zaten yok. Altyapıya hiçbir zaman bir yatırım yapılmamış. Elektrik için yurtdışından aldıkları uluslararası yardımla Türkiye’nin 3 katı çok güzel bir ağ örebilirlerdi, ama yapmamışlar, kendi ceplerini doldurmuşlar. Artık insanlar isyan ediyor. Beyrut gibi bir şehirde 30 sat elektriğin gelmemesi kabul edilebilecek bir şey değil. Protestolar ilk başta coşkulu başlamıştı, 'devrim yapacağız, başaracağız, Lübnan'ı kurtaracağız' diyorlardı. Artık bunun da sonuç vermediği görüldü. Hükümetler istifa ediyor ama yeni kurulanın eskisinden farkı yok, belki daha kötü. O sırada 10 ay hükümetsiz geçiyor. İnsanlar protestolardan dolayısıyla bıkmış durumda.”
‘Hizbullah’ı provoke etmeye çalışıyorlar’
Nalan Yazgan, böylesi bir ortamda Lübnan'da Sünn-Şii çatışmasını körükleyecek olayların eksik olmadığına dikkat çekerken, Hizbullah'ın bu tür olaylarda soğukkanlı davranarak Lübnan ordusunun devreye sokulmasını tercih ettiğini aktardı:
“Bu esnada bazı Sünni-Şii çatışmasını körükleyecek bazı gelişmeler de yaşanıyor. Geçen hafta Beyrut’un güneyinde Kalde diye bir banliyöde geçen sene başlayan olaylar yeniden alevlendi. Sünni Arap bedevi bir aşiret var. O banliyöde yaşayanların çoğu bu aşirete bağlı. 1999'da 'baba Hariri' döneminde Lübnan vatandaşlığı alıyorlar ve Hariri’ye çok bağlılar. Aşure etkinliklerinden önce geçen sene pankart asmaya çalışan Şiilerle aralarında tartışma çıkıyor. Aşiretten 14 yaşındaki bir çocuk öldürülüyor. Aileden yaralananlar oluyor, biri daha ölüyor. Aradan bir sene geçti ve geçen hafta Lübnan’ın güneyinde bir düğünde, çocuğu öldürdüğü varsayılan Şii Lübnanlıyı öldürüyorlar. Ertesi gün cenazesine saldırıyorlar. Ama öyle itiş kakış değil, uzun namlulu tüfekler, roketatarlarla cenazeye saldırıyorlar. Büyük çatışmalar çıkıyor. Bunda Hizbullah mesela hep geri çekildi. Lübnan ordusunu devreye soktu. Çünkü olaylar gerçekten çok büyüyebilirdi. Ordu da en son ‘Sokakta elinde silah olan herkesi vuracağız’ dedi. Ancak öyle kontrolü sağlayabildi. Bu aşikar ki Hizbullah’ı provoke etmek ve Sünni–Şii çatışmasını körüklemek için yapılıyor. Sıradan bir bedevi aşiretin Hizbullah’a kafa tutması için arkasında güvendiği birileri olması gerekir. Bir yandan böyle şeyler de var. Ekonomik kriz, siyasi kriz, patlamanın hasarı, psikolojik olarak maddi hasarı. Lübnan parasının değer kaybının yanında bir yandan da böyle şeyler ortaya sürülüyor. İsrail ile de karşılıklı roketler atılıyor. Lübnan’da o kadar hızlı bir gündem var ki her gün yeni bir şey oluyor ama genelde hep kötü şeyler oluyor.”