Merdan Yanardağ: Güçlü Türkiye bu değil, ormanını söndüren Türkiye güçlüdür
02:58 02.08.2021 (güncellendi: 20:23 10.08.2021)
02082021-Eksen.mp3
Abone ol
Merdan Yanardağ'a göre, yangın felaketi iktidarın yönetme yeteneğini yitirdiğinin en açık işareti. Cumhuriyet kurumu THK'nın imha edildiğini söyleyen Yanardağ, 'güçlü Türkiye' söyleminin boş olduğunu vurguladı. Yanardağ Afgan akınının tartışılma biçimini de eleştirirken 'mülteci haklarını savunalım ama siyasi aptal durumuna düşmeyelim' dedi.
Doğu Akdeniz, iklim değişikliği olgusunun da etkisiyle aşırı sıcak ve kurak bir dönemden geçerken, İtalya ve Yunanistan'dan Lübnan'a uzanan coğrafya yangınlarla boğuşuyor. Özellikle Türkiye'nin dört bir yana yangın felaketinin etkisi altında. Ege ve Akdeniz bölgesinin ormanlık alanları adeta yangınlara teslim olurken, Erdoğan hükümetinin yangınlar karşısındaki tutumu kamuoyunda eleştirilere neden oluyor.
Cumhuriyet'in önemli kurumlarından Türk Hava Kurumu'na dair tartışmalar, uçak filosunun yetersizliği, yangın memleketinde kamusal sorumluluğun kiralama yöntemine başvurularak yönetilmesi, uluslararası yardım teklifleri karşısında hızlı hareket edilmemesi eleştirilere neden olurken, felaket bölgelerinden yansıyan manzaralar karşısında tepkiler sosyal medyadan dünyaya 'helpTurkey' başlığıyla yardım çağrılarına kadar vardı. Hükümet kanadından bu yardım çağrıları sert biçimde eleştirildi.
Yangın felaketi ise hemen öncesinde ABD/NATO'nun Afganistan'dan çekilme sürecinde Türkiye'ye yönelen Afgan akınını kaçınılmaz olarak gölgede bıraktı. Ancak özellikle ABD yönetiminin çekilme sürecinde gündeme taşıdığı Afgan sığınmacı programı ve Türkiye'yi 'geçici ikamet' adresi olarak göstermesi yeni tartışmaları körükleyecek türden.
Yangın felaketi ve Suriyelilerden sonra Türkiye gündemini belirleyen Afgan sığınmacı meselesini TELE1 Genel Yayın Yönetmeni ve Birgün Gazetesi yazarı Merdan Yanardağ ile konuştuk.
'Süreç doğru yönetilemedi'
Merdan Yanardağ, yangınların çıkış nedeni olarak Erdoğan iktidarının suçlanmasının yersiz olduğunu ancak kontrol altına alınamaması ve artarak devam etmesi konusunda tek sorumlunun iktidar olduğu görüşünde. Yangın söndürme uçaklarının hangara kapatıldığı, yurtdışından gelen yardımların doğru düzgün yönetilemediği, etkin sündürme eyleminin yapılamadığını belirten Yanardağ, kötü yönetilen bu sürecin, hükümetin Türkiye’yi idare etme yetisinin kalmadığının en açık belirtisi olduğu değerlendirmesinde bulundu:
“Süreç doğru yönetilemedi. Tam tersine bir de çatışmaları körükleyecek şekilde çok kötü bir biçimde kullanılmaya çalışıldı. AKP iktidarının Türkiye’yi yönetme yeteneğinin kalmadığının en açık işareti olarak değerlendiriyorum. Yangın söndürme uçaklarının hangara kapatıldığı, yurtdışından gelen yardımların doğru düzgün yönetilemediği, etkin söndürme eyleminin yapılamadığı bir dönem yaşandı. Bu yangınların nedeni konusunda tartışma hatta spekülasyonlar devam edebilir. Esas olarak şu önemli. Neden söndürülemedi, niye bu kadar uzun sürdü, niye Türkiye yanmaya devam ediyor? Buradaki sorumluluk iktidarın. Yangınların çıkması nedeniyle iktidarı suçlama haksızlık olur. Ama yangınların neden söndürülmediği, niye bu kadar uzadığı ve yayıldığı konusunda sorumlu iktidardır ve suçlanması son derece doğaldır."
'Türk Hava Kurumu gibi bir Cumhuriyet kurumunu imha etmek için onu bir anlamda kötürümleştirdiler'
Erdoğan yönetiminin bir Cumhuriyet kurumu olan Türk Hava Kurumu’nu (THK) ideolojik hırsları yüzünden etkisiz hale getirmek için elinden geleni yaptığını dile getiren Yanardağ, THK’nın gelir kaynaklarının bir bir kesildiğini, borçlara mahkum edilerek sonunda işin kayyuma kadar vardığını aktardı. 'Yangın söndürmenin bile özelleştirildiği vahşi bir kapitalist başka bir ülke göstermek mümkün değil' diyen Yanardağ, iktidar partisinin yurt dışından gelen yardımları ‘güçlü Türkiye’ illüzyonunun bozulmaması adına geri çevirdiğini söyledi:
"Türk Hava Kurumu, bir dernek statüsünde, sivil örgütlenmedir ve dünyada sivil havacılık kurumları içinde seçkin örneklerden biridir. THK, geçmişte sadece Türkiye’de değil Yunanistan, Ukrayna, İtalya ve bölgedeki diğer ülkelerde meydana gelen büyük yangınlarda ki bunların önemli bir bölümü orman yangınlarıdır, etkin ve başarılı söndürme faaliyetlerine katılmış uluslararası bir kurumdur. Böyle olmasına karşın dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir biçimde yangın söndürme işleri Türkiye’de özelleştirildi. Yangın söndürmenin bile özelleştirildiği vahşi bir kapitalist başka bir ülke göstermek mümkün değil. Şöyle mi olacak, bir yerde yangın çıkacak ve siz bunun maliyeti çok yüksek, bununla ilgilenemeyeceğim, buna başkası mı baksın diyeceksiniz? Kar amaçlı biçimde yangın söndürme işi yapılabilir mi? Yangın söndürme işleri özelleştirilince ihale açılıyor. THK, bu ihaleye de katılıyor. Fakat ihaledeki şartname THK’nın giremeyeceği bir şekilde düzenleniyor. Çünkü her bir uçak 4 ton 900 kilo su taşıma kapasitesine sahip. İhaleye girebilmek için 5 ton su kapasitesine sahip olması gerektiği ekleniyor. Birkaç koca su farkıyla, siz THK uçaklarını devre dışı bırakıyorsunuz. Sebebi şu. Bir Cumhuriyet kurumu, Mustafa Kemal’in kurduğu bir kurum. Sivil bir kurum, dernek statüsünde gibi. Kendi yönetimini kendi üyeleri seçiyor. AKP bu kurumu ele geçirmeye çalıştı, geçiremedi. Delegeler arasında çoğunluk sağlayamadı. Bunun üzerine gelir kaynaklarını kesti. THK’ya gelir sağlansın diye kurulan toplama yetkisi verilmişti. Bu yetki ortadan kaldırıldı ve tarikat vakıflarına kaydırıldı kurban derisi toplama hakkı, imtiyazı. Dolayısıyla kaynakları kurutuldu. Başka gelir kaynakları da vardı. Pilot eğitimi veriyordu. Türkiye’nin en seçkin pilotlarının yetiştiği bir kurumdu. Kurslar düzenliyordu. Buradan elde ettiği gelirler vardı, bunlar da kesilince THK borçlanmaya başladı. Bankalardan aldığı kredileri ödeyemez hale gelince kayyum atanarak THK’ya el konuldu. Ama ülkeniz yanıyor ama uçaklar hangarda tutuluyor. Bu uçakların hiçbirinin bakımı yapılmamış, bütün pilotların işine son verilmiş. Kayyum tarafından uçakların bakımları yapılmamış. Küçük bir yatırımla, 450 bin dolarlık yatırımla bütün uçakların bakımı yapılabilir ve yeniden uçuşa geçirilebilecekken, bunların hiçbiri yapılmıyor. Klasik uçak bunlar, gövde ömürleri limitsiz. Siz bozulan parçaları değiştirdiğiniz takdirde neredeyse sonsuza kadar kullanabileceğiniz klasik uçaklar bunlar. 1935’te kurulmuş bir kurum ve THK, 36’daki uçak fabrikasının da kurucuları arasındadır. Türkiye uçak sanayinin kurucu ortaklarındadır ve ilk uçakların üretilmesinde de katkısı vardır. Türkiye 1936’da 60’a yakın ihraç edilen uçak üretmiş bir ülkedir. THK kuruluşu 1935. Bir Cumhuriyet kurumunu imha etmek için onu bir anlamda kötürümleştirdiler, uçaklarını çürümeye terk ettiler. Dolayısıyla Türkiye’nin ormanlarını, yeşilini kendi ideolojik önyargılarına feda ettiler."
'Güçlü Türkiye bu değil, ormanını söndüren Türkiye güçlüdür'
Azerbaycan ordusundan bile askerlerin yangın söndürmek için geldiklerini belirten Yanardağ, içeride de sırf ‘AKP yaptı’ demek için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) jandarma dışında deniz ve hava birimlerinden herhangi bir destek istenmediğine dikkat çekti. Sırbistan, Arnavutluk ve Yunanistan’ın bile yardım ettiği bir Türkiye tablosunun iktidar 'prestij kaybı' görüldüğünü belirten Yanardağ, "Güçlü Türkiye bu değil, orman yangınını söndüren Türkiye güçlüdür. Kendi uçakları olan Türkiye güçlüdür" dedi.
"Azerbaycan ordusundan yangın söndürmek için askerler geldi fakat TSK’dan kimse ortada yok. Asker deyince kafalarındaki çağrışım cumhuriyet, Atatürk oluyor. TSK’nın jandarma dışında hiçbir biriminin yangın söndürme faaliyetine katılmadığını görüyoruz, çok az bir bölümü katılıyor. Bu da ciddi bir hata. Çünkü ciddi bir kadro kaynağıdır bu tip doğal felaketlerde. Önemli bir yardım potansiyelidir. Bu konuda eğitilmiş birimleri çok rahatlıkla kullanılabilir. Su ikmali konusunda Deniz Kuvvetleri’nin gemileri kullanılabilir. Hava Kuvvetleri katılabilir, çünkü onların da yangın söndürme uçakları var. Bunların hiçbirinin göreve çağrılmaması çok acayip bir şey. Ordu değil AKP söndürmeye çalışıyor derken bütün memleketi yaktılar. Türkiye’yi gerçekten bir süper güç yaptıklarına inanıyorlar. Böyle bir illüzyon var. Daha doğrusu böyle bir yalan söylediler topluma. Sırbistan, Arnavutluk ve Yunanistan’ın bile yardım ettiği bir Türkiye tablosu AKP iktidarı tarafından müthiş bir prestij kaybı diye yorumlanıyor. Çok saçma, kabul edilemez ilkel, aşiret kültürü bu. Doğal bir felaket yaşamışsınız, eğer bu sabotaj değilse ki ihtimali düşük görüyorum bu felakete insanlar uluslararası toplum etmeye çalışıyor ve siz bunu kabul etmiyorsunuz. Bu olacak bir iş değil. Bu tamamen İslamcı bir aşiret kültüründen kaynaklanan bir tablo. Güçlü bir ülkeyse söndür o zaman, yakma ormanları. Böyle bir kibir, palavra olabilir mi? Böyle büyük bir yalan ortaya atılmış, bu yalanın balonu patlamış. Sen hala bu balonun gölgesine saklanarak güçlü Türkiye diyorsun. Güçlü Türkiye bu değil, ormanını söndüren Türkiye güçlüdür. Kendi uçakları olan Türkiye güçlüdür."
'Provokatif söylentinin yayılmasına göz yumuluyor, Soylu sorumlu ve sağduyulu bir çıkış yaptı'
Yangınların arkasında PKK'nın bulunduğuna dair provokatif söylentinin yayılmasına göz yumulmasını da eleştiren Yanardağ, bazı yerlerde yolların kesilip linçlere girişilmesinin çok tehlikeli bir ortam yaratacağına dikkat çekti. Yanardağ böyle bir ortamda İçişleri Bakanı Soylu'nun yangınlarda sabotajı dışlayan açıklamalarının sorumlu ve sağduyulu bir çıkış olduğunu dile getirdi:
"Yirmi tane yangın söndürme uçağı var, bir günde söndürülebilecek yangınlar, 6 gündür Türkiye’nin kıyı şeridindeki ormanlarını neredeyse tüketti. Hükümet bu nedenle bir provokatif söylentinin yayılmasına göz yumuyor, bunu PKK’nın yaptığına dair. Kürtlerle Türkler arasında çatışmanın mayalanmasına yol açan çok tehlikeli bir rotaya sürüklenmiş durumdalar. Bölgede yollar kesiliyor. Kürtçe konuşan veya Doğu aksanıyla konuşan insanlar linç edilmeye çalışılıyor. Böyle bir atmosfer oluşturdular. Bunun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Marmaris’te arkadaşlarım bildirdi; bu işi HDP’nin CHP ile birlikte yangını hükümeti zor duruma düşürmek için çıkarttığına dair söylentiler yayılmaya başladı. Bunlar siyaset dışı, ahlak dışı bir tutum olarak görüyorum. Çok garip gelebilir ama insanların en az Sedat Peker kadar temkinli ve sağduyulu olması lazım. Süleyman Soylu’nun açıklaması da bu provokatif ortamının mayalandığı tehlikeye işaret etmesi bakımından önemli. Sorumlu ve sağduyulu bir çıkış olarak değerlendiriyorum.”
'Mülteci haklarını savunalım ama siyasi aptal durumuna düşmeyelim'
Diğer yandan Türkiye'de düzensiz göç meselesinin ya ırkçı yahut da melodramatik tepkilerle tartışıldığını söyleyen Yanardağ, Türkiye'ye yönelen sığınmacı akınlarının Erdoğan yönetiminin izlediği politikaların sonucu olduğunu vurguladı. İktidarın siyasal İslamcı ideolojisi ve Afganistan'dan gelenler arasındaki cihatcı militan potansiyeline dikkat çeken Yanardağ, "Mültecilerin hakkını savunalım, insanca yaşayacağı koşulların oluşmasını gerçekleştirmek için mücadele edelim, vahşi emek sömürüsüne izin vermeyelim, entegrasyon politikaları ve projelerinin geliştirilmesine katkıda bulunalım. Ama bu gerçeği de görelim. Siyasi aptal durumuna düşmeyelim" uyarısında bulundu:
“Bu işin birkaç boyutu var. Ben bir müdahale gereği duydum. İnsan hakları savunucuları özellikle Türkiye’deki sosyal demokrasiden sola kadar geniş bir yelpaze. İnsan hakları savunucuları, Türkiye demokratları, ilerici nüfus potansiyelinin bu konuya bakışta kendi içinde bir tutarsızlık yaşadığını gördüm. Daha çok entelektüeller kayıtsız şartsız sorunun temeline inmeden, nedenlerini araştırmadan hükümetin izlediği bölgesel siyasetlerle ilişkilerini kurmadan mültecilere karşı bir tutum belirlemeye çalışıyorlar. Ne olursa olsun mültecileri desteklemek lazım. Bu mültecilerin girişini bir şekilde eleştiren herkes ırkçı hatta faşizan bir tutuma sahiptir gibi romantik diyebileceğimiz bir yaklaşımla melodramatik açıklamalar yaptılar. Yani dünyanın zenginliklerinin kuzeyinde Atlantik havzasında toplandığı ve bu zenginliklerin kaynağının da dünyanın yoksul ülkelerinin güneyin sömürülmesinden ve giderek bir enkaz haline getirilmesinden kaynaklandığı, oradan bu kaynakların aktarıldığı konusunda aramızda bir ihtilaf yok, bu doğru. Dolayısıyla insanlar kendi zenginliklerini çalan ülkelere doğru akıyorlar. En azından oradan pay edilmeye çalışılıyor. Kendilerinden çalınanları istiyorlar. Dolayısıyla genel olarak bir mültecilik sorunu var. Burada tutumum çok belli. Akdeniz’in bir göçmen mezarlığına döndüğü bir yerde dünyanın yoksullarının, dışlanmış olanlarının bu kadar ağır bir baskıyla insanlık dışı bir tecritle karşı karşıya kalmasına kategorik olarak karşı çıkmak ve onların hak hukukunu savunmak lazım. Dünyada sınırların kalktığı, kocaman bir köy haline geldiğinin söylendiği bir dönemde batı kendi sınır duvarlarını yükselttiği gibi, geçilemez dikenli tellerle örmeye başladı. Bir yandan entegrasyon var. Bir yandan büyük kentlerde varoşlara yakın zenginlerin sitelerine benziyor. Yüksek bahçe duvarları, kapılarında korumalar. Oraya girmek için kimliğinizi kanıtlamak zorundasınız. Ancak satıcı veya misafirseniz, oraya girebiliyorsunuz. Buna benzer bir tablo var. Ama diğer taraftan Türkiye’de AKP iktidarının izlediği politikalar nedeniyle bölgede bir istikrarsızlık kaynağı, Suriye’deki savaşın temel nedenlerinden biri. Afganistan’a girmiş NATO görev gücünde konumlanmış bir ülke. Özellikle Suriye’nin yıkıma uğratılmasının temel sebeplerinden biri AKP iktidarı. AKP’nin Türkiye’de İslamcı bir rejim kurmak için her şeyi yaptığını biliyoruz. Afganistan’dan gelen mülteciler ve Suriye’den gelenlere baktığımızda bunların gerçekten bir kısmının savaş mağduru, yoksul, büyük bir acının içinden süzülerek geldikleri açık. Ama bir bölümünün bu ülkede yenilgiye uğramış cihatçı militanların oluşturduğu topluluklar olduğu konusunda hiçbir kuşku yok. Afganistan’dan gelenlerin büyük bir bölümünün yine siyasal İslamcı cihatçılardan oluştuğu son derece açık. İki ayrı durum var. Biri, gelenlere ilişkin AKP iktidarının izlediği bir merkezi siyaset, entegrasyon programı yok. Barınma, beslenme ve eğitimleri konusunda geliştirilmiş hiçbir proje yok. Bu topluma entegrasyonu, dil öğrenmelerinin sağlanması gibi birçok konuda meslek edindirilmesi ve tüketici olmaktan çıkartılıp üretime kazandırılması için uygulanmış bir proje yok. Tam tersine bunlar ucuz iş gücü olarak informal, kural dışı, sigortasız, asgari ücretin çok altında ücretlerle çalıştırılıyor. Onların zavallılıklarından, ihtiyaçlarının sömürülmesinden kaynaklanan çok ağır bir sömürü var ortada. Diğer yandan buraya geldiklerinde bir yeraltı ekonomisi oluşturuyorlar, çeteler kuruluyor. Bu giderek bir suç kaynağı haline geliyor. Bunların kız çocukları fuhuş çetelerinin eline düşüyor. Çocuk istismarı yaygınlaşıyor, ortada bir felaket var nereden baksanız. Diğer yandan ucuz iş gücü Türkiye’de bir yabancı düşmanlığının gelişmesine neden oluyor. Ucuz iş gücü Türkiye’de zaten gelir adaletsizliğinin büyüdüğü, yoksulluk sınırının altında yirmi milyon insanın yaşadığı düşünülürse, bu insanlar kendi işine ve aşına ortak olmaya gelmiş kişiler olarak görülüyor ve onlara karşı bir düşmanlık mayalanıyor. Diğer taraftan AKP iktidarının bir iç karışıklık halinde bu geniş mülteci topluluğu içinde erimiş olan cihatçı savaşçıları kullanma olasılığının giderek büyük güç kazandığı onlara yönelik ideolojik bir eğitimin verildiği görülüyor. O nedenle mültecilerin hakkını savunalım, insanca yaşayacağı koşulların oluşmasını gerçekleştirmek için mücadele edelim, vahşi emek sömürüsüne izin vermeyelim, entegrasyon politikaları ve projelerinin geliştirilmesine katkıda bulunalım. Ama bu gerçeği de görelim. Siyasi aptal durumuna düşmeyelim.”
'Düzensiz göçün artması hangi sonuçları yaratabilir?'
Düzensiz göçün böyle tartışılmaya devam etmesi halinde yabancı düşmanlığının gelişeceği, kendi içinde cemaatleşmiş hatta emek mücadelesine tehdit oluşturan bir kitle oluşacağını söyleyen Yanardağ, sorunu etraflıca değerlendirmenin önemine atıfta bulundu:
“İki şey önemli. Bir, toplumda kendiliğinden gelişen yabancı düşmanlığı, toplumun bir kesiminin ırkçı partilerin doğal kitle tabanı haline getirecek ve iş daha da içinden çıkılmaz hale gelecek. İkincisi, mülteci emeği nedeniyle işini kaybeden insanların yerine gelenler daha demokratik daha çalışma yaşamında iş ve çalışma hukukuna dayalı bir topluluk oluşturmayacaklar. Kendi içinde cemaatleşmiş, sendikalarda örgütlenmeyen genel olarak işçi mücadelesi içinde yer almayan hatta o mücadeleye karşı bir tehdit oluşturan bir potansiyele dönüşecekler. Bütün bunları düşünerek Türkiye’deki mülteciler sorununa bakmak lazım. Romantik, hiçbir bağlama oturmayan, AKP iktidarının neden birdenbire mülteci hakları savunucusu kesildiğine bile dikkat etmeyen, onu bile sorgulamayan bir yaklaşımın ahmakça olduğunu anlatmaya çalıştım."
'Türkiye’nin ilerici demokratik güçlerine karşı kıyıcı bir güç olarak da kullanılabilecek bir kitle'
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, sığınmacıları 'stratejik değer' kabul etmekten söz ederken, Yanardağ bu açıklamanın arkasında gerici ve faşizan potansiyellin kullanım değeri bulunduğu görüşünde. Yanardağ bu kitlenin bir kısmının Türkiye'de ilerici demokratik güçlere karşı kullanılma riskine de atıfta bulundu:
"Numan Kurtulmuş’un açıklaması şu anlama geliyor. Afganistan ile Türkiye arasında neredeyse 500 yıllık bir çağ farkı olduğunu düşünüyorum. Bunlar feodal bir kültürün taşıyıcıları. Din dışında bir ideolojiyle tanışmış değiller. Afganistan diye bir ulus yok zaten orada, aşiretler ve kabileler var. Dolayısıyla bu nüfus Türkiye’de gerici ve faşizan iktidarlar tarafından her zaman kullanılabilecek bir potansiyele sahip. Hem Kurtulmuş hem Özhaseki, sanayinin bunların sırtında döndüğünüm söyleyerek zaten bir itirafta bulunuyorlar. Ne sendika ne sosyal güvence istiyorlar, asgari ücretin altında çalışıyorlar, buna bakılıyor. Diğer yandan herhangi bir iç kaos durumunda Türkiye’nin ilerici demokratik güçlerine karşı kullanacak gerici faşizan ve kıyıcı bir güç olarak da bir kullanılabilecek kitle olarak bakılıyor. Bir savaş deneyiminden geçmişler, son derece kıyıcılar, ilkel ve vahşi ortamın ürünüler. Böyle bakıldığında sorunun hiç de basit olmadığı daha geniş kapsamlı şekilde ele alınması gerektiği ortaya çıkacak.
'Yapılması gereken Türk askerinin Suriye'den çıkmasını sağlamak ve Afganistan'a gitmesini önlemek'
Yanardağ'a göre Suriye'de barış ve istikrarın sağlanması, Türk askerlerinin Suriye'den çıkması, Afganistan'a gitmesinin de önlenmesi talebini öne çıkarmadan mülteci sorunu ele alınamaz. Yanardağ, öncelikle Suriyelilerin de ülkelerine dönebilecekleri, ülkelerinin onarımına katılabilecekleri koşulların yaratılması gerektiğinin altını çizdi:
"Suriye'de barış ve istikrarın sağlanması, yabancı güçlerin çekilmesi talebi öne çıkarılmadan mülteci sorunu ele alınmaz. Öncelikle yapılması gereken şu. AKP iktidarının Suriye ve Afganistan politikalarını eleştirmek, karşı çıkmak ve Türk askerlerinin öncelikle Suriye’den çıkmasını sağlamak ve Afganistan’a gitmesini önlemek lazım. Afganistan için uluslararası demokratik dayanışma cephesi örülmelidir. Taliban’ın yeniden iktidar olması mutlak bir biçimde engellenmelidir. İlkel, vahşi bir kabile kültürüyle gelen selefi vahabi bir anlayışın egemen olduğu bir ülke haline gelecek ve o ülkeyi kan gölüne çevirecek. Bunun önlenmesi lazım. Diğer taraftan Türkiye’nin Suriye’den çekilmesi gerekiyor. Bütün batılı güçlerin, işgalcilerin ve bütün küresel cihatçıların orada ağır suçlar işlemiş ruh hastası katillerden oluşan o güruhun tasfiye edilmesi ve Suriye’de barışın sağlanması lazım. Eğer Suriye’de barış ve istikrar sağlanırsa, uluslararası bir dayanışmayla Suriye’nin onarımı gerçekleştirilirse, bu onarıma savaş gerekçesiyle ülkeyi terk etmiş Suriyeliler de katılmalıdır. 400 bine yakın insanın bayramlaşmak için ülkelerine geri gittiği bir mültecilik ilişkisi olabilir mi? burada bir sorun olduğu son derece açık. Dolayısıyla Suriye barış içinde insanların gönüllü bir biçimde zorlamadan, ülkelerine dönecekleri koşulları yaratarak ve Birleşmiş Milletler’den destek alarak ortak bir uluslararası program çerçevesinde en azından büyük bir bölümünün ülkelerine dönmesi gerekiyor. Bunun için de onların kendi ülkelerini terk etmesine yol açan şartların kaldırılması gerekiyor.”