ABD, ‘Çin’i çevreleme’ stratejisinde başarılı olabilir mi?
11:42 12.07.2021 (güncellendi: 20:19 10.08.2021)
12.07.2021 TURAN SALCI KITALARARASI
Abone ol
1 Temmuz 1921’de kurulan Çin Komünist Partisi’nin 100. yılı aynı zamanda dünyada Doğu-Batı eksenli güç mücadelesinin en yoğunlaştığı dönemlerden birine denk geldi. Gedik Üniversitesi ASEAN Araştırmaları Merkezi Müdürü Sibel Karabel, ABD’nin Çin’e karşı çevreleme stratejileri geliştirdiğini belirtiyor.
1949’daki Mao Zedong önderliğindeki devrimden beri, 72 yıldır ülkeyi yöneten Çin Komünist Partisi’nin Merkezi Komite Genel Sekreteri ve Çin Cumhurbaşkanı Şi Cinping’in, 100. yıl kutlamalarında verdiği mesajlar da hem ülkesi hem de Batı ile mücadelesi açısından önem taşıyordu.
Cinping’in, konuşmasında, 2021 yılının başında tüm Çin halkının mutlak yoksulluktan kurtarıldığını belirtmesi aslında Çin’in bugün dünyada ulaştığı ekonomik gücün de bir boyutunu oluşturuyor. Cinping’in, Çin ile uğraşmaya kalkanların kafalarını demir duvara çarpacağını söylemesi de ABD’yi hedef alan ve günümüz mücadelesini yansıtan bir ifadeydi.
Çin’i birincil tehdit sırasına koyan ABD, içinde bulunduğu ittifaklara yönelik yaklaşımını da Başkan Joe Biden ile birlikte yeniden gözden geçiriyor. Çin’in Avrupa ile olan ticari ilişkilerini gözden kaçırmayan Biden, G-7 ve NATO zirvelerinde de Amerika’nın geri döndüğüne dair mesajları ile yeniden ittifakı canlandırma niyetini ön plana koydu. Ancak Biden, Avrupa seferinden net ve tutarlı bir sonuçla geri dönemedi.
‘Yükselen Çin gerçeği var’
Çin’in yükselişi ile değişen küresel güç mimarisini yeniden tek kutuplu hale getirmek için ortaya konulan ABD’nin bu mücadelesinde, Kuzey Atlantik ittifakı olan NATO’ya da işlevsellik kazandırmak isteniyor.
Daha önce yapılan zirvelerde Çin’i ‘stratejik bir zorluk’ olarak tanımlayan NATO’nun son zirvede Çin’i küresel bir güvenlik sorunu olarak resmetmesi tehdit algısının Asya’ya doğru kaymaya başladığını gösteriyor.
Gedik Üniversitesi ASEAN Araştırmaları Merkezi Müdürü Sibel Karabel, RS FM için yaptığı değerlendirmede, yakın zamanda Çin’in gelişimini şöyle anlattı:
“1978’lerde başlayan ekonomik reformlar ve dışa açılımla birlikte, Çin, küresel sistemde artan ekonomik gücü ve bununla birlikte uluslararası sistemde artan etki alanı, Batı ekseninden bakıldığında tehdit algısına sebebiyet veriyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Washington konsensüsü olarak adlandırılan uluslararası sisteme, bir Beijing (Pekin) konsensüsü alternatifi oluştu. 1978’de Çin’in küresel gayrisafi hasılada payı yüzde 1 kadardı, şu an 2020 verileri ile değerlendirdiğimizde 2.5 trilyon dolarlık ihracat ve 2.2 trilyon dolarlık ithalat yapan bir dev ekonomi haline geldi. Çin halkı üzerinde ÇKP’nin meşruiyeti ekonomik başarı ile birlikte giderek artıyor. Dolayısıyla bir yükselen Çin gerçeği var.”
‘ABD, Çin’i bütünüyle sistemik bir tehdit olarak görüyor’
ABD’nin Avrupa üzerindeki baskısına rağmen net bir sonuç alamamasını da değerlendiren Karabel, şunları söyledi:
“ABD, Çin’e karşı Avrupa ile bir strateji geliştiriyor. Rusya ile birlikte de bunu yapmaya çalışıyor. Rusya ile Çin’i çevreleme gayreti son dönemde çok dile getiriliyor. Ama bu Rusya’nın buna olumlu cevap verdiğini söylemek anlamına gelmiyor. Yükselen Çin’e karşı özellikle 90’lı yıllarda Batı kanadında şöyle bir inanç var: Çin, uluslararası sisteme angaje olacak. Washington konsensüse tabii olacak, bir şekilde siyasi sistemini de değiştirecek. Böylece Çin, ‘Batı’nın dizinin dibinde’ uluslararası sisteme dahil olmuş olacaktı. Ama görüldü ki işler böyle olmadı. Çin ne politik sistemini değiştirdi, ne ideolojisini değiştirdi. İdeolojinin ekonomideki ağırlığı geri planda kaldı ama devlet yönetimi ve uluslararası ilişkilerde aynı ağırlığını korumayı devam ettirdi. Çin, artan devasa ekonomik gücünü askeri modernizasyona ve askeri gelişimine de harcamaya başladı. Kuşak ve Yol Projesi, yatırım bankaları, BRICS gibi düzene alternatif üretmeye başladı. Tabii bu özellikle ABD için ciddi bir tehdit algısı oluşturdu. Avrupa Birliği’nin (AB) kurumsal olarak Çin’e karşı yekpare bir stratejisi yok. Çünkü üye ülkelerin her birinin Çin ile menfaati çok farklı. AB, 2019 belgesinde Çin’i kategorize ediyor. Kısaca şöyle diyorlar; Çin’i uluslararası düzene bir tehdit olarak görüyoruz ama Çin’le iklim değişikliği ile mücadele, nükleersizleştirme gibi ortak işbirliği alanlarında açık kapı bırakıyoruz. Ticaret ve ekonomide de partner olarak görüyoruz anlayışı var. ABD ise Çin’i bütünüyle sistemik bir tehdit olarak görüyor.”
‘Çin ile Rusya’nın çok test edilmiş bir ilişkisi var’
NATO zirvesinin ardından yayınlanan 79 maddelik bildiride, Çin’in askerî anlamdaki gelişimine de dikkat çekiliyor. NATO’nun zirve bildirisinde, Çin, sistemik bir meydan okuma olarak kendisine yer buldu.
Bildiride yine bir başka önemli konu olan Çin-Rusya ortaklığına değiniliyor. Özellikle Çin ve Rusya’nın askerî iş birliği büyük bir endişe kaynağı olarak ifade ediliyor. Karabel’in bu konudaki değerlendirmeleri ise şöyle oldu:
“Çin ve Rusya’nın ilişkilerine tarihsel olarak baktığımızda; 1960’larda bakış açılarındaki farklılıklardan kaynaklanan bozulan bir ilişki vardı. Ama 90’lardan itibaren özellikle savunma sanayisindeki alışverişten dolayı bir gelişim var. Sonra ileri düzeydeki savunma sistemlerinde Rusya’nın Çin ile olan ilişkisi var. Tabii ki çok çok önemli olan enerji konusunda hem işbirliği hem anlaşmalar var. Teknolojik alanda da çok ciddi işbirlikleri var. NATO’nun bildirgesinde Çin’in Rusya ile olan ilişkisine de bir atıf var. Rusya ile askeri ilişkisi yeni değil ancak burada gözlemlenen askeri tatbikatlar. Çünkü bu tatbikatlar sadece teknik olarak bir şeyleri test etmek için değil jeopolitik anlamda da bir sembolü ifade eder. Dolayısıyla 2012’den sonra Asya’da özellikle donanma ile yapılan tatbikatlar var. Bunun en belirgin olanı 2016 yılında Güney Çin Denizi’nde Rusya ile Çin’in yaptığı askeri tatbikattır. Çünkü çok sembolik anlamı var. NATO zirvesinden önce Biden’ın, Kuzey Akım-2 ile ilgili yaptırımları askıya alması dikkatimi çeken bir unsur oldu. Bu hem ABD’de hem de Avrupa’da çok fazla yankı buldu. Çünkü Putin ile görüşmeye gitmeden önce bu adım atıldı. Öte yandan Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliğini eskisi kadar savunuculuğunun yapılmadığı da görülüyor. Biden’ın Çin’i hem Avrupa hem de olabildiğince Rusya ile çevreleme stratejisi var ancak Rusya’nın bunu olduğu gibi kabul edeceğini düşünüyorum. Çünkü Çin ile olan çok test edilmiş bir ilişkisi var. İkisi de birbirinin etki alanlarına saygı duyuyor.”