İskender Pala, 2011 yılında yayımlanan 'İki Dirhem Bir Çekirdek' isimli eserinde diş bilemeyi şöyle anlatıyor:
“Rivayete göre, sabah vakti Müslüman orduların karargâhını uzaktan keşfe çıkan bir Haçlı müfrezesi, onların sabah alacasında dereye indiklerini, ellerindeki ağaç parçalarını dişlerine aşağı yukarı sürdüklerini, sonra su ile ellerini, yüzlerini, ayaklarını yıkayıp gittiklerini görüp bunun ne olduğunu anlayamayınca bir nevi harbe hazırlık seremonisi yaptıklarına kendilerini inandırırlar. Gelip ordu içinde bunu dillendirdiklerinde, ortalık birbirine girer ve şu yolda cümleler yüksek sesle söylenmeye başlar: Müslümanlar, yine bilmediğimiz bir harp hilesi yapıyorlar anlaşılan. Hem bu sefer dişlerini de bileyerek bizi parçalamak niyetindeler. Başınızı kurtarın!”
İlk hitabet kitabı olarak adlandırılan Güzel ve Tesirli Konuşma'yı yazan ve iş insanları için açılan ilk hitabet kursunu yöneten Nejat Muallimoğlu ise 1999 yılında yayımlanan 'Türkçe Bilen Aranıyor' isimli eserinde deyimin kaynağını İskender Pala’dan biraz daha geriye ve Orta Asya’ya kadar götürüyor. Gelin deyimin kaynağını bir de Nejat Muallimoğlu’ndan dinleyelim:
“Tarihte, Türklerle Çinliler arasında bitmek bilmeyen savaşlar yaşanmıştır. Bu savaşlar genellikle gündüzleri yapılır, geceleri de her iki tarafın askerleri çadırlarına çekilip dinlenirlermiş. Sabahın erken saatlerinde kalkan askerler, dereye gidip ellerini yüzlerini yıkar, giysilerini giyer, savaş durumunu alırlarmış. İşte böyle savaşlardan birinde, derenin bir tarafında Türk askerleri dişlerini fırçalarken, derenin öbür tarafında da Çin askerleri yüzlerini yıkıyorlarmış. Ama lifli ağaç dallarından yapılmış bir diş fırçasını daha önce hiç görmemiş olan Çinliler, Türk askerlerinin ellerinde fırçalarla kendilerine bakarak dişlerini fırçaladıklarını görünce, koşarak komutanlarına, ‘Bütün Türkler dere kenarına oturmuş, dişlerini bileyliyorlar. Herhalde bizleri yemeyi düşünüyorlar, efendimiz!’ deyince paniğe kapılan ordu, savaş alanını terk etmiş.”