Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut, Türkiye’nin 17 günlük ‘tam kapanma’ sürecinin pandemiyle mücadele konusundaki etkinliğini, aşılama tedarik ve kullanım sürecini ve yerli aşı çalışmalarındaki son durumu RS FM’de Ali Çağatay’la Seyir Hali programında değerlendirdi.
‘Türkiye haritası tam kapanmadan yeteri kadar verim alınmadığını gösteriyor’
Prof. Dr. Bulut, işçilerin yoğunlukta yaşadığı illerde, Türkiye’deki ortalama görülen hastalık olgusu verilerinden daha fazla olduğuna dikkat çekti:
“Türkiye haritasını önümüze koyduğumuzda, Zonguldak’tan başlayan Kocaeli, İstanbul, Tekirdağ hattında, işçilerin yoğun olduğu bölgede, 100 bin üzerinde 300 hastalık olgu sayısını görüyoruz. Bu da bize işçi sınıfının ihmal edildiğini gösteriyor, çalışmaya mecbur ediliyorlar. Bu sebeple Kovid-19 riskiyle karşı karşıyalar. Türkiye 100 binde 100-200 bandında seyrederken, bu bölgedeki illerimiz 100 binde 300. Hatta İstanbul rekorda, 100 binde 360 dolaylarında. Bu da kapanmada yeterli verim alınamadığını gösteriyor. Çünkü bu bir tam kapanma değildi. Sosyal destekli, açık alanların açık, kapalı alanların kapatıldığı bir kapanma uygulaması değildi. Aksine sadece beyaz yakalıları biraz daha koruyan ama mavi yakalıları Kovid-19 riskiyle karşı karşıya bırakan bir uygulamaydı. Bunu da Türkiye haritası bize gösteriyor.”
‘Tabloya maç kutlamaları daha yansımadı’
Bulut, iyi tedbirlere ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekerek “Kaldı ki Süper Lig kutlamaları, Adana Demirspor maçlarından sonraki kutlamalarla ilgili veriler daha tabloya yansımadı. Bu uygulamalar Türkiye’de bir sonuç vermedi. Aç-kapa uygulamalarıyla gitmez, daha iyi tedbirler gerekiyor. Bunun için de bütçe ve sosyal destek gerekiyor” diye konuştu.
‘Türkiye sadece nüfusunun yüzde 10’una bağışıklık sağlayabildi’
Türkiye’de aşılama hızının çok yavaş ilerlediğine vurgu yapan Bulut “Aşılamaya geldiğimizde, 10 milyon 839 bine takılmış durumdayız. Günlük olarak çok yavaş ilerleyen, aşı tedarikinin gerçekleşmediği bir dönemdeyiz. Son gelen bir Çin aşısı grubu vardı, 1.3 milyon. Toplamda şu an yapılan aşı sayısı 25 milyon 800. Ama önemli olan çift doz aşılama. Bunun 11 milyonun altında olduğunu görüyoruz. Koruyuculuk oranlarıyla hesap edilirse, Türkiye sadece nüfusunun yüzde 10’unu biraz aşkın bağışıklama çalışmasını bitirmiş durumda. Türkiye’nin toplumsal bağışıklığa ulaşmasında ek 9 ay süreye ihtiyacı var. bu da önümüzdeki kışın da pandemiyle mücadeleyle geçeceği anlamına geliyor. Keşke Türkiye büyük bir hızla, tıpkı İngiltere’nin, Almanya’nın, İsrail’in yaptığı gibi büyük miktarlarda aşı getirip toplumu aşılayabilsin” dedi.
‘Aşılama iyi planlanmadı, öncelik verilmesi gereken gruplar öğretmenler ve işçiler olmalıydı’
Aşılamada önceliğin öğretmen ve işçilere verilmesi gerektiğine işaret eden Bulut “Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı 4 aşamalı bir aşı takvimi vardı, buna uyulmadığını görüyoruz. Bu şöyle bir karmaşa yaratıyor. Özellikle son dönemde turistlerle ilgili gelişen kaygı. Burada A4 ve A8 kategorisinde kritik görevler ve gıda süreciyle ilgili çalışanlar. Turizm bölgesinde çalışan insanlarımızı hangi kategoriden buraya soktuklarını bilemiyoruz. Türkiye’de aşı tablosu yer yer aksadı. Bu da iyi planlanmamış demektir. Birçok kategoriye daha sonra öncelik tanıdılar. Halbuki Türkiye’de öncelik tanınması gereken grup açıkça öğretmenler ve işçilerdir. Bulaş mekanları insanların kalabalık olarak yaşadıkları yerler. Fabrikalarda, organize sanayi bölgelerinde çalışan işçilere öncelik verilmesi gerekir” ifadelerini kullandı ve ekledi:
‘3 çocuktan 2’si eğitime ulaşamıyor’
“En son kapatılacak yerler okullardır, en erken açılacak yerler okullardır. Bu sebeple okullarda çalışanların aksatılmadan aşılanması gerekiyor. Eğitimde bir eşitsizlik doğdu, Varsıl ailelerin çocukları daha iyi eğitim alabilirken bunun dışında kalanların eğitim imkanlarında uzak kaldı. 3 çocuğumuzdan 2’si eğitime ulaşamıyor. Bu yüzden artık öncelik sırası öğretmenler ve 20 milyonu bulan işçiler olmalıdır. Bu aşamadan sonra yapılacak ilk çalışmalar bunlar olmalı. Ancak bu şu an yapılsa bile, 40 günlük bir süreç gerektirecek. 1 Haziran’a kadar yüz yüze eğitimi açamayacaklarını belirttiler.”
‘Keşke Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü açık olsaydı ve Türkiye kendi aşısını kendi üretebilseydi’
Yerli aşılar üzerinde çalışanlarla ‘plasebo kobayı’ konusunu görüştüklerini belirten Prof. Dr. Bulut “Türkiye’de bir aşı kampanyası olduğu için insanlara ‘siz aşı olmayın, yerli aşı için, ama biz size plasebo da vurmuş olabiliriz’ demek etik bir takım sorunları var. Tüm dünyada bu bir tartışma konusuydu. Bu sorunu aşabilmek için, aşısı olmayan ancak hastalık da geçirmemiş olan popülasyonla bir kıyaslama yaparak antikor düzeyleri ölçmek istiyorlar. Ancak bunun bir sorunu var. Türkiye’de özellikle 65 yaş üstü, sağlık çalışanları, 55 yaş üstü bir gruba aşı vurulmuş durumda. Bu sebeple plasebo grupları zaten bu gruplardan olamayacak. Keşke bugün Türkiye’nin Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü açık olsaydı, teknolojisi yenilenmiş olsaydı, Türkiye bundan 30 yıl önce olduğu gibi kendi aşısını kendi üretebilseydi” diye konuştu.
‘Aşı stratejik bir ürün, Türkiye sadece Kovid-19 bağışıklaması sorunu yaşamıyor’
Türkiye’nin sadece Kovid-19 bağışıklaması sorunu yaşamadığı söyleyen Bulut, “Türkiye’de son dönemde farklı bir sorunla daha karşılaştık. Yurtdışından gelen kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşılarında yan etkiler görülmeye başlandı. Halbuki bunlar Türkiye’de üretiliyor olsaydı, çok daha güvenilir koşullarda, kendi kontrolümüz altında bir üretim tesisi olacaktı. Türkiye sadece Kovid-19 bağışıklaması sorunu yaşamıyor. Aşı stratejik bir ürün. Özellikle afet, savaş gibi durumlarda aşılara ulaşamama gibi sorunlar olabiliyor. Türkiye’nin bir an önce, kamu-özel işbirliğinden de kurtararak, şirketlere feda etmeden, rant alanı haline getirmeden, kamulaştırıp kamu çalışması yapmasında fayda var. Umarız ki, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü bu öngörüyle tekrar açılır. Türkiye’de aşı çalışması yapacak çok insan kaynağı var. Ancak tek sorun teknolojik bir merkezin olmaması. Birçok üniversitede çalışmalar üretiliyor. Ancak bürokratik süreç çok yavaş işliyor” dedi.
‘Aşıların patentleri anonimleştirilmeli, salgın küresel bir sorun, çözümü de küresel olmak zorunda’
Aşı patenti konusunda BM’nin mevzuat oluşturması gerektiğininin altını çizen Bulut “Aşı patentinin kesinlikle anonimleşmesi için çalışmalar yapmak gerekiyor. Bununla ilgili ulusların liderleri, gerek Putin gerek Biden, açıklamalar yaptı. Ancak bu açıklamalar yeterli değil. Birleşmiş Milletler bir araya gelerek bununla ilgili bir mevzuat oluşturarak patenti anonimleştirmesi gerekir. Çünkü salgın küresel bir sorun. Küresel bir sorunun çözümü, küresel olmak zorunda. Şu anda aşı patenti olan firmaların üretim kapasitesi sınırlı, ancak yüksek kapasiteli fabrikalardaysa patent yok. Dünya nüfusunun 5 milyarını 6 ayda aşılayabilmenin en kolay yolu aşı patentinin anonimleşmesi. Türkiye’de de Güneşin Patenti Olmaz Platformu çalışmalar yürütüyor, ODTÜ’lü bilim insanlarının başlattıkları bir çabayla. Dünyadaki diğer organizasyonlarla da iletişim halindeler. Umarız ki, bu bir sonuç verir” ifadelerini kullandı ve ekledi:
“Aşıların insanlığa ait olması gerekiyor. Yoksa ekosistemi bozduğumuz bu dönemde, dünyada başka pandemiler de gelecek. Belki 2-3 pandemi, sindemi halinde dünyayı saracak. Tropikal iklime doğru kayıyoruz. Dünyadaki bu sorunu çözmek için BM, DSÖ, Dünya Tabipler Birliği’nin bir ortak mevzuat belirtmelerinde çok büyük yarar var.”
‘İki yerli aşıda umut var ancak bizde dördüncü kuşak üniversite olmadığı için üretim imkanı yok’
Bulut, yerli aşı çalışmalarında Erciyes ve Selçuk üniversitelerinin ‘umut vaad ettiğini’ belirtti:
“Yerli çalışmalarda, 2 tane aşı ön planda gidiyor. Biri Erciyes Üniversitesi’ndeki çalışma, diğeri Selçuk Üniversitesi’nde. Bunlar yine firmalara ait, bizde dördüncü kuşak üniversite olmadığı için üretim imkanı yok. Ancak prototipi üretip, aşıyı geliştirip büyük fabrikalarda üretilmesi gerekiyor. Bu iki aşıda bir umut var. Zaten bir kısım çalışmalarını bitirmişlerdi. Biri faz 3 aşamasına başlamak, diğeri faz 2 çalışmasını bitirmek üzere. Eğer bu veriler güvenilir bulunursa, başka bir sorun da çıkmazsa, finans ya da varyantların aşıların etkinliği üzerindeki etkisi gibi; Türkiye’de varyantların oranı yüzde 75’i geçmiş durumda. Bunlar da aşıların güvenilirliklerini ve koruyuculuklarını azaltıyor. Bazı aşı çalışmaları varyantlar üzerine çalışmalarında revizyona gittiler, Türkiye de bu durumda aşı çalışmaları etkilenecektir. Türkiye’de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü açık olsaydı ve 8-10 bilim insanımızı orada istihdam edebilseydik bugün bu sorunu çoktan aşmış olurduk. Dünya ‘reverse vaccinology’ durumuna kaymış durumda, biz hala klasik yöntemleri kullanıyoruz. Bizim bu yeni teknolojiyi Türkiye’ye kazandırmamız gerekiyor.”
Bulut, bu iki yerli aşının herhangi bir sorun çıkmadığı sürece Eylül-Ekim gibi kullanıma girebileceğini tahmin ettiğini belirtti.