Kıbrıs'ta Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde garantör ülkelerin katılımıyla Cenevre'de düzenlenen gayrı resmi konferanstan beklentiği gibi sonuç çıkmadı. 5+1 formatındaki görüşmelere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın altı maddelik önerileri damgasını vurdu. Ancak Türk tarafının son dönemde sürekli altını çizdiği adada iki eşit devlet' temelindeki bu önerileri Rum tarafı geri çevirdi. Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis, Türk tarafının önerilerinin bölünmüş ada ile ilgili BM kararlarının açık ihlalini teşkil ettiğini ve asla kabul edilmeyeceğini söyledi.
BM Genel Sekreteri Antonio Gueterres, görüşmelerde 'ortak zemin' bulunmasında başarısız olunduğunu belirterek kapattı. Ancak sürecin devam ettirileceği belirtiliyor.
Cenevre'deki 5+1 Kıbrıs konferansını Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi'nden Prof. Dr. Bülent Evre ile konuştuk.
‘Kuzey Kıbrıs’ta Ersin Tatar’ın seçilmesi ve Türkiye’nin desteğiyle federal vizyondan uzaklaşıldı’
Prof. Bülent Evre’ye göre, KKTC'de Ersin Tatar’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonraki süreçte Türkiye’nin desteğiyle federal vizyondan uzaklaşıldı. BM Genel Sekreteri'nin gayrı resmi zirveyi, Türk tarafının iki devletlilik tezlerinin kamuoyuyla paylaşmasına rağmen düzenlediğini belirten Evre, görülen manzaranın Türk tarafının yeni parametreler getirmeye çalışması olduğunu vurguladı:
“Cenevre Konferansı aslında henüz bizdeki cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmadan önce özellikle Mustafa Akıncı döneminde 25 Kasım 2019’da Berlin Zirvesi’nde alınan bir kararın sonucu niteliğindeydi. Berlin Zirvesi’nde tarafların uzlaştığı bir 'Guterres çerçevesi' vardı. Bu da esas itibariyle federal zemine dayanmaktaydı. KKTC'de cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda Tatar’ın gelmesiyle birlikte ve Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğiyle vizyonda bir değişiklik oldu. İki devletlilik söylemi üzerinden yürütülen kampanya, sonrasında da devam etti. Türkiye de bu pozisyonu destekledi. Bunun ne kadar sürdürülüp sürdürülemeyeceği, özellikle Cenevre’ye taşınıp taşınmayacağı merak konusuydu. Gerek kamuoyu gerek diğer devletler açısından bakıldığında gerçekten bunun arkasında durulup durulamayacağı merak ediliyordu. Bu tezler önceden kamuoyuyla paylaşılıp ortak bir zemin olmadığı görülmesine rağmen BM Genel Sekreteri gayri resmi zirveye çağırmakda tereddüt etmedi. Orada da gördüğümüz manzara Türk tarafının özellikle yeni parametreler getirmeye çalıştığıdır. Bugüne kadar federal zeminde 1977’den bugüne görüşmelerin bir sonuç vermediği ve federasyon modelinin artık tükendiği tespitinden hareketle, tamamen yeni parametrelerle ancak yeni müzakerelere devam edilebileceği yönünde bir duruşu oldu. Malum o 6 maddelik öneriler yapıldı. İki devletlilik temelinde bir çözüm savunuluyordu ama BM iyi niyet misyonu çerçevesinde özellikle genel sekreterliğe yönelik olarak iki devletliliğin nasıl savunulacağı, nasıl temellendirileceği de önemliydi.”
‘Tatar’ın önerdiği maddelerde egemen eşitlik vurgusu var, bu ancak devletler arası ilişkilerde olabilir’
Bülent Evre, Ersin Tatar'ın 6 maddelik önerilerinin özellikle de birinci maddede yer alan unsurlara dikkat çekti. Bu maddede, BM Genel Sekreterliğinden Güvenlik Konseyi'nden Türk tarafının istediği sonucu çıkartacak bir tutumun önşart kılındığını belirten Evre, aynı şekilde 'eşit egemenlik' yerine 'egemen eşitlik' mefhumununun kullanılmasına dikkat çekti. Evre, uluslararası hukukta ve BM şartında, 'egemen eşitlik' kavramının ancak devletlerarası ilişkilerde söz konusu olabileceğini belirtip, BM'den 'devlet olma hali kabul edilmeden müzakerelere yanaşılmayacağı mesajı verildiği değerlendirmesini yaptı:
“Bu 6 maddelik öneride konfederal olup olmadığına dair muğlak bırakılan bazı unsurlar var. Ama satır aralarından şunu da anlıyoruz. Özellikle birinci madde, Türk tarafının, BM Genel Sekteri'nin bizzat inisiyatif alarak Güvenlik Konseyi'nden Türk tarafının istediği sonucu çıkarması beklentisi var. Bunun çağrısını yapıyor ve genel sekreterliğe böyle bir görev yüklüyor. Bu birinci madde, Kıbrıs müzakerelerini tamamıyla bir ön şart haline getiriyor. Birinci madde karşılık bulmadığı takdirde müzakerelerin başlayamayacağını anlıyoruz. Bu birinci maddede 'egemen eşitlik' deniliyor, 'eşit egemenlik' denilmiyor. Bugüne kadar BM Güvenlik Konseyi kararlarında adadaki her iki toplumun da eşit olduğuna dair, eşit statüsünü güvence aldığına dair 'eşit egemenliğe yönelik kararlar var. Örneğin 1990'da 649 sayılı karar var, 1991’de 716 sayılı karar var. Dahası bu siyasal eşitliğin nasıl olabileceğini tarif eden 4. paragraf var. BM Güvenlik Konseyi tarafından Kıbrıslı Türklerin karar alma süreçlerinde özellikle etkin katılımının da güvence altına alınabileceği yönünde kararlar var. Bunlara rağmen Tatar'ın önerilerinde 'egemenlik eşitlik' terimi tercih ediliyor. Uluslararası hukukta ve BM şartında, 2. maddesinde açıkça görüldüğü gibi 'egemen eşitlik' ancak devletlerarası ilişkilerde söz konusu olabilecek bir şey. Siz BM üyesiyseniz, egemen eşit olduğunuz varsayılıyor, hukuksal olarak en azından. Burada dolayısıyla şunu anlıyoruz ki KKTC’nin de facto bir devlet olarak egemen eşit sayılması yani devlet statüsüne çıkarılması öngörülüyor. Burada yine uluslararası statüye vurgu var. İki toplumun statüsüne denmiyor. İki toplumun eşit statüsüne yönelik bazı kararlar var. Fakat uluslararası statünün altı çiziliyor. Bugüne kadar toplumlararası yürütülen müzakereler devletlerarası düzeyine çıkarılmaya çalışılıyor. Güvenlik konseyinden devlet olduğuna dair, eşit statüde olduğuna dair bir karar çıkmadığı takdirde, müzakerelere oturmayacağını beyan etmiş oluyor.”
‘Mevcut durum Rumlar üzerinde baskı unsuru ve onları Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliği pozisyonuna çekebilir’
BM'nin müzakereler resmen başlamasa da diyaloğun devamını istediğini söyleyen Evre, bunun sebebinin Doğu Akdeniz’deki mevcut durumun daha da gerginleşmemesi olduğunu ifade etti. Evre, bu sayede Türkiye'nin müzakereleri sürdürme yoluyla çok taraflılığa dönebileceği değerlendirmesinin yapılmış olabileceğine dikkat çekti. Evre’ye göre, mevcut pozisyonun Kıbrıslı Rumlar üzerinde bir baskı unsuru haline gelebilir ve Rumlar Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliği pozisyonuna çekilebilir:
“Birleşmiş Milletler öyle anlaşılıyor ki müzakereler resmi olarak başlamasa bile bu görüşmelerin, diyalog sürecinin bir şekilde devam etmesini tercih ediyor. Bunu da özellikle Doğu Akdeniz’deki şartların giderek daha fazla gerginleşmesinin önüne geçilmesi, barış ve güvenliğin korunması bakımından işlevsel olmasından hareketle isteniyor. Yine Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini ve jeopolitik rekabet içerisindeki gücünü artırma eylemlerinin gerek AB açısından, gerekse BM Güvenlik Konseyi üyelerince tek taraflı eylemler olarak görülmesi, bu müzakere ortamının sağlanmasıyla Türkiye’nin çok taraflı ilişkiye dönebileceği değerlendirmesinin yapılmış olabileceği ihtimalini akla getiriyor. Türk tarafı Cenevre'ye elbette ortak bir zemin olmayacağı bilinerek gitti. Ama Türk tarafının özellikle kararlılığını göstermek ve yeni tezler söylemek üzere, pozisyonunu tescil etmek üzere gittiği söyleniyor. Doğrudan doğruya bu pozisyonun orada sergilenmesi ve kararlılığın gösterilmesi bakımından bu da aslında Kıbrıs sorunu konusundaki çıtanın yükseldiğini gösteriyor. Dolayısıyla bundan sonra muhtemel resmi müzakereler eğer olacaksa, iki devlet temelinde olmasa bile Kıbrıslı Rumların bugüne kadar özellikle siyasal eşitliği, temel parametre olmasına rağmen tartışma konusu yapması ve son Crans-Montana Zirvesi’nde de gördüğümüz gibi sıfır asker sıfır garanti konusundaki ısrarı ve bu konudaki pozisyonunu Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliğiyle ilişkilendirmesi ve pazarlık yapmaya çalışması özellikle zirvenin çöküşüne neden olmuştu. Dolayısıyla şu anki pozisyon Kıbrıslı Rumlar üzerinde bir baskı unsuru olabilir. Bundan sonraki süreçte de Rum pozisyonunu Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliği pozisyonuna çekebilir diye düşünüyorum. Nitekim Rum kamuoyunda da bu tartışmaya başlanmıştı. Sağ cenahta en büyük parti olan DİSİ de ‘Artık bunu kabul etmemiz gerekir’ yönünde bizzat genel başkanının ağzından da ifade edilmiştir. Bu pozisyon tartışmayı tetiklemiştir.”
‘2023'e kadar bu pozisyon devam ettirilir, AB ve ABD'ye karşı koz halinde kullanılır'
Tatar'ın yaptığı 6 maddelik önerinin Kıbrıslı Rumlar açısından ‘kabul edilemez’ bulunduğunun Türk tarafınca da bilindiğine işaret eden Evre, bunun hem Kıbrıslı Türkler hem de Türkiye açısından mevcut statükonun tercih edildiği anlamına geldiğini söyledi. Evre'ye göre bu durum bugün Türkiye açısından ‘koz’ haline gelmiş durumda:
“Türk tarafı, 6 maddelik önerisinin, Kıbrıslı Rumlar açısından kabul edilemez olduğunu bilmektedir. Ortak bir zemin arayışı yerine doğrudan doğruya zıt pozisyonlar diyebileceğimiz öneriler yapılmıştır. Günün sonunda gerek Kıbrıs Türk tarafınca, gerekse Türkiye açısından mevcut statüko son tahlilde tercih edilmiştir anlamına gelmektedir. Aslında en azından 2023’e, Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar bu pozisyonun devam ettirileceğini düşünüyorum. AB zirvesinde de göreceğiz. Bu bir kere bir koz haline gelmiştir. Şu anda bir manivela olarak, en azından Türkiye açısından Kıbrıs sorununun tekrardan federal zemine dönmesi karşılığında gerek AB ile gerekse ABD ile ikili ilişkilerinde yine gündeme gelecektir. Önümüzdeki Haziran’da NATO toplantısında Kıbrıs’ın da gündeme geleceğini düşünüyorum. Türkiye açısından bir koz unsuru olarak kullanılabilecektir.”