Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rossiya Segodnya Uluslararası Haber Ajansı Genel Müdürü Dmitriy Kiselev’e röportajının ikinci bölümünde, Rusya’ya hasım devletler listesine kimlerin alınacağına dair bir anlaşma olup olmadığını, Donbass'ta savaş bekleyip beklemediğini, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’in niçin Rusya lideri Putin'e telefonla ulaşamadığını ve Moskova'nın mevcut Ukrayna liderliğiyle neleri tartışmaya hazır olduğunu anlattı.
Lavrov ayrıca Çekya ile ilişkilerdeki durumu, İngiltere’de eski bir çift taraflı ajanın zehirlenmesi olayının Londra’ya göre şüphelileri olan Petrov ve Boşirov’a yöneltilen yeni suçlamaları yorumladı, Batı'nın bu durumda neden ‘arka sokaklardaki serseriler’ gibi davrandığını izah etti, Rus koronavirüs aşısının yaygınlaşması, Rusya'nın Batılı ödeme sistemlerini terk etme ve dolara bağımlılıktan kurtulma planlarına da değindi.
Hasım ülkeler listesinden bahsedecek olursak, söz konusu listeye kimlerin dahil edileceği konusunda net bir görüş var mı?
Bu liste ne zaman hazır olacak?
Yakında olacağını düşünüyorum. Hükümetin almış olduğu somut talimatlar var, bu çalışmada kılavuz olarak kullandığımız kriterler net. Bu nedenle çok fazla sürmeyeceğini düşünüyorum.
Peki, hasım devletlerin yerel personel istihdam etmesi yasak mı olacak?
Bu hasım devletlere yönelik alınan tek önlem mi, yoksa bir takım farklı önlemler de olacak mı?
İşte bu aşamada, Başkan Putin tarafından imzalanan bu kararnamenin amaçları doğrultusunda yapılan bu çalışmanın somut amacı budur.
'Ukrayna lideri, iktidarda tutunabilmek için neo-Nazileri hoş görmekte sakınca görmüyor'
Bir başka konu ise Donbass. Yılın başından bu yana gerilim tırmandı. Biden’in Putin’e telefonundan sonra düşmüşe benziyor. Benim ‘Vesti Nedeli’ programında ifade ettiğim değerlendirmem, ABD'nin askeri garantilerin Ukrayna için blöf olduğu ortaya çıktı. Fakat yine de çatışmalar durulmuyor, yasak olan büyük kalibre silahlar kullanılıyor ve oradaki barışın savaştan pek te farklı olmadığına dair bir his var, denge çok kırılgan. Donbass’ta Rus pasaportların, Rusya Federasyonu vatandaşlarının sayısı yarım milyonu aştı. Savaş olacak mı?
'AGİT’in son raporu, Ukrayna hükümetinin Donbass’ta sivil tesislere saldırmaya başladığını doğruluyor'
Siperlerde çalışan gazetecilerden bahsediyorsunuz.
Evet, siperlerde. Fakat bu kişiler sürekli olarak, her gün, ekonomik abluka ile Ukrayna’nın geri kalanından kesilmiş olan, sürekli olarak çocukların, sivillerin hayatlarını kaybettiği, sivil altyapı tesislerinin, okulların, kreşlerin yıkıma uğradığı topraklarda yaşayan insanların kendilerini nasıl hissettikleri konusunda fikir veren röportajları yapıyor. Ve ben, sürekli yaptığım gibi Batılı meslektaşlarımıza, neden kendi medyalarını temas hattının sol tarafında aynı işi organize etmeye teşvik etmediklerini sordum, böylece orada nasıl bir hasar olduğu, her şeyden çok hangi tesislerin zarara uğradığı belli olacaktı. Zira birkaç yıl önce, aylar boyunca yönelttiğimiz taleplerden sonra AGİT, nihayet sadece kaç kişinin öldüğünü, kaç kişinin yaralandığını göstermekle kalmayan, aynı zamanda hem direnişçilerin bulunduğu, hem de Kiev’in kontrolündeki topraklarda kaç sivil tesisin ve sivilin zarar gördüğünü gösteren bir rapor yayınladı.
'Putin, Donbass’ta yaşayanları neo-Nazi rejimle baş başa bırakmayacağımızı net bir biçimde ifade etti'
Ve Başkan Zelenskiy'in çeşitli röportajlarında, Ukrayna’da ne Rus dili, ne de Rus Ortodoks Kilisesi ile ilgili bir sorun olmadığını, kendisinin tüm bunları Başkan Putin ile görüşmeye hazır olduğunu söylüyor olması konusunda şunu söyleyeyim, her zaman akıllı olduğunu düşündüğüm bir insan, Ukrayna’da Rus dili, Rus Ortodoks Kilisesi’nin işleyişi ile ilgili zorlukların olmadığını açıklamaktan utanç duyuyor olmalı. Ben, onun her şeyi çok iyi bildiğinden eminim. Belki de kendisine hiçbir bilgi vermiyorlar, o zaman demek ki bir çeşit kapalı dünyada yaşıyor. Fakat Batı elbette ki Zelenskiy’e sinyaller yolladı. Siz, ABD’den askeri yardım beklemenin anlamsız olduğunu söylediniz. Bu herkes tarafından her zaman bilinen bir şeydi. Birileri böyle bir yardımın geleceği yanılsamasına kapıldıysa, Sayın Zelenskiy hükümeti de dahil olmak üzere herhangi bir hükümette bu tür danışmanların bir değeri olmaz.
‘Minsk Anlaşması’nın ikinci plana atılmasına izin verilseydi, Donbass’ta katliam yaşanırdı’
'Donbass’ın, bağımsızlıklarını tanıdığımız Abhazya ile Güney Osetya’dan bir tek farkı var'
Birçok kişi, Abhazya ve Güney Osetya tanıyan Rusya’nın Donbass'ı neden tanımadığını anlamıyor. Hatta Donbass’ın, Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Lugansk Halk Cumhuriyeti’nin artık tanınmasını talep eden gazeteciler var. Bunu neden yapmıyoruz?
‘Ukrayna liderinin, Putin’in, telefonlarına çıkmadığını söylemesi, Rusya’yı krizin tarafı olarak gösterme çabasından kaynaklanıyor’
Zelenskiy, Putin’i arıyor ama ulaşamıyor, Putin telefonu açmıyor. Kuleba da size ulaşamıyor. Bu ne anlama geliyor? Neden böyle?
‘Ukrayna, ateşkese dair en kapsamlı anlaşma olan 2020 protokolünü kelime oyunları ile aşmaya çalışıyor’
Ama henüz bunun yanıtı alınmadı mı? Bunu kabul etmiyorlar mı?
Zelenskiy’in, ofisinin başkanı olan Yermak’a tarih, yer ve şehir konusunda anlaşma görevi verdiğini, yerin önemli olmadığını, çünkü geç kalınan her gün insanların ölmesi anlamına geldiğini söylediğini duydum. Bu arada, insanların ölmesi ve temas hattında yaşanan olaylara gelince, Kiev son birkaç haftadır ateşkesin yeniden onaylanması gerektiğini şiddetle teşvik etmeye çalışıyor. Tüm Batılı hamileri, Donbass’a etki yapmamız, ateşkesin artık gerçekten uygulanması konusunda bize çağrıda bulunuyorlar.
Bu görüşmelerin kayıtlarını okudum. Bir duvara tava fırlatmak gibi, elmayla armudu mukayese etmek gibi bir şey. Ve birden, birkaç hafta önce Ukrayna yönetimi ateşkesi konusunu tekrar canlandırma kararı alıyor. Rezalet, ayıp.
Biliyorsunuz ‘Halkın Hizmetkarı’ dizisini memnuniyetle izliyordum, o vakitler kimse dizinin kahramanının gerçek hayatta da o yoldan gideceğinden şüphelenmiyordu. Ancak bakıyoruz ki o yoldan gitmiş değil, zira şu an Vladimir Aleksandroviç Zelenskiy diziyi izleyip dizide çok güzel canlandırdığı kişinin fikirlerini anlamaya çalışsa ve bunları şimdi yaptıklarıyla kıyaslasaydı, galiba en etkili canlandırmalardan birini gerçekleştirmiş olurdu. Ne zaman kendisiydi ve ne zaman canlandırma yapıyordu bilmiyorum, ancak ortada çarpıcı bir tezat var.
‘Bu nasıl bir şizofrenidir?’
Bir de Çekya konusu var. Tüm bu olanlar neydi, yaşananları nasıl anlamak gerekiyor?
Bu konuda bir fikir yürütemiyorum çünkü anlamıyorum, ne istediklerine akıl erdiremiyorum. Bunu da bir nevi çok güzel olmayan bazı diziler gibi izleyebilirsiniz, bu konu da birçok şizofrenik ögeyle dolu. Cumhurbaşkanı Zeman çözüm bulunması gerektiğini söylerken, yaşananların dışarıdan birtakım ajanların gerçekleştirdiği bir sabotaj olabileceği ihtimalini reddetmiyor. Ancak, 2014’te yaşananların mühimmat deposunun sahiplerinin ihmalinin sonucu olduğu söylenmişken mevcut Başbakan Babiş de dahil olmak üzere Çekya yönetiminin dile getirdiği senaryoyu da hesaba katmak gerektiğini belirtiyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı Zeman sadece geçen yedi yıl boyunca asla karşı çıkılmayan senaryonun göz önünde bulundurulmasını da teklif etti. Kendisi şu an vatana ihanetle suçlanıyor. Parlamento Başkanı tüm senaryoların değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek Cumhurbaşkanı Zeman’ın devlet sırrını açıkladığını belirtti. Bu şizofreni değil de nedir? Bence düpedüz böyle.
Neticede depoda neler olduğunun açığa kavuşturulması gerekiyor. Alman basını depoda Çekya ve Bulgaristan’ın da imzacı olduğu sözleşme çerçevesinde yasaklı olan anti-personel mayınları olduğunu yazdı. Konuyla ilgili birçok soru işaret var.
Fakat gerçekten de bu nasıl olabiliyor? Bu depoya söz konusu anti-personel mayınlarını götüren bir Bulgar vatandaşı var, bunlar burada bulundu. Tüm bunlar ışığında, bu Bulgar vatandaşı o zamanlar hükümetin kontrolünde olmayan Çekya’daki bu depoyu mu kontrol ediyordu?
Öyle anlaşılıyor.
Belki de Çekya’nın konuyu incelerken önce kendisinden mi başlaması gerekiyor?
Galiba, ya da Ukrayna örneğini ele almak gerek. Ukrayna’da, Silahlı Kuvvetler’in kontrolünde olmayıp da gönüllü taburların kontrolünde olan çok fazla silahlı kişi, çok fazla silah ve mühimmat var. Devlet güç kullanımına yönelik tekelin sağlanmasında tutarsızlık gösterdiğinde biliyorsunuz böyle bir eğilim oluşuyor.
Fakat Ukrayna başka, Çekya başka. Neticede Çekya Avrupa Birliği ülkesi. Çekya’nın Ukrayna’dan farklı olarak, bambaşka uluslararası sorumlulukları var.
Ancak bahsettiğini sorumluluklardan önce anti-personel mayınlarının yasaklanmasına yönelik Ottawa Antlaşması var. Tüm bu ülkeler bu anlaşmaya dahil. Ayrıca Arupa Birliği’nin kendi içerisinde çok sıkı kuralları var. Bu kurallarla krizlerin olduğu bölgelere herhangi sevkiyat, asker gönderilmesi ve buralardaki eylemlere dahil olunması yasaklanıyor.
‘İngiltere, AB’den çıkmasına rağmen Avrupa ülkelerinin Rusya’ya yönelik tutumlarını etkilemeye çalışıyor’
Ardından, 2014’te Malezya’nın Boeing uçağıyla ilgili yaşananlardan sonra, Hollanda, Belçika, Avustralya, Ukrayna bir araya geldi. Uçağın sahibi ülke davet edilmedi, kendi aralarında anlaştılar, sonra da bu dört ülkenin mutabakat sağlaması halinde buradan bir bilginin çıkabileceği belli oldu. Yani facianın gerçekleştiği yer olan Ukrayna veto hakkı elde etti, Malezya ise ancak altı ay sonra çağrıldı. Bu arada milislerin Malezyalılara verdiği kara kutular da Londra’da incelendi. Onların da kutularda nelerin bulunduğuna dair bir bilgi verdiğini hatırlamıyorum. Daha sonra da Skripal olayı oldu, ‘highly-likely’ler (büyük ihtimalle) çıktı. Hala kimse bu ikilinin nasıl hayatta kaldığını, onlarla ilgilenen poliste neden hiçbir semptomun görülmediğini bilmiyor. O kadın nasıl öldü, ev arkadaşına neden bir şey bulaşmadı… Bir sürü soru işareti var.
Daha sonra da Navalnıy ile ilgili olanlar… Navalnıy Moskova’ya uçuyordu, ancak Omsk’a indi. Uçakta temas kurduğu kimseye bir şey bulaşmadı. Onu Almanya’ya götüren uçaktaki kimseye de - Pevçih de onunla uçaktaydı- bulaşmadı, ayrıca yanlarındaki şişeler… Kimse bir şey bilmiyor. Charite kliniğinde de kimse bir şey bulamadı, Bundeswehr kliniğinde bulundu.
‘Biz tatbikatlarla ilgili şeffaf davrandık, bir şeyler saklayan taraf Almanya’
Yakın zamanda ülkenin güneyinde ve batısında gerçekleştirdiğimiz tatbikatlarla ilgili Almanya Savunma Bakanı yaptıklarımız hakkında şeffaf olmamızı, ne yaptığımızı saklamamamızı istedi. Öncelikle biz hiçbir şey saklamadık, tatbikatlar hakkında açıklama yaptık. Fakat Navalnıy hakkında bulguların tespit edildiği iddia edilen kliniğin bağlı olduğu Bundeswehr saklıyor, zira analiz sonuçlarını, biyolojik materyal numunelerini bize sunmayı reddettiler. Sonra Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü ile olan uzun bir hikaye var. Güya numune almaya gelmişlerdi fakat OPCW’nin Navalnıy’dan numune alma sürecinde yer almasıyla ilgili Almanların yayınladığı çok ilginç bilgiler var. Alman uzmanların numune alma sürecinde yer aldığı belirtiliyor. OPCW uzmanlarının bulunduğuna ilişkin bir şey denmiyor. Şu anda bu konuyu çözmeye çalışıyoruz. Kimse bir açıklama yapmıyor. Almanlar OPCW’ye gönderiyor, OPCW de, “Almanlar talimat verdi, biz de talimatları yerine getirdik” deyip Almanlara gönderiyor. Müşterek mesuliyet şeklinde tabir edilen bu durumla, çetelerin ülkenin her yanında kol gezdiği savaş sonrası yılların anlatıldığı polisiye filmleri izlerken karşılaşıyorduk.
‘İngiltere hala dünyayı yönettiğine inanıyor’
İngiltere’ye dönecek olursam, nasıl bir Rusya karşıtı tutum sergilediklerini görüyoruz. Kısa süre önce dış istihbaratları Mi-6’nın başkanı Rusya’nın sönmekte olan bir güç olduğu ve bu durumda ani hareketlerde bulunabileceği için, gözlerinin Rusya’nın üzerinde olması gerektiği açıklaması yaptı. Burada hala bir kibir ve hala dünyayı yönettiklerine dair doğuştan gelen bir inanç söz konusu.
Fakat biliyorsunuz bize bazı sinyaller gönderiyor, birtakım temaslar kurmayı teklif ediyorlar. Yani kendileri de iletişim kurmaktan geri durmuyor ancak başkalarını bundan vazgeçmeye çalışıyorlar. Yine temaslar üzerinde bir tekel kurma ve birçoklarından üstün olduklarını kanıtlama çabası mevcut.
'Çekya’nın kendine gelip olanların sonucunu görmesini umuyorum’
Eğer sönmekte olan bir güçten söz edecek olursak, İngiltere bunun parlak bir örneği. Güneşin üzerinde batmadığı bir imparatorluktan sisli ihtimallerle dolu Kuzey Denizi’ndeki adalara kadar… Ancak yine de Çekya’ya dönersek, burada da ülke içinde neler olup bittiğiyle ilgili bir sürü tutarsızlık var, ortak bir fikir yok, genel anlamda hiçbir şey kanıtlanmış değil. Diplomatlar sınırdışı edildi, halihazırda bir sonuç var ortada.
Kesinlikle. Diplomatlarımızı söyledikleri nedenden sınırdışı etmediler. Çekler, aynı gün içinde birbirinden farklı iki suçlamayı öne sürdüler, böyle ilişkiler olduğu sonucuna vardıklarını söylediler. Şimdiyse çok azimli bir biçimde kurdukları ilişkilendirmeden geri dönmeye çalışıyorlar. Patlamaları, (İngitere’nin, eski bir ajanın zehirlenmesi olayında şüpheli ilan ettiği Rusya vatandaşları) Petrov ile Boşirov’un planladığını söylediler. Bunlar herhalde her an her yerde bulunabilen insanlar…
Artık bir marka oldular.
Titanik’in suçunu da onlara yıkmaya çalıştılar.
Notre Dame Katedrali’nin de öyle.
Evet evet, photoshop’la. Ancak aynı gün 18 diplomatın sınırdışı edileceği açıklandı. Herkes, büyük çoğunluk bunun 2014’te yaşananların bir cezası olduğu izlenimine kapıldı. Daha sonra da “Hayır hayır, patlamayı Petrov ve Boşirov gerçekleştirdi, onları arayacağız, yakalama emri çıkaracağız, Interpol vesaire…” dendi. Ya 18 diplomat? “Biz…”, biz derken, Çekyalılar, “Bu kişilerin diplomat değil istihbarat görevlisi olduğuna kanaat getirdik, onları sınırdışı edeceğiz, çünkü bu işi yaptıkları ortaya çıktı” dediler. Elbette hiçbir kanıt sunulmadı, yasadışı faaliyet yürüttüklerine dair hiçbir teyit de yok, en azından bu 18 diplomatın biri için dahi bize hiçbir şey sunulmadı.
Kimle, nasıl çalışacağımıza dair bir anlayıştan mı söz ediyorsunuz?
Çekya ile ilgili.
Özellikle Çekya mı?
Evet, ve başka ülkeler için de öyle. Şu anda tarafımıza yönelik böyle saldırılar gerçekleştiriliyor. Baltık ülkelerinde de, Polonya’da da, şimdi bir de Romanya’da. Romanyalılar olanların hiçbir şekilde AB’nin tutumuyla bir ilişkisi bulunmadığını söyledi, buna ben bile şaşırdım. Bu kişiyi evine kendilerinin göndermek istediklerini söylediler, ancak nedenini açıklamadılar.
Almanya’nın Çekya’nın psikozlarını desteklememesi de ilginç.
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın açıklamasını okudum. Sorumluluk sahibi bir politikacının yapması gereken türden açıklamalar olduğunu düşünüyorum. Almanya Dışişleri Bakanlığı her zaman böyle dengeli, ileri görüşlü bir tutum sergilemiyor. Ayrım gözetmeksizin adaletsizliği destekleyen açıklamalar çok sık yapıldı. Sözgelimi Ukrayna’da ‘Muhalefet Platformu-Yaşam İçin’ partisine karşı, Medvedçuk ve beraberindeki isimlere, ülkenin kendi vatandaşlarına yaptırım uygulandığında Almanya Dışişleri Bakanlığı bunları onaylamış ve yapılanların tamamen AGİT ilkelerine uygun olduğunu belirtmişti. Ne absürt! Ancak Heiko Maas’ın kısa süre önce söyledikleri bana kalırsa sorumlu bir politikacının yapacağı türden açıklamalar. Bu açıklamalar, fikir ayrılılıklarının üzerini parlatmayan, ancak birlikte yaşadığımız için bir şekilde diyalog kurulması ve anlaşmaya varılması gerektiğinin vurgulandığı açıklamalar.
‘Rusya, Çin ve Türkiye dolara bağımlılığı azaltmaya çalışıyor’
Kısa süre önce Çin’de uluslararası ödeme sistemi SWIFT’e bir alternatif arayışına girilmesi gerektiğini, Rusya’nın da buna hazırlandığını söylediniz. Bunun için belirli bir zaman diliminden bahsetmek, ön hazırlıkların hangi aşamada olduğundan söz etmek mükmün mü? Bu ödeme sistemine alternatif olacak sistem nasıl bir sistem olabilir?
Bundan çok söz ediliyor, geçmişte de bahsedildi. Son yıllarda Batı Rusya’nın meşru çıkarlarını ihlal etme yolları arayışındayken, bununla ilgisi olan herkes Rusya’nın SWIFT ödeme sisteminden çıkarılması olasılığını zikretmeye başladı. Sorumluluk sahibi politikacılar kendilerini nasıl emniyete alacaklarını düşünmek zorunda kaldılar. Bununla birlikte Rusya’ya karşı açıklamalar yapılırken ABD doların uluslararası döviz sistemindeki rolünü giderek daha da kötüye kullanmaya başladı, işlerine gelmeyen ülkelerin finansal işlemlerde dolara olan bağımlılıklarını rekabet olanaklarını kısıtlamak için kullandı. Bu arada Çin ve başka ülkelere karşı da bu yapıldı. Şimdi Çin, Rusya, Türkiye ve birçok başka ülke dolara olan bağımlılıklarını azaltmaya çalışıyor, bunun için ya alternatif para birimlerini kullanıyor ya da daha iyisi, kendi para birimleriyle işlem yapıyorlar. Ülkemizdekiler de dahil olmak üzere sorumluluk sahibi finans yöneticileri de eğer birileri Rusya’yı SWIFT’ten çıkarmaya karar verirse ekonomimizin, mali sistemlerimizin zarar görmemesi için neler yapılabileceğine kafa yoruyor.
Ulusal kart ödeme sistemimimiz bir yıldır faaliyette. Bu sistemde ‘Mir’ kartları kullanılıyor. Mir kartı, meslektaşlarıyla, Çin ve Japonya’da benzer kartlar çıkaran şirketlerle bağlantılarını geliştiriyor. Uluslararası ödeme kartı olan Maestro ile bağlantılar geliştiriliyor.
Özellikle de SWIFT’e gelince, Rusya Merkez Bankası bir süre önce bir finansal mesaj iletim sistemi tanıttı ve bunu başarılı şekilde geliştiriyor. Bu yaygın olarak kullanılıyor. Kimseye bağımlı kalmamamız için bunun her şekilde desteklenmesi ve güçlendirilmesi gerekiyor.
‘Kendimizi izole etmiyoruz’
Bir kez daha altını çizmek istiyorum. Kendimizi izole etmiyoruz, otarşiye yönelmiyoruz. Uluslarası toplumun bir başkası olmak istiyoruz ancak adalet ve demokrasinin olduğu bir toplumun parçası olmak istiyoruz. Batı ile demokrasi konusundaki sorunları görüşürken, anlaşmaya davet edip uluslararası ilişkilerde demokrasinin üstün gelmesini söylediğinizde hevesleri kaçıyor. Ülkelerinin içindeki demokratik süreçlere gelince baş öğretmen oluyorlar, ancak uluslararası arenada başkalar. Neden? Rusya ve Çin’in uygulamaya çalıştığı düzenler var. Mesele bu. Rusya ve Çin sadece herkesin eşit olduğu ve herkesin anlaşmasının öngörüldüğü BM Anlaşması’nın ilkelerini muhafaza etmek istiyor.
Bu nedenle ödeme sistemleri ve finansal iletişim alanında bir güvenlik ağına sahip olmak gerekiyor. Bu ülkemizde kuruldu, bu ağın güçlendirilmesi ve bizim herkesle işbirliği yapma arzumuzun tersine, birileri olur da birden bize karşı ayrımcılık yapar, Batı’nın uluslararası ekonomi ve döviz sistemindeki mevcut konumunu kötüye kullanırsa, bunun kimseye bağlı kalmamamızı garanti altına almasını umuyorum.
Yani Merkez Bankası’nın finansal mesaj aktarım sistemi, SWIFT’e karşı alternatif bir sistemin tohumu niteliğinde mi?
Evet, öyle. Konunun uzmanı değilim, ne kadar umut vaat ediyor, ne kadar garanti sunuyor bilmiyorum. Ancak bir taban mevcut. Hükümetin de Merkez Bankası’nın da bu tabanın güvenilir olması, tam bir bağımsızlık sağlaması ve birilerinin vermeye çalışabileceği herhangi bir zarardan koruyabileceğinin tam garantisini vermesi için elinden geleni yapması gerektiğine inanıyorum.
Çinli mevkidaşınız Wang Yi ile yasadışı yaptırımlardan muzdarip ülkelerin yer aldığı bir oluşum yaratma girişiminde bulundunuz. Bu projede hangi aşamaya gelindi? Hangi ülkeler buraya dahil olabilir?
Ben öyle demezdim. BM’de uzun zamandır tek taraflı gayrimeşru yaptırım uygulamalarının, ambargoların ve bu tür başka şeylerin sona erdirilmesi için çalışmalar yürütüyoruz. ABD’nin Küba’ya karşı ilan ettiği ambargoya karşı da bu çalışmalar onlarca yıldır sürdürülüyor. Her yıl bu karara 190’dan fazla oy veriliyor. Sadece ABD ve birtakım küçük ada ülkeleri buna karşı çıkıyor. Fakat bu tek taraflı yaptırımlar geniş çapta uygulanmaya başladığından beri, -bu Obama döneminde başladı, Trump döneminde gelişti, şimdi de devam ediyor- BM, ülkelerin büyük bir bölümü, gayrimeşru yaptırımlar ve bunların bir ülkenin halkı, sosyo ekonomik durumuna karşı etkilerine yönelik özel raportörlük görevinin oluşturulmasından yana oy kullandı. Bu raportör Belarus vatandaşı, bu göreve atanarak geldi. BM Genel Kurulu tarafından kurulan bu oluşum, mekanizma faaliyet gösteriyor ve raporlar yayınlanıyor. Bunun çok faydalı bir adım olduğunu düşünüyorum.
New York’ta şu anda, söylediğiniz gibi yasa dışı tek taraflı eylemlere karşı gelişmekte olan ikinci somut çalışma, BM Anlaşması’na destek grubunun oluşturulması. Devrim değil. BM Anlaşması’na destek grubu. Bu, Batılı meslektaşlarımız açıkça evrensel olmayan gruplar oluşturmasıyla ilgilidir. Şimdi Joe Biden bir demokrasi zirvesi düzenleme fikrini ortaya attı. Tabii, katılımcıları Amerikalılar kendileri seçecek. Zira hangi ülkenin demokrasi olduğuna hangisinin olmadığına karar veren onlar. Ayrıca Fransız ve Alman mevkidaşlarımız da son yıllarda yine evrensel kurumlar dışında, çok taraflı bir ittifakın kurulduğunu duyurdu. Bu ittifak aracılığıyla medya özgürlüğünün sağlanması çağrıları yayınlanıyor. Oysa UNESCO var ve isteyen herkes bu konuyu orada tartışabilir. Onlar ise bu bayrakları altına 30’dan fazla ülke topladı. Veya mesela uluslararası insan hukuku savunma çağrısı, bu evrensel bir hak ve bundan BM sorumlu. Onlar ise yaklaşık 50 ülkeyi kendi bayrakları altında topladı. Ve evrensel kuruluşlarla hiçbir ilgisi olmayan, ancak evrensel düzeyde tartışılan konularla ilgisi olan bu tür çağrılarda bulunuyorlar. Ancak bu konuları, itaat ettikleri ülkelerle anlaşmalarının daha rahat olduğu bir çerçeveye taşıyorlar ve sonra bunu kesin ve tartışılamaz gerçek olarak sunuyorlar. Bu nedenle, gayri meşru tek taraflı eylemlere karşı oluşturulmakta olan bu hareket yaptırımlardan çok daha geniş ve kapsamlı.
Peki, bu hareket, üyeliklere açılarak resmileştirilebilir mi?
Bunun için BM üyeliği yeterli. Fark da bunda, anlıyor musunuz? Kimseye karşı bir şey oluşturmuyoruz. Asya-Pasifik bölgesinde her şeyi olduğu gibi bırakmak istiyoruz, yani ASEAN’ın partnerlere sahip olması, isteyen herkesin gelip güvenlik tartışmalarına katılması. Ancak Batı’nın mantığı buna karşı hareket ediyor, amacının Çin’i çevrelemek olduğunu ilan eden ve tamamen Rusya’yı dışlayan bir Hindistan-Pasifik stratejisi uygulanmaya konuyor. BM’de de aynı şey görüyoruz. Onlar, Birleşmiş Milletler içinde tartışılması gereken konularda çeşitli ortaklıklar oluşturuyorlar. Biz ise her bir ülkenin, Anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi ve konuları, daha sonra bunu uluslararası toplumun görüşü olarak lanse etmek için “dairelerine” taşımamaları gerektiği konusunda ısrar ediyoruz.
Amerikalılar, Brezilya’nın Rus koronavirüs aşısını geri çevirmesi için birtakım girişimlerde bulunduklarını doğruladı. Brezilya da koronavirüsün yayılımı bakımından içler acısı bir durumda olsa da aşıyı geri çevirmek zorunda kaldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu beni şaşırtmıyor. Amerikalılar bu tip işler yapmaktan çekinmiyor. Bunu gizlemiyorlar da. Dahası önceki yönetimde (dönemin dışişleri bakanı) Mike Pompeo Afrika’ya gidip buradaki bir basın toplantısında, herkesin ortasında, meslektaşlarını Rusya ve Çin ile işbirliği ve ticaret yapmamaya çağırdı. Zira Rusya ile Çin sadece kendilerini düşünürlermiş, Amerikalılarsa (Afrika ile) sadece ve sadece iki tarafın halklarının da iyiliği için ticaret yaparmış.
Brezilya’da şu an, aşı yetersizliği nedeniyle protestolar yapılıyor. Amerikalılar bunun sebebinin kendileri olduğunu itiraf ediyorlarsa, ‘her şeyi yapmaya hakları olduğu’ şeklindeki mantıklarına da sadık kalmış olurlar. Bunu kamuya açık bir biçimde ifade etmekten artık utanmıyorlar.
Fakat hatırlamak gerekir ki kısa bir süre önce (Fransa) Cumhurbaşkanı Macron, ‘Çin ile Rusya’nın, koronavirüs aşılarını silah ve propaganda aracı olarak kullandıkları yeni bir savaş içinde olduğumuuzu’ söyledi. Ancak bunların hepsi artık geri plana düşmeye başladı. Nitekim Başbakan Merkel de dahil olmak üzere Almanya artık ciddi olarak, Rus aşısını kullanmalarının mümkün olduğunu söylüyor. Kimseyi buna yapmaya zorlamayacağız. Hayatın, her şeyi yerine koyduğunu düşünüyorum. (Sovyet oyuncu, şair ve söz yazarı) Vladimir Vısotskiy’in şu sözünü biliyorsunuzdur: Ben hep insanların iyi yanlarını görmeye gayret ederim. Kötü yanlarını onlar kendileri gösterecektir.