ABD'de Biden yönetimi, Trump yönetiminin 2018'de tek taraflı çekildiği İran nükleer anlaşmasına geri dönmenin yollarını arıyor. Ancak anlaşmaya önce İran'ın geri dönmesi ve nükleer meseleler dışındaki sorunların katılarak değiştirilmesi ile işe başlayan Biden, İran'ın geri adım atmaması üzerine sonunda AB'nin aracısı olduğu Viyana'daki 4+1 sürecine destek vermek durumunda kaldı.
6 Nisan'da Viyana'daki dolaylı görüşmeler başlarken, bir gün sonra ABD Dışişleri'nden İran'ın anlaşmaya dönmesi halinde '2015 nükleer anlaşmasıyla bağlantılı olmayan yaptırımların da kaldırılmasıyla anlaşmaya dönmek için adım atmaya hazır oldukları' açıklamasının gelmesi dikkat çekti. Süreç devam ederken, İran ABD'nin geri dönüşü ve yaptırımların tek seferde kaldırılmasında ısrar edip, uranyum zenginleştirme düzeyini de artıran yeni hamleler yapıyor. ABD'nin anlaşma yolları aradığı bir sırada İran'ın Natanz'daki tesisine yönelik sabotaj da dikkat çekti. Tahran olaydan İsrail'i sorumlu tuttu.
İran'la 2015 nükleer anlaşması için 4+1 Viyana süreci, Tahran'ın yüzde 60 düzeyinde uranyum zenginleştirme hamlesi ve ABD'nin anlaşmaya dönüş ihtimalini Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Bölümü'nden İran uzmanı Dr. Bilgehan Alagöz'le konuştuk.
'ABD İran konusunda kafa karışıklığı ve ikilem içinde görünüyor'
Dr. Bilgehan Alagöz’e göre, ABD'deki Biden yönetiminde İran nükleer anlaşmasıyla ilgili kafa karışıklığı ve ikilem var. Biden'ın başkan olunca anlaşmaya koşulsuz dönme vaadinden vazgeçtiğini anımsatan Alagöz, Trump yönetiminden farklı bir politika tesis edilmediği görüşünü dile getirdi. Alagöz'e göre bunda ABD'deki iç siyasi dengeler de ABD'nin Ortadoğu bölgesi için politikalarının özellikle İsrail ve Körfez'in de etkisi var:
“Amerika’nın kafa karışıklığı ve ikilem içinde olduğunu düşünüyorum. Aslında bu ikilem Biden’ın iktidara gelmesiyle başladı. Başkanlık koltuğuna oturmasıyla retorik ciddi şekilde değişti. Koşulsuz bir şekilde anlaşmaya dönüş vaadinde bulunan Biden’ın artık fazlasıyla koşullar ortaya koyduğunu görüyoruz. Bu noktada İran konusunda Trump döneminden hiç de farklı bir politika tesis etmediğini görüyoruz. Bu beni şaşırtmadı. Çünkü doğası gereği böyle olmak zorundaydı. Genel olarak yaptırımlar diyoruz ama yaptırımların karakterini iyi tahlil etmek gerek. Trump döneminde yaptırım kararlarının büyük bölümü terör suçları kapsamında alındı. Nükleer anlaşmanın dışında bir başlık altında değerlendirildi. İran’ın ekonomisini de kontrol altında tutan Devrim Muhafızları zaten terör listesinde. Petrol ihracatı, ithalatı da bu kapsama girmiş oluyor. Başkanın 'hadi ben karar aldım, yaptırımlardan vazgeçiyorum’ deme gibi bir kolaylığı yok. Bunun hem iç siyasi dengeleri hem ABD’nin bölge politikaları açısından yansıyacağı konuları var. En önemli konu İsrail ve Körfez Arapları, özellikle Suudi Arabistan. Her ne kadar Suudi Arabistan, Biden ile sorunlu bir ilişkisi varmış gibi gözükse de hala ABD için önemli bir unsur. İsrail’in tavrını biliyoruz."
'Senato'da Biden'ın İran'a yaptırımları rahatlatmasını engelleme girişimi var'
Alagöz, bunun yanı sıra ABD iç siyasetinde, Senato'daki durumun süreci etkilediğini vurguladı. İran konusunda Demokratların Cumhuriyetçilerle neredeyse aynı söylemi kullandıklarını belirten Alagöz, bu konuda Biden'a yazılan iki mektuba dikkat çekti. Alagöz, son olarak 34 senatörün Biden'ın İran'a yaptırımları kaldırmasını sabote etmeye yönelik tasarı hazırlığına atıfta bulundu:
"İç siyasete baktığımızda, bugünlerde yazmaya çalışıyorum. Amerika iç siyaseti hiç olmadığı kadar dış politikayı takip eder bir halde. İran konusunda da her konuda ayrışan Demokrat ve Cumhuriyetçilerin, diğer platformlarda olmasa da Senato nezdinde neredeyse aynı söylemi kullandığını görüyoruz. 2015’te de benzer bir durum vardı. Obama da Kongre’deki Demokratlara rağmen bir yola girmişti ve bu bir rahatsızlık yaratmıştı. Bunlar kariyer siyasetçileri. O dönem Senato’da olan kişilerin büyük bölümü hala devam ediyor. Aynı sorunla karşılaşmamak için bir takım önleyici müdahalelerde bulunuyorlar. Bu noktada da Cumhuriyetçiler ve Demokratların yani Senatörlerin büyük oranda birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Bunlardan biri 40 senatörün Biden’a hitaben ortak bir mektup yazması oldu. İran konusunda farklı taktiksel bakış açıları olmalarına rağmen genel olarak aynı perspektifi benimsediklerini ifade ettiler. Özellikle İsrail ve Körfez'in Arap ülkeleri gibi bölgedeki müttefiklerle istişare yapılması gerektiğini, bu sürecin Kongre’nin tamamen bilgisi dahilinde ilerlemesi gerektiğini ifade ettiler. Bu senatörlerden bir kısmı bir yasa hazırlığı içinde. Şimdiden 34 Senatör bir araya geldi, büyük bölümü Cumhuriyetçiler ama muhtemeldir ki Demokratlar da dahil olacak. Biden yönetiminden olası bir yaptırımları kaldırma kararı olursa bunu gözden geçirme yasası adıyla bir yasa hazırlığı yapıyorlar. Başkanın yaptırımları rahatlatma kararı olursa Kongre böylelikle sabote etmeyi planlıyor. O sebeple iç siyasi dengeler açısından bu konu öyle göründüğü kadar kolay değil.”
‘Trump devam etseydi daha rahat çözülürdü, Demokratlar ‘hayır insan haklarını da konuşmak istiyoruz’ diyorlar’
Alagöz, ABD'de Trump yönetimi devam etseydi belki de nükleer anlaşmanın daha rahat çözülebileceğine işaret etti. Trump'ın İran konusunda net biçimde nükleer tartışmalara odaklanırken, Demokratların 'insan hakları' gibi başka başlıklarla geldiğini ve kendi içlerinde bölündüklerini ifade eden Alagöz, İran’ın bu anlamda ABD’de bir iç siyaset malzemesi olduğunu anımsattı:
“Trump devam ediyor olsaydı belki daha rahat çözülebilirdi diye düşünüyorum. Trump’ın söylemi çok netti. ‘Ben nükleer konuyla ilgili müzakereye oturacağım, başka hiçbir konu beni ilgilendirmez’ diyordu. Şimdi Demokratlar, ‘Hayır biz takip anlaşması da istiyoruz. İnsan haklarını da konuşmak istiyoruz’ gibi başka başlıklarla gelince süreç daha çetrefilli hale giriyor. Bu süreç zor olacak. Bu söylem çok sert bir muhalefetle karşı karşıya. Korkarım ki Demokrat Parti’yi de ikiye bölüyor. Bir yanda Cumhuriyetçilerle hareket eden Demokrat kanat var. Onun karşısında da ilerici dediğimiz bir kanat da yeni bir mektup yayınladı, 'Biden yönetiminin bu girişimlerini destekliyoruz' şeklinde. ABD’de ciddi anlamda İran konusu bir iç siyaset malzemesi. Önceki yıllarda bu kadar yansımıyordu ama bugün çok ciddi şekilde yansıyor. Buna da ‘Pos-Trump etkisi' diyebiliriz.”
‘İran ciddi zorluk yaşıyor, iç siyasi konsolidasyon için dik duruş sergilemeye çalışıyor. Viyana'dan sonuç beklemek hayalperestlik olur'
Alagöz'e göre, İran'da da sıkı yaptırımların yarattığı zorlu ekonomik ortam var. İsrail'in İran tesislerini hedef aldığını, İran'ın bir sene içinde önemli bir komutanı ve nükleer fizikçisini yitirdiğini anımsatan Alagöz'e göre, ciddi güvenlik sorunu yaşayan Tahran da iç siyasi konsolidasyon için dik duruş sergilemeye çalışıyor:
“İran için 'ABD'yi zorluyor' demek ne kadar doğru bilmiyorum. Çünkü ciddi zorluk yaşayan bir İran var. Daha yeni İsrail tarafından tesisleri vuruldu. 2020’de komutanını ve nükleer araştırmacısını yitirdi. Yani arka arkaya hedefte olan, özellikle İsrail’in doğrudan hedefinde olan bir İran var. İran için de İsrail’in bu tarz askeri kabiliyetinin yüksek oluşu güvenlik açısından hiç sağlıklı bir imaj vermiyor. Buna istinaden yüzde 60 oranında arttırma kararı geldi. Hem ülke içi konsolidasyonu sağlamak hem dışarıda biraz daha dik bir duruş sergilemek adına böyle bir yola girildi. Şu an Viyana sürecinden çok somut bir çıktı beklemek çok hayalperest bir yaklaşım olur. Bu sadece diplomatik mekanizmanın ortadan kalkmaması için yani bir şekilde o diyalogun devam edebilmesi için tarafların sürece dahil olduğu bir durum."
‘Çin Ortadoğu’da siyasi bir mekanizma geliştirmeye çalışıyor, bu ABD’ye ‘ben küresel bir aktör olma yolundayım’ mesajı’
Diğer yandan Bilgehan Alagöz nükleer anlaşmada Rusya ve Çin'in de bulunduğunu anımsatırken, Pekin'in Ortadoğu politikalarında yavaş yavaş varlığını hissettirmesine dikkat çekti. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin Tahran ziyaretinde 25 yıllık anlaşma imzalanmasına atıf yapan Alagöz'e göre, Çin, Ortadoğu üzerinden 'ben de küresel aktör olma yolundayım' mesajı veriyor. Çin’in İran’la anlaşmasını ABD’yle rekabet olarak göreceğine işaret eden Alagöz, bu gelişmelerin ABD'nin Ortadoğu'dan çekilip sadece Hint-Pasifik'e odaklanacağı analizlerini boşa çıkarttığı değerlendirmesi yaptı:
"Hep ABD’den bahsediyoruz ama nükleer anlaşma aynı zamanda Çin ve Rusya’nın da dahil olduğu bir anlaşma. Onlar da burada söz hakkına sahip. 2015’ten farklı olarak gözlemim şu. O zaman Avrupa Birliği çok fazla ön plana çıkmıştı. Şimdi de AB’nin ciddi bir katkısı var gözüküyor. Ama Rusya ve Çin o döneme göre daha aktif bir diplomasi yürütüyorlar. Viyana’daki birçok ilk açıklamayı biz Rusya’nın Viyana Temsilcisi’nden işitiyoruz. Çin bu konularda çok az konuşan bir ülke olmasına rağmen fikir beyan ediyor. Çin’in genel bir Ortadoğu vizyonu var, bunu iyi değerlendirmek gerekiyor. Çin şu ana kadar hep ekonomik araçlarla bölgede bir nüfuz elde etmeye çalıştı. Bunun da bir limiti var. Bir noktadan sonra siyasi bir mekanizmayı da geliştirmesi lazım. Diğer küresel rakipleri ABD ve Rusya siyaseten de buradaki ülkelerle ilişkiler içindeler. Çin şu dönem çok ilginçtir İsrail ile çok yoğun ilişki içinde. Irak ile ve yine Körfez ülkeleriyle de. Burada sadece İran söz konusu değil. O sebeple de Ortadoğu üzerinden ABD’ye vermek istediği bir mesaj var. ‘Ben küresel aktör olma yolunda ilerliyorum’ mesajı veriyor. Sıklıkla 'ABD dış politikasında Ortadoğu artık çok önemli değil, Pasifik önemli' deniliyor. Buna katılıyorum ancak şu şerhi koyuyorum. ABD eğer küresel siyasette en önemli rakibi olarak Çin’i tanımlıyorsa, Çin’i durdurmak için Ortadoğu’daki varlığı çok daha önemli hale geldi. O sebeple de İran üzerinden 25 yıllık anlaşmayı Çin’in ABD ile rekabeti bağlamında da değerlendirebiliriz. İran’ın Çin üzerinden ABD’ye vermek istediği mesaj olarak da değerlendirebiliriz. İran tarafının bunu daha bir kamu diplomasisi aracı olarak kullandı, Çin biraz daha sessiz kalmayı tercih etti. Bazı maddelerin askeri unsurlar taşıdığı iddia edildi, ilişkilerin askeri işbirliği doğrultusunda devam edeceği... Eğer anlaşma bu anlamda hayata geçerse Çin’in artık Ortadoğu’da siyaseten de varlık gösterdiği anlamını çıkarabiliriz.”
‘Afganistan çapraz bağların olduğu bir diplomatik görünüm yaratıyor, Türkiye'nin konumu da öne çıkıyor'
Alagöz'e göre İran'a karşı diplomatik süreçler konuşulurken, ABD'nin Afganistan'la ilgili son olarak aldığı 11 Eylül'e kadar çekilme tutumu da dikkat çekici. ABD'nin Afganistan'dan çekilme alametlerinin Türkiye'nin konumunu da etkilediği görüşündeki Alagöz, Washington'ın bu alanı en önemli rakibi Çin ve Rusya'ya bırakmak istemeyeceğini dile getirdi. Taliban'la barış sürecinin Doha üzerinden İstanbul'a taşınması girişimine atıf yapan Alagöz, Afganistan'ın hem Türkiye hem Arap dünyasının bölgeye açılması ve İran'ı sınırlama çabalarında öne çıktığına dikkat çekti:
“Afganistan çok önemli bir başlık. Türkiye’nin de giderek daha fazla ön plana çıktığı bir konu haline geliyor. Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği açısından da bir yol haritası tayin edebilir. Çünkü ABD çekilmek isterken en önemli rakibi Çin ya da Rusya’ya bu alanı bırakmak istemiyor. Eğer tamamen bir çekilme olursa, o tarz bir denklem gelişebilir. Taliban ile Pakistan diyalog kurabiliyor. Ama Pakistan ile ABD’nin öyle bir süreci yok. Orada Türkiye Pakistan ile diyalog kurabilen ülke haline geçiyor. Dolayısıyla böyle çok çapraz bağların olduğu hassas bir diplomasinin olması gerektiği bir mecra. Bir Katar öncülüğü girişiminin Afganistan bağlamında ortaya çıktığını görüyoruz. Burada Arap dünyasının da Afganistan’a açılma stratejisi var. Orada da İran’ı biraz sınırlama çabasının baskın olduğunu görüyoruz. O sebeple İstanbul’da planlanan toplantı bize birçok ipucu verecektir.”