Seyyar satıcılık yapan üniversiteli bir gencin kendini yakma girişimiyle 2010 yılında Tunus'ta başlayan 'Arap Baharı', kısa bir süre sonra Suriye’ye sıçradı ve uluslararası aktörlerin de dahil olduğu 10 yıllık bir çatışma süreci bu şekilde başladı. Ancak bölgede 'demokrasi' adına ardı ardına patlak veren 'rejim değişikliği' silsilesi, Suriye halkı ve yönetimi tarafından büyük bir direnişle karşılandı. Bölge ülkelerini toplumsal hareketler yoluyla 'yeniden dizayn eden' bu 'bahar', en önemli uğraklarından biri olan Suriye'de başarısızlıkla sonuçlandı.
Ülkede Esad yönetimine karşı 15 Mart 2011 tarihinde başlayan gösteriler, 'Suriye iç savaşının' resmen başlangıç tarihi olarak kabul ediliyor. Savaşın palazlandırdığı IŞİD’le birlikte dünya radikal İslamcı terörle çok daha yakından tanışırken, ortaya çıkan 'aşırıcılık', Batı ülkelerinden oluşan Uluslararası Koalisyon için ülkeyi işgalin gerekçesi haline getirildi.
ABD, bölgede hem askeri güç bulunduruyor, hem de YPG eliyle bölgedeki petrol yataklarını kontrol ediyor.
Ağırlıklı olarak Suriye'nin kuzeyinde faaliyet gösteren ABD ordusunun bölgede 12 ayrı tesise dağılan toplamda 600 askeri personel bulundurduğu belirtilmişti.
Suriye savaşıyla birlikte bugün dünya kamuoyu yalnızca savaşı değil, radikalizm, göç problemi, 'vekalet savaşları' ve 'bölge barışı' gibi kavramları da tartışıyor.
İlk çatışmalar: 'Demokrasi' talepleri ve Batı medyası
Suriye'de çatışmaların başlangıcı olarak kabul edilen 15 Mart 2010’da, Arap Baharı'nın 'vurduğu' diğer Arap ülkelerde olduğu gibi, bir süredir Facebook'tan örgütlendikleri iddia edilen 'Suriye Devrimi' isimli grubun hükümet karşıtı protestolarında, güvenlik güçleriyle eylemciler arasında çatışmalar yaşandığı aktarıldı.
Yaşanan olaylarda, Associated Press ile BBC başta olmak üzere, Batı medya organlarının 'görgü tanıklarına dayandırdığı' ancak teyitlenemeyen çeşitli haberleriyle, güvenlik güçlerinin protestocular üzerinde silah kullandığı, çok sayıda kişinin gözaltına alındığı gibi iddialar raporlandı. Konuya ilişkin sonradan yalanlanan veya doğruluğu hiçbir zaman kanıtlanamayan görüntüler, o dönem batı basınınca herhangi bir teyit mekanizmasından geçirilmeden servis edildi ve uluslararası kamuoyunda Esad yönetimi için 'halkına zulmeden diktatör' yakıştırmaları yapılmaya başlandı.
Bunun yanında, Şam yönetiminin sivil halk üzerinde 'kimyasal silah' kullandığı da iddia edildi. Ancak Beyaz Miğferler isimli El Kaide bağlantılı örgüt tarafından servis edilen bu iddiaların kurgu olduğu başta Rusya olmak üzere çeşitli ülke ve araştırmacılar tarafından kanıtlandı. Bu tarihten itibaren de, Rusya Suriye'de 'kimyasal silah' kurgusuna dair edindiği her istihbaratı uluslararası kamuoyuyla paylaşmaya devam etti.
Çatışmanın tarafları
Çatışmaların başlamasından birkaç ay sonra, aralarında ordudan ayrılan subayların da olduğu belirtilen eski askerler, asker kaçakları ve bazı muhalif güçlerden oluşan gruplar, 30 Temmuz'da 'Özgür Suriye Ordusu'nı (ÖSO) kurduklarını açıkladı. Bu tarihten itibaren ÖSO, savaşan taraflar arasındaki yerini aldı.
ÖSO ve çevresinde topladığı militanların dışında, Suriye'de 2003 yılından beri faaliyet yürüten, PKK'ya bağlı Demokratik Birlik Partisi (PYD) de Temmuz 2012'de YPG'nin kuruluşunu resmen ilan etti.
PKK ile bağlantılarıyla bilinen YPG, IŞİD tehdidinin yükselmesiyle birlikte ABD'nin bölgedeki 'saha müttefiki' haline geldi ve ABD ve uluslararası koalisyonun planlamaları doğrultusunda hareket etti.
ABD'nin Irak işgalinin ilk yıllarında kurulduğu bilinen IŞİD ise, Şubat 2014 tarihinde daha önce bağlılığını ilan ettiği el-Kaide'den tamamen ayrıldığını ilan ederek Suriye'de yeni bir dönemin başlamasına yol açtı.
Suriye'de Uluslararası Koalisyon
IŞİD'in Suriye'de ve Irak'ta kontrol ettiği alanları artırarak 'İslam Devleti'ni ilan etmesi ve uluslararası kamuoyunda 'Kobani' olarak bilinen Ayn el-Arab'a saldırmasıyla birlikte, ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon YPG ile birlikte 'IŞİD'e karşı mücadele' başlığında Suriye'deki operasyonlarını artırdı. Ancak, IŞİD bahanesiyle başlayan süreçte, koalisyonu oluşturan ülkeler Arap Baharı'nın rejim değişikliği görevini devraldı ve Suriye'de YPG eliyle 'kalıcı işgal' senaryoları üzerinde durmaya başladı. YPG de, daha sonra 10 Ekim 2015 tarihinde yine ABD tarafından silahlandırılan ve fonlanan bir çatı örgütü olan Demokratik Suriye Güçleri (DSG) formunu aldı.
Suriye'nin müttefikleri
Bölgede bir yandan silahlı militanlarla mücadele eden Suriye yönetimi ise, 30 Nisan 2013'ten bu yana ülkede bulunan Hizbullah'ın yanı sıra Rusya'yı da davet etti ve Rus kuvvetleri 30 Eylül 2015 tarihinde Suriye'de IŞİD ve diğer terör gruplarına karşı mücadelede Suriye'ye hava ve kara operasyonları desteği sunmaya başladı.
Suriye yönetimi de, müttefiki İran ve Rusya dışındaki yabancı ülke askerlerinin Suriye'deki varlığını 'işgal' olarak nitelendirdi ve söz konusu ülkelerden askerlerini çekme çağrısında bulundu.
Türkiye'nin Suriye'deki varlığı
Türkiye yönetimi, iç çatışmalardan önce Suriye ile yakın ilişkiler içerisinde bulunsa da, olayların başlamasıyla birlikte Şam’a karşı tavır aldı. Suriye'deki silahlı muhalif gruplara da destek olan Türkiye yönetimi, YPG'nin Suriye'nin kuzeyindeki varlığını kalıcılaştırma yönünde attığı adımlar neticesinde odağını değiştirdi. PKK ile olan bağlantıları nedeniyle aynı zamanda 'iç tehdit' olarak da görülen YPG'nin Türkiye sınırındaki varlığı, Türkiye ile ABD'nin vekil güçler eliyle karşı karşıya gelmesine yol açtı. Erdoğan yönetimi, YPG'ye verilen destek nedeniyle ABD'ye yönelik eleştirilerinin tonunu artırırken, Washington ise 'YPG ile PKK'nın farklı olduğu' tezini öne sürmeye başladı.
Bu bağlamda, 23 Şubat 2015'te gerçekleştirilen Şah Fırat operasyonunu takiben, bu sefer Türkiye'nin Suriye'de doğrudan askeri aktör olmasıyla sonuçlanan operasyonlar başladı:
- 24 Ağustos 2016'da başlayan, YPG'nin Menbiç'i ele geçirmesinin ardından bölgeyi Afrin ile birleştirip koridor kurmasını engellemek amacıyla düzenlenen Fırat Kalkanı Harekatı,
- 20 Ocak 2018'de başlayan, YPG'yi Afrin'den çıkarıp sınır bölgelerinin güvenliğini sağlamak amacıyla düzenlenen Zeytin Dalı Harekatı,
- 18 Ekim 2019'da başlayan, YPG'ye karşı düzenlenen Barış Pınarı Harekatı,
- 27 Şubat 2020'de başlayan ve olası göç dalgasına karşı önlem alma amacını taşıyan Bahar Kalkanı Harekatı.
Türkiye, düzenlediği operasyonlarla hem sınır güvenliğini kontrol altına alırken, aynı zamanda bölgede Suriye Milli Ordusu (SMO) adını alan ÖSO eliyle fiili (de-facto) bir yönetim meydana getirdi.
Astana ile başlayan mutabakatlar dönemi
Öte yandan, Suriye’de ‘siyasi çözüm’ iddiasıyla başlatılan ve Katar'ın başkenti Doha'da oluşturulan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nun muhatap kabul edildiği (SMDK) ‘Cenevre Süreci’ ise açık bir başarısızlıkla sonuçlandı. Son olarak 25-29 Ocak 2021 tarihlerinde yapılan toplantılarda herhangi bir sonuca varılamamış, BM Suriye Özel Temsilcisi Geir O. Pedersen de "45 kişilik yazım ekibine artık bu şekilde devam edemeyeceğimizi söyledim. Benim için bir hayal kırıklığı oldu” ifadelerini kullanmıştı.
Türkiye-Rusya- İran işbirliğinin değiştirdiği bölgesel denklem
Türkiye, Rusya ve İran’ın hem sahada hem de masada attığı adımlar, zaman içerisinde bölgesel denklemi değiştirecek niteliğe ulaştı. Astana’nın üç garantör ülkesi olan Türkiye, Rusya ve İran, Suriye'nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü konusunda hemfikir kaldı. Bölgenin 3 önemli aktörü, Türkiye'nin Zeytin Dalı Harekatı'ndan aylar sonra Rusya'nın Soçi kentinde bir araya gelerek İdlib'de silahlardan arındırılmış bir bölge kurulması üzerinde anlaşmaya vardı. Anlaşmada imzalanan muhtıraya göre, Suriye'nin kuzeyinde 15-20 kilometre derinliğinde ve 250 kilometre uzunluğunda bir silahsızlandırma bölgesi oluşturularak, bölge bu 3 ülkenin denetimine bırakıldı.
22 Ekim 2019'da imzalanan bir diğer mutabakatta ise, Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğüne bağlılığını teyit etti ve o sırada devam etmekte olan Barış Pınarı Harekat alanı sınırlarının batısı ve doğusunda Türk-Rus ortak devriyeleri başladı. Bu adımla birlikte, Türkiye'nin Suriye konusundaki ana odağı YPG tehdidi halini alırken, Suriye'nin kuzeyinin yeniden özgürleştirilmesi konusunda da önemli adımlar atılmış oldu.
Bundan sonra ne olacak?
Suriye yönetimi, ülkede 10 yıldır devam eden süreçte askeri ve ekonomik anlamda ciddi kayıplarla karşılaşsa da; nihayetinde ülkenin tamamının yeniden kontrol altına alınacağı bir sürece girildi. Bu sürecin en önemi duraklarından biri ise İdlib. Zira, cihatçı örgütler ülkenin diğer bölgelerinde çoğunlukla etkisiz hale getirilmişken, İdlib söz konusu yapıların 'son kalesi' olma niteliğinde.
İdlib'de HTŞ, Uygur cihatçılardan oluşan Türkistan İslam Partisi (TİP), HTŞ'den ayrılanlar tarafından kurulan Hurras al-Din, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Suriye Milli Ordusu (SMO) gibi çok sayıda cihatçı grup yer alıyor.
Ancak Suriye ordusunun Rusya’nın da desteğiyle bölgeye yönelik düzenlediği operasyonlar sonuçlandığında, Suriye’de Esad yönetiminin lehine olacak bir sonuç ortaya çıkacaktır.