ABD'de Barack Obama döneminde 2015'te BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ile Almanya'dan oluşan 5+1 Grubu'nun İran ile yapmış olduğu ve Trump yönetiminin tek taraflı çekilerek işlevsizleştirdiği nükleer anlaşmanın canlandırılması umutları çabuk söndü. Joe Biden'ın kampanya döneminde vurgulanan 'anlaşmaya dönme' seçeneği, başkanlığının başlamasıyla yerini bulanık bir diplomasiye bıraktı.
Trump anlaşmadan tek taraflı çekilerek İran'a yaptırımları ağırlaştırmışken, Tahran anlaşmaya 'siyasi iradesini' koyan Avrupa kanadı karşısında yükümlülüklerini aşama aşama kaldırmıştı. İran meclisi kısa süre önce ABD'nin zaten uymadığı anlaşmadan tümden çekilerek anlaşmayla sınırlandırılmış nükleer faaliyetlerin tam kapasiteyle yürütülmesini benimsemişti. Hasan Ruhani yönetimi de Biden yönetimine şubat sonuna kadar mühlet tanımış durumda.
Hal böyleyken Biden yönetimi ikili taktik geliştirmiş görünüyor. Blinken anlaşma için bir yandan 'önce İran dönsün' diğer yandan da 'Körfez ülkelerinin katılımıyla ve İran'ın balistik füzeleri ile Ortadoğu'daki varlığını kapsayan yeni anlaşma yapılsın' söylemini ortaya sürmüş durumda.
ABD'nin İran politikası ve nükleer anlaşmanın akıbetini Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Bölümü'nden İran uzmanı Dr. Bilgehan Alagöz'le konuştuk.
‘ABD’de İran’la bir takip anlaşmasından söz ediliyor’
Dr. Bilgehan Alagöz'e göre, en başından bu yana söylemlerle icraatlar arasında ciddi farklılıklar var. Biden yönetimiyle ilgili İran'da kimi kesimlerde beklentiler oluştuğunu anımsatan Alagöz, özellikle yeni Dışişleri Bakanı Blinken'in Senato onayı sırasındaki tutumunun İranlılara ABD'de Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasında fark olmadığını gösterdiğini belirtti. Biden'ın kampanya döneminde sadece 'anlaşmaya dönülmesinden' bahsedildiğini vurgulayan Alagöz, artık bunun İran’ın balistik füze programı ve Ortadoğu’daki varlığını da içeren bir 'takip anlaşmasına' dönüştüğünü dile getirdi:
“Söylemlerle icraatlar arasında ciddi bir farklılık olacağını düşünüyorum en başından beri. İran tarafında da yüksek bir beklenti oluşmuştu bazı kesimlerde, yeni ABD yönetimiyle ilgili. Ama yavaş yavaş nasıl bir strateji uygulanacağını hepsi düşünmeye başladı. Blinken’ın Dışişleri Komitesi’ndeki oturumunda görüldü ki aslında Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında yani senatörler nezdindeki dış politika yapımı açısından ABD’de önemli bir erki oluşturuyor Senato, hiçbir farklılık yok. İran algısı her kanatta da aynı oranda tehdit olarak algılanıyor. Senato Obama dönemindeki uygulamalardan oldukça rahatsız. Israrla şunu sordu hem Cumhuriyetçi hem Demokrat Senatörler; ‘Sürece biz de dahil olacak mıyız, istihbarat paylaşımı yapacak mısınız?’ Blinken da ‘Evet bunu ortak bir şekilde gerçekleştireceğiz’ dedi. Kampanya döneminde sadece İran nükleer anlaşmasına dönüş bahsi geçiyordu. Ama artık iktidara geldikten sonra şu çok net bir şekilde dile getiriliyor. Bir takip anlaşması üzerinde durulacağı söyleniyor. Bunun içeriğinin de İran’ın balistik füze programı ve İran’ın Ortadoğu’daki askeri varlığını içereceği söyleniyor."
'İsrail'le uzlaşmış Körfez'in de yeni anlaşmaya katılmasından söz edilmesi İran açısından rahatsız edici'
Biden yönetiminin İran'la yeni anlaşmaya Körfez ülkelerini katmanın altını çizdiğini belirten Alagöz, bu ülkelerin Trump yönetiminin sonunda İsrail ile normalleşme anlaşmaları yapmasının durumu daha da karmaşıklaştırdığını vurguladı. Trump'ın İbrahim/Abraham anlaşmasını Biden'ın da sahiplendiğini anımsatan Alagöz, tüm bunlar karşısında İran'ın nükleer faaliyetlerine ciddi biçimde hız verdiğini kaydetti:
"Bu noktada da ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin de yapılacak olan anlaşmaya taraf olması gerektiği artık açıkça dile getiriliyor. Burada müttefiklerden kasıt da Körfez ülkeleri. Körfez’de İsrail ile yakın zamanda Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn İbrahim anlaşmalarını yaptı. Bu İsrail’e ciddi anlamda nefes aldıran bir anlaşma. Belki içerik itibariyle henüz somut bir izdüşümünü görmüyoruz. Ama İsrail’in Arap dünyasında kabul edilen bir ülke haline gelmesi, ciddi bir gelişme. Yine Biden yönetimi de bu anlaşmayı son derece başarılı buluyor. Trump’ın başarılı politikaları olarak adlandırıyorlar. Dolayısıyla burada İran açısından çok da rahat bir durum söz konusu değil. Ama İran da buna karşılık ne yapıyor? Fahrizade suikastının hemen akabinde aralık ayında bir kanun geçirmişti mecliste. Yaptırımları kaldırmak ve İran halkının çıkarlarını korumak için stratejik eylem adını taşıyordu. Bu bağlamda nükleer programına ciddi hız verdi. Hatta şu anda faaliyetleri kanun takviminden de önde gidiyor. En son baktığımda 22 günde 17 kilogram uranyum zenginleştirmesi yapılmıştı, açıklanan resmi rakamlarda. Dolayısıyla eğer bu takvim devam ederse İran zaten nükleer anlaşmadan çıkmış olacak. Çünkü ek protokolü de askıya almak bahsediliyor. Böylelikle nükleer anlaşmanın içindeki tetik mekanizması devreye girmiş olacak zaten anlaşma düşmüş olacak.”
‘İran'da ilk kez asker kökenli birinin seçilmesi halinde müzakereler çok daha sert geçer'
Dr. Alagöz, İran-ABD denkleminde iç politikaların da belirleyici olduğunu vurguladı. İran'da gelecek haziranda yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerine dikkat çeken Alagöz, bu seçimlerin asli sorusunun da ilk kez 'asker kökenli' bir cumhurbaşkanı seçilip seçilmeyeceği olduğu görüşünde. Alagöz'e göre bu durumda ABD ile müzakere süreci çok daha sert geçecek:
“Denklem içinde çok farklı unsurlar var. Ülkelerin iç politikaları burada çok belirleyici, iç politik çekişmeler. Hem ABD’de var bu. Mart ayında İsrail’de bir seçim süreci olacak. Haziran’da İran’da seçim süreci olacak. Dolayısıyla bu konu tüm bu ülkelerin iç siyasi gündemini de çok doğrudan ilgilendiriyor. Karşılıklı birtakım mesajlar veriliyor. Bu mesajların bir kısmı da ülkelerin kendi iç kamuoylarına dönük oluyor aslında. Zarif’in de ileriye dönük birtakım siyasi emelleri olduğu da artık sıkça dile getiriliyor. Bu dediğinin çok karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Süreç hiç onu getirmiyor. Arka kapı diplomasisi çoktan başladığı söylense de en azından somut olarak kamuoyuyla paylaşılan bir süreç yok ortada. İran’da muhafazakar bir yönetim gelecek diyoruz. Ama bu da içi çok doldurulmamış bir başlık olur. Çünkü İran’da asıl tartışılan konu sivil bir cumhurbaşkanı mı yoksa asker kökenli bir cumhurbaşkanı mı olacak. Bence bu çok daha önemli. Çünkü zaten İran’da artık Hatemi’den bu yana reformist kanadın zaten bir varlığı söz konusu değil. Ruhani hiçbir zaman o kanadı temsil etmiyordu. Ama çok ciddi bir şekilde asker kökenli birisinin cumhurbaşkanı olma ihtimali konuşuluyor. Sistem eğer buna izin verirse, bu İran’da çok başka bir dönüşüme işaret ediyor. 2015’te anlaşma ortaya çıkarken öncesinde Ruhani iktidara gelir gelmez müzakere yetkisini milli güvenlik konseyi sekreterinden dışişleri bakanına vermişti. Orada bile zaten askerlerin minimum düzeyde aslında bu konunun üzerinde olması hedeflenmişti. Bir kere şu anda nükleer program meselesinin tamamen milli güvenlik konseyini ilgilendiren bir konu olduğu düşünülüyor, İran’da birtakım kesimlerce. Askerlerden birisi eğer cumhurbaşkanı olursa, ismi geçenler Hüseyin Dehkan, belki Seyyid Muhammed aday olacak. Böyle kökenli birisi eğer cumhurbaşkanı olursa bu konunun müzakere süreci de çok daha sert olacaktır. 2015’teki gibi bir dışişleri bürokratlarının arasında yaptığı bir müzakere sürecini görmeyeceğiz o zaman. Bunlar da hiçbir zaman Amerika’yla uzlaşıdan yana değil. Özellikle Amerika’nın bahsettiği balistik füze programı ve İran’ın bölgedeki varlığının azaltılması konusunda asker kökenlilerin bunu kabul etmesi mümkün değil. Dolayısıyla bu süreç bence düşünüldüğünden çok daha uzun bir süreç olacak. Ama irade var bu yönde."
'Kısa sürede sonuç çıkmasını beklemiyorum'
Alagöz, yine ABD'nin İran meselesini 'paravan' yaparak Çin'e karşı bölgedeki askeri varlığını artırmasının da konuşulduğunu aktardı. 2015 anlaşmasının sürecinin çok hızlı ilerlediğini de söyleyen Alagöz, bu kısa sürede bir sonuç çıkmasını beklemediğini ekledi:
"Amerika tarafında şu da çok konuşuluyor. Aslında İran konusunun bir paravan olduğu, asıl meselenin ABD’nin buradaki askeri varlığını arttırma amacı olduğu. Çünkü Çin’in varlığını asıl burada sınırlandırmak istendiği söyleniyor. Dolayısıyla İran başlığını sürekli tartışma halinde tutaraktan böyle bir politikanın devreye konacağı da konuşuluyor. Nükleer mevzu sürecinin geleceğine o anlamda daha itidalli ve çekinceli bakıyorum. Kısa sürede bir sonuç çıkmasını beklemiyorum. 2015 süreci çok hızlı ilerleyen bir süreç oldu. Orada zaten süreci yakından takip eden herkes sürecin bir yerde kesintiye uğrayacağının bilincindeydi. Çünkü ne İran meclisinde ne de ABD kongresinde bu anlaşma onaylanmadı. Bu yolla Trump anlaşmadan rahatlıkla çekilebildi. Eğer yeni bir anlaşma yapılacaksa, bir kere bunların meclislerden geçmesi gerekiyor. İç hukuk yollarının da bu anlamda tamamlanması gerekiyor ki taraflar bunu bir yöneticinin değişmesiyle farklı bir pozisyona sokmasın.”
‘İran sürece itidalli davranıyor'
Nükleer anlaşmaya AB'nin İran ile ilişkileri düzeltmek için çok istekli olduğunu, Rusya ve Çin'in de BM Güvenlik Konseyi üyeleri olarak anlaşmayla ilgili adım atması gereken taraf olarak, çekilen ABD'yi gördüklerini vurgulayan Alagöz, İran'ın ise yeni süreçte itidalli gideceği görüşünde. Alagöz'e göre bunda İran'da ABD'nin önceliğinin 'kendileri ve nükleer meselenin olmayacağı' görüşü etkili:
“İkincisi, Avrupa Birliği çok istekli. Çünkü İran ile ekonomik ilişkiler arttırılmak isteniyor. Daha ABD’ye göre daha fazla İran ile ilişkilere ihtiyaç var. Ama görünen o ki AB de ABD ile genel Transatlantik ilişkilerini tesis etme noktasında ve özellikle Rusya’ya dönük politikalarda belki ortak hareket etme düşüncesiyle İran konusunda ortak bir perspektife sahip görünüyor şu anda. Ama güvenlik konseyinin diğer iki üyesi Rusya ve Çin daha itidalli gidiyor. Lavrov ve Zarif’in yaptığı son görüşmede bu konu gündeme geldi. Lavrov aslında anlaşmadan çıkan taraf ABD olduğu için dönmesi gereken tarafın da ABD olması gerektiğini söyledi. Çin’in de benzer bir pozisyonda olduğunu gözlemliyoruz. Çok açık beyanlar gelmiyor tabi Çin tarafından. Dolayısıyla en makul görünen, bunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne tekrar dönmesi. İran’daki o onay tam onay olmadı. Öyle lanse edildi ama İran iç hukuk yolları da o süreçte tamamlanmadı. O biraz dünya kamuoyuna bir onaylanma olmuş gibi lanse edildi. Biraz orada siyasi bir manevra yapıldı. Yeni başlayacak sürecin dolayısıyla daha temkinli ve daha düşünülerek ince işlenerek olması gerekiyor. İran’da kanaat önderleri diyebileceğimiz kişiler hep şunu son zamanlarda dile getiriyorlar. Biden yönetimi başa geçtiğinden beri aslında ABD’nin önceliği İran konusu değil. Bu dış politikasında belki 3., 4. Sıradadır diyorlar. Biraz bunu dillendirmelerinin şu sebeple olduğunu düşünüyorum. Şu an çok üst perdeden bir müzakere gündeminin dile getirilmesini İran aslında istemiyor. Biraz daha az düzeyde belki teknokratlar seviyesinde ön görüşmelerin başlaması gibi bir tercih olabilir. Çünkü siyasileşmeye varıyor üst perdeden konuşulan her konu. İran tarafı da şu an için en azından biraz o konuda itidalli gitmeyi bekliyor. Mart’tan itibaren İran’da iç politika konuları konuşulacak. Dolayısıyla hazirandan önce doğrudan görüşmenin yani mevcut Ruhani yönetimiyle ABD yönetimi arasında pek beklemiyorum.”