Türk dış politikasında sert söylemler ve Libya, Doğu Akdeniz ve Kafkasya'da askeri eylemlerle geçen 2020'nin ardından tam bir 'yumuşama' havası hakim. Özellikle ABD'de yönetim değişikliğiyle birlikte CAATSA yaptırımlarıyla karşı karşıya kalan Ankara, Biden yönetimi ile temas arayışına girişirken, AB ile ilişkilerde diyalog kanalları için kolları sıvamış görünüyor. Dikkatler şimdiden şubat ayındaki NATO ve mart ayındaki AB zirvelerine çevrilmişken, Ankara'dan verilen mesajlar ve iç siyasette bir kez daha 'reform' söylemleri eşliğinde 'dış politikada yeni bir sayfa mı açılıyor' sorusu akla düşüyor.
Türk dış politikasında yeni dönemi emekli Büyükelçi Faruk Loğoğlu ile konuştuk.
‘Türkiye’nin somut adımlar atması gerekli’
Faruk Loğoglu, dünyada küreselleşmenin pandeminin de etkisiyle 'hızlanmasıyla' birlikte, uluslararası ilişkilerde de pek çok ülke yeni döneme hazırlanıyor. Türk dış politikasında ise söylemde bir değişiklik gözlendiğini dile getiren Loğoğlu, diplomasi ve diyalog arayışlarına dikkat çekerken, bu durumu artan dış baskılar ve hem demokrasi ile insan hakları hem de ekonomik planında yaşanan sorunların etkisiyle ilişkilendirdi. Ancak Ankara'nın söylemlerini 'inandırıcı' adımların tamamlamayacağı görüşündeki Loğoglu, dış ilişkilerin düzeltilmesi için önce içerideki durumun düzeltilmesi gerektiğini vurguladı:
“Dünya geneline baktığımızda küreselleşme hız kesmeden pandeminin de verdiği dürtüyle giderek hızlanıyor. Giderek küçülüyor dünya. Yani dünyanın neresinde bir şey olursa ilgili tarafların anında tepkileri gelişiyor. Özellikle Çin Devlet Başkanı’nın ağzından çıkan her şey hemen Amerika’da yankı buluyor. Amerikan Başkanı’nın yaptığı bir açıklama da Moskova’da yankı buluyor. Türkiye’ye gelince söylem planında en azından bir değişiklik var. Değişikliğin kısa tarifi, Türkiye’nin hem Amerika Birleşik Devletleri hem Avrupa Birliği hem de Yunanistan ile ilişkilerinde bir rahatlamak bir iyiye doğru gidiş sağlamak isteğinin beyan edildiğini görüyoruz. Fakat biraz gerçekçi de olmamız gerekiyor. Türkiye’nin bu duruşunu, dış ilişkilerde çoğalmış ve fazlalaşmış baskının etkisi olarak görüyorum. Aynı zamanda Türkiye’nin içerideki hem demokrasi, insan hakları planında özellikle ekonomi alanında yaşamakta olduğu sıkıntıların bir neticesi olarak görüyorum. AB, Yunanistan, ABD bağlamında bu son olumlu çıkışları uzatmaları oynayan bir Türkiye olarak görüyorum. Oyunun süresi bitti. Fakat belirli bir uzatma var. Bu uzatmada aktif değişiklik ne kadar işe yarar hiç emin değilim. Çünkü söylemin ötesinde eylem değişikliği lazım. O da öncelikle Türkiye’nin içinde, demokrasi, insan hakları planında, hukukun üstünlüğü bağlamında atılacak somut adımlara bağlı. Bu başlıklara baktığımızda Türkiye’nin ister Doğu Akdeniz ister AB ile ilişkiler isterse Amerika ile S-400 konusu olsun çok inandırıcı, toplu bir geri adım atacağını düşünmüyorum. Mevcut iktidar bunu yapmak niyetinde de değil, yapmak da istemez diye düşünüyorum. Burada önemli olan nokta Türkiye’nin dış ilişkilerdeki sorunların sadece dış ilişkilerdeki denklemlere bakarak çözmesi mümkün değil. Dış ilişkilerde ne yaparsanız yapın Türkiye’yi tam olarak düze çıkaramayacaksınız. Türkiye’nin dış ilişkileri de düze çıkması için önce içerisini düzeltmesi lazım.”
‘Türkiye içerideki sorunlarını çözmeli, önemli olan ABD ve AB’yi tatmin etmek değil’
Türkiye’nin sistemik düzeltmeler değil yapısal değişikliğe ihtiyacı olduğunu söyleyen Loğoğlu, hükümetin 'reform' gündemini yeniden öne çıkartması karşısında Türkiye'nin artık Anayasa Mahkemesi kararlarını alt mahkemelerin tanımadığı bir ülkeye dönüştüğü örneğini verdi. Loğoğlu, önce demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğünün sağlanması gerektiğini belirtirken, meselenin ABD ve AB’yi tatmin etmek olmadığını altını çizdi. Loğoğlu'na göre, Türkiye'nin içerisinin düzelmesi dış ilişkilerine da kaçınılmaz olarak yansır:
“Reform konusunda fazla inandırıcı şu anlamda bulmuyorum. Reform mevcut düzenin sağını solunu düzelterek ileri gitmeye çalışmak anlamına geliyor. Türkiye bu noktaları çoktan aştı. Türkiye’nin yapısal değişikliklere ihtiyacı var, özellikle hukukun üstünlüğünü sağlama bakımından. Reform diyen bir hükümet kendi ülkesi içinde Anayasa Mahkemesi kararlarının alt mahkemeler tarafından tanınmasını sağlayamıyor veya sağlamak için bir irade göstermiyorsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin anayasamıza göre üstün olması gereken kararlarını tanımıyorum diyen bir Türkiye, hukuk reformu olarak hangi adımları atarsa atsın, Türkiyemiz için yeterli olmayacaktır. O bakımdan önce içeriyi düzelteceksiniz, demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ekseninde. Ondan sonra dış ilişkilerde atılacak adımlar bu içerideki adımları doğal bir şekilde takip eder diye düşünüyorum. Burada önemli olan Avrupa Birliği ve ABD’yi tatmin etmek değil, içeride ne yapacağımız önemli."
'AB ve ABD sütten çıkmış ak kaşık değil ama...'
AB'nin Türkiye'ye karşı tutumunu Biden yönetimi ile koordineli geliştireceğini zaten beyan ettiğini anımsatan Loğoğlu, mart ayındaki zirve düşünüldüğünde işlerin çok sıkışık bir takvimde yürüdüğünü dile getirdi. ABD'nin yeni yönetiminin Ankara'daki hükümete bakışının olumsuz olduğunu vurgulayan Loğoğlu, AB'nin de ABD'nin de 'sütten çıkmış ak kaşık' olmadıklarını, ancak Ankara'nın demokrasi, hukukun üstünlüğü ve laiklik bağlamında diğer Müslüman ülkelerden kendisini farklı kılan üç eksende adımlar atması gerektiği görüşünü aktardı:
"Çok sıkışık bir takvimde yürüyor işler. Öncelikle Mart ayında AB zirvesi var. AB de ‘Ben Türkiye’ye bakış açımı ABD ile koordine ederek yürüteceğim’ diyor. ABD’ye baktığımızda masada bekleyen yaptırımlar tablosu var. Henüz çözülmemiş olan bir S-400 konusu var. Ayrıca Türkiye’ye bakış açıları, öncelikle Ermeni soykırım iddiaları konusunda olumsuz olan Başkan Biden, Kamala Harris, Dışişleri Bakanı olması beklenen Antony Blinken, Senato Dış ilişkiler Komitesi Başkanı Senatör Menendez, Temsilciler Merkezi Başkanı Pelosi ve Kongre’nin her iki kanadının da Türkiye’ye bakış açıları olumsuz. O bakımdan Türkiye’nin işi zor. Elbette AB ve ABD de sütten çıkmış ak kaşık değil. Türkiye dört dörtlük bir ülke bile olsa, Türkiye ile uğraşmaya devam edecekler. Ama Türkiye ile uğraşma yeteneklerini, güçlerini, bahanelerini azaltmak için Türkiye’nin içeride halk bakımından demokrasi, hukukun üstünlüğü ve laiklik bağlamında diğer Müslüman ülkelerden farklı kılan bu üç eksen üzerinde inandırıcı adımlar atması lazım. Bu ümit verici bir tablo değil ama keşke olabilse.”
‘ABD ve AB Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın yanında, Türkiye bölgesel işbirlikleriyle haklarını korumaya devam etmeli'
Yunanistan ile yeniden başlatılan istikşafi görüşmelerin Türkiye lehine sonuçlanmayacağını vurgulayan Loğoğlu, Yunanistan’ın önkoşullu olarak oturduğu anlaşma masasında Türkiye’ye karşı ciddi yaptırımlar için koz oluşturacağını ifade etti. ABD’nin de açıkça Yunanistan’ın yanında yer aldığını söyleyen Loğoğlu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklarını kararlılıkla korumaya devam etmesi gerektiğini vurguladı. Loğoğlu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz konusunda diplomasiye ağırlık vermesi ve bölgesel ülkelerle işbirliğine gitmesi gerektiğine işaret etti:
“İstikşafi görüşmelerden Türkiye lehine bir sonuç çıkacağını sanmıyorum. Hatta görüşmelerin Atina’da yapılacağı açıklandı. Atina bu oyunu oynuyor. Bir, iki görüşmeden sonra AB’ye mart ayındaki zirve yaklaşınca kilitleyecek; ‘Ben Türkiye ile konuşuyorum, tutumlarında en ufak bir değişiklik yok. Bunu ellerinize bırakıyorum’ diyerek AB’yi Türkiye aleyhinde daha ciddi yaptırımlar yapmaya hem zorlayacak hem teşvik edecek hem de bu beklentiyi, havayı yaratacak. İstikşafi görüşmelerde bir yere varılması şu anlamda mümkün değil. Bunun arkasında Atina’nın ne kadar siyasi iradesi var hiç göremiyorum onu. Hangi konuların ele alınması hususunda dahi Atina’dan bir esneklik yok. Amerika’da Biden ve çevresinden yapılan açıklamalara bakarsak, bundan önce Pompeo’nun yaptığı açıklamaları da hatırlarsak, Doğu Akdeniz konusunda Türkiye’nin değil Yunanistan ve AB’nin yanında yer alıyorlar. Türkiye her halükarda Doğu Akdeniz’deki haklarını kararlılıkla korumaya devam etmelidir. Bu bağlamda bir bölgesel Doğu Akdeniz konferansı toplanması önerisi yapıldı. Bu fikri ben çok önceden dile getirmiştim. Doğu Akdeniz’deki haklarımızı korumak için askeri gücümüzü gösterebiliriz ama bir yere varamayız. Yine diplomasi yoluyla bunu yapmamız lazım. Diplomasi için de Mısır ve İsrail öncelikli olmak üzere bölge ülkeleriyle anlaşarak bu konuda hak ve hukukumuzu ve bu konuda bizimle işbirliği yapılmasını herkesin daha fazla yararına olacağını, bölge ülkeleri, Avrupa ve Amerika’ya, uluslararası petrol şirketlerine anlatmamız lazım. Diplomaside geç kalınmış diye bir şey yok. Geciktiğimiz muhakkak da iş işten geçmiş değil. İnandırıcı söylemlerle, güçlü savlarla ortaya çıktığınızda ve tutarlı bir şekilde bunu takip ettiğinizde diplomasi size mesafe kazandırır. Burada hükümetin atacağı adımlar bakımından muhalefeti ve iktidarıyla birlikte inandırıcı olması esas.”