Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde dikkatler yarın başlayacak AB liderler zirvesine çevrildi. Ekim başındaki zirvede Türkiye'yle ilişkilerin devamı için teşvikler ve koşullar öne sürmüş olan AB'den verilen mesajlar, bir ilerleme sağlanamadığı yolunda. Ankara'ya karşı Fransa ve Yunanistan gibi üyelerin yaptırım sopasının devreye sokulması için bastırmaları karşısında dizginleyici bir faktör olmuş Almanya bu zirve öncesi uyarı sinyalleri gönderdi. Ancak ABD'de Joe Biden'ın ipleri eline almasıyla Transatlantik hattında yeni bir dönem bekleyen Avrupa kanadının Türkiye'ye karşı sert yaptırımlara yönelmesi beklenmiyor.
Zirve öncesinde Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Federal Parlamento'da bütçe konuşmasında Türkiye'yi andı ve diyalog sürecinde başarısız olunduğundan söz etti. Diğer yandan da Türk hükümetine Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'le ilgili uyarılarda bulundu.
Zirve öncesi Türk hükümetinin mesajını ise Azerbaycan ziyaretine başlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi. Yaptırım tehditleri altında Ankara 'hukuk ve ekonomi' alanında 'reformlardan' söz etmeye başlasa da Erdoğan AB'nin yaptırımlarının kendilerini 'ırgalamadığı' tavrını koymuş durumda.
Gelişmeleri emekli diplomat Engin Solakoğlu ile konuştuk.
'Merkel Ankara'ya bir sinyal çakıyor'
Engin Solakoğlu'na göre, AB-Türkiye ilişkileri uzun yıllar 'yapıcı belirsizlik' üzerinden ifade edilirken, artık 'yıkıcı belirsizlik' kısmına ilerleniyor. Artık 'ilişkiler ne olsa da kopmasa' durumuna gelindiğini belirten Solakoğlu, ancak değerlendirme için temkinli olunmasını gerektiğini vurguladı. Solakoğlu, Merkel'in son mesajlarını da Ankara'ya 'jest yapılması için 'sinyal çakmak' olarak değerlendirdi:
“Belirsizlik önüne gelen değişik sözcüklerle Türkiye-AB ilişkilerini gayet güzel belirleyen bir tanım. Uzun yıllar yapıcı belirsizlik üzerinden hep Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini yorumladık. Şimdi biraz yıkıcı belirsizlik kısmına doğru ilerliyoruz gibi görünüyor. O zaman biraz daha pozitif bir gündem yürütelim derken şimdi ilişkiler ne olsa da kopmasa, hır çıkmasa noktasına geldik. Burada Türkiye ve AB’nin karşılıklı hataları var. Bu belirsizlikten ne çıkacak? Merkel’in konuşması, ‘İstediğimiz noktada değiliz’. İstediğimiz noktada olmadığımızı belirtmek için zaten çok önemli bir akademisyen veya siyasetçi olmak gerekmiyor. Türkiye’nin istediği noktada olduğu komşu veya ittifaklar çok fazla değil, o da bir yenilik sayılmaz. 'Bizi ırgalamaz' kısmı bir açıdan şahısla ilgili olarak doğru olabilir. Önemli olan Türkiye’ye ne gibi etkileri olacak? Türkiye’de zaten çok korkunç bir salgınla boğuşan insanlara herhangi bir yaptırım kararının ne gibi bir etkisi olacak? Benim takip edebildiğim kadarıyla bu açıklamaları biraz ihtiyatla da izlemek lazım. Bunlar genellikle sinyal amaçlı açıklamalar da oluyor. Karar alınmadan önceki Almanya ‘Biz çok uğraştık ama olmadı’ şeklinde bir açıklama yaptığında Türkiye’ye de bir sinyal çakıyor. Acaba bir jest yapabilir misin gibilerinden."
'Avrupa sermayesinin Türk sermayesiyle arasında son derece girift ilişkiler var. Ürkütücü bir yaptırım çıkması beklenemez'
AB zirvesinden 'yeni bir dünyanın yıkılıp diğerinin kurulacağı bir karar yahut yaptırım beklenmemesi gerektiğini vurgularken, en başta AB'nin sadece Türkiye değil diğer ülkeler üzerinde de böyle bir gücü bulunmadığı görüşünde. Diğer yandan Avrupa sermayesinin Türk sermayesi ile girift ilişkiler içinde olduğunu anımsatan Solakoğlu, Avrupa'nın da çıkarına işleyen bu dişliler düşünüldüğünde ürkütücü bir yaptırım kararının beklenemeyeceğini dile getirdi. Doğu Akdeniz bağlamında TPAO'ya yönelik bir takım kararların çıkma ihtimaline değinen Solakoğlu, bunun da Türkiye toplumunun bütününü çok ilgilendiren bir konu olmadığının altını çizdi:
"Buradan (zirveden) yeni bir dünyanın yıkılıp diğerinin kurulacağı bir karar, yaptırım beklememek lazım. Bunun olmayacağına aşağı yukarı bu konuyu takip eden herkes hemfikir. Birincisi bunun neden olmayacağı konusu şu açıdan net. Avrupa Birliği’nin böyle bir gücü yok. AB yumruğunu sıkıp da masaya vurabilen henüz bir siyasi birlik değil. Bu sadece Türkiye değil başka ülkeler için de geçerli. İkinci konuysa Avrupa sermayesi ile Türkiye sermayesi arasındaki son derece girift ilişkiler. Bu ilişkiler iki tarafın da birbirlerine çok fazla ilişkileri tamamen kesecek hareketler yapmalarına engel. Büyük bir ticaret hacmi var. Türkiye’de üretilen birçok şeyin ara maddesi Avrupa’dan geliyor. Keza Avrupa’da üretilen bazı şeylerin hammaddesini gönderiyoruz. Yani bu dişliler birlikte işleyen dişliler. Dolayısıyla bu yakın vadede çok ürkütücü bir yaptırım kararı bekleyemeyiz. Yakın zamanda gelen TPAO’nun aramalarıyla ilgili birtakım belki bir yaptırım kararı çıkma ihtimalinden bahsediliyor. Bu da Türkiye toplumunun bütününü çok ilgilendiren bir konu değil. O gemilerde çalışanların tamamı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil. Avrupa Birliği vatandaşı olan ve olmayanlar da o gemilerde çalışıyor. Onları ne kadar etkiler bu tür şeyler çok emin değilim. Bunlar şirketler netice itibariyle. Şirketlerin devletlerden büyük olduğu bir sistemde yaşıyoruz."
'AB'nin Biden'ı beklemesi daha makul. Türkiye ekonomisini batırmak öncelikle ABD ile AB'nin işine gelmez'
Solakoğlu'na göre AB'nin, Türkiye ile ilgili kesin ve keskin adımlar atmadan evvel ABD'de Biden'ın görevi devralarak bir yol belirlemesini beklemesi daha makul. Solakoğlu, Biden'ın başkanlığıyla Ankara için bugüne kadar Trump üzerinden ABD ile 'kişiselleştirilmiş' ilişkilerin aynı şekilde yürüyemeyeceğinin anlaşıldığı görüşünde. Ancak sürekli olarak CAATSA yaptırımlarının Türkiye ekonomisini çökerteceği saptamaları yapıldığını anımsatan Solakoğlu, "Bu ekonomiyi daha fazla ne batırabilir onu merak ediyorum" dedi. Solakoğlu'na göre sürekli faiz ödeme, faizlerin faizlerini ödemek için gidip Batı'dan borç alan, üstelik de Türkiye'deki emekçi kesimi sömürü imkanını kullanan bir ekonomiyi ABD ve AB egemen sınıflarının batırmalarının öncelikle kendi işlerine gelmeyeceğini vurguladı:
"Üçüncü son konu da şu. AB, Türkiye ile ilgili kesin ve keskin adımlar atmadan evvel Biden’ın görevi devralarak bir yol belirlemesini bekleyecektir diyorlar. Bu da makul. AB, Amerika Birleşik Devletleri’nin net tavrını göremeden Türkiye ile ilgili keskin adımlar atmayacaktır kanaatindeyim. AB’yi takip ettiğim kadar ABD’nin iç işleyişini takip etmediğimi itiraf etmem lazım. Ama Türkiye ile ilişkiler bağlamında tabiatıyla Türkiye’yi yönetenlerin Amerika yönetimindeki bir değişiklikten ve onların alacağı kararlardan tedirginlik duymaları, bununla ilgili olumlu veya olumsuz beklentilere girmeleri şaşırtıcı değil. Bugüne kadar Trump ile kişisel ilişkiyle yürüyen bazı şeylerin artık bundan sonra o şekilde yürümeyeceği anlaşılıyor. Buradan CAATSA yaptırımları dediğimiz dün gördüm, 14 tane genel tedbir var. Bunlardan belirli bir bölümünün seçilmesi ve uygulanması söz konusu eğer yanlış bilmiyorsam. Bunların mali tarafı daha önemli olanlar var. Banka transferleri, aracılıkları vs. bazılarının da Türkiye ekonomisini tamamen çökertme potansiyeli taşıdığı söyleniyor. Burada şöyle bir nokta var. İktisat da okudum ama şu anda Türkiye’de uygulanan iktisatla birlikte öğrendiklerimin tamamını unutmuş bulunuyorum. Bu ekonomiyi daha fazla ne batırabilir onu merak ediyorum. Bu ekonomiyi batırmak acaba ABD ve AB egemen sınıflarının işine gelir mi? Çünkü bu ekonomi zaten faiz ödeme, faizlerin faizlerini ödemek için yine gidip oralardan borç alan bir ekonomi. Bundan daha iyi müşteriyi zor bulursunuz. Bunu yaparken de Türkiye’deki emekçi sınıfların sömürüsünü katbekat arttırıp insanların üzerinde tepinip sermayedarların karşısına geçip ben olağanüstü hal ilan ettim ve işçilere bakın grev bile yaptırmıyorum dediği zaman bu sadece Türkiye’deki sermayenin hoşuna giden bir şey değil. Bugün Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’deki yatırımları çok büyük bir yekûn tutuyor ve çok önemli bir üretim üssü olarak kullanıyorlar. Bütün bu üretim üslerini ve sömürü imkanını bırakıp ve bunu bir kenara bırakıp Türkiye’deki rejimin boğazını sıkmayı biz AB ve ABD’den beklememeliyiz diye düşünüyorum."
'Türkiye'nin NATO üyesi olması Atlantik ittifakının bugünden yarına vazgeçeceği bir şey değil'
Solakoğlu, Doğu Akdeniz'de de askeri boyutuyla Türkiye'nin vazgeçilmez yerine dikkat çekti. NATO ile ilişkilerin kötü olduğu ve aksayan çok yön bulunduğunu belirten Solakoğlu, ancak Biden'ın da emperyal düzenin egemenliğini belli bölgelerden koruyacak şekilde NATO'yu güçlendirmeye yöneleceği bir ortamda Türkiye'nin gözden çıkarılmayacağını vurguladı:
''Avrupa Birliği, birliklerini toplayıp mali ve askeri anlamda söylüyorum, Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıslılarla beraber Antalya önünde güç gösterisi yapmayacaktır. Böyle bir AB yok karşımızda. Bir de işin NATO boyutu var. NATO ve Türkiye ilişkileri çok kötü şu anda. Gerçekten bir sürü aksayan nokta var. Türkiye hala bir NATO üyesi. Türkiye’nin hala üyesi olması Atlantik ittifakının bugünden yarına vazgeçeceği bir şey değil. Benim tahminim Biden’ın yapacağı Amerikan dış politikasında Avrupa ve NATO’yla ilgili olarak NATO’yu güçlendirmek olacak. Burada prensiplerden, demokratik şeylerden bahsediliyor ama sonuç itibariyle önemli olan batı emperyal düzeninin egemenliğinin belirli bölgelerde korunmasıdır. Demokrasi safsatası ikinci planda kalır.”
‘Krizler Erdoğan yönetiminin iktidarını sürdürme yöntemlerinden biri haline geldi’
Almanya lideri Merkel'in özellikle Kıbrıs Rum Yönetimi ile dayanışmayı vurgulamasına karşılık somut olarak yapabileceği bir şey bulunmadığı görüşündeki Solakoğlu, buna karşılık Türkiye'nin yapabileceği çok şey bulunmasına rağmen bunu yapamayacağını, mevcut rejimin 'sadece ayaklarını yere vurarak tepinen bir insana benzediğini' dile getirdi. Solakoğlu'na göre Türkiye'nin bölgesel güç olarak potansiyeli yüksek ancak Erdoğan yönetimi kriz başlıkları yaratarak ve 'Herkes tarafından çevrelendik, bizi mahvetmek istiyorlar’ propagandası yaratarak iktidarını sürdürme yolunu tercih ediyor:
“Bütün bu tablo içerisinde Merkel’in de söylediği gibi Güney Kıbrıs’a destek vereceğiz… Vereceksiniz de ne yapacaksınız? Üs mü verecekler? Ben pek bunun mümkün olabileceğine inanmıyorum. Buna karşılık Türkiye’nin yapabileceği çok şey var ama bunları yapabilmesi için önce kendi derdinden kurtulması gerekiyor. Yoksa Türkiye’nin diplomatik ve bölgesel güç olarak potansiyeli aslında İsrail başta olmak üzere oradaki ülkelerle tek tek bu konunun pazarlığını yapıp gerçekten Doğu Akdeniz’de hakça ve ülkelerin de hiçbirinin kendini haksızlığa uğramış hissetmeyeceği çözüm bulmaya yeterli. Ama maalesef Türkiye’deki mevcut rejim şu anda sadece tıpkı ayaklarını yere vurarak tepinen bir insana benziyor. Tepinerek gürültü çıkartıp dikkat çekmeye çalışıyoruz. Ama tepinmemizden herkes rahatsız. Üstelik tepinmenin bacaklarımızı yormak dışında bize de bir faydası yok. Bir Girit diyoruz, oradan Meis’e dönüyoruz, oradan başka bir yere atlıyoruz. Müthiş bir savruk, fikri birlik içinde olmayan bir dış politik görüntü veriyoruz. Bunu maalesef sadece Doğu Akdeniz’de de vermiyoruz. Önümüzdeki günler olumlu günlere gebe değil Türk dış politikası açısından. Ama ne zamandır böyle zaten. Uzun zamandır biz hep şuradan kriz, buradan kriz diyoruz. AB’den bahsetmiyorduk bir süredir geçen seneye kadar. Şimdi tekrar AB soslu krizlerle uğraşıyoruz. O bitince muhtemelen başka bir şey bulacağız. Bana göre Türkiye’deki iktidarın iktidarını sürdürme yöntemlerinden biri bu; ‘Herkes tarafından çevrelendik, bizi mahvetmek istiyorlar’ propagandası. Bu propagandanın gerçeklikle de hiçbir ilgisi yok.
'NATO'dan dışlamak bir yana güçlendirilmiş ve dişleri sivriltilmiş NATO'da biraz daha söz dinleyen Türkiye'ye daha önemli görevler verilir'
Solakoğlu, NATO'da üyelerin veto haklarını tırpanlamak gibi hedefleri olduğu söylenen yeni 'reform' girişimlerinin ise 'gözdağı vermek' amaçlı olabileceği ancak sağlam diplomatları da bulunan Ankara'yı ve NATO'daki konumunu etkilemeyeceği görüşünde. Solakoğlu'na göre biraz daha söz dinleyen bir Türkiye'ye güçlendirilmiş ve dişleri sivriltilmiş NATO'da daha önemli görevler verilmek istenir:
"NATO'daki reform paketiyle ilgili olarak belgeyi okumadım. Bu konuda bilgisine çok güvendiğim bir büyüğüme atıf yaparak söyleyeyim. Büyükelçi Ünal Çeviköz, konuyla ilgili konuştu. Belgenin içeriğinde esasen Türkiye’nin veto yetkisini çok fazla tırpanlayacak ve engelleyecek bir şey olmadığını söyledi. Ben bunu doğru kabul etmekten yanayım. Bir anlamda NATO’yu unutmayalım ki NATO bir uluslar örgütü. Yani AB gibi ulus ötesi, aşırı olmak gibi bir iddiası yok, egemen devletlerden oluşuyor. Bu yetkinin tırpanlanacağını çok zannetmiyorum. Ama gözdağı vermek için birtakım işaretler veriliyor olabilir Türkiye’ye. Türkiye’nin çok sağlam NATO uzmanı diplomatları var. Bunlar benim gördüğüm kadarıyla bu oltaya takılmazlar. Türkiye’yi çok etkilemeyecektir bu diye düşünüyorum. Ama tam tersine benim fikrim, güçlendirilmiş ve dişleri sivriltilmiş NATO’da biraz daha söz dinleyen bir Türkiye’ye çok daha önemli görevler verileceği kanısındayım.”