ABD'de Donald Trump'ın seçim yenilgisi giderek belirginleşirken, Ortadoğu'da başta İran ve Yemen olmak üzerine gider ayak attığı adımların, selefi Joe Biden döneminde ne yönde evrileceği merak konusu.
Biden'ın İran ile nükleer anlaşmadan Yemen savaşının bitirilmesine, Körfez'deki yeni gelişmelerden Filistinlilerle ve İsrail'le ilişkilerin yeni formatına yönelik tutumu şimdiden tartışılıyor. ABD'nin yeni dönemde Türkiye ile ilişkilerinin Ortadoğu boyutunda da Suriye öne çıkan mesele.
Trump'ın iktidar devrine giderkenki tutumu ve Biden'ın olası Ortadoğu politikalarını İstanbul Gedik Üniversitesi'nden Dr. Selim Sezer ile konuştuk.
'Trump ve ekibi kalan iki aya yakın süreyi dolu dolu kullanmak istiyor, Yemen'le ilgili son kararın ciddi sonuçları olur'
“Aslında 2 aya yakın bir süre var Trump ve ekibinin Beyaz Saray’dan ayrılmasına. Öyle anlaşılıyor ki son kalan süreyi ellerinden geldiğince dolu şekilde kullanmayı düşünüyorlar. Yemen ile ilgili de Trump yönetiminin bir kararı oldu aralık ayı itibariyle. Husiler olarak da bilinen Ensarullah hareketinin terör örgütü ilan edilmesi gibi bir karar alındı, uygulamaya sokulmadı. Ama önümüzdeki haftalar içinde uygulanması düşünülüyor. Siyasi bir karar olmanın ötesinde insani kriz bakımından da ciddi sonuçları olacak türden bir uygulama olur. Yemen’in önemli bir bölümü halihazırda Ensarullah hareketinin kontrolü altında. Yemen’in her yerinde çok ciddi bir açlık kıtlık durumu yaşanıyor. Birleşmiş Milletleri’n de buna dair uyarıları oldu. Acil önlem alınmaması halinde son 10 yılın en kötü krizinin yaşanacağına dair. Eğer Ensarullah hareketi, ABD tarafından terör örgütü listesine alınırsa bu pek çok uluslararası yardım kuruluşunun orada çalışamaz hale gelmesi gibi bir sonuç üretecek hukuki yönden. Bu ve benzeri şeyler Trump yönetimi görevden ayrılmadan önce son kozlarını oynama ya da son adımlarını atmakta olduğunu gösteriyor. Pompeo’nun ziyareti de bunu göstermişti."
Fahrizade suikastında doğrudan sorumluluk üstlenmemiş olsa da Trump ABD'sinin İran'a baskı politikasını artırdığını anımsatan Sezer, Biden'ın ise Yemen'den İsrail'le ilişkilere ve İran'a uzanan cephede politikaları revize edeceğinin işaretleri bulunduğu görüşünde. Ancak bunun ABD'nin Ortadoğu politikalarının sınırları içerisinde gerçekleşmesini bekleyen Sezer’e göre, bu çerçevede yeni dönemde İran’ı çok da lehine olmayan şekilde kısmi bir değişiklik yaşanabilir:
"Fahrizade suikastıyla ilgili olarak biraz benzer bir durum var gibi. Resmi kanallardan hem İsrail hem de ABD doğrudan bir sorumluluk üstlenmemekle birlikte hem yapılan bazı açıklamalara baktığımızda hem daha önce İran’da gerçekleşen nükleer alanında çalışan bilim insanlarına yapılan diğer saldırılar zincirine baktığımızda en azından İsrail’in buradaki dahlinin çok açık olduğu görülüyor. ABD’nin de bilgisi ve onayı dahilinde olduğu anlaşılıyor. Trump’ın aslında izlediği İran ve müttefiklerine basınç politikasının ve nükleer kolunda da tamamen köşeye sıkıştırma girişimlerinin parçası olarak atılan adımlar zincirinin bir halkasıydı. Biden döneminde kayda değer bir değişiklik olur mu, bunu kesin olarak söyleyemiyoruz, çelişen birtakım durumlar var. Seçim öncesinde kampanya sürecinde söylenen sözlerden yola çıkarak varsayımsal olarak söyleyebileceğim şey, aslında Biden’ın Kamala Harris’le birlikte ekibinin iç ve dış politikada geniş çaplı bir restorasyona gideceği, Ortadoğu’da da bunun birtakım karşılıkları olacağı, hem İsrail ile ilişkiler, Yüzyılın Anlaşması konuları hem Yemen savaşı hem İran ile ilgili meselelerde bazı önemli revizyonların gerçekleşeceğinin işaretleri var. Bu atılacak yeni adımlar elbette ABD’nin geleneksel Ortadoğu politikasının sınır çizgilerinin içerisinde yer alacaktır. Bu bağlamda elimizdeki verilerden hareketle söyleyebileceğimiz şey ABD’nin önümüzdeki dönemde İran üzerindeki baskısını özellikle nükleer meseleyle ilgili olarak sürdüreceği, ancak belki Trump yönetiminin yaptığı gibi dört bir koldan sıkıştırma ya da doğrudan askeri tehdit ya da 2020 yılının ilk ayında gerçekleşen Süleymani suikastı gibi örnekler doğrudan fiziksel güç kullanma yoluyla değil daha çok diplomatik araçları kullanarak köşeye sıkıştırma ve nükleer anlaşmaya geri dönülecek olursa İran’ın çok da kolay razı gelmeyebileceği ya da mecbur kalıp kabul edeceği ama aleyhinde olabilecek birtakım koşullar da içeren bir anlaşma şeklinde olabilir. Sonuç olarak kısmi bir değişiklik olabilir. İran yönetiminin bu yönde beklentileri de var. Çünkü Trump yönetimi kötünün kötüsü durumundaydı. Kısmi değişiklik olabilir. Trump döneminde izlenen türden politikalar kısa vadede tekrar etmeyebilir. Ama geleneksel ABD politikası dahilinde İran’ın başta nükleer meselesi olmak üzere birçok konuda elinin çok da rahat olmayacağı bir dönem bizi bekliyor.”
Selim Sezer, Biden döneminde Ortadoğu'da Filistin politikalarına dair de yumuşama dönemi bekliyor. Trump yönetiminin aksine Filistin tarafıyla iletişim kurulması, FKÖ'nün yeniden Washington'da ofis açması yahut Doğu Kudüs'te ABD'nin misyonunu bulunması gibi adımlar olabileceğini belirten Sezer, karşılığında Mahmut Abbas yönetiminin de yeniden Oslo çerçevesine geri dönmesinin kuvvetli bir ihtimal gibi göründüğünü dile getirdi:
“Trump’ın da söylediği şey, görevden ayrıldıktan sonraki günden itibaren 2024 seçimleri için çalışacağını ve yeniden başkan olmak için çaba göstereceğini ilan etmişti. Böyle ciddi bir mesele de var önümüzde. Filistin siyaseti dediğimizde bunun parçalı olduğunu dikkate almamız gerekiyor. Dünyada Filistinlerin meşhur temsilcisi olarak kabul edilen Ramallah yönetimi ya da Filistin Kurtuluş Örgütü ve onun başındaki Mahmud Abbas. Yüzyılın Anlaşması ve Trump’ın attığı diğer adımlar başta Kudüs’ün doğu kısımları dahil olmak üzere İsrail’in başkenti ilan edilmesi, Washington’daki FKÖ ofisinin kapatılması gibi süreçlerden sonra Mahmud Abbas yönetimi de kendi çapında aslında rest çekmişti ABD’ye. İsrail ile olan Oslo çerçevesindeki güvenlik işbirliği anlaşmalarını da sonlandıracağını söylemişti. Biden ve Kamala ekibinin söylediklerine ve Abbas yönetiminin verdiği karşılıklara baktığımızda sanki bu düzlemde bir yumuşama olacak gibi görünüyor. Zaten müstakbel yönetimin vaatleri arasında FKÖ Washington ofisinin yeniden açılması, eğer Batı Kudüs’te kalacaksa ABD’nin geçtiği Doğu Kudüs’te de Filistinlilerle Amerika arasında diplomatik ilişki kuracak bir ofisin açılması ya da yine Trump döneminde kesilen UNRWA yardımlarının yani BM Filistinli mültecilere yardım ajansı tarafından yapılan Amerikan yardımlarının yeniden başlatılması gibi vaatler de var. Bunlar muhtemelen gerçekleşecektir. Bütün bunlar Abbas yönetimini hem ABD ile biraz daha dostane ilişkiler kurmaya itecek gibi hem de bunun parçası olarak İsrail ile yeniden diyalog kanalının açılması ve belki de güvenlik koordinasyon anlaşmalarına geri dönülmesi sonuçlarını getirebilir. Bu Filistin siyasetinin bir tarafı, Filistinlileri temsil eden, etme iddiasında olan sahada başka hareketler de var. Gazze’nin kontrolünü elinde tutan Hamas bunların başında gelmektedir. Biden yönetimi tarafından atılacak çeşitli adımların tatmin edici bulunması pek imkan dahilinde değil. Aynı zamanda bu hareketler güvenlik koordinasyonunun yeniden kurulması, barış anlaşması süreçlerine yeniden girişilmesi gibi talepleri de yok. Hatta tam tersine bunları zaman zaman farklı söylemler olsa da genellikle bunları karşısına alan bir yönelim içerisinde olduğunu biliyoruz. Önümüzdeki dönemde birtakım başka meseleler gündemde olacaktır. Gazze’deki siyasi oluşumların askeri kanatların oradaki varlığının sürüp sürmeyeceği tartışması, Gazze’nin silahlandırılması meselesi can yakıcı konulardan bir tanesi olacaktır. İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri operasyonları desteklemesi gündeme gelebilir. Bunlar ABD tarafından yeşil ışık yakılarak gerçekleşecektir. Bu tür yakıcı başlıklar varlığını sürdürecek. Ofislerin yeniden açılması ve benzeri tali konularda biraz daha ABD-Filistin ilişkilerinde bir yumuşama bekliyorum. Bunun karşılığında Abbas yönetiminin yeniden Oslo çerçevesine geri dönmesi kuvvetli bir ihtimal gibi görünüyor. Eğer iç dinamikler, Filistin’in iç siyasi dengeleri başka türlü bir sonuç üretmezse.”
Sezer, Biden yönetimi döneminde Körfez hattında da bazı değişimleri olası görüyor. Özellikle Yemen savaşına verilen ABD desteğinin kesilecek gibi göründüğünü ifade edildiğini anımsatan Sezer, bu meselenin de Suudi Arabistan için önem taşıdığını belirtti. Körfez'de Suudi ve Katar cephelerinin barıştırılmasının da gündemde olduğunu vurgulayan Sezer, Washington'da veliaht prens bin Salman'a karşı gelişen öfkenin, tasfiyesine uzanan bir süreci de beraberinde getirebileceği görüşünü aktardı:
“Körfez meselelerinde bazı değişimler muhtemel görünüyor. Kampanya sürecinde ifade edilen şeylere bakacak olursak net bir şekilde Kamala Harris’in ABD tarafından Yemen savaşına verilen desteğin kesileceğini ifade ettiğini hepimiz görmüştük. Bu Suudi Arabistan için en can alıcı meselelerden bir tanesi. Yemen üzerinden ifade edilen bu tutum, yeni dönemin Suudi Arabistan ile nasıl ilişkiler içerisinde olacağına dair de önemli göstergelerden bir tanesi. Cemal Kaşıkçı cinayeti ABD’de Demokrat çevreler başta olmak üzere pek çok siyasi çevrede ciddi bir infial yaratmıştı. Özellikle veliaht prense karşı ciddi bir öfke ABD’li karar alıcı merciler arasında yaygın. Muhammed Bin Salman’ın bölgede Trump yönetimi döneminde oynadığı kilit rolü düşündüğümüzde, Biden yönetiminin bahsettiğimiz tipte bir restorasyon sürecine gideceğini düşündüğümüzde birtakım taşları yeniden kuracaklardır. Birkaç farklı şey olabilir. Birtakım meselelere verilen desteğin sınırlanması olabilir. Mali ve askeri destekten tutalım Yemen savaşında verilen destek örneğinde olduğu gibi. Bunların daha sınırlı bir düzeye getirilmesi olabilir. İkincisi, Katar ve Suudi Arabistan’ın barıştırılması, yeni yönetimin daha yakın ilişkiler içerisinde olabileceği birtakım unsurların bir arada hareket edebilmesi, bu şekilde kısmi de olsa Körfez denkleminde yeni yönetime yakın bazı değişikliklerin yapılması olabilir. Üçüncü bir ihtimal de Muhammed Bin Selman’ın tasfiyesi olabilir. Belki çok kuvvetli bir ihtimal değil ya da bunun nasıl gerçekleşeceğine dair somut şeyler söyleme şansımız yok. Ama Muhammed Bin Selman’ın henüz kral olmadığı unutulmamalı. Kral Selman hala hayatta. Veliaht prens konumunda olmakla birlikte yarın herhangi bir biçimde bu konumdan da alabilir. Suudi Arabistan’da binlerce prens olduğunu da biliyoruz. Zaten aşağı yukarı 5 seneden beri saray içi darbe girişimleri, tasfiye planları ya da farklı kliklerin birbiriyle mücadeleler içinde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Muhammed Bin Salman alternatifsiz değil. Yerine geleceğin kralı olarak geçecek pek çok kişi var ya da mevcut Kral Selman ile doğrudan muhatap olup Prens Muhammed’i bypass etme gibi durumlar da olabilir. Önümüzdeki dönemin muhtemel senaryolarına baktığımızda yeni Beyaz Saray yönetiminin Suudi Arabistan cephesinde karşısında muhatap olarak göreceği kişinin Muhammed Bin Salman’dan başkası olmasını da bence dikkate alınması gereken seçeneklerden bir tanesi."
Selim Sezer, Erdoğan yönetiminin ABD'deki seçimlerinin sonucundan memnun olmasa da Biden'la uyumlu çalışmak adına bir takım değişikliklere hazırlandığı görüşünde. Ortadoğu'ya dair ABD-Türkiye ilişkilerinde ilk gündemin Suriye olacağını belirten Sezer, özellikle YPG'ye yönelik tutumun can alıcı başlığı oluşturacağını dile getirdi:
"İlk gündem meselesi Suriye meselesi olacaktır. Biden yönetiminin Şam yönetimiyle ne şekilde ilişki kuracağı kritik soru işaretlerinden bir tanesi. İkinci olarak YPG ile ne şekilde ilişki kuracağı başka bir soru işareti. Bu ikim soruya verilecek yanıtlar aslında Türkiye’nin Suriye siyasetinde etkili olacak ABD-Türkiye-Suriye üçlüsünde belirleyici olacaktır. Şu anda pek çok kişinin görebildiği şey Türkiye’deki mevcut siyasi iktidarın Amerikan seçimlerinden hoşnut olmamakla birlikte yeni döneme kendisini hazırladığı ve Biden yönetimiyle birlikte uyumlu şekilde çalışmak için birtakım değişikliklere de hazırlandığı bunun çeşitli başlıklarda karşılığını göreceğiz diye düşünüyorum. En azından yakın vadede bir karşı karşıya geliş durumu olmayacaktır. Türkiye yeni 4 yıllık döneme uyumlu hale getirmeye çalışacaktır. Bu doğrultuda Suriye meselesinde özellikle birtakım şeylerin yeniden gündeme getirilmesi gerekebilir. Bu da Biden yönetiminin şu ana kadar aslında en az kendini açık ettiği konulardan bir tanesi, Suriye ve YPG konusunda nasıl bir yol izleyeceği. Bunlar da söz konusu olduğunda Türkiye açısından can alıcı başlıklar gibi duruyor.”