İran, Savunma Bakanlığı Teknolojik Araştırma ve İnovasyon Kurumu Başkanı Dr. Muhsim Fahrizade Mahabadi'nin başkent Tahran'ın doğusunda suikastla öldürülmesinin şokunda.
İranlı yetkililer suikastle ilgili İsrail'i işaret ederken, İran başkenti yakınlarında gündüz gözüyle gerçekleşen suikasttan ötürü istihbarat zaafları tartışılıyor. 2020 Ocak başında Devrim Muhafızları'nın komutanı Kasım Süleymani'yi Trump'ın Bağdat'ta düzenlettiği suikastla yitirmiş olan İran için suikast, bu yıl içindeki ikinci büyük darbe oldu. İran'da olası misilleme tartışılırken, ABD'deki başkanlık seçimi ve Biden faktörünün dikkate alınacağı değerlendirmeleri öne çıkıyor.
Fahrizade suikastı ve ABD'deki yeni yönetim döneminde ABD-İran ilişkileri ile Ortadoğu'ya yansımalarını Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Bölümü'nden İran uzmanı Dr. Bilgehan Alagöz'le konuştuk.
Dr. Bilgehan Alagöz'e göre, İran'ın ulusal güvenlik politikası ile dış politikasını bütünleştirdiği iki başlığı 'nükleer program' ve 'direniş ekseni' oluşturuyor. Alagöz, ocak ayında Kasım Süleymani'nin Bağdat'ta öldürülmesiyle 'direniş ekseninin', son olarak Fahrizade'nin Tahran'da öldürülmesiyle de 'nükleer programın' hedef alındığını belirtti. Süleymani suikastını ABD'nin açıkça üstlendiğini, ancak Fahrizade olayında İsrail'e işaret edilmesine karşılık aynı durumun söz konusu olmadığını vurgulayan Alagöz, iki suikast arasında en büyük farkın sonuncusunun İran topraklarında gerçekleştirilmesi olduğu görüşünde. Alagöz'e göre bu durum istihbarat ve güvenlik zaafiyetini ortaya seriyor:
“Suikast oldukça önemli bir gelişme. İran maalesef 2020 yılına başlarken ve bitirirken önemli iki hadiseyle yılı tamamlamış oldu. 2020 yılına Süleymani suikastıyla başlamıştı ki bu da çok önemliydi. Şimdi de Fahrizade’nin suikastı. İki suikastın anlam ve önemi aslında birbirini tamamlıyor. İran’ın 79 İslam devriminden bu yana ulusal güvenlik doktriniyle dış politikasını bütünleştirdiği iki önemli konu var. Bunlardan bir tanesi İran nükleer programı, bir diğeri de İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan hattında oluşturmuş olduğu direniş ekseni söylemi. Süleymani bu direniş ekseni söylemini temsil eden bir kişiydi. Çünkü İran’ın dışarıdaki operasyonlarından sorumlu olan komutanıydı. Aslında Süleymani’nin öldürülmesiyle İran’ın politikasına açıktan bir karşı duruş gösterildiğini yorumlamıştık. Şimdi İran’ın nükleer programı açısından önemli bir isim hedef alındı. Ancak ikim suikast arasında benzerlikler olduğu gibi farklılıklar da var. İlk suikastta fail belliydi, ABD açıkça kabul ederek sorumluluğu vakit geçmeden üstlenmişti. Şimdi biraz karışık bir durum söz konusu. İran’da sorumluluğun Siyonist rejim İsrail'de olduğunu ifade etse bile açıktan bunu İsrail yaptı denilmiyor. İsrail’in böyle resmi bir kabullenişi yok. Bazı açıklamalar gösteriyor ki İran’da faaliyetleri olan halkın mücahitleri örgütüyle suikast ilişkilendirilecek. Yine iki suikastı karşılaştıracak olursak burada istihbarat zafiyeti çok daha fazla ön plana çıkmış oluyor. Çünkü Süleymani suikastı Irak’ta gerçekleşmişti. Süleymani çok daha görünürlüğü olan birisiydi. Bir yandan da popüler kültürün parçası haline gelmişti. Onun nerede ne yaptığı çok daha gözlemlenebilir durumdaydı. Ancak Fahrizade öyle bir kişi değil. Sadece konuyu yakından takip eden insanların bildiği bir isim. Popüler bir kimliği olmayan tamamen nükleer faaliyetlerin takibinden sorumlu bir kişiydi. Bu suikast İran’ın başkentinde gerçekleşti. Dolayısıyla bu çok daha önemli bir gelişme İran’ın güvenlik doktrini açısından.
Son suikastta Süleymani suikastında olduğundan daha yüksek sesle 'muhafazakar kanadın içeriden işbirliğinin' gündeme taşındığını söyleyen Alagöz, İran içindeki yoğun tartışmalara dikkat çekti:
"Süleymani suikastında çok yüksek sesle dile getirilmeyen bir konu vardı. O da içeriden acaba bunun bir işbirliği olup olmadığı yönündeydi. Ama şu an Fahrizade cinayetinde bu çok daha fazla dile getiriliyor. Hatta İran’da kimi çevreler bunun aslında İran’daki muhafazakar kanadın bir şekilde işbirliğiyle gerçekleştiğine dair daha açık dille söylüyor. Bu da önemli. Çünkü İran özellikle son yıllarda Devrim Muhafızları Ordusu’nun siyaseten de çok fazla kuvvetlendiği bir ülke. Nükleer programın aslında fiili takibinin bunların kontörlünde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla böyle bir cinayet İran’da içeride de yoğun tartışmalara sebebiyet verdi. İran açısından önemli tartışmalardan birisi, buna bir karşılık verilip verilmeyeceği. Sahiplenen doğrudan bir ülke olmadığı için bu da karmaşık bir hal alıyor.”
'Görünen o ki İran sessiz kalmayı tercih edecek ama bu içeride tartışmaları alevlendirecektir'
Dr. Alagöz, gelişmelerin İran'ın suikast karşısında sessiz kalmayı tercih edeceğine işaret ettiğini söylerken, Süleymani suikastı sonrası verilen yanıtın yetersiz bulunmasının da katkılarıyla bu durumun İran içinde tartışmaları alevlendireceğine dikkat çekti. İran'ın uğradığı suikastların övündüğü oranda güvenliği sağlayamadığını ortaya serdiğini belirten Alagöz, bu gelişmelerin 2021 yazındaki seçimlere etkilerine dikkat çekti. Alagöz, İran'da ilk defa asker kökenli bir ismin, Hamaney'in askeri danışmanı Hüseyin Dehkan'ın adaylığına işaret edildiğini vurguladı:
“Görünen o ki İran sessiz kalmayı tercih edecek. Çok yüksek perdeden bir karşılık bu olayda olmayacak. Çünkü Biden yönetiminin fiili olarak başlaması net bir şekilde İran’da bekleniyor. Ancak bunun da yaratacağı başka sorunlar var. Çünkü İran’da aslında Süleymani suikastından sonra bile verilen cevabın yetersiz görüldüğünü gözlemlemiştik. Şimdi bu suikasta da göz yumulması İran’da içeride tartışmaları alevlendirecektir. Şimdiden başladı. İran’ın bu kadar kolay vurulabilir ülke görünümü çizmesi de güvenlik açısından olumlu bir tablo olarak gözükmüyor. Biden tarafı da oldukça sessiz. Bu konuda hiçbir yorum gelmedi, olumlu ya da olumsuz hiçbir açıklama yok. Bu sessizlik acaba fırtınadan önceki sessizlik mi onu bilemiyoruz. 2015’te İran’a bir toplantı için ziyarette bulundum. O dönem Türkiye’de sık sık bombalamalar, terör saldırıları oluyordu. İranlı yetkililer oldukça net bir şekilde şunu söylüyorlardı: ‘Bizim ülkemiz çok güvenlikli. IŞİD bizi doğrudan tehdit ettiği halde bize asla saldırıda bulunamıyor. Ama Türkiye şu an böyle bir güvenliği tesis edemiyor’ diyordu. Ama bugün gelinen nokta itibariyle İran’ın övündüğü oranda güvenliğini sağlayamadığını da net bir şekilde gösteriyor bu suikastlar. İran’da seçimler var, bu da önemli. İlk defa bir asker kökenli bir ismin cumhurbaşkanı olma ihtimali tartışılıyor. Resmi olarak ilk adaylık duyurusunda bulunan Hüseyin Dehkan böyle bir isim, Hamaney’in askeri danışmanı. Eğer bu eğilimde kişiler adaylık açıklaması yaparsa bu da İran’da ilk olacak. Şu ana kadar sivil kökenli insanların cumhurbaşkanı olduğunu gördük. Ama asker kökenli birisinin adaylığı da İran’ın ABD ile önümüzdeki dönemde yürütme ihtimali olan nükleer müzakereler açısından önemli bir dönüm noktası olacak.”
Alagöz'e göre Tahran'ın ABD'de yeni başkan Joe Biden'dan beklentileri 'fazla iyimser'. Biden'ın ekibinde seçtiği Anthony Blinken ve Jake Sullivan gibi isimlerin her ne kadar 2015'teki nükleer anlaşmanın yapım aşamasında yer almış olsalar da Ortadoğu'ya müdahaleci baktıklarını belirten Alagöz, yeni ekibin kendisine yaklaşım olarak George W. Bush dönemini anımsattığını vurguladı. Alagöz, ayrıca Biden'ın nükleer anlaşmaya dönmekten söz etmiş olsa da karşılığında talep edeceklerini İran'ın karşılamasının da mümkün görünmediği görüşünde:
“Bu konuya oldukça itidalli yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. Açıkçası Biden yönetiminin gereğinden fazla bu anlamda iyimserlik atfedildiğini düşünüyorum. İsimlere baktığımızda Antony Blinken ulusal güvenlik danışmanı olarak getirilen Jake Sullivan hepsi büyük oranda George W. Bush dönemini anımsatıyor yaklaşım olarak. Her ne kadar Demokrat Parti’nin içinden çıkmış adaylar olsa da aslında Ortadoğu’ya bakış açıları son derece müdahaleci politikaları savunan, sözgelimi 2003 Irak savaşına destek vermeleri ve bundan hiçbir şekilde geri adım atmamış olmaları bunların en önemli göstergeleri. Bu isimler her ne kadar nükleer anlaşmanın yapım aşamasında yer almışlarsa da Ortadoğu’ya daha fazla Amerikan müdahaleciliği bağlamında yaklaşan isimler. Demokrat Parti’nin seçimler öncesi yayınlamış olduğu birçok politika metnini okudum. Burada çelişkili ifadeler var. Hem nükleer anlaşmaya en kısa sürede dönüleceği ilan ediliyor. Öte yandan bunun yeterli olmayacağı hemen bunun arkasından bir takip anlaşması gerekliliğini vurguluyor. Bu takip anlaşmasının içinde neler olacak? İran’ın taviz vermeyeceği konular var. Bu beklentiler içindeyse eğer ABD tarafı, bu İran’da karşılık görmeyecektir. Eğer İran’ın Suriye, Irak, Lübnan hattından tamamen çekilmesi gibi bir beklenti varsa, bu da İran tarafından karşılık görmeyecektir. O kadar ilan edildiği kadar bu anlaşmaya dönmek kolay olmayacaktır. 2015 koşullarıyla 2021 koşulları son derece farklı. O dönemde bir IŞİD tehdidi vardı. ABD’nin İran’la işbirliği alanları vardı. Bugün öyle bir durum yok. ABD doğrudan İran’ın bu bölgedeki varlığını tehdit olarak tanımlıyor."
Biden’ın İran ile yeni bir nükleer anlaşma sürecine girmesi halinde İsrail’i de ikna etmesi gerektiğini belirten Alagöz, kendi çıkarlarını gözetecek olan İsrail’in süreci sabote etmekten çekinmeyeceği kanaatinde. Alagöz, Biden ile ABD-İran ilişkileri açısından parlak bir dönem beklemediğinin altını çizdi:
"Bölgesel aktörler açısından bakarsak, İsrail başlı başına bu noktada kendi politikasını tesis ediyor. İsrail’in Ortadoğu ülkeleri karşısında askeri üstünlüğünü garantileyen bir doktrini var, tamamen bunun ekseninde hareket ediyor. Dolayısıyla Biden yönetiminin aynı zamanda İsrail’i ikna etmesi gerekecek. İsrail menşeli olduğu iddia edilen suikast da şunu gösteriyor: Eğer ABD ve İran arasında İran’ın nükleer programıyla ilgili bir süreç başlarsa İsrail menfaatlerine aykırı bulduğu noktada bunu sabote etmekten asla çekinmeyecek. Ortadoğu için ya da ABD-İran ilişkileri açısından parlak bir dönem beklemiyorum. Burada doğrudan çıkarımlar da bulunamıyoruz. İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasında anlaşmalar oldu. Doğrudan İsrail’in her yaptığını onaylayacak gibi bir çıkarımda bulunamıyoruz. Çünkü bu son suikastta tüm bu devletler kınama yayınladı. Çoğu devlet bu kadar net davranmazken Basra Körfezi’nde tüm Arap ülkeleri Suudi Arabistan hariç ki onun da bir eleştirisi olduğu yönünde bugün Fars haber ajansına düşen açıklamalar var. Hiçbiri İran’la doğrudan bir sıcak çatışma içine girmek istemiyor. O sebeple de biraz beklentiyi gerçeklikle orantılı tesis etmekte fayda var.”