Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, NTV'de katıldığı canlı yayın programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Kalın'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
- En zecri tedbirleri bile uygulasanız insanlar buna uymazsa bilinçli bir şekilde bu tedbirleri hayata geçirmezlerse önleyici tedbirler almazlarsa en katı tedbirleri bile uygulasanız netice almanız zorlaşır. O yüzden vatandaşın bu konuda bilinç sahibi olması son derece önemli. Her gün Sağlık Bakanımız da Cumhurbaşkanımız da söylüyor. Lütfen zaruret ve mutlak ihtiyaç olmadıkça kalabalık ortamlara girmeyin, dışarı çıkmayın, kapalı ortamlarda bulunmayın. Çünkü belli ki virüs mutasyona uğruyor, farklı şekillerde bulaşmaya devam ediyor. Tehlike geçmiş değil, tam tersine hele şu grip nezle döneminde daha da artmış durumda.
- Vatandaşın bu konuda bilinç sahibi olması çok önemli. Avrupa'ya, Amerika'ya, Hindistan'a, Brezilya'ya, Meksika'ya bakın. Maalesef buralarda durum gerçekten çok çok kötü. Birçok Avrupa ülkesi tekrar bir kapanma dönemine girdi. Dün Brüksel'deydim. Sokakta hayat adeta durmuş gibi. Çünkü orada da vaka sayıları çok arttı. Birçok Avrupa ülkesinde de bu tedbirler uygulanıyor. Amerika'daki durum gerçekten kötü. Günlük vaka sayısı 120 bin ila 150 bin arası seyrediyor. Bütün bunlara baktığınız zaman virüs ve salgın hız kaybetmiyor. O yüzden tabi bu tedbirler sürecin akışına göre gözden geçirilecek. Farklı tedbirler gene gündeme gelebilir.
- Vatandaşlarımızın bu tedbirlere titizlikle uysunlar. Rehavete ve paniğe kapılmadan bu tedbirleri uygulayalım. Tedbirlere uymak hasta olmaktan, hastanede yatmaktan çok daha iyidir. Bunun şakası yok. Yaş grubu ve cinsiyet sınırlaması da yok. Bölgesel sınırlama da yok. 'Kentte yayılıyor, kırsalda yayılmıyor.' diye bir şey de yok. Açık havada bile bulaşabiliyor.
- (Daha kapsamlı bir kapanmaya nasıl bakılıyor? sorusuna) Bu hafta açıklanan tedbirlerin seyrine bakacağız. Bunlar yıl sonuna kadar ilan edildi. Hafta sonu belli saatlerde sokağa çıkma sınırlaması getirilmesi, okullarda uzaktan eğitime devam edilmesi ve diğer bütün tedbirler. Bunların akışına bakacağız. Sağlık Bakanlığı tarafından bunlar günlük raporlanıyor. Gidişata göre bu tedbirler arttırılabilir, hafifletilebilir, daha ağırlaştırılabilir, süresi uzatılabilir. Bu tamamen bizle ilgili. 'Biz' derken bütün toplumu kastediyorum. Vatandaşlar olarak bu konuda sorumluluk almamızla ilgili bir durum.
- Aşı çalışmalarında da çok aceleci olmamız lazım. İnşallah bunlar başarılı neticeler verecek. Aşının salgını tamamen durdurması için zamana ihtiyaç var.
Ekonomi ve hukukta reform hazırlığı
- Değişime adapte olmak zorundayız, yeni kanunlar yapmayız. AB perspektifi hala önemli, kaybedilmiş değil. Vatandaşlarımızın demokratik hak ve özgürlüklerini yükseltecek yeni kanunlar yapılacak.
- 11 Eylül'den sonra ABD'nin aldığı önlemleri hatırlayın. Her demokratik ülkenin gözetmesi gereken bir denge bu. Özgürlük-güvenlik dengesini sağlamak gerekiyor. Farklı düşünmenin ahlakını koruyarak yapmalıyız.
Arınç'ın Kavala ve Demirtaş çıkışı
- Cumhurbaşkanımız adına sözcü gibi konuşmuyorlar. Fikirlerini söylüyorlar, fikirlerini Cumhurbaşkanımıza da söylüyorlar. Cumhurbaşkanımız bir konuyu birçok kişiden dinler. Bunların hepsi birebir Cumhurbaşkanımızın adına yapılmış açıklamalar dersek hata yaparız. Onlar Cumhurbaşkanı adına bir sözcü gibi konuşmuyorlar. Kendi görüşlerini ifade ediyorlar. Bunları Cumhurbaşkanımıza da ifade ediyorlar. Uzun tutukluluk üzerinde konuşulan konular. Cumhurbaşkanımız da bunları Yüksek İstişare Kurulu toplantılarında dinliyor. Ama son tahlilde büyük fotoğraf içerisinde bütün bunların istişareleri yapıldıktan sonra politika haline gelmesi Cumhurbaşkanımızın iradesiyle şekillenen bir şey. Dışarıdan bilmeyenler şöyle düşünüyorlar; 'Bir kişi, tek adam kendi başına karar veriyor.' Biraz bilseler Cumhurbaşkanımızın çalışma tarzını, inanın böyle cümleler kurmaktan sarfınazar ederler. Gerçekten çok dinleyen, istişare eden, not alan bir liderden bahsediyoruz. Adalet Bakanını da dinler, İçişleri Bakanını da dinler, Milli Savunma Bakanını da dinler, Dışişleri Bakanını da dinler, danışmanını da dinler ilgili kurumları da dinler. Bir konuya bir kurum ya da şahıs kendi zaviyesinden bakar. Bu kaçınılmaz olarak böyledir. Ama diğer bakış açılarını da dikkate alarak büyük fotoğrafı bir akıl görmezse o zaman hata yaparsınız. Bir yerde güvenlik öne çıkar, bir yerde özgürlük demokrasi denir ama bu sefer ya güvenlik zaafı ortaya çıkar ya demokrasi özgürlük zaafı ortaya çıkar. Bu dengeyi kuracak bir şeyin olması lazım.
- Bu iki isim üzerinden tartışmak istemem. Meseleyi sadece bu iki kişinin davasına indirgemek doğru olmaz. Bunlar zaten yargı reformu içerisinde konuşulan konular. Hukukun kendi sistematiği içerisinde de değerlendirmeleri var. Toplumdaki bazı hassasiyetleri de göz ardı etmemek lazım. Yani, diyelim ki Demirtaş meselesini Sayın Arınç bu şekilde konuştuğunda belki kendisi tamamen hukuki açıdan bir mülahazada bulunuyor ama bunu yaşanan siyasi olaylardan bağımsız ele almak mümkün değil. Kobani Olayları, Çukur Olayları, Yasin Börü ve diğer bütün olaylarla birlikte düşündüğünüzde o dönemde HDP'nin ve Demirtaş'ın aldığı tavırları, pozisyonları dikkate aldığınızda toplumun bir kesiminde de başka bir tepki oluşuyor. Burada güvenliği ve toplumun o hassasiyetlerini de dikkate alan bir bakış açısının daha sağlıklı şekilde ortaya konması gerekiyor.
- (Hukukta yapılması beklenen reform hakkında) Cumhurbaşkanımız bunu 'yeni bir atılım dönemi' olarak ifade etti. Türkiye gibi dinamik, dünyaya açık, demokratik bir ülkenin toplumsal, siyasal, ekonomik ihtiyaçları da değişerek dinamik bir süreklilik arz ediyor. Bunlara adapte olmak zorundasınız. Yeni ihtiyaçlar ortaya çıkacaktır. Hukukta içtihat kapısı hiçbir zaman kapanmaz. Bu hukukta temel ilkelerden birisidir. Yeni durumlar, sorunlar ortaya çıkar, yeni içtihatlar yapmanız gerekir. Yani yeni hükümler verirsiniz. Yeni kanunlar yaparsınız, bakış açıları geliştirirsiniz. Burada Türkiye, özgürlük, güvenlik ve demokrasi dengesini oturtarak bu süreci uzun yıllardır yönetti. Bundan sonra da bu kararlıkla buna devam edecek tabii ki. Bizim güvenlik risklerimiz ve ülkemizin, milletimizin, vatandaşlarımızın canına kasteden, milli güvenliğini tehdit eden sorunlar ortadan kalkmış değil. Mücadelemiz devam ediyor. PKK sorunu var, FETÖ'yle DEAŞ'la mücadelemiz devam ediyor. Bu mücadeleyi devam ettirirken demokrasi ve özgürlüklerden taviz vermeden bu dengeyi koruyarak bu mücadelenin sürdürülmesi de büyük önem arz ediyor. Biz bunu da öncelikli olarak kendi vatandaşımızın demokrasi standartlarını yükseltmek için yapıyoruz. Tabii ki AB kriterleri var. AB çıpası yıllarca konuşuldu. Türkiye'deki reform sürecini tetikleyen, diri tutan önemli bir çıpaydı o. Hala önemli, AB perspektifi bütünüyle kaybedilmiş değil. Bugün Cumhurbaşkanımız açıklamalarında da işaret etti.
- (Alaaddin Çakıcı'nın Kılıçdaroğlu'nu tehdit etmesi) Savcılık bir soruşturma başlattı. Hukuki süreç ilerliyor. Türkiye'de kimsenin kimseyi bu şekilde tehdit etmesi hukuk devleti normları açısından kabul edilebilir bir şey değil. Sayın Kılıçdaroğlu şikayette bulundu. Hukukun kuralları içerisinde ne gerekiyorsa mahkemeler gereğini yapacaklardır. Sayın Bahçeli'nin Çakıcı'yla eskiye giden tanışıklığının, dostluğunun olması da onun belki bir vefa duygusuyla söylediği bir şey. Orada kişisel hukuk ile hukukun ortaya koyduğu normlar arasında bir çatışma olmaması gerekir. Ama burada son tahlilde bir hukuki süreç başladı. Bununla ilgili biz de izleyeceğiz mahkemenin nasıl karar vereceğini.
- ("PKK, darbe girişimi ve FETÖ nedeniyle güvenlik ve özgürlük dengesinde sanki güvenlikten yana daha ağır basar bir haldeydi. Yeni dönemde özgürlükler tarafı daha ağır mı basacak?" sorusu) Bu dengeyi korumak önemli. Bu çok hassas bir denge. Çok kolay olmadığını da kabul etmek lazım. 11 Eylül'den sonra Amerika'nın aldığı tedbirleri hatırlayın. '7-7' diye biliniyor 2007 senesinde Londra'da yapılan metro saldırıları. Ondan sonra İngiltere'nin aldığı tedbirleri düşünün. Bugün Fransa birçok şeyden bahsediyor. Dün Fransız Meclisi'nde bir yasa geçti. Çok tartışılıyor, güvenlik güçleriyle ilgili. Bu dengeyi korumak çok kolay bir şey değil ama her demokratik ülkenin mutlaka gözetmesi gereken bir denge. Türkiye de bu dengeyi elbette korumak zorunda. Buna yönelik saldırılar olmadı mı, elbette oldu. Türkiye aynı anda 3 terör örgütüyle mücadele eden tek NATO üyesi. Demokratik ülke olarak da büyük bir mücadele verdi. Bunu yaparken de vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği, sınır güvenliğimiz, göç, bütün bu konularla birlikte bunları düşünmek durumundasınız. Ama bunların hiçbirisi özgürlüklerin, demokrasinin kısıtlanması, ortadan kalkması anlamında da gelmiyor. Dengeyi koruyacak adımların atılması hem bizi özgür ve demokratik hem de güven içerisinde kılacak bir dönemi işaret ediyor. Bunun tabii hukuka, siyasete, ekonomiye yansımaları mutlaka olacak. İhtiyaçlara göre yeni bir hamlenin yapılması, yeni bir heyecanla bu süreçlerin yönetilmesi de önem arz ediyor. Burada vatandaşlarımızın bunu sahiplenmesi de önemli. İş çevrelerimizin, STK'larımızın, üniversitelerimizin. Bunu yaparken de demokratik çoğulcu ahlak ve kültür içerisinde yapmak da önemli. Her konuda anlaşacağız diye bir kayıt yok. Farklı görüşler tabii ki olacak. Bunları tartışmanın, müzakere etmenin, ihtilaf etmenin, farklı düşünmenin ahlakını da kültürünü de muhafaza ederek bunu yapmamız lazım.
ABD'de başkan olarak Biden'ın seçilmesi
- Biden yönetimi halen şekillenmedi, göreceğiz. Türkiye kenara atılabilecek bir ülke değil. PKK ve FETÖ bizim için ulusal güvenlik meselesidir.
- Amerikan yönetiminin başında kim olursa olsun Türkiye'yi göz ardı edebilecek bir yaklaşıma sahip olmaları mümkün değil. Bu bir jeopolitik zorunluluk.
- Biden yönetimi de gelse, Trump yönetimi de devam etse biz ilke olarak şunu söyledik; Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinde iki temel ulusal güvenlik meselesi var. Birisi PKK, yani ABD'nin Suriye'de PKK'ya PYD/YPG üzerinden destek vermesi. İkincisi de FETÖ meselesi. FETÖ ile mücadelede ABD'nin aksiyon almaması, hala FETÖ ele başını ve diğer kurmayların Amerika'da özgür bir şekilde yaşamalarına müsaade etmesi. Bu iki konu bizim açımızdan ulusal güvenlik meselesi. Trump yönetimi de gelse, Biden yönetimi de gelse onlar bu konulara nasıl bakarlarsa baksınlar bizim açımızdan bunlar ulusal güvenlik meselesidir.
- Patriotları almak için ABD ile 6 yıl müzakere ettik. Blöf yaptığımızı sandılar. Ne zaman Ruslarla imza attık, blöf olmadığını anladılar. S-400 ve F-35 sorunu nesnel gerçeklere dayanmıyor.
- S-400 meselesinde karar bir gecede alınmadı. Cumhurbaşkanımız patriotları almak için 6 yıl boyunca Amerikalılarla müzakere yaptı. Bizzat toplantılara katıldı, onları dinledi, tekliflerini istedi. 6 yıl devam eden müzakerelerin sonunda bırakın patriotları Türkiye'ye satmayı, buradaki patriot bataryalarını alıp götürdüler. O zaman Cumhurbaşkanımız dedi ki, 'Bunu yaparsanız ben alternatiflere bakarım. Benim alternatifsiz olduğumu düşünmeyin.' Blöf yaptığını zannettiler. Ne zaman ki biz oturup Ruslarla bunun müzakeresine başladık ve anlaşmayı imzaladık, o zaman dediler ki Türkiye bu konuda ciddiymiş. Siz birçok NATO üyesi ülkeye bu teknolojiyi vereceksiniz ama Türkiye'ye gelince olmaz diyeceksiniz. Bunun kabul edilebilir bir tarafı yok. Nasıl müttefiklik ilişkisi o zaman bu? Bunlar ister istemez sorgulanır hale geliyor.
- Biden'a bırakabilir. Orada nasıl bir karar verileceğini bilemiyoruz. Öyle bile olsa CAATSA yaptırımları konusunda biz daha önce de söyledik. Yaptırım dili ve yöntemi, bir yöntem değil. Sonuç alıcı bir yöntem değil. Özellikle Türkiye gibi bir ülkeye yaptırım diliyle konuşursanız siz kaybedersiniz. Buradan bir netice almanız mümkün değil. Burada biz yüzde yüz haklıyız. CAATSA yasası biz S-400 anlaşmasını yaptıktan sonra çıkartıldı. Bunu geriye doğru uygulamak bile hukuken absürt bir şey. Bu kongrenin tamamen 'Güçlüyüm, haklıyım.' şeklinde hareket etmesinin sonucu.
Doğu Akdeniz ve AB'nin yaptırım tehditleri
- Görüş ayrılıkları ABD'nin yanlış tercihleri sonucunda bu noktaya geldi. Türkiye gibi bir ülkeye yaptırım diliyle konuşursanız siz kaybedersiniz.
- Yaptırım konusuna konsey de komisyon da olumlu bakmıyor. Netice vermeyeceğini onlar da biliyor. Hele ki Türkiye gibi bir ülke, Erdoğan gibi bir lidere karşı bu dilin ve söylemin, yöntemin netice vermeyeceğini kendileri de biliyor. Bazı üye ülkelerin bu konuda ısrarcı olduğu ve uğraştığını da biliyoruz. Kulağımıza da fısıldıyorlar. İsimlerini de söylemeye gerek yok, tahmin edebilirsiniz hangileri olduğunu. Benim verdiğim mesaj da şuydu; Türkiye-AB ilişkilerinin stratejik bir çerçevesi var. Bu geniş fotoğrafı gelip sadece 1-2 üyenin ihtilafına indirgerseniz büyük bir hata yaparsınız. Yunanistan'la Doğu Akdeniz konusunda anlaşabildiğimiz yerler var anlaşamadığımız yerler var. İstikşafi görüşmeleri başlatmak için biz birçok adımlar attık. Bunları yine yapmaya hazırız. Yunanistan'la yarın istikşafi görüşmeleri başlatmaya hazır olduğumuz yine ifade ediyoruz. Türkiye gibi bir ülkeye karşı, Erdoğan gibi bir lidere karşı bu yaptırım tehdidinin sonuç vermeyeceğini kendileri de biliyorlar. 'Yunanistan'la istikşafi görüşmeler yapmaya hazırız' dedik. Ortak nokta çok fazla uygun iklim inşa edilmeli. AB'nin gündemi tek bir üyenin itirazına indirgenmemeli.
- Türkiye'nin AB'ye üyeliğini stratejik bir öncelik olarak görüyoruz. Burada üzerimize düşenleri yerine getirmek için çok büyük bir çaba sarf ettik. Sürecin akamete uğraması, Avrupalıların genişleme yorgunluğu dedikleri bir sürecin sonunda ortaya çıktı. Bir zaman sonra da tabii ki bir müzakere yorgunluğu oluştu. 30 küsur fasıl üzerinde mutabık kalıyorsunuz ama 10 yıl sonra bir fasıl açılıp kapanıyor. Ama ondan sonra bazı üyelerin gündeme getirdiği birtakım siyasi problemler... Bütün bunları yaşadık ama yarına baktığımız zaman Türkiye'nin AB ile ekonomik, siyasi ve güvenlik anlamında ortak noktalarının çok daha fazla olduğunu görüyoruz.
-
Yunanistan'la sorun yaşamak istemiyoruz. Oruç Reis'in o bölgedeki çalışmaları bu ay sonuna kadar devam edecek. Çalışmaları bittikten sonra başka bölgede de çalışabilir.
-
Karabağ'da, Libya'da, Suriye'de bulunmamız AB için iyidir.
-
Ortak çalışma yapabiliriz, ortak arama tarama yapabiliriz. Sorunda diplomasiye alan açan her zaman Türkiye oldu. Yaptırımlar daha çok sorun çıkmasına neden olur. Muhalefetin bu mesajlara destek olması gerekir.
Karabağ krizi
-
Türkiye zaten Azerbaycan'dadır ve olacaktır. Koridorların korunması son derece önemli. Gözlem gücünü bir parçası olarak Türkiye orada olacak. Türkiye ve Azerbaycan orada söz sahibi olacak.
- Karabağ meselesinde bize eleştiriler getirildi. Anlaşma yapıldı ama Ruslar öne çıktı. Rus askerleri orada 5+5 yıl olacaklar. Ben de şunu söyledim: Rus askerinin varlığından rahatsız idiyseniz, neden bugüne kadar müttefik olarak gördüğünüz Ermenistan'a oradaki Rus askeri üslerini çıkarmasını söylemediniz? Buna gücünüz yetiyorsa buyurun yapın. Ermenistan çıkarsın oradaki Rus askerlerini. Rus askeri Kafkaslar'a veya Ermenistan'a yeni gelmedi ki onlarca yıldır oradalar. Ben şunu söyledim, hala da söylüyorum. ABD bir ateşkes girişimi yaptı, bizden de destek istediler, biz de destek olduk. Ateşkes 2 gün sürdü. Onun dışında Fransa mesela bir teklifle geldi mi? Avrupa'dan NATO'dan ya da AB'den hangi uygulanabilir somut teklif geldi de biz onu reddettik? Ama Rusya'yla oturarak bu 30 yıllık ihtilafı çözecek, 2-3 aydır devam edecek çatışmaları sonlandıracak bir anlaşma üzerinde mutabık kaldık. Şimdi Türk askeri de orada olacak. Gözlemci güç olarak orada olacak. Bu Batı ve Avrupa için de stratejik kazanım olarak görülmeli.
-
("Muhalefet, Cumhurbaşkanı'nın AB'ye yönelik söylemlerini dile getirerek, liderler zirvesi öncesi bir ön alma şeklinde de yorumluyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son çıkışını, siz nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna) Böyle yorumluyorlarsa Cumhurbaşkanımızın siyaset tarzını çok iyi takip edemiyorlar demektir. Tayyip Erdoğan böyle siyaset yapan birisi değil. En zor dönemlerde bile ülkemizin menfaatleri için kıran kırana mücadele vermiş birisinden bahsediyoruz. Ben AB yetkililerine şunu açıkça sordum: Yaptırım gündeme gelirse ne elde edeceksiniz? 11 Aralık'ta yaptırım çıktı, ne yapacaksınız? Belli şirket ve kişilere dönük yaptırımlar uygulayacaksınız. Enerji şirketlerine, arama tarama yapan gemiye, orada çalışma yapan mühendislere... Bunun bizim tavrımızı kararlılığımızı ve milli duruşumuzu değiştireceğini zannediyor musunuz, buradan bir netice alacağınızı gerçekten düşünüyor musunuz? Alternatifi ne olacak? Türkiye-AB ilişkileri daha fazla zehirlenecek. Birçok başka sorun ortaya çıkacak. Çözebileceğiniz, üzerinde çalışabileceğiniz birçok konu ertelenmek durumunda kalacak. Bu gerçekten istediğiniz bir şey mi? Başka şeyler de olacak. Böyle bir saikle endişeyle Cumhurbaşkanımız bu mesajları vermedi, ben de böyle bir kaygıyla Brüksel'e gitmedim. Onlara da söyledim.
- Görüşmelerde ilk tur tamamlandı. Rus tarafı bizim görüşlerimizi aldı. Şimdi Kremlin'den onlar gerekli talimatları alacak. Askerlerimiz, Milli Savunma, Dışişleri bakanlıklarımız ve MİT Başkanlığımız yürütüyor bunları. Önümüzdeki günlerde operasyon modaliteleri üzerinde, nerede ve nasıl olacak, kim hangi işi yapacak bu konuda müzakerelerin tamamlanmasını bekliyoruz. Türk askeri her halükarda orada olacak. Biz zaten oradayız. Azerbaycan'la olan çok özel ilişkimizden dolayı, askeri eğitim ve iş birliği anlaşmalarımız çok eskiye dayanıyor. Biz zaten oradayız o manada. Tezkere de geçti. Gözlem gücü olarak da biz orada olmaya devam edeceğiz.