00:00
01:00
02:00
03:00
04:00
05:00
06:00
07:00
08:00
09:00
10:00
11:00
12:00
13:00
14:00
15:00
16:00
17:00
18:00
19:00
20:00
21:00
22:00
23:00
00:00
01:00
02:00
03:00
04:00
05:00
06:00
07:00
08:00
09:00
10:00
11:00
12:00
13:00
14:00
15:00
16:00
17:00
18:00
19:00
20:00
21:00
22:00
23:00
HABERLER
11:00
5 dk
HABERLER
12:00
5 dk
EN ÇOK OKUNAN 5 HABER
12:35
19 dk
HABERLER
13:00
5 dk
HAFTA SONU HALLERI
13:05
115 dk
HABERLER
15:00
5 dk
HABERLER
16:00
6 dk
HABERLER
17:00
5 dk
HABERLER
18:00
7 dk
HABERLER
11:00
6 dk
HABERLER
12:00
6 dk
TARİHTE BUGÜN
12:11
3 dk
EN ÇOK OKUNAN 5 HABER
12:29
19 dk
HABERLER
13:00
5 dk
HAFTA SONU HALLERI
13:06
114 dk
HABERLER
15:00
5 dk
HABERLER
16:00
5 dk
HABERLER
17:00
6 dk
HABERLER
18:00
5 dk
TARİHTE BUGÜN
Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır
20:30
3 dk
DünBugün
Geri dön
Adana107.4
Adana107.4
Ankara96.2
Antalya104.8
Bursa101.4
Çanakkale107.2
Diyarbakır89.6
Gaziantep104.3
Hatay106.1
İstanbul97.8
İzmir91.0
Kahramanmaraş92.3
Kayseri105.5
Kocaeli90.2
Konya88.6
Malatya106.0
Manisa101.0
Mardin92.2
Ordu99.6
Sakarya90.2
Samsun107.7
Sivas104.2
Şanlıurfa95.3
Trabzon102.4
Van88.0
 - Sputnik Türkiye
EKSEN
Ceyda Karan’ın hazırladığı Eksen’de her gün dünyanın farklı bölgelerine dair gelişmeler masaya yatırılıyor.

‘Türkiye’nin Libya anlaşması sonrası konumu Doğu Akdeniz’de geri adım atmakla açıklanabilecek bir politikaya dönüştü’

26102020-eksen
Abone ol
Aydın Sezer'e göre, Libya'da aktörlerin hamleleri iç savaşın tarafları arasındaki son ateşkesle mühürlendi. BM ateşkesinin Ankara'nın UMH ile askeri anlaşmasını askıya aldığını belirten Sezer, deniz alanlarını sınırlandıran anlaşmanın da geleceği olmadığı görüşünde. Sezer, Ankara'nın Doğu Akdeniz'de geri adım atar konuma geldiğini vurguladı.

2011'de NATO müdahalesi ile bölünmüş Libya'da iç savaşın tarafları BM arabuluculuğunda kalıcı ateşkes anlaşması için uzlaşmaya vardı. Anlaşma, Berlin Konferansı kararları uyarınca oluşturulan 5-5 Ortak Askeri komite toplantılarının dördüncü turunda Cenevre'de imzalandı. BM Cenevre Ofisi'ndeki görüşmelere katılan Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile doğuda üslenen Tobruk meclisinin görevlendirdiği Halife Hafter'in komutasındaki Libya Ulusal Ordusu'nun (LUO) askeri temsilcileri, anlaşma metinlerini imzaladıktan sonra kararı ayakta alkışladı.

Anlaşma uyarınca siyasi görüşmelerin kasım ayında Tunus'ta başlaması öngörülüyor. Yabancı savaşçıların en fazla üç ay içerisinde Libya'yı terk etmesi zorunlu tutulurken, ortak polis gücü oluşturulması umuluyor. Petrol tesislerinin üretime ve ihracata başlaması beklenirken, yeni birlik hükümeti işe başlayana kadar üçüncü taraflarla yapılmış eğitim anlaşmaları dahil tüm askeri anlaşmaların askıya alınması da öngörülüyor.

Gelişmeleri Medya Günlüğü yazarı Aydın Sezer ile konuştuk.

'Libya'daki ateşkesle Dağlık Karabağ'dakiler farklı'

Aydın Sezer'e göre Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Libya'daki ateşkesi Güney Kafkasya'da Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşla kıyaslayarak 'uzum sürmeyeceği' öngörüsü hatalı. Dağlık Karabağ'da iki ayrı ülkenin savaştığını ve insani ateşkes sağlanmaya çalışıldığını belirten Sezer, Libya'da ise dış destekçileri bulunan bir iç savaş yaşandığını vurguladı. Sezer, Libya'da Türkiye'nin de masada yer aldığı Berlin Konferansı süreci uyarınca BM'nin uzun süredir kotarmaya çalıştığı bir süreç bulunduğunu anımsattı:

“Dağlık Karabağ’daki ateşkesle Libya’daki ateşkes arasında kapsam ve anlam olarak büyük farklar var. Dağlık Karabağ’da savaşan iki ayrı ülke var. Ülkelerden birinin toprakları işgal altında ve ilan edilen sadece insani amaçlı geçici bir ateşkes. Esir ve ceset değişimine yönelik bir ateşkes. Kaldı ki o da üçüncü kez delindi. Libya’da bir iç savaş söz konusu. Savaşanlardan UMH’nin arkasında Türkiye ve Katar var. Diğer tarafta da Temsilciler Meclisi’nin arkasında da başta Mısır olmak üzere Körfez ülkeleri var. Ayrıca Fransa ve Rusya’nın da sempatiyle yaklaştığı biliniyor. Dolayısıyla Libya’daki ateşkesi BM temsilcilerinin çok uzun bir süredir kotarmaya çalıştığı bir süreç. Bu konuda Türkiye’nin de masada yer aldığı Ocak 2020’deki Berlin Konferansı kararları doğrultusunda yapılan çağrılar da var. Son olarak Libya’daki ateşkes sanıldığı gibi savaşan tarafların alt düzeyli heyetleri arasında değil, tam tersine başta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri olan Fransa, Rusya hatta bir ölçüde ABD’nin ön mutabakatını sağladığı bir başka uzlaşının teknik görüşmeleri. Dolayısıyla kıyaslanması açısından aralarında bir benzerlik bulamıyorum."

'Libya'daki aktörlerin hamleleri son ateşkesle mühürlendi, Türkiye'nin anlaşması yeni hükümete kadar askıya alındı'

Ankara'nın mayısta İHA/SİHA kullanımı sayesinde elde edilen zaferlerle Hafter güçlerini gerilettiğini ancak Sirte ve Cufra'nın ele geçirilemediğini belirten Sezer, Libya'da Türkiye dışındaki diğer aktörlerin sahadaki durumu değiştirecek ateşkes hamleleri yaptığı vurguladı. Bu sayede siyasi açıdan barışa giden yolda iki ay içinde önemli sonuçlar elde edildiğini belirten Sezer, bu sonuçların son ateşkes anlaşmasıyla 'mühürlendiğinin' altını çizdi. Sezer diğer yandan da UMH'nın Türkiye'yle yaptığı danışmanlık ve eğitim işbirliği anlaşmasının yeni hükümetin kurulmasına kadar askıya alınması sonucunun geldiğinin altını çizdi:

"Türkiye, mayıs ayında Hafter güçlerinin geriletilmesi ve drone ya da İHA/SİHA kullanımıyla elde edilen zaferle Sirte ve Cufra kentlerinin ele geçirileceğini düşünüyordu. Dolayısıyla Libya’da çözümün sahada sağlanacağına inanıyordu. Çünkü mayıstaki askeri performans çerçevesinde böyle bir öngörüde bulunuyordu. Ancak sahadaki durum farklıydı. Başta Rusya ve BM Daimi Temsilciliği olmak üzere herkes bu gerilemenin aslında kapsamlı bir ateşkese yol açacak bir gelişme olduğunu ve Rusya’nın Wagner’i özellikle Hafter’in arkasından çekmekle Serrac güçlerinin ilerlemesine olanak sağladığını ve bu sayede barışa giden yolda daha anlamlı bir adım atılacağını öngörüyordu. Kaldı ki Saleh’in Rusya destekli ortak hükümet kurulması açıklaması da zaten nisanın son günlerinde gelmişti. Rusya, Hafterli bir ateşkesin sağlanamayacağını anladığı andan itibaren Hafter’in arkasındaki desteği çekmiş hatta siyaseten Hafter ile yan yana fotoğraf bile vermemişti. Fakat bu sürece Rusya’nın Saleh üzerinden kurduğu Serrac’ı da ikna ettiği bu sürece uluslararası kuruluşlar ve diğer ülkeler destek verirken Hafter de devre dışı kalmadı. Mısır ve Fransa da Hafter’i bu süreçte oyun bozucu olmama konusunda ikna ettiler. Hafter ile Akile Saleh’in 7 Haziran’da Mısır’da Sisi ile birlikte verdikleri fotoğraftan anlaşılacağı üzere Libya’daki tüm tarafların beklentisi bu yöndeydi. Bu da son olarak 21 Ağustos’ta BM’nin açıkladığı ateşkes çağrısının kabul edildiği duyuruyla birlikte başlayan süreç yaklaşık 2 aylık sürede kesin ateşkese döndü. Siyasi açıdan barışa giden yolda geçtiğimiz 2 ay içerisinde de çok önemli sonuçlar alınmıştı. Yine ateşkes anlaşmasıyla bunlar mühürlendi, tasdik edildi. Hem savaşan güçlerin Libya’dan acilen çekilmesi öngörülüyor hem de Libya’daki taraflardan herhangi birisiyle burada asıl olarak UMH’nin Türkiye’yle yaptığı anlaşmanın tarif edildiğini düşünüyorum, danışmanlık ve eğitim işbirliği anlaşmalarının da yeni hükümet kuruluncaya kadar askıya alınması ve o güçlerin de ülkeden çıkartılması öngörülüyor. Bu husus var.”

'Erdoğan ateşkes anlaşmasını tanımıyoruz demedi, hoşnutsuzluğunu dile getirdi'

Aydın Sezer, Ankara'nın 1 Haziran'daki ateşkese destek vermediğini ancak Rusya ile müzakereler sonucunda 22 Temmuz'daki İstanbul deklarasyonuyla BM'nin Libya'daki tüm kararlarına saygı duyulacağının kayıt altına alındığını anımsattı. Sezer, Erdoğan'ın da son ateşkesi 'tanımadıklarını' söylemediği, bunun yerine hoşnutsuzluğunu dile getirdiğini vurguladı:

“Bir başka önemli husus da bu ateşkes anlaşmasının BM Güvenlik Konseyi kararları uyarınca tanımlanan mücadeleye yönelik bir husus içermediği de ifade ediliyor. Dolayısıyla bu Cenevre anlaşmasıyla açık bir şekilde ifade ediliyor. Ancak bugün medyada UMH yetkilileri ve yüksek konseyin bu ateşkes uzlaşısının Türkiye ile yapılan anlaşmaları etkilemeyeceği yönünde açıklamaları var. Bu çok büyük bir çelişki oluşturuyor. Zira BM Libya Temsilcisi de askeri anlaşmalarla ilgili konuda resmen bir açıklama yaptı. Başta BM Genel Sekreteri olmak üzere Rusya dahil bu uzlaşıya destek veren tüm ülkeler de böyle bir sonuç olduğu konusunda hemfikirler. Türkiye bu sürece başında 1 Haziran tarihli ateşkeste destek vermedi. Hatta Serrac üzerinden net bir şekilde karşı olduğunu da belirtti. Ancak haziran-temmuz döneminde Rusya ile yapılan birkaç turu sonuçsuz kalan müzakereler sonunda 22 Temmuz’da bir İstanbul deklarasyonu vardı. Burada Türkiye’nin BM’nin Libya’daki tüm kararlarına saygı göstereceği yönünde bir açıklama var. Kerhen bir destek olduğunu söyleyebiliriz. Zaten Cumhurbaşkanı da ateşkesi tanımıyoruz demiyor. Sadece ne kadar gündemde kalacağına dair, ateşkesi sağlayan heyetlerin teknik düzeyiyle ilgili soruları gündeme getiriyor. Açıkça hoşnutsuzluğunu gündeme getiriyor. Ama tanımıyoruz demedi."

'Libya anlaşmasının geleceği olmayacak, Ankara Doğu Akdeniz'de kıta sahanlığı sorunun bir başka versiyonunu Doğu Akdeniz'de kendi eliyle yarattı'

Diğer yandan Sezer, Türkiye'nin Libya ile yaptığı deniz alanlarının sınırlanması anlaşmasının Libya'daki yeni hükümetin kompozisyonu ya da tavrıyla şekilleneceği bir geleceği olmayacağı görüşünü dile getirdi. Sezer'e göre Ankara kıta sahanlığı sorununun bir başka versiyonunu Doğu Akdeniz’de kendi eliyle yaratmış oldu:

"Libya ile yaptığımız deniz alanlarının sınırlarının belirlenmesi anlaşmasının Libya’daki yeni hükümetin kompozisyonu ya da tavrıyla şekillenecek bir geleceği olmayacak. Çünkü bizim anlaşma sahamız Mısır-Yunanistan anlaşmasıyla o anlaşma sınırları içerisinde kaldı. Türkiye’nin bundan sonraki muhatabı o bölgede sadece ve sadece Yunanistan. Kaldı ki Yunanistan ile Libya arasında yapılması beklenen ve doğu batı uçları da belirlenmiş olan, yani Libya-Yunanistan, Mısır-Yunanistan anlaşmasıyla iki ucu belirlenmiş olan hatla ilgili Yunanistan ve Libya’nın çok kolay uzlaşıya varacaklarını düşünüyorum. Uzlaşamadıkları takdirde Uluslararası Adalet Divanı kısa bir süre sonunda o konuyu çözümlenmeyecek. Yunanistan Arnavutluk’la ilgili olan ihtilafını da Uluslararası Adalet Divanı’na götürüyor. Doğu Akdeniz’de bizim elimizde ne kaldı diye bakıldığında Ege’de Yunanistan’ın tek çözüm olarak sadece gündemde var olduğunu ifade ettiği kıta sahanlığı sorununun bir başka versiyonunu biz Doğu Akdeniz’de kendi elimizle yaratmış olduk."

'Türkiye'nin konumu Libya anlaşmasından sonra Doğu Akdeniz'de resmen geri adım atmakla açıklanacak bir politikaya evrildi'

Türkiye ile Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmelerin sorunların çözülmesi değil belirlenmesine yönelik olduğunu anımsatan Sezer, Ankara'nın Ege sorunlarının içine Doğu Akdeniz’deki bir sorunu dahil ederek görüşme masasına oturma konumuna taşındığını dile getirdi. Sezer'e göre Türkiye’nin konumu Libya anlaşmasından sonra Doğu Akdeniz’de resmen geri adım atmakla açıklanabilecek bir politikaya evrildi:

"İstikşafi görüşmelerin temel esprisi herhangi bir sorunun çözülmesine yönelik değil, sorunların belirlenmesine yönelik bir hamleydi. 5 başlık, 6 ayrı konuda Yunanistan’ı müzakere masasına davet ediyoruz. Yunanistan, Ege’de tek bir sorun olduğunu iddia ediyor. Tek sorun tek çözüm, o da kıta sahanlığıdır. Çözümü de Uluslararası Adalet Divanı’dır diyor. Son Doğu Akdeniz gerginliklerinden sonra varıldığı söylenen uzlaşma çerçevesinde yeni tur istikşafi görüşmelerde sanırım Yunanistan Libya anlaşmasını ve Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı sorununu da bu gündemin başına getirmeye çalıştı. Yunanistan açısından bu ne kadar mantıklı ve doğrudur bilinmez. Ama Türkiye’nin Ege sorunlarının içine Doğu Akdeniz’deki bir sorunu dahil ederek görüşme masasına oturuyor olması bazı kesimlerin en başından beri söylediği ‘Yunanistan’ın Akdeniz’de söz hakkı yok, Akdeniz’e kıyısı olan bir ülke değildir’ tezini zaten Ege’de adalara tanınmayan deniz alanları konusunda Yunanistan’la Mısır anlaşmasıyla Rodos ve Girit’ sağlanan yeni çerçevesinde çok farklı bir noktaya getirdiğimiz gözüküyor. Bu Türkiye açısından yeni bir sorun. İstikşafi görüşmelerin gündemine bunun taşınmasını isteyecek Yunanistan, bizim kabul etmememiz lazım. Mısır-Yunanistan anlaşmasıyla çekilen hattın, 28 derece boylamın batısına NAVTEX ilan edemiyoruz. Geri kalan sahada zaten Yunanistan’ın maksimalist tezlerini tanıyan hiçbir ülke yok Mısır dahil, Meis’ten bahsediyorum. Konu atışlı askeri tatbikatlar nasıl yapılır, hangi NAVTEX istasyonu nerede ilan edilmesine karar verir gibi ikincil-üçüncül derecede önem arz eden konulara düğümleniyor. Her iki taraf da sorunun özünü tartışmanın ötesinde farklı tavırlar sergiliyor. Türkiye’nin konumu burada Libya anlaşmasından sonra Doğu Akdeniz’de resmen geri adım atmakla açıklanabilecek bir politikaya evrildi. Libya anlaşmasıyla kendi ayağımıza kurşun sıkmanın şu anda sonucunu yaşıyoruz. Libya sahillerindeki hak arama mücadelemizi şimdi burnumuzun ucunda Meis çevresinde yapmak zorunda kaldık. Bu kadar acı ve olumsuz bir sonuç oldu Türkiye açısından. Dış politikadaki tüm başlıkların Türkiye’de iç politikadaki sorunların tartışılmasını öteleme, konsolidasyon, ‘milli birlik beraberlik’ ve bir anlamda muhalefetin de desteği olduğu için çok verimli bir alan olarak görüyorum."

‘Arka kapı diplomasisiyle Macron dize getirilebilirdi’

Aydın Sezer, Türk hükümetinin Fransa ile yaşadığı kriz halini de değerlendirdi. Fransa ile Doğu Akdeniz, Libya, Kıbrıs'la başlayan gerilimin İslamiyet boyutuna vardığını söyleyen Sezer, meselenin Türkiye'nin İslam dünyasının liderliğine soyunması ve iç politikada alıcısı bulunan bir konu olmasında yattığını dile getirdi. Macron'un da meseleyi ülkesindeki pozisyonunu güçlendirmek için kullandığını dile getiren Sezer, Ankara'nın boykot gibi girişimler yerine Fransa'nın Türkiye'deki yatırımları üzerinden Macron yönetimini dize getirebileceği değerlendirmesinde bulundu:

"Fransa ile daha önce Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Libya’dan başlayan ergen Macron’un dış politikasına cevap verme ile başlayan gerilim bugün İslamiyet, Müslümanlık, ‘Macron’un dini ifadelerini karşı çıkış’ boyutuna geldi. Sorunun niteliğinde bir değişiklik var. Burada Türkiye’nin İslam dünyasının liderliğine soyunuyor olması da iç politikada alıcısı olan bir konu. Son açıklamalardan sonra Müslüman ülkeler de Fransa’ya karşı tepki koyuyor, bu da doğru. Ama Türkiye’de de Fransa’da da Macron ve Erdoğan’ın yönettiği politika tamamen iç politikaya yönelik, kendi konumlarını güçlendirmeye yönelik açılımlar. Türkiye’nin Fransa ile mücadele edecek çok daha güçlü altyapısı ve ‘silahları’ var. Türkiye’de faaliyet gösteren Fransız firmaları üzerinden Türkiye aslında arka kapı diplomasisi uygulayarak Macron’u da Fransa’yı da kolaylıkla dize getirebilecek bir potansiyeline sahip. Ama bunun yerine Fransız ürünlerine boykot çağrısında olduğu gibi tırmandırma yolunu tercih ediyoruz. Fransa’da da cami baskını üzerinden bu da Türkiye’de alıcısı olan hassas bir konu. Alman makamların açıklamasına göre, mali birtakım konular söz konusu. Bir namaz saatinde cami basılması kabul edilemez. Caminin aranmasını gerektirecek ya da cami görevlilerini soruşturacak başka bir boyut varsa, bunun yolu ve yöntemi çok farklıdır. Hatta bu konuda Türkiye ile işbirliği de yapılabilirdi. Bu konu Avrupa’da da Türkiye’de alıcısı olacak yeni bir konu.”

Haber akışı
0
Tartışmaya katılmak için
giriş yapın ya da kayıt olun
loader
Sohbetler
Заголовок открываемого материала