Türkiye, dikkatini Dağlık Karabağ'daki çatışmalara çevirmişken, Doğu Akdeniz'de NATO'nun ve Almanya'nın devreye girmesiyle sağlanan sükunete rağmen gerilim sürüyor. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi, AB'den Türkiye'ye yönelik arzuladığı yaptırımları çıkartamazken, bu kez de Atina'dan Ankara'nın Türkiye'yi Gümrük Birliği'nden çıkartması talebi yükseldi. Türkiye'nin 1996'da yürürlüğe girmiş Gümrük Birliği'nin güncellenmesi talebi epeydir AB'de karşılık bulmazken Atina'dan gelen bu çıkışı Marmara Üniversitesi'nden Prof. Barış Doster ile konuştuk.
‘Avrupa Birliği gümrük birliğinden memnun’
Prof. Barış Doster'e göre, AB’nin Türkiye’yi gümrük birliğinden çıkarması neredeyse imkansız. Yunanistan hükümetinin Ankara'nın yanlış politikalarından yararlanarak Türkiye'yi yalnızlaştırmakta başarılı olduğunu belirten Doster, Ancak Gümrük Birliği ile ilgili önerinin başarısızlığa mahkum olduğu görüşünde:
“Yunanistan’ın Türkiye karşıtı politikasında başarılı olduğu ve olamadığı alanlar var. Mesela Yunanistan-Güney Kıbrıs ikilisinin sağına Mısır, soluna İsrail, arkalarına ABD ve AB’yi alarak Türkiye’nin de yanlış politikalarından yararlanarak Doğu Akdeniz’de hamle üstünlüğü elde etmesi, Türkiye’yi daha da yalnızlaştırması, Yunanistan açısından başarılı bir politika. Ama Yunanistan’ın Türkiye’yi gümrük birliğinden çıkaralım önerisi AB’den karşılık görmeyecek başarısız bir politika. Yunanistan’ın böylesi bir özgül ağırlığı yok. Avrupa Birliği’nin merkezinde, çelik çekirdeğinde yer alan en birinci, ikinci halkasında yer alan bir ülke bile değil. Daha gerilerde yer alan bir ülke. Daha cılız bir ülke. Siyasi, iktisadi, askeri gücü, yani devlet kapasitesi AB içerisinde büyük bir özgürlük taşımayan ama tarihsel, kültürel mirasından dolayı bazen maraza çıkardığında o mirasın hatırına binaen kimi ödüller koparabilen bir ülke. Avrupa Birliği gümrük birliğinden o kadar memnun ki değil Yunanistan, 6 üye ülke bir araya gelseler yine Türkiye’nin gümrük birliğinden çıkarılması yönünde bir sonuç elde edemezler."
'Gümrük Birliği anlaşması 1838 Baltalimanı Sözleşmesi kadar kötü bir anlaşma'
Prof. Doster, AB'nin Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden çıkartılmasını en başta kendi çıkarlarına uymayacağı için kabul etmeyeceğinin altını çizdi. 1996'da yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması'nı Osmanlı İmparatorluğu'nun yarı sömürge haline gelmesinde çok önemli bir yeri olan 1838 Baltalimanı Sözleşmesi'ne benzeten Doster, dünya üzerinde AB üyesi olmadan gümrük birliği üyesi olmuş ilk devletin Türkiye olduğunu anımsattı:
"1995’te imzalanan 1 Ocak 1996’da yürürlüğe giren gümrük birliği ki altında Tansu Çiller, Murat Karayalçın ikilisinin imzası vardır. Adeta bizim Osmanlı siyasi tarihinde okuduğumuz 1838 Balta Limanı Sözleşmesi’ni çağrıştıracak kadar kötü bir anlaşmadır. Osmanlı’nın İngilizlerle imzaladığı ve Osmanlı’nın yarı sömürgeleşmesinde çok önemli bir tarihe denk düşen Balta Limanı Sözleşmesi’ni çağrıştıran bu gümrük birliği sayesinde Avrupa Birliği çok küçücük bir maliyete katlanarak Türkiye’nin dış ticaret rejimi, gümrük rejimi, iç pazarı üzerinde olağanüstü bir nüfuz elde ettiği bir vesayet inşa etti. Dünya üzerinde AB üyesi olmadan gümrük birliği üyesi olmuş ilk devlet Türkiye’dir. AB üyesi ülkeler Brüksel’de masanın etrafında buluşuyorlar. Kararları alıyorlar ama o salonda olmayan AB’ye üye bile olmayan, üye yapılması hayal bile edilmeyen Türkiye o salonda alınan kararlara uymakla mükellef. Bu o kadar garabet bir şey ki sadece Türkiye ile AB üyeleri arasındaki ilişkilerde Türkiye’yi bağlamıyor, üçüncü ülkelerle yapılan ilişkilerde, anlaşmalarda da Türkiye’yi bağlıyor. O yüzden değil Yunanistan, İspanya, Hollanda, Belçika, Portekiz, İtalya bir araya gelseler yine AB’nin ağa babası Almanya gümrük birliğinden Türkiye’nin atılmasını istemez.”
‘Gümrük Birliği'nin faydasına dair genelleme mümkün değil’
Doster, ABD ile Avrupa arasında bir türlü sonuçlandırılamayan çok taraflı yatırım ve ticaret anlaşmasına da dikkat çekerken, bunun sonuçlandırılmasının Ankara'nın aleyhine olacağı görüşünü dile getirdi. Türkiye'nin Gümrük Birliği anlaşmasıyla bazı sektörlerde fayda elde ederken, bazılarında edemediğini belirten Doster, bu anlaşma ve sonuçlarının detaylı analizlerle ortaya konulması gerektiğini vurguladı:
“ABD ile Avrupa arasında yıllardır sürüncemede kalan ve bir türlü nihai anlaşmaya varılamayan, son imza atılamayan Atlantik’in iki yakası ABD ve Avrupa arasında bir çok taraflı yatırım ve ticaret sözleşmesi var. Eğer bu imzadan geçerse bu da bizim çok aleyhimize olacak. 1 Ocak 1996’da yürürlüğe giren gümrük birliğine o dönemler karşı olan sektörler vardı, yandaş olan sektörler vardı. O dönemler karşı olan büyük holdinglerimiz, sanayicilerimiz vardı. Yandaş olanlar vardı. O yüzden bir genelleme pek mümkün değil. İlkesel olarak AB emperyalizmine usulden esastan NATO, ABD emperyalizmine karşıyım. Ama burada siyah ve beyaz alanlar kalmadı, gir alanlarda söz konusu. O gün karşı olan iri kıyım holdinglerden bir kısmı biz bu gümrük birliği sayesi mukavemetimiz gelişti, direncimiz kuvvetlendi, rekabetçi bir havaya girdik diyebiliyorlar. O gün karşı olan küçük orta boy işletmelerin bir kısmı bundan fayda sağladı ama bir kısım küçük orta boy işletmelerimize de gümrük birliği hiç mi hiç yaratmadı. Onların silinmesine, tasfiye olmasına veya yabancılara satılmasına neden oldu. Tarım en fazla zarar gören sektörlerden biri ki Türkiye iyi kötü bir tarım memleketiydi. Tarım ve hayvancılıkta bizim çiftçimizin rekabet şansı yok. Türkiye 120 devletten 140 kalem tarım ve hayvancılık ürünü ithal eder hale geldi. Milli yemeğimiz kuru fasulyedir, fasulye Türk fasulyesi değil. Türkiye buğday ithal eden bir ülke durumuna geldi. En fazla zarar gören sektörlerin başında tarım geliyor. O yüzden bir genelleme kolaycılığına kaçmaksızın il il, bölge bölge, holding holding, ölçek ölçek, sektör sektör bizim bundan kim ne kadar yarar elde etti, kim ne kadar kayba uğradı diye ayrıntılı bir analize ihtiyacımız var. Kimi iktisatçılar çok övüyor. ‘Türkiye’nin ithalat ihracatında AB’nin payı yüzde 50, bu gümrük birliği olmazsa olmaz’ diyorlar. Kimi iktisatçılar da, ‘96’dan bu yana Türkiye’nin kaybı 350 milyar doları geçti. Bundan bir an evvel çıkalım’ diyorlar. O yüzden oturup çok ayrıntılı saha çalışmalarına analizlere ihtiyacımız var."
'ABD ne kadar gerilim yaşarsa yaşasın Türkiye'nin NATO'dan çıkmasını istemez'
Doğu Akdeniz'deki krizde NATO'nun ağırlığının hissedildiğini anlatan Prof. Doster, ABD’nin de gerek doğrudan gerek NATO ve IMF gibi örgütlerle Türkiye’de her alanda güçlü etkisi olduğunu vurguladı. Doster'e göre Almanya da Yunanistan ile Türkiye arasında 'arabuluculuk' pozisyonuyla diplomasi cephesindeki ağırlığını artırmaya çalışıyor:
"NATO, ABD emperyalizminin işgal ve saldırı aygıtı. ABD tek başına on birim ağırlığa sahipse NATO’nun patronu olan ABD, 15 birim ağırlığa sahiptir. O yüzden NATO’nun dağılmasını istemez. Türkiye’nin de NATO’dan çıkmasını istemez ne kadar gerilim yaşarsa yaşasın. ABD’nin gerek doğrudan gerek IMF gibi iktisadi örgütlerle ya da NATO gibi bir emperyalist aygıt aracılığıyla Türkiye’nin ekonomisi, siyaseti, asker sivil güvenlik bürokrasisi, akademisi, medyası üzerinde olağanüstü bir nüfuzu vardır ve bazen doğrudan bazen NATO üzerinden Türkiye’ye ABD’nin bu nüfuzunu, etkisini hissettirir. S-400 meselesi, F-35, Rahip Brunson, Halkbank davası hepsinde ABD’nin doğrudan ve NATO eliyle böylesi bir etkisi vardır. Türkiye siyasi, toplumsal gerilim, iktisadi kırılganlık anlamında çok sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Yıllık olarak yurtdışından 240 milyar yabancı kaynak bulmak zorunda olan bir ekonomi. Bu gelen parayla borçları veya faizlerini çevirmeye çalışan bir ekonomi. Diplomasi ve siyasette eli o kadar da güçlü olan bir ekonomi değildir. ABD’de de bunu sıklıkla hissettiriyor. Almanya’nın teknolojik, ekonomik, endüstriyel gücüne koşut bir diplomatik hacme ulaşmak için bu güç unsurlarına koşut bir askeri hacme ulaşmak için ABD ile pek çok konuda arasına mesafe koyduğunu, aralarının ‘şeker renk’ olduklarını görüyoruz. Afganistan, NATO’ya katkı, Ukrayna-Kırım, Libya-Suriye, Irak-İran meselesi, bütün bunlarda Almanya çok da fazla ABD ile yanak yanağa, kol kola fotoğraf vermiyor. O yüzden zaten karşılıklı olarak birbirlerinin dev ölçekli bilişim, dijital, otomotiv şirketlerine milyarlarca dolarlık, avroluk cezalar kesiyorlar. O yüzden birilerini liderlerini istihbarat teşkilatları aracılığıyla dinlediklerini bütün dünyaya adeta davul zurnayla ilan ediyorlar. Almanya’nın Yunanistan ve Türkiye arasında arabuluculuk yaparak bazen birine otur oturduğun yerde diyerek bazen birine tavşana kaç tazıya tut diyerek, bazen iyi-kötü polisi oynayarak bu diplomatik ve siyasi hacim ölçek artışı çabası içerisinde olduğunu gözlemliyorum. Avrupa’da bir iş olacaksa bunlar AB üyesi olmasa bile NATO üyesi olsa bile artık arabuluculuk masasında onları bir masada oturtan bir güç olarak benim de bir ağırlığımın, bir konumumun olması gerekiyor diyor Almanya. Sadece Atina ve Ankara’ya değil aynı zamanda Beyaz Saray’a, Brüksel’e, Paris’e de mesaj veriyor Berlin.”
‘Almanya, Beyaz Saray’ın yörüngesinden çıkamaz, sadece alternatif arayışında’
Doster, Almanya’nın AB'deki sözünün ABD’nin NATO üzerindeki etkisiyle kıyaslanmayacağı görüşünde. Almanya’nın ekonomik gücü ve diplomatik etkisine rağmen henüz Washington karşısında durabileceğini düşünmediğini belirten Doster, Berlin’in Rusya ve Çin açılımlarının yarattığı gerilimlere dikkat çekti. Doster'e göre Transatlantik'deki gelişmelerde ABD'deki 3 Kasım seçiminin sonuçları da etkili olacak:
“Tamamlayamaz. Çünkü Almanya’da henüz o cesaret yok. Nasıl NATO ve ABD denklemini kurarken ABD kendi adına 10 birim, NATO’nun patronu ABD 15 birim dedik, Almanya-AB ilişkisi de böyledir. Berlin kendi kartvizitinde 10 gramdır, AB emperyalizminin lideri Berlin olarak 15 gram ağırlığındadır. O anlamda Paris’te yaşadığı gerilim, Brexit vs. bir blok bir homojen AB’nin lideri değildir şu anda. İktisadi olarak muazzam bir güçtür. Ama AB’nin 3 veya 4. Halkalarındaki küçük orta ölçekli üyelerine bakıldığında Berlin’in AB üyelerinin tamamı üzerinde bir ağırlığı, bir yaptırımı, nüfuzu yoktur. Baktığınızda Doğu Avrupa’da, Balkanlar’da kuvvetlidir. Hollanda, Belçika üzerinde etkilidir. Ama her devleti de bir kaş göz işaretiyle hizaya sokamamaktadır. Ama ABD-NATO ilişkisi böyle değildir. ABD, NATO’nun bütün üyelerini bir göz işaretiyle hizaya sokabilecek bir devlettir. O yüzden ABD’den sert bir tepki gelmesi, Berlin’in geri adım atması kaçınılmazdır. Berlin çünkü o güçte görmüyor kendisi. Berlin de en az Türkiye kadar Rus doğal gazına bağımlı. Rusya ile arasını açmak istememesinin Berlin açısından çok haklı gerekçeleri var. Sadece bir emperyalist, eski günlerini özleyen bir devlet meseleye pazar, hammadde, ucuz emek ilişkileri üzerinden bakmaz, oralarda çok ciddi bir yatırımcıdır aynı zamanda Berlin. Nitekim Çin de son zamanlarda girmiş olduğu flört de bunu anımsatıyor. Almanya’nın tüm itirazlarına rağmen Kuşak Yol projesine bırakın Berlin’i Londra’nın bile olumlu sinyaller vermesi. Amerika’nın bu işe çok bozulup İsrail ve İngiltere’ye bakan yollaması, Almanya ile dalaşmaları hep Berlin’in bu alternatif arayışlarının ürünü. Akşamdan sabaha, bugünden yarına Berlin kalkıp da Beyaz Saray’a, Kongre’ye ‘Senin artık yörüngenden tamamen çıktım’ demesi de mümkün ve gerçekçi değildir. 2016’da adı Cumhuriyetçi Parti ile özdeşleşmiş olan köklü ailelerin, deve dişi gibi bürokratların, siyasetçilerin Trump’ın rakibine oy verin diye çağrı yapmaları, Clinton’ı desteklemeleri bana şunu çağrıştırmıştı. İş o kadar tehlikeli ve bıçak sırtı ki Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Parti’nin ağa babalarından destek ister hale geldi. Arkadaşlarımla iddiaya girmiştim, anketlerin aksine Trump herhalde seçimi kazanacak. Bu anketlere mesafeli biriyim. Trump’ın da son dönemde kimi ataklar yaptığı, Biden’ın kampanyasının sönük geçmesinden faydalanarak aradaki makası biraz kapattığı yönünde sinyaller geliyor Amerikan basınından. Bekleyip görmekte fayda var. Belli ki orada çarşı karışacak.”